ТУРЕЦКИЙ ЯЗЫК. Türkçe oğreniyorum. Русский язык. Rusça oğreniyorum.

Объявление

 
УЧИМ ТУРЕЦКИЙ ЯЗЫК
Facebook Grubu · 25.597 üye
Gruba Katıl
📌 Присоеденяйтесь к нашей группе в фейсбук ❗Мы научим Вас турецкому языку за 3 месяца.
 

Информация о пользователе

Привет, Гость! Войдите или зарегистрируйтесь.



Kralın Elbisesi

Сообщений 1 страница 2 из 2

1

http://sb.uploads.ru/YMacp.jpg
HAKAN'IN YENİ GİYSİLERİ
[yandx]vlasova-vlasovaol/szegj10y14.1736[/yandx]

Bir varmış bir yokmuş, bundan nice yıllar önce yeryüzünde bir hakan varmış, giyime kuşama pek düşkünmüş. Arkasındakiler her gün yeni olsun istermiş, bu­nun için de bütün parasını kumaşa, terziye harcarmış. Askerlerine baktığı olmaz­mış; tiyatrodan, musikiden bir şeyden hoşlanmazmış; varsa yoksa giyinmek. Uy­rukları arasında bir dolaştı da arkasındaki yeni giysileri gösterdi mi, başka bir di­leği kalmazmış. Dolapları giysilerle doluymuş, her gün değil, her saat bir başka­sını kuşanırmış.

Kalabalıkmış o hakanın başkenti; her gün yeryüzünün köşesinden bucağın­dan türlü türlü kişiler gelirmiş. Bir yere o kadar insan geldi mi, eee! İçinde soysu­zu hırsızı da bulunur. Bir gün o kente iki hırsız gelmiş, ama ne hırsız! Kendileri­nin dokumacı ustası olduklarını söylemişler: "Biz öyle kumaş dokuruz ki dünya­da eşi emsali bulunmaz... Üstüne o ne renkler, o ne çiçekler! Bizim dokuduğumuz kumaşın başka hiçbir kumaşta bulunmaz üstünlüğü daha vardır: Öyle her göze görünmez o kumaş, işlerini başaramayanlar sakalsız olanlar göremez onu!" demiş­ler.

Hakan bunu duyunca çok sevinmiş: "İsterim ben o kumaştan, ondan kendime bir giysi yaptırdım mı, ülkemde hangi memurlar işlerini başaramıyor, onu anla­yacağım gibi, akıllıyı da akılsızdan kolayca ayırt edebilirim. İsterim ben o kumaş­tan." diye düşünmüş.

Hemen çağırmış o iki hırsızı. Ama hırsız olduklarını ne bilsin, onları dokuma­cı ustası sanıyormuş. Kesenin ağzını açmış, işe başlamak için ne istedilerse esir­gememiş, vermiş.

O iki düzenbaz saraya gelmişler, odalardan birine koca bir tezgâh kurmuşlar, başlamışlar harıl harıl çalışmaya. Bir uğraşma, bir hamaratlık, sorma gitsin!... Ama doğrusunu istersen bir şey dokudukları yokmuş. Boyuna ipek istiyor­lar, boyuna sırma istiyorlarmış. Gelen ipliği de, sırmayı da ceplerine indiriyor; ge­ce yanlarına kadar tezgâh başından ayrılmıyorlarmış.

(Hakan, işin ne halde olduğunu merak ettiği için başbakanı ustaların yanma gönderir.)

Başbakan ne yapsın? Hakan buyurmuş bir kere... Kalkmış dokuma tezgâhının kurulduğu odaya gitmiş. Bakmış ki dokumacıların ikisi de kan ter içinde hani harıl harıl çalışıyor. Ama doğrusunu söyleyelim, kumaşı görememiş.

Görememiş, görememiş ama göremediğini söyler mi hiç? Şaşırmış şaşırmış ama şaşırdığını da belli etmemiş. Başbakan bu, söylesin belli etsin de kendini ala­ya mı aldırsın?

İçinden: "Yoksa ben budala mıyım? Hiç sanmazdım... Budalaysam bile gizli tutmalı, herkesin ağzına düşürmemeli... Yoksa ben başbakan olmaya lâyık mı de­ğilim? Bunu da halka duyurmaya gelmez. İyisi mi susarım, kumaşı görmediğimi kimseye belli etmem!..." diye düşünmüş.

Dokumacılardan biri: Ne buyuruyorsunuz efendimiz? Beğendiniz mi? diye sormuş, Başbakan da gözlüğünü düzeltmiş, biraz daha yaklaşmış, böyle şeyler­den çok iyi anlar bir kişi olduğunu göstermek için:

"■Eşsiz, emsalsiz bir kumaş!... Siz daha güzel olacağını söylüyordunuz ya, de­diğinizden de daha güzel olmuş. Çiçeklerin bütün çizgilerinde bir incelik var, si­zin gibi büyük ustaların elinden çıktığı belli. Ya renk uyumu, insan baktıkça hay­ran oluyor." demiş.

Dokumacılar, gene yerlere kadar eğilip bu iltifata teşekkür etmişler. Kumaşın üstünde ne türlü çiçekler bulunduğunu, renkleri birbirine nasıl karıştırıp bu uyu­mu elde ettiklerini uzun uzun anlatmışlar.

Başbakan, onların söylediklerinden birini bile kaçırmamış. Kaçırır mı hiç? Gi­dip hakana anlatacak!... Gitmiş, o görmeden gördüklerini ballandıra ballandıra saymış dökmüş.

(Hakan da, bu eşsiz kumaşı yerinde incelemeğe gider. O da göremez ama gör­müş gibi davranır. Yanındakiler, hem aptal sayılmamak hem de kralın gözüne gir­mek için kumaşı övmeğe başlarlar)

"-Eşi emsali yok, dünyada şaşılacak yedi anıt varmış derler, bu da sekizincisi" gibi sözleri arka arkaya sıralayıvermişler. Sonra, hakana, birkaç gün sonra yapı­lacak büyük törene, bu kumaştan biçilecek giysi ile gitmesini öğütlemişler.

Dokumacılar: Ama bu kumaşı bizden başka kimse biçip dikemez, o işi biz ya­palım, demişler.

(Tören gecesi, düzenbazlar, elbiseyi hakana getirirler.)

İki düzenbaz, ellerinde çok değerli bir şey tutuyormuş gibi, ellerini yukarı kal­dırmışlar: " İşte ulu hakanımızın pantolonu... İşte kaftanı... Örümcek ağı gibi hafifçecik. O kadar rahat ki, insanın üstünde sanki bir şey yokmuş gibi, ağırlığını belli etmez. Yoksa ne sırma var bunun üstünde!...

Sonra "Ulu hakanımız kerem buyursun da arkasındakileri çıkarsın, büyük ay­nanın önünde kendisine yeni giysileri giydirelim" demişler.

Hakan soyunmuş, iki usta düzenbaz da ona sözde, önce pantolonunu sonra kaftanını giydirmişler; daha sonra da, sözde gayretle ağır bir üstlük geçirmişler. Hakan, aynanın Önünde, kıvam kıvam bir aşağı bir yukarı dolaşıyormuş... Sarayın büyükleri: "Bu ne güzel kaftan! Bu ne güzel üstlük! Ulu Hakanımıza ne kadar da yaraştı, renklerin parlaklığına göz dayanmıyor!" gibi sözlerle alkışlamışlar.

Tören başlamış.... Hakan sokaklardan geçerken, bütün uyrukları da, kimi dışarıda, kimi pencereden hayran hayran bakıyor: "Ne güzel giysi! Yeryüzündeki bü
tün atlaslardan, bütün kadifelerden daha güzel!.. Ya eteği! Renkler de ne par­lak, birbirine ne de uymuşlar!" diyorlarmış.

Hakanın üzerinde bir şey görmediğini şöyle dosdoğru söyleyecek kimse çık­mamış. Ne yapsınlar? Kiminin bir işi var, onu kaybetmek istemez; kimi de herke­sin kendisini budala bilmesine razı olmaz...

Ama yolun ortasında ufacık bir çocuk varmış, o: "Aaa! Hakan çırçıplak!..." diyivermiş. Babası: "Çocuktan al haberi, derler. Tanrı söyletiyor bu yavrucağızı" de­miş ve sonra çocuğun dediğini yavaşça yanındakine söyleyivermiş... Bir söz bir kere söylendi mi artık, ağızdan ağza dolaşıverir. Arası çok geçmemiş, bütün halk: "Ulu hakan çırılçıplak dolaşıyor!" demeğe başlamış.

Hakan da duymuş bunu, o da doğru bulmuş, doğru bulmuş ya, sesini çıkarma­mış, içinden: "Oldu bir kere!... Devlet işi bu... Ben bugünlük kendimi feda edeyim de tören bitinceye kadar böyle kalayım!" demiş. Eteğini tutan saray adamları ise, biraz daha kurulmuşlar, o var olmayan eteği biraz daha çalımla taşımışlar.

(Andersen, Masallar, Çeviren: Nurullah Ataç)

0

2

Kralın Elbisesi http://s1.uploads.ru/4hUXm.jpg

Eski zamanlarda bir Kral vardı. Bu Kral çok renkli elbiseleri vardı. Yeni elbiseler için çok paralar harcıyordu. Kralın en çok sevdiği şey ise bu parlak, güzel elbiseleri giyerek gezmekti.

Bir gün bu Kralın memleketine iki yabancı adam geldi. Bunlar dokumacı idiler. Akla hayale bile gelmeyecek kadar kumaşlar dokuduklarını söylüyorlardı hep. Hemen dokudukları bazı kumaşları gösterdiler. Renklere ve desenlere diyecek yoktu. Bu kumaşların bambaşka bir özelliği de: Onları yalnızca zeki, dürüst insanlar görebiliyordu. Aptalların ve değersiz adamların gözlerine bu kumaşlar görünmüyordu. Kral bu söylentileri duydu ve kendi kendine şöyle demiş: “Ah! Bu kumaşlardan bana ne güzel elbise olur! Bu ustaları hemen çağırayım. Yalnız benim emrimde çalışsınlar ve yalnız bana kumaş dokusunlar.” Adamlarını hemen göndererek kumaşçıları saraya çağırtmış. Ellerine bol bol para vererek işe başlatmış.

Sahtekar üç kağıtçı ustalar hemen iki tane tezgah kurmuşlar. Çalışmaya da başlamışlar. Fakat tezgahları üzerinde hiçbir şey yokmuş. Buna rağmen ince iplikler ve parlak altın teller istemişler. Bunlar kendilerine getirilince ceplerine koymuşlar ve boş tezgahlar üzerinde gece yarılarına kadar çalışmışlar. Kral acaba iş ilerledi mi?” diye düşünüyor ve biraz da üzüntü duyuyormuş. Çünkü kumaşı aptallar ve değersizler göremeyeceklerdi. Bundan dolayı ilk önce kendisi gidip bakmaya cesaret edemedi. Nihayet önce baş yardımcısını göndermeye karar verdi ve içinden şöyle dedi:

“O zeki ve değerli bir adamdır. Onun kadar hiç kimse işten anlamaz. Kumaşın da güzel olup olmadığını o herkesten iyi takdir edecektir.” Kralın emri üzerine baş yardımcı kumaşlara bakmaya gitti. Fakat bomboş tezgahları görünce birden gözlerini yırtacak gibi açtı, dikkatle bakmış:
“Allah korusun, meydanda hiçbir şey göremiyorum.” Fakat bu sözü yüksek sesle söylememiş, içinden söylemiş.
Bu sırada iki usta biraz daha yaklaşmasını rica etmişler. Boş tezgahları elleriyle göstererek:

“Kumaş görülmemiş derecede güzel, değil mi?” diye sormuşlar. Fakat ihtiyar baş yardımcı ne kadar gözlerini açarsa açsın, hiçbir şey göremiyormuş. Bunun üzerine şöyle düşünmüş: “Aman Allah’ım! Ben gerçekten de aptalmışım demek. Bulunduğum mevkiye layık değilim, değersizim. Bu feci bir şey! 0 halde bunları kimse göremez!” sonra her şeyi görüyormuş gibi yaptı.

Ustalardan biri hemen dokuma hareketlerine devam ederek sormuş: “Hiçbir şey söylemiyorsunuz, neden acaba?” İhtiyar baş yardımcı gözlüğünü iyice yerleştirerek baktı: “Ah! Çok nefis, çok mükemmel” dedi, “gerçekten bu desen çok zarif, enfes!... Hemen gidip bunu Krala bildireyim.” Dokumacılar: “Beğendiğinize çok memnun olduk” diyerek, renklerin adlarını söylemişler ve desenleri anlatmışlar. Baş yardımcı dikkatle bakıyormuş. Dolandırıcılar, baş yardımcıdan para ve ipek istemişler.

Gönderilen paralarla hiçbir şey almamışlar, olduğu gibi ceplerine doldurmuşlar. Tezgahların üzerinde bir tek iplik bile yokmuş.

Bir müddet sonra Kral başka bir büyük memurun da yollayarak, kumaşın nasıl olduğunu, bitip bitmediğini öğrenmek istemiş. Bu sefer de aynen birinci seferki gibi olmuş. Adam bakmış bakmış hiçbir şey görememiş. Çünkü, tüm tezgahlar bomboşmuş.

Dolandırıcılar yine: “Çok güzel bir kumaş değil mi?” diye sorarak hiç de görünürde olmayan o parlak desenlerin güzelliğini anlatmışlar. Kral’ın yüksek adamları: “Ben budala değilim” demiş, “bu durumda da bulunduğum yüksek mevkiye layık olmadığım da meydana çıkacak. Doğrusu bunu söyleyemem.” Böyle düşünerek, görmediği bu kumaşı beğenmiş gibi yaparak, parlak renklerini ve güzel desenini övmüş. Krala gittiği zaman şu bilgiyi vermiş:
“Efendimiz, gerçekten de çok güzel” çok geçmeden, olmayan bu parlak ve güzel kumaştan bütün şehirde konuşulmaya başlandı. Sonunda Kral da yanına birçok saray adamlarını alarak, bu parlak kumaşı görmeye gitmiş.

Bunların arasında baş yardımcı da varmış. Dokumacılar, meydanda iplik ve kumaş adına bir şey olmadan tüm gayretleriyle hiç durmadan çalışıyorlarmış. Daha önceden gelen Kral’ın adamları başkalarının gördüğünü zannederek, boş tezgahları işaret ediyorlar ve Kral’a şöyle diyorlardı:

“Efendimiz, şu desene, şu renklere bakın. Kumaş cidden nefis değil mi?” Kral şaşkın şaşkın bakıyormuş. İçinden de şöyle diyormuş:
“Doğrusunu söylemek gerekirse, hiçbir şey görmüyorum. Şimdi ben aptal mıyım, yahut değersiz, yani krallığa layık değil miyim? Bu feci bir şey!” bu düşünce üzerine kendini toplamış ve samimiyetle: “Gerçekten güzel! Bana çok yakışacak!” Sonra memnun olmuş gibi başını sallamış ve boş tezgahlara bakmış. Bu sırada yanında bulunan yardımcıları ve diğer adamlarının hepsi birden tezgaha bakarak konuşmuşlar: uNe kadar parlak!” Yakında büyük bir geçit töreni olacakmış. Kral’a bu kumaştan yapılacak elbiselerini törende giymesini önermişler. Gururlanan Kral, bu dolandırıcılara, u5arayın Dokumacıları” unvanını vermiş.

Gel zaman git zaman tören günü yaklaşmış. Dolandırıcılar artık bütün gece çalışıyorlarmış. Nasıl gayretle iş çıkardıklarını herkes görsün diye on altı mum birden yakmışlar. Artık kumaşı tezgahtan çıkarmış gibi yapmışlar. Bunlar, kendilerinde terzilik yeteneği de olduğunu söylemişler. Krala dokudukları bu kumaştan yapılacak olan elbiseyi de kendileri dikeceklermiş.

Havada boşa hareket eden kocaman makaslarla kumaşı kesmişler. İpliksiz iğnelerle dikmişler ve sonunda:

Artık elbiseler tamam!” demişler. 0 zaman Kral, hemen sarayın büyükleriyle birlikte oraya gelmiş. Dolandırıcılar kolları üze rinde bir şey varmış gibi yaparak: İşte Kralım, elbiseleriniz tamam.
Yardımcılar aslında hiçbir şey görmedikleri halde:
“Evet” demişler. Gerçekten de ortada hiçbir şey yokmuş. Dolandırıcılar saygı ile rica etmişler: “Şimdi, saygıdeğer Kralımız lütfen tüm elbiselerini çıkarsınlar, kendilerine şu büyük ayna ö nünde yeni elbiselerini giydirelim.” Kral üzerindeki tüm elbiseleri çıkarmış. Adamlar, sanki her parçayı ona ayrı ayrı giydiriyorlarmış gibi yapmışlar. Kral hazretleri de, ayna karşısında durarak dönüp her yanına bakarken orada bulunanlar şöyle diyorlarmış:

“Harika! Ne desen! Ne güzel renkler! Gerçekten mükemmel bir elbise!”
Artık tören başlamak üzereymiş. Kralın adamları: “Her şey hazır artık, dışarıda sizi bekliyorlar. Geçişte tam başınızın üzeri ne tutulacak büyük şemsiye de getirildi.” Demişler.
Kral cevap vermiş: “Hazırım, yeni elbiseler bana çok yakıştı, değil mi?” Kral yürüdüğü zaman arkasında sürünen uzun eteğini Tutmakla görevli olan adamlar yerden bir şey kaldırıyor gibi ilerlemeye başlamışlar.

Kral, sokakta dört kişinin tuttuğu geniş şemsiyesi altında haşmetle yürüyormuş. Kendisini gören herkes hayran olarak haykırıyormuş: Yeni elbiseler ne kadar güzel! Hiç böyle elbise görülmemiştir. Uzun etekleri de ne kadar hoş!”

Hiç kimse bir şey görmediğini belli etmiyormuş. Çünkü hiç kimse kendisine aptal, değersiz denmesini istemiyormuş. Ansınız bir çocuk bağırmış: “A!....A!... Kral elbiselerini hiç giymemiş!” Bu basım ve asil ses etrafa yayılmış ve ağızdan ağıza dolaşmış. Sonunda bütün halk bağırmaya başlamış: “Evet, evet! Kral, elbiselerini giymemiş!” Kral şaşkına dönmüş. Kendisine halkın hakkı var gibi geliyormuş. Fakat artık geri dönülebilir miymiş? Hiçbir zaman! “Devam edecek! Geçit devam edecek!” diye bizzat bağırmış ve yoluna devam etmiş. Arkasındakiler hiç bozmadan eteklerini tutuyormuş gibi ağır ağır ilerlemişler.

0



Рейтинг форумов | Создать форум бесплатно