nıyorsun? Herif öz kardeşine değer vermiyor da senin
gibi avanakların gözünün yaşına mı bakacak!
Özel kampların en iyi tarafı, hükümlülerin canlarının
istediği gibi konuşabilmeleriydi. Ama Üst -
İjme'de öyle miydi ya! Birinin kulağına eğilip de:
«dışarda» kibrit sıkıntısı çekildiğini söyleseniz sizi.
hücreye tıkarlar, üstelik, bir on yıl daha bindirirlerdi.
Burada boğazınızı yırtarcasma atıp tutsanız,
kimsenin umurunda değildi. Ne gammazlar yukarıya
yetiştirirler, ne de yukardakiler kulak asarlardı.
Burasının tek kötü tarafı insanın konuşacak,
fazla vaktinin olmamasıydı...
Şuhov sızlanmaya başladı.
— Sen de hepden gevşek doldurdun,
— Peki, peki; al işte!...
Letonyalı böyle söyleyerek bardağın üstüne bir
tutam tütün daha koydu.
Şuhov iç cebinden kesesini çıkararak bardağı
bunun içine boşalttı. Hem denemekten vazgeçerek,
hem de ilk saracağı sigarayı daha rahat bir zamanda
içmeyi tasarlayarak:
— Hadi, ikinci bardağı da ver, dedi.
Letonylı'yla bir sürü daha çekiştikten sonra
ikinci ölçeği de kesesine boşalttı; iki rubleyi verip
eliyle bir selâm çakarak oradan uzaklaştı.
Odadan dışarı çıkan Şuhov kendi barakasına,
doğru koşmaya başladı. Paketini alan Sezar'ı orada
karşılamak istiyordu.
Fakat Sezar alt ranzada yatağının üstüne çoktan
oturmuş, evden gelen yiyeceklerini yerleştirmek
teydi. Yiyeceklerin bir kısmı yatağının üstündeydi,
bir kısmı ise dolaba girmişti. Şuhov'un yattığı ranzanın
gölgesi düştüğü için, üstelik barakanın loş
oluşundan, Sezar'm getirdiği şeyler görünmüyordu.
Şuhov iki büklüm eğilerek başını eski kaptanın
ranzasının altına soktu. (Altta Sezar'ın yatağı vardı.)
Elinde Sezar'm akşam tayınını uzatıyordu.
•— Ekmeğinizi alın, Sezar Markoviç!
Şuhov, «E, demek paketinizi aldınız ha?» diye
başlamadı konuşmaya; çünkü böyle bir konuşma,
arkadaşına, sırada beklediğini, bu yüzden yiyeceklerden
kendi payına bir şeyler düşmesi gerektiğini
hatırlatmak olurdu. Ama o bunu başka türlü söylemişti.
Şuhov sekiz yıllık kamp yaşantısından sonra
bile çakallaşmayan bir insandı. Üstelik yıllar geçtikçe
çakallığm kötülüğüne daha çok inanıyordu.
Ne var ki insan gözlerinin efendisi değildi. Şuhov,
bir hükümlüde olması gereken, gözlerinin atmaca
keskinliğiyle bir anda yatağın üstündeki, dolaptaki
yiyeceklerin hepsini kolaçan etti. Kâğıtları
iyice açılmadığı, torbalarının ağızlarının çözülmediği
halde, koku alma duygusunun da yardımıyla, paketten
çıkan şeyleri birer birer anladı. Sezar'a sucuk,
süzme yoğurt, kaim bir isli balık, domuz yağı,
kokulu gevrekler, değişik kokulu kurabiyeler, iki
kilogram kadar kesme şeker, tereyağı göndermişti
ailesi. Ayrıca sigaralar, pipo tütünü ve buna benzer
şeyler de vardı.
Bütün bunları, «Ekmeğinizi alın, Sezar Markoviç!
» derken görmüştü. Evinden yiyecek paketi ge
len bütün hükümlüler gibi şaşıran, heyecanlanan,
hattâ sarhoş olan Sezar elini salladı.
— Hadi o da senin olsun.
Bir öğünlük sebze çorbası ve 200 gramlık tayın,
yiyecek paketi almış olmasından dolayı, Sezar'm
Şuhov'a yaptığı bağışın tümüydü.
Şuhov bunu anlar anlamaz daha fazla üstelemedi.
Demek çeşit çeşit yiyecek arasında payına düşen
bu kadardı! Öyleyse boşu boşuna ağzının suyunun
akmasına bir sebep yoktu.
400 gram ekmeğin üstüne bir 200 gram daha
gelmişti. En azından bir 200 gram da şiltesinde vardı.
Ertesi sabah verilecek tayınla birlikte birçok
ekmeği oluyordu. Bunun bir kısmını sabahleyin yer,
bir kısmını da iş yerine götürürdü. Varsın şiltesindeki
ekmek dursundu, iyi akıl etmiş de şiltenin içine
sokmuştu. Yoksa 75 inci iş kolundaki adammki
gibi dolabından çalmırsa kimseye derdini anlatamazdı.
Birçokları paketi gelen hükümlüleri tüyü yolunacak
bir kaza benzetirlerdi. Oysa koskoca paket
göz açıp kapayıncaya kadar biterdi. Bir nice hükümlü
vardı ki, paketi gelene kadar fazladan bir
çanak çorba için kıvranır durur, ötekiler gibi izmarit
avcılığına çıkardı. Paket gelince muhafıza, kolbaşma,
hele paket postanesinde çalışan yardakçıya
koklatmadan olur muydu? Yoksalıdam türlü numaralarla
paketi bir hafta oyalar, duyuru tahtasına yaz
dırmazdı. Sonra gelen paketlerin saklanması emredilen
ambarın memuru vardı. (Sezar ertesi sabah,
yapacaktı bu işi. Hırsızından, uğursuzundan korumak
için malını bir torbaya koyup teslim edecekti)
Ambar görevlisine kendi elinle vermezsen, o ucundan
kıyısından daha çoğunu yerdi. Bütün gün başkalarının
mallarıyla bir odaya kapanan ambar sıçanının
ne yaptığını nerden bilecektin? Peki, Şuhov
gibi yardımı dokunanlara bir şey yok muydu?
Ya hamama gidince ne kadar berbat da olsa bornozun
düzgüncesini atan hamamcı ne olacaktı? Ya.
berber? Sakal tıraşı yaparken usturasını bir kâğıda,
sileceği yerde insanın çıplak tenine silen berber de
vardı sırada. Az da olsa üç - beş sigarayla onun da
gönlünü almak gerekirdi. Hani postane görevlisine?
Mektuplarının atılmaması, gelenlerin zamanında verilmesi
için o da bir şeyler isterdi. Bir gün çalışmaya
gitmemek için doktoru da görmeliydi. Sırada bir
de yatak komşusu ve dolap arkadaşı vardı (Sezar'-
la eski kaptan gibi) Bu kadar yakınındaki bir insan
boğazından geçen lokmaları sayarken hangi
vicdansız tutup da ona bir şeyler vermezdi?
«Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür» derler.
Şuhov komşusunu kıskanacak insanlardan değildi,
hele elin malına hiç mi hiç göz koymazdı.
Şuhov keçe çizmelerini çıkarıp kendi karyolasına
tırmandı, orada elliğinin içinden aldığı çelik
parçasını incelemeye başladı. Yarından tezi yok güzel
bir taş bulacak, çelik şeridi bileyerek esaslı bir
ayakkabıcı bıçağı yapacaktı. Sabahları ve akşamla
rı bu işe uğraşırsa her halde dört günde kıvrık uçlu
keskin bir bıçak yapabilirdi.
Ama sabaha kadar onu iyi bir yere saklaması
gerekiyordu. Bu iş için de en uygun yer ranzanın
başlık kısmının altıydı. Hazır alt kattan eski kaptan
yokken, adamın gözüne toz toprak dökmeden.
Şuhov içi talaşla, kırpıntılarla dolu ağır şiltesinin
ucunu kaldırarak demir parçasını altına sakladı.
Komşu ranzaların üst katındaki arkadaşları ne
yaptığını görmüşlerdi, fakat Şuhov'un ne bapdist
Alyoşka'dan, ne de kardeş - Estonyalı'lardan korkusu
yoktu.
O sırada hıçkıra hıçkıra ağlayarak Fetyukov
girdi içeriye. Başını önüne eğmiş, iki büklüm olmuştu.
Çanak yalama yüzünden gene dayak yemiş olacak
ki, ağzı burnu kan içindeydi. Arkadaşlarının yüzüne
bakmadan, fakat gözyaşlarını da gizlemeksizin
barakayı boydan boya geçerek kendi yatağına
çıktı ve şiltesinin üstüne kapandı.
Gene de acıyordu insan bu adama. Kamp yaşantısını
sonuna kadar götüremiyeceği belliydi. Ne yapması,
ne yapmaması gerektiğini daha öğrenememişti.
Fetyukov'un peşinden eski kaptan daldı barakaya.
Çok neşeliydi, elinde bir çaydanlık dolusu iyi
cins çay vardı. Her ne kadar barakada da iki fıçı
dolusu çay bulunuyorsa da buna çay demek için bin
tanık isterdi. Ilık, rengi çaya benzemeyen bir suydu
bu. Fıçıların çürümüş tahta kokusu içine sinmişti.
Sıradan hükümlüler hep bu çayı içerdi. Buynovski,
Sezar'dan aldığı bir avuç çayı çaydanlığa attıktan
sonra üstüne kaynar su doldurmak için dışarı fırlamıştı.
Ranzanın ucundaki yemek dolabının başına
çöktüğü zaman sevinçten ağzı kulaklarına varıyordu.
— Kaynar su doldurayım derken az kalsın parmaklarımı
yakıyordum, dedi sanki bundan övünülecek
bir şey varmış gibi.
Alt katta Sezar yatağının üstüne serdiği kâğıdı
çıkarıp çıkarıp bir şeyler koyuyordu. Şuhov bunları
ranza tahtalarının aralığından görüp gene ağzının
suları akmasın diye hemen şiltesinin ucunu
bıraktı. Adamların Şuhov'suz işleri yürümüyor olacak
ki, Sezar iki ranza aralığında doğruldu, Şuhov'a
bakarak göz kırptı.
— Hey, Denisoviç, versene senin şu on günlüğü.
Küçük cep çakısı (1) demekti bu. Şuhov'un
gerçekten bir çakısı vardı, bunu da ranzanın baş
ucundaki bir yarıkta saklardı. Hani şöyle ikiye katlanan
orta parmak büyüklüğünde bir şeydi ama
bir çalışta dört parmak kalınlığında domuz yağını
ustura gibi keserdi. Şuhov bu çakıyı da kendisi yapmıştı;
sık sık biler keskinleştirirdi.
Elini yarığa sokarak çakıyı çıkardı.
Sezar göz kırptı, işinin başına döndü.
Küçük bir çakı bile bir kazanç kapısıydı. Gel
(1) Arandığında cep çakısı çıkan hükümlüler on gün
hapsediliyordu. (Çeviren)