İki Peri Kızı (Две феи)
"Ben en büyüğünü isterim" diyordu büyük kız (я самого старшего хочу, говорила старшая сестра) "en büyüğü uzun boylu, yakışıklı, çok güzel ata biniyor (самый старший высокого роста, красивый, очень хороший наездник: «хорошо на лошадь садится»), çok da güzel halay çekiyor (и очень хорошо танцует; halay — народный танец, исполняется под аккомпанемент зурны). Kılıç kullanmada, cirit atmada eşi yok diyorlar (в умении мечом владеть, дротики бросать равных ему нет, говорят). Hem de babası ölünce tahta o geçer (к тому же, когда отец его умрет, на трон он вступит), padişah karısı olurum (падишаха женой стану). Şu dünyada bundan büyük bir mutluluk var mı (в этом мире больше, чем это счастье, есть ли), bundan güzel bir şey var mı (лучше, чем это, есть ли), sorarım size?" diyordu (вас спрашиваю, говорила).
"Ben en büyüğünü isterim" diyordu büyük kız, "en büyüğü uzun boylu, yakışıklı, çok güzel ata biniyor, çok da güzel halay çekiyor. Kılıç kullanmada, cirit atmada eşi yok diyorlar. Hem de babası ölünce tahta o geçer, padişah karısı olurum. Şu dünyada bundan büyük bir mutluluk var mı, bundan güzel bir şey var mı, sorarım size?" diyordu.
Ortanca kız tatlı tatlı geriniyordu (средняя сестра сладко потянулась):
"Onu bunu bilmem ben" diyordu (этого я не знаю, сказала), "ben ortancayı isterim (я среднего хочу). Mavi mavi gözleri var, saçları da sarı (голубые-преголубые глаза у него, волосы его светлые). 'Onun kadar güzel giysiler giyen (такого, как он, хорошо одевающегося: «красивые одежды одевающего»), onun kadar güzel sözler bilen (такого, как он, красивые слова знающего), onun kadar para harcayan adam görülmemiştir' diyorlar (такого, как он, деньги тратящего человека не видели, говорят). Geçenlerde gözlerimle gördüm (недавно своими глазами видела). Çarşının ortasında bir adamı dövüyordu (посреди рынка кого-то бил). Bir yumrukta yere serdi adamı (одним ударом на землю свалил человека), sonra da karnının üstüne basıp geçti (а потом наступил ему на живот и перешагнул через него). Bunu neden yaptığını sordum (это почему он сделал, спросила), 'Canı böyle istedi de ondan' dediler (душа его так пожелала, вот почему, ответили). Bayıldım doğrusu (я была в восторге, правда; bayılmak — падать в обморок, обмирать; быть в восторге)! Canı ne isterse yaparmış o (что душа его захочет, то и делал), çok da adam öldürürmüş (много людей убил), ben böylelerini severim (я таких люблю). Bir ben değil, herkes seviyor onu (и не я одна, все любят его). Babası da çok seviyormuş (и отец его любит), 'ortanca oğlum bana benziyor (средний сын на меня похож), tahtımı ortanca oğluma bırakacağım' diyormuş (трон среднему сыну оставлю, говорит). Şimdi siz söyleyin, ben onu seçmem de, kimi seçerim (теперь вы скажите, если мне не его, то кого выбрать)?"
Ortanca kız tatlı tatlı geriniyordu:
"Onu bunu bilmem ben" diyordu, "ben ortancayı isterim. Mavi mavi gözleri var, saçları da sarı. 'Onun kadar güzel giysiler giyen, onun kadar güzel sözler bilen, onun kadar para harcayan adam görülmemiştir' diyorlar. Geçenlerde gözlerimle gördüm. Çarşının ortasında bir adamı dövüyordu. Bir yumrukta yere serdi adamı, sonra da karnının üstüne basıp geçti. Bunu neden yaptığım sordum, 'Canı böyle istedi de ondan' dediler. Bayıldım doğrusu! Canı ne isterse yaparmış o, çok da adam öldürürmüş, ben böylelerini severim. Bir ben değil, herkes seviyor onu. Babası da çok seviyormuş, 'ortanca oğlum bana benziyor, tahtımı ortanca oğluma bırakacağım' diyormuş. Şimdi siz söyleyin, ben onu seçmem de, kimi seçerim?"
Küçük kız alaylı alaylı gülümsüyordu (младшая сестра усмехалась):
"İyi ya, iyi ya! (хорошо, хорошо) Büyükle ortanca sizin olsun, benim istediğim en küçükleri..." diyordu (старший и средний пусть ваши будут, я желаю самого младшего, говорила).
Sonra gene gülümsüyordu (потом снова улыбнулась). Yüzünü ellerinin arasına alıyor (голову руками обхватила: «между рук взяла»), gözlerini yumuyordu (глаза закрыла). Kent dışındaki bu küçük kulübede yaşardı yıllardır (за городом в этой маленькой хижине жила много лет), gözleri yumukken de görüyordu çevresini (даже с закрытыми глазами видела все вокруг). Kulübenin duvarları çıplak (в хижине стены голые), sıvası kara topraktandı (обмазаны глиной: «штукатурка их — черная земля»). Kulübenin ortasında çok eski bir masa vardı (посреди хижины очень старый стол). Kendisi de, iki kardeşi de bu masanın çevresinde toplanmışlar (она сама и две ее сестры вокруг стола собрались), üzerine dirseklerini dayamışlardı (на него облокотились: «локти уперли»). Kendisi de, kardeşleri de eski püskü giysiler içindeydiler (и она, и сестры были в старых платьях). Eski püskü giysilerinin yırtılan yerlerini güzelce yamamışlardı ya (и хоть у старых платьев прорехи искусно залатаны) gene bu giysiler içinde padişahın oğullarım düşünmeyi biraz tuhaf buluyordu (но все равно в таких нарядах о сыновьях падишаха думать немного странно казалось), bir eziklik duyuyordu içinde (она подавленность почувствовала). Ama hemen padişahın küçük oğlu gözlerinin önüne geliyordu (но сразу же лицо младшего сына падишаха представилось ей: «перед ее глаза пришло»).
Küçük kız alaylı alaylı gülümsüyordu:
"İyi ya, iyi ya! Büyükle ortanca sizin olsun, benim istediğim en küçükleri..." diyordu.
Sonra gene gülümsüyordu. Yüzünü ellerinin arasına alıyor, gözlerini yumuyordu. Kent dışındaki bu küçük kulübede yaşardı yıllardır, gözleri yumukken de görüyordu çevresini. Kulübenin duvarları çıplak, sıvası kara topraktandı. Kulübenin ortasında çok eski bir masa vardı. Kendisi de, iki kardeşi de bu masanın çevresinde toplanmışlar, üzerine dirseklerini dayamışlardı. Kendisi de, kardeşleri de eski püskü giysiler içindeydiler. Eski püskü giysilerinin yırtılan yerlerini güzelce yamamışlardı ya gene bu giysiler içinde padişahın oğullarım düşünmeyi biraz tuhaf buluyordu, bir eziklik duyuyordu içinde. Ama hemen padişahın küçük oğlu gözlerinin önüne geliyordu.
"Benim istediğim en küçükleri, ötekiler sizin olsun!" diyordu (мой желанный это младший, пусть другие вашими будут, сказала).
Ortanca kız kahkahayı koyveriyordu (средняя сестра захохотала). Büyüğü de ondan geri kalmıyordu (старшая сестра тоже от нее не отставала: «назад не оставалась»).
"Peki, neden?" diye soruyordu (ладно, а почему, спрашивает). "Ötekiler gibi değil ki o (он не такой как все). Hiçbir zaman yüzü gülmez (никогда не улыбается), hiçbir zaman eğlenmez (никогда не развлекается), düşünür durur (думает все время). Hep yalnız dolaşır (все время в одиночестве гуляет; hep — весь, все; всегда, все время). Kimsecikler sevmez onu (никто его не любит)."
Ortanca da (и средняя тоже):
"Evet" diye yineliyordu (да, добавляет), "çekilir adam değil doğrusu (не привлекательный человек, честно говоря). Kimseyle konuşmaz (ни с кем не разговаривает), giyinmesini bile bilmez (даже как правильно одеваться не знает)! Sonra ne eğlencelere katılır (потом, ни в развлечениях не участвует; katılmak — присоединяться), ne bir adam döver, ne bir şey (не бьет никого, ничего такого)! Başka adam kalmadı mı, niçin onu istiyorsun sanki (больше мужчин не осталось что ли, почему его желаешь; sanki — словно, будто)?"
"Benim istediğim en küçükleri, ötekiler sizin olsun!" diyordu.
Ortanca kız kahkahayı koyveriyordu. Büyüğü de ondan geri kalmıyordu.
"Peki, neden?" diye soruyordu. "Ötekiler gibi değil ki o. Hiçbir zaman yüzü gülmez, hiçbir zaman eğlenmez, düşünür durur. Hep yalnız dolaşır. Kimsecikler sevmez onu."
Ortanca da:
"Evet" diye yineliyordu, "çekilir adam değil doğrusu. Kimseyle konuşmaz, giyinmesini bile bilmez! Sonra ne eğlencelere katılır, ne bir adam döver, ne bir şey! Başka adam kalmadı mı, niçin onu istiyorsun sanki?"
Küçük kız çok üzülüyordu bu sözleri duyunca (младшая сестра очень огорчилась, эти слова услышав), yüreği sızlıyordu (сердце ее заныло). Gene de gülümsüyordu (но снова улыбнулась), padişahın küçük oğlunu gözlerinin önüne getirdi mi gülümsemeden edemiyordu ki (младшего сына падишаха представляя, не улыбаться не могла).
"Onu seviyorum da ondan!" diyordu (его люблю я, поэтому, ответила).
"Peki ama, nesini seviyorsun?" diyorlardı (ладно, а за что ты его любишь, спрашивают).
"Onu anlıyorum da ondan" diye yanıtlıyordu (его я понимаю, поэтому, ответила). "Gülmüyor da onun için seviyorum (не смеется он, поэтому и люблю его). Hiç kimseye dokunmuyor (никого не трогает), hiç kimseye karışmıyor (ни к кому не задирается), hep yalnız yaşıyor da onun için seviyorum (всегда один живет, поэтому и люблю его). Kimsecikler onu sevmiyor da onun için seviyorum (никто его не любит, за это тоже его люблю). Hiç kimseye benzemiyor da onun için seviyorum onu (ни на кого не похож он, и за это его люблю). Siz, onu sevmiyorsunuz (вы его не любите), ama o hepimizi, herkesi seviyor (а он нас всех любит). Öyle iyi ki (вот такой он хороший)! Ne düşündüğünü kimsecikler bilmiyor (что он думает, никто не знает), ama hep iyi şeyler düşündüğü belli (но, что мысли его чисты, ясно, видно). Öyle iyi ki!" diyordu (вот такой он хороший, сказала).
Küçük kız çok üzülüyordu bu sözleri duyunca, yüreği sızlıyordu. Gene de gülümsüyordu, padişahın küçük oğlunu gözlerinin önüne getirdi mi gülümsemeden edemiyordu ki.
"Onu seviyorum da ondan!" diyordu.
"Peki ama, nesini seviyorsun?" diyorlardı.
"Onu anlıyorum da ondan" diye yanıtlıyordu. "Gülmüyor da onun için seviyorum. Hiç kimseye dokunmuyor, hiç kimseye karışmıyor, hep yalnız yaşıyor da onun için seviyorum. Kimsecikler onu sevmiyor da onun için seviyorum. Hiç kimseye benzemiyor da onun için seviyorum onu. Siz, onu sevmiyorsunuz, ama o hepimizi, herkesi seviyor. Öyle iyi ki! Ne düşündüğünü kimsecikler bilmiyor, ama hep iyi şeyler düşündüğü belli. Öyle iyi ki!" diyordu.
Ablaları gülüyor (старшие сестры смеются), alaylı alaylı yüzüne bakıyorlardı (насмешливо в лицо ей смотрят).
"Nerden biliyorsun?" diyorlardı (откуда ты знаешь, спрашивают).
Küçük kız uzaklara, mavi geceye bakıyordu (младшая сестра вдаль, в синюю ночь посмотрела). Öyle güzel, öyle derin gözleri vardı ki (у нее такие красивые, такие глубокие глаза были), "bu gözler bizim gözlerimiz gibi değil (эти глаза не такие, как наши), bu gözler herhalde başka şeyler görüyor (эти глаза наверняка другие вещи видят)," diyeceği gelirdi insanın (говорили про нее люди). Yalan değildi, mavi gecenin ötesinde bir şeyler görür gibiydi (и это ложью не было, словно по ту сторону синей ночи она видела что-то).
"Bir savaş gecesiydi," diyordu (это была ночь после битвы), "savaş onuruna kentte bir şenlik düzenlenmişti (в честь победы в городе праздничное торжество устроили), büyük bir şenlik (большое торжество). Alan ışıklar içindeydi (площадь огнями светилась: «была в огнях»), içkiler ırmaklar gibi akıyordu (напитки рекой лились). Ama benim üstüm başım çok kötüydü (но одежда на мне была очень плохой; üst baş — одежда, платье), bunun için kalabalığa karışamıyordum (поэтому с толпой я не могла смешаться = не пошла в толпу). Bir köşeden bakıyordum yalnız (из угла подсматривала только), içimden ağlamak geliyordu (мне плакать хотелось: «изнутри меня плач приходил»). Bu sırada onu gördüm (и в этот момент его увидела), gelip yanıma oturdu (он подошел и рядом сел). Gözlerinde yaşlar vardı (в его глазах слезы были). Elimi tuttu (меня за руку взял: «мою руку взял»).
Ablaları gülüyor, alaylı alaylı yüzüne bakıyorlardı.
"Nerden biliyorsun?" diyorlardı.
Küçük kız uzaklara, mavi geceye bakıyordu. Öyle güzel, öyle derin gözleri vardı ki, "bu gözler bizim gözlerimiz gibi değil, bu gözler herhalde başka şeyler görüyor," diyeceği gelirdi insanın. Yalan değildi, mavi gecenin ötesinde bir şeyler görür gibiydi.
"Bir savaş gecesiydi," diyordu, "savaş onuruna kentte bir şenlik düzenlenmişti, büyük bir şenlik. Alan ışıklar içindeydi, içkiler ırmaklar gibi akıyordu. Ama benim üstüm başım çok kötüydü, bunun için kalabalığa karışamıyordum. Bir köşeden bakıyordum yalnız, içimden ağlamak geliyordu. Bu sırada onu gördüm, gelip yanıma oturdu. Gözlerinde yaşlar vardı. Elimi tuttu.
"Sen neden eğlenmiyorsun, küçük kız?" dedi (ты почему не веселишься, малышка, спросил). Sesi titrekti (его голос дрожал), ağlayacak gibiydi (он был словно готов заплакать). "Eğlenmek bana göre değil," dedim (веселиться не для меня, сказала я). "Neden?" dedi (почему, спросил). Giysilerimi gösterdim (на платье свое показала). Anladı (он понял). "Bunların hiç önemi yok," dedi (это совсем не важно, сказал). Ağlamaya başladım (я плакать начала), "Pek de öyle değil," dedim (и совсем это не так, сказала я). Oduncu babamız öldükten sonra (после смерти нашего отца дровосека) çok yoksullaştığımızı (мы очень обеднели), odun kesmeye gücümüz yetmediği için (из-за того, что дрова рубить сил у нас не хватало), dağlardan ot toplayıp sattığımızı (в горах траву мы собирали и продавали), çok zor geçindiğimizi anlattım (очень много трудностей переживали мы, рассказала ему). "Üzülme, küçük kız," dedi (не грусти, малышка, сказал). Elini omzuma koydu, yüzünü yüzüme çevirdi (свою руку на плечо мне положил, лицо к своему лицу повернул). Gözlerine baktım, gözlerimi gözlerinden ayıramadım (в его глаза взглянула, и больше взгляд от его глаз отвести не смогла). Gözleri karaydı (глаза его были черные). Yavaş yavaş kara gözleri yaşardı (медленно черные глаза его наполнились слезами). "Bir de babamın açtığı savaşta ölecek insanları düşün," dedi (и подумай о людях, которые умрут на войне, начатой моим отцом). Kirpiklerinin ucunda iri bir damla vardı (на его ресницах большая слезинка застыла). Nasıl oldu bilmem, serçe parmağımı uzattım (как так получилось, не знаю, но я протянула мизинец: «воробьиный палец; serçe — воробей), o iri gözyaşını aldım (и эту большую слезинку стерла: «взяла»). "Çok iyisin, çok iyisin, küçük kız," diye mırıldandı (очень хорошая, очень хорошая ты, малышка, пробормотал он). "Sonra ona 'Oduncu kızının türküsü'nü söyledim (потом я ему песню дочери дровосека спела)." "Ne güzel söylüyorsun, ne hoş bir sesin var, küçük kız (как красиво поешь, какой же приятный у тебя голос, малышка)! Seni de, sesini de unutmayacağım (я тебя и твой голос не забуду), sen de beni unutma!" dedi (а ты меня не забывай, сказал).
"Sen neden eğlenmiyorsun, küçük kız?" dedi. Sesi titrekti, ağlayacak gibiydi. "Eğlenmek bana göre değil," dedim. "Neden?" dedi. Giysilerimi gösterdim. Anladı. "Bunların hiç önemi yok," dedi. Ağlamaya başladım, "Pek de öyle değil," dedim. Oduncu babamız öldükten sonra çok yoksullaştığımızı, odun kesmeye gücümüz yetmediği için, dağlardan ot toplayıp sattığımızı, çok zor geçindiğimizi anlattım. "Üzülme, küçük kız," dedi. Elini omzuma koydu, yüzünü yüzüme çevirdi. Gözlerine baktım, gözlerimi gözlerinden ayıramadım. Gözleri karaydı. Yavaş yavaş kara gözleri yaşardı. "Bir de babamın açtığı savaşta ölecek insanları düşün," dedi. Kirpiklerinin ucunda iri bir damla vardı. Nasıl oldu bilmem, serçe parmağımı uzattım, o iri gözyaşını aldım. "Çok iyisin, çok iyisin, küçük kız," diye mırıldandı. "Sonra ona 'Oduncu kızının türküsü'nü söyledim." "Ne güzel söylüyorsun, ne hoş bir sesin var, küçük kız! Seni de, sesini de unutmayacağım, sen de beni unutma!" dedi.
Sonra ayrıldık (а потом мы расстались). İkide bir, dönüp arkama bakıyordum (время от времени я поворачивалась, назад смотрела). Olduğu yerde duruyor (он оставался на том же месте), hep bana bakıyordu (все на меня смотрел), ben arkaya döndüm müydü el sallıyordu (как я только повернусь назад, рукой мне махал)."
Ablaları kahkahalarla gülüyorlardı (старшие сестры хохотали). Belki de inanmıyorlardı sözlerine (наверное, не верили ее словам). "Aman ne anlayışlıymış!" diyorlardı alaylı alaylı (ух, какой понимающий, говорили насмешливо), sonra ayağa kalkıp çevresinde dönmeye başlıyorlardı (потом на ноги встали и стали вокруг нее кружиться). Bazan el ele tutuşuyorlardı (то за руки держаться), bazan el çırpıyorlardı (то в ладоши хлопают). El ele tutuşup dönerken de, el çırparken de çok güzel oluyorlardı (держась за руки и хлопая в ладоши, очень красиво танцевали). Doğrusu güzel kızlardı (по правде говоря, они были красавицами). Çok güzel kızlardı (очень красивые девушки), üçü de çok güzeldi (все три очень красивые), ama bence en güzelleri en küçükleriydi (но по мне самой красивой была младшая). İncecik, uzun boylu, saçları da belinde (худенькая, высокая, волосы до пояса; bel — поясница, талия). Beli fazla fazla bir karıştı (талия тонкая-претонкая: «самое большее — одна пядь»; karış — пядь), yüzü, gözü, ağzı, burnu anlatılamayacak kadar güzeldi (лицо, глаза, рот, нос неописуемой красоты: «до невозможности понять красивы были»), yüreği de öyle (и сердце такое же).
Sonra ayrıldık. İkide bir, dönüp arkama bakıyordum. Olduğu yerde duruyor, hep bana bakıyordu, ben arkaya döndüm müydü el sallıyordu."
Ablaları kahkahalarla gülüyorlardı. Belki de inanmıyorlardı sözlerine. "Aman ne anlayışlıymış!" diyorlardı alaylı alaylı, sonra ayağa kalkıp çevresinde dönmeye başlıyorlardı. Bazan el ele tutuşuyorlardı, bazan el çırpıyorlardı. El ele tutuşup dönerken de, el çırparken de çok güzel oluyorlardı. Doğrusu güzel kızlardı. Çok güzel kızlardı, üçü de çok güzeldi, ama bence en güzelleri en küçükleriydi. İncecik, uzun boylu, saçları da belinde. Beli fazla fazla bir karıştı, yüzü, gözü, ağzı, burnu anlatılamayacak kadar güzeldi, yüreği de öyle.
"Hadi, artık yerlerinize oturun (ну все, садитесь уже по вашим местам), alayı bırakın (насмехаться прекращайте)! Bizim dama onun oku düşerse ben evlenirim (на нашу крышу его стрела если попадет, я выйду за него). Var mı daha bir diyeceğiniz?" diyordu (что вы на это скажете, сказала).
Büyük kız kahkahayı koyveriyordu o zaman (старшая сестра захохотала тогда):
"Bak, işte bu olmaz (смотри, такого не будет; işte — вот, так, именно)! Büyüğü isterim (я хочу старшего), ama küçük de bir padişah oğlu (но младший тоже сын падишаха), bu evin en büyük kızı benim (в этом доме я сама старшая), onunla ben evlenirim!" diyordu (я за него выйду, сказала).
Ortanca kız alıyordu sözü (средняя сестра подхватила ее слова):
"Bak, işte bu olmaz (ничего не выйдет)! Ortancayı isterim (среднего хочу), ama küçük de iyi kötü bir padişah oğlu (но младший тоже какой-никакой сын падишаха; iyi — хорошо; kötü — плохо). Ben bu evin ortanca kızıyım (я в этом доме средняя), ikinizin ortasındayım (я в середине между вами), onunla ben evlenmeliyim (за него я выйти должна)!"
"Hadi, artık yerlerinize oturun, alayı bırakın! Bizim dama onun oku düşerse ben evlenirim. Var mı daha bir diyeceğiniz?" diyordu.
Büyük kız kahkahayı koyveriyordu o zaman:
"Bak, işte bu olmaz! Büyüğü isterim, ama küçük de bir padişah oğlu, bu evin en büyük kızı benim, onunla ben evlenirim!" diyordu.
Ortanca kız alıyordu sözü:
"Bak, işte bu olmaz! Ortancayı isterim, ama küçük de iyi kötü bir padişah oğlu. Ben bu evin ortanca kızıyım, ikinizin ortasındayım, onunla ben evlenmeliyim!"
En küçük kız gene uzaklara, mavi geceye bakıyordu (младшая сестра снова вдаль, в синюю ночь смотрела). 'Oduncu kızının türküsü'nü söylüyordu (песню дочери дровосека запела). Çok güzel bir sesi vardı doğrusu (очень красивый голос был у нее, правда). Akan sular bu sesi duysalar, durup dinlerlerdi (текучие воды этот голос если услышали бы, остановились бы и слушали). Çiçekler bu sesi duysalar, daha güzel açarlardı (если бы цветы слышали этот голос, еще бы красивее расцветали бы). Güzel kızın güzel sesi duyuldu mu her şey susardı (когда голос красавицы раздавался, все замолкало). Belki ölen kuğuların türküleri bile erişemezlerdi sesinin güzelliğine (может быть, даже песни умирающих лебедей не могли сравниться с красотой этого голоса).
Öylesine güzel bir sesti (вот до такой степени красивый был у нее голос)! Bunun için küçük kızın kendine güveni vardı (поэтому младшая сестра в себе уверена была; güven — доверие, уверенность), kesin konuşuyordu (твердо говорила): "Yağma yok (ничего подобного; yağma yok — нетушки, вот уж нет)! Onunla ben evleneceğim!" diyordu (я за него выйду, сказала). "Onun oku bizim dama düşerse (если его стрела на нашу крышу попадет), o da bizim kulübeye doğru gelirse (и он к нашей хижине придет), 'Oduncu kızının türküsü'nü söyleyeceğim (песню дочери дровосека спою). Beni anlar, beni sever, belki de tanır (меня поймет, меня полюбит, может быть, меня и узнает)!"
En küçük kız gene uzaklara, mavi geceye bakıyordu. "Oduncu kızının türküsü"nü söylüyordu. Çok güzel bir sesi vardı doğrusu. Akan sular bu sesi duysalar, durup dinlerlerdi. Çiçekler bu sesi duysalar, daha güzel açarlardı. Güzel kızın güzel sesi duyuldu mu her şey susardı. Belki ölen kuğuların türküleri bile erişemezlerdi sesinin güzelliğine.
Öylesine güzel bir sesti! Bunun için küçük kızın kendine güveni vardı, kesin konuşuyordu:
"Yağma yok! Onunla ben evleneceğim!" diyordu. "Onun oku bizim dama düşerse, o da bizim kulübeye doğru gelirse, 'Oduncu kızının türküsü'nü söyleyeceğim. Beni anlar, beni sever, belki de tanır!"
Ablaları ürperiyorlardı, hiç beğenmiyorlardı bu düşünceyi (старшие сестры рассердились, совсем не понравились им эти мысли; ürpermek — становиться дыбом, топорщится; чувствовать озноб). Küçük kız da buna üzülüyordu (младшая сестра поэтому расстроилась). Ablaları için canını verirdi (за сестер жизнь отдать готова), ama padişahın küçük oğlunu kimselere vermek istemezdi (но младшего сына падишаха никому отдавать не хотела). Onu seviyordu (его любила), onu yalnız kendisinin anlayacağını biliyordu (что его только она сможет понять, знала).
Tartışmalar yalnız burada (споры не только здесь), güzel kentin dışındaki bu küçük kulübede değildi (в хижине на окраине красивого города происходили). Bütün kentteydi (во всем городе), bütün kent uyanıktı (весь город не спал), kentin tüm kızları heyecan içindeydi (все девушки города были в волнении). Nasıl heyecanlanmasınlardı (да и как им не волноваться)?
Ablaları ürperiyorlardı, hiç beğenmiyorlardı bu düşünceyi. Küçük kız da buna üzülüyordu. Ablaları için canım verirdi, ama padişahın küçük oğlunu kimselere vermek istemezdi. Onu seviyordu, onu yalnız kendisinin anlayacağını biliyordu.
Tartışmalar yalnız burada, güzel kentin dışındaki bu küçük kulübede değildi. Bütün kentteydi, bütün kent uyanıktı, kentin tüm kızları heyecan içindeydi. Nasıl heyecanlanmasınlardı?
Yarın sabah padişahın üç oğlu sarayın damına çıkacaktı (завтра утром три сына падишаха на дворцовую крышу выйдут). Ellerinde birer ok olacaktı (в руках у них будет по стреле). Yaylarını gerip oklarını bırakacaklardı (тетиву натянув, стрелы выпустят). Okları hangi evin üstüne düşerse (стрелы на какого дома крышу попадут), o evdeki kızı alacaklardı (из того дома девушку в жены возьмут). Padişah böyle istemişti (падишах так захотел)! Bütün kızların uyuyamamaları (все девушки не могли спать; uyuyamamak — не мочь спать; uyuyamama — невозможность спать), heyecan içinde bekleyip durmaları bundandı (в волнении ожидали: «пребывание в ожидании» именно поэтому). Ama ancak üç ok atılacak (но только три стрелы будет выпущено), ancak üç düş gerçek olacaktı (только три мечты осуществятся), üç kız erişecekti büyük mutluluğa (три девушки достигнут большого счастья), öteki kızların umutları boşa çıkacaktı (других девушек надежды рухнут: «впустую выйдут»).
Yarın sabah padişahın üç oğlu sarayın damına çıkacaktı. Ellerinde birer ok olacaktı. Yaylarım gerip oklarını bırakacaklardı. Okları hangi evin üstüne düşerse, o evdeki kızı alacaklardı. Padişah böyle istemişti! Bütün kızların uyuyamamaları, heyecan içinde bekleyip durmaları bundandı. Ama ancak üç ok atılacak, ancak üç düş gerçek olacaktı, üç kız erişecekti büyük mutluluğa, öteki kızların umutları boşa çıkacaktı.
Derken, ufuklar ağardı, sonra kızardı (вскоре горизонт посветлел, потом заалел), sonra sabah oldu (потом и утро натупило). Padişahın büyük oğlu okunu birinci vezirin damına attı (старший сын падишаха свою стрелу на крышу дома первого визиря запустил). Birinci vezirin çok güzel bir kızı vardı (у первого визиря очень красивая дочь была), onu alacaktı (ее должен был в жены взять). Nişan almış da atmıştı okunu (прицелившись: «цель взяв», выпустил он свою стрелу). Padişahın ortanca oğlu, ikinci vezirin kızına tutkundu (средний сын падишаха в дочь второго визиря был влюблен), uzun uzun nişan aldı (долго-долго целился), ikinci vezirin damına düşürdü okunu (на крышу дома второго визиря упала его стрела). Sevdiği kızla evlenebilecekti (из-за того, что может на возлюбленной жениться), sevincinden havalara sıçradı (от радости подпрыгнул). Padişahın küçük oğlu hiçbir yere nişan almadı (младший сын падишаха никуда: «ни в какое место» не целился). Yayını gerip bıraktı (тетиву натянув, отпустил), oku havaya fırladı (стрела в небо взлетела), hızla gitti (быстро полетела), kentin üzerinden geçip (через город перелетев) bir su birikintisinin yanına saplandı (у лужи опустилась; birikinti — скопление; su birikintisi — лужа). Padişahın küçük oğlu gitti (младший сын падишаха пошел), okunu aldı (стрелу свою подобрал). Oku saplandığı yerden çekip alır almaz (к месту, куда воткнулась стрела, подошел и, как только поднял ее), bir yavru köpek belirdi yanında (собачонка появилась рядом с ним; yavru — дитя, детеныш), arkasına takıldı (за ним увязалась). Zavallı şehzade şaşırıp kaldı (бедный шахзаде; şehzade — титул сыновей падишаха, как «царевич» растерялся). Bu iş hiç hoşuna gitmemişti (это ему совсем не нравилось), kardeşleri sevdiklerine kavuşurken (его братья с любимыми соединились), kendi okunun ıssız bir yere düşmesi (а его стрела в безлюдное место упала) yetmiyormuş gibi, bir de arkasına bir yavru köpek takılması (да мало того: «недостаточно оказалось словно», за ним еще собачонка увязалась) hoş bir şey değildi (приятного в этом было мало).
Derken, ufuklar ağardı, sonra kızardı, sonra sabah oldu. Padişahın büyük oğlu okunu birinci vezirin damına attı. Birinci vezirin çok güzel bir kızı vardı, onu alacaktı. Nişan almış da atmıştı okunu. Padişahın ortanca oğlu, ikinci vezirin kızına tutkundu, uzun uzun nişan aldı, ikinci vezirin damına düşürdü okunu. Sevdiği kızla evlenebilecekti, sevincinden havalara sıçradi. Padişahın küçük oğlu hiçbir yere nişan almadı. Yayını gerip bıraktı, oku havaya fırladı, hızla gitti, kentin üzerinden geçip bir su birikintisinin yanına saplandı. Padişahın küçük oğlu gitti, okunu aldı. Oku saplandığı yerden çekip alır almaz, bir yavru köpek belirdi yanında, arkasına takıldı. Zavallı şehzade şaşırıp kaldı. Bu iş hiç hoşuna gitmemişti, kardeşleri sevdiklerine kavuşurken, kendi okunun ıssız bir yere düşmesi yetmiyormuş gibi, bir de arkasına bir yavru köpek takılması hoş bir şey değildi.
Kim görse gülerdi (кто увидит, будет смеяться), alay ederdi (подшучивать). Alaya alınmayı da hiç sevmezdi (насмешек: «насмешки принимать» он вовсе не любил). Bunun için köpeği kovmak istedi (поэтому собаку прогнать захотел). Ama yavru köpek bir türlü uzaklaşmadı (но собачка все не уходила). Padişahın küçük oğlu kimseyi incitmek istemezdi (младший сын падишаха никого пальцем трогать не хотел; incitmek — причинять боль, обижать), gene de dayanamadı (но все равно не смог выдержать), yerden bir taş aldı (с земли поднял камень), köpeğe fırlattı (в собаку бросил). Taş köpeğin tam başına indi (камень собаку прямо по голове ударил: «на голову опустился»), ama köpek gene gitmedi (но собака все равно не ушла). Bütün çabaları boşa gitti şehzadenin (все усилия шахзаде впустую пошли), yavru köpek arkasından ayrılmadı (собачка от него не отставала; arka — спина, задняя часть; ayırmak — отделять; ayrılmak — отделяться). Böylece kente girdiler (так в город и вошли). Sonra saraya vardılar (потом до дворца дошли). Herkes güldü (все смеются), kahkahalar bitmek, tükenmek bilmedi (хохот не прекращается, не замолкает; bitmek, tükenmek — кончаться, иссякать). Padişah da bu durumu gülünç buldu (и падишаху эта ситуация смешной показалась), onun da içinden gülmek geldi (он тоже чуть было не рассмеялся: «изнутри смеяться шло») ya kendini tutmasını bildi (но себя сдержать смог), dudaklarını ısırdı, gülmedi (губы закусил, не замеялся). Büyük oğluyla ortanca oğlu güldüler (старший и средний сыновья его смеялись), onları da susturdu (их тоже заставил умолкнуть). Ama böyle davranması küçük şehzadeyi sevdiğinden değildi (но так он повел себя не из-за любви к младшему шахзаде; davranmak — поступать, вести себя; davranma — поведение), hiç sevmezdi küçük şehzadeyi (он его совсем не любил).
Kim görse gülerdi, alay ederdi. Alaya alınmayı da hiç sevmezdi. Bunun için köpeği kovmak istedi. Ama yavru köpek bir türlü uzaklaşmadı. Padişahın küçük oğlu kimseyi incitmek istemezdi, gene de dayanamadı, yerden bir taş aldı, köpeğe fırlattı. Taş köpeğin tam başına indi, ama köpek gene gitmedi. Bütün çabaları boşa gitti şehzadenin, yavru köpek arkasından ayrılmadı. Böylece kente girdiler. Sonra saraya vardılar. Herkes güldü, kahkahalar bitmek, tükenmek bilmedi. Padişah da bu durumu gülünç buldu, onun da içinden gülmek geldi ya kendini tutmasını bildi, dudaklarını ısırdı, gülmedi. Büyük oğluyla ortanca oğlu güldüler, onları da susturdu. Ama böyle davranması küçük şehzadeyi sevdiğinden değildi, hiç sevmezdi küçük şehzadeyi.
Eline böyle bir fırsat düşmüşken (тут в руки ему такая возможность попала), ona büyük bir kötülük etmek düşüncesindeydi (ему большое зло причинить думал), üzgün görünmesi bunun içindi (грустным выглядел именно поэтому). "Ne yapalım, yavrucuğum, elden ne gelir, senin kısmetin de buymuş (что поделать, сынок, видать твоя судьба такая), bir köpekle evlenmek yazılmış alnına (на собаке жениться на роду у тебя написано: «написано на лбу»), yazgıya boyun eğmek gerek," dedi (судьбе надо подчиниться: «судьбе = перед судьбой шею согнуть нужно», сказал).
Şehzadenin babasına saygısı vardı (шахзаде к отцу уважение испытывал), hiç sesini çıkarmadı (голоса не подал), yazgısına boyun eğdi (судьбе своей подчинился). Boyun eğdi (подчинился), ama şaşkındı (но был в смятении, поражался), "insanlar köpeklerle evlenebilir mi hiç? Böyle şey olur mu?" diyordu içinden (человек на собаке жениться может разве, как такое может быть, говорил про себя) bu işe bir türlü akıl erdiremiyordu (такое никак в его голове уложиться не могло: «/до/ этой вещи вовсе разум не мог достичь»). Ama bunlar, babasının umurunda bile değildi (но это отца его совсем не касалось; umur — дела), küçük şehzadeyi üzmekten başka bir şey düşünmüyordu (кроме того как огорчить шахзаде, тот ни о чем другом и не думал):
"Nişanlının evi de yok, nerde kalacak şimdi?" diye sordu (у твое невесты и дома-то нет, где она будет жить теперь, спросил).
Şehzade hiç yanıt vermedi (шахзаде ничего не ответил: «никакого ответа не дал»).
"Nasıl olsa karın olacak, senin odanda kalsın," dedi padişah (как-никак: «как стало бы» твоей женой станет, пусть в твоей комнате остается, сказал падишах), şehzadenin omzunu okşadı, "hadi, nişanlını al da odana git (шахзаде по плечу погладил, давай, бери свою невесту и в свою комнату иди)."
Eline böyle bir fırsat düşmüşken, ona büyük bir kötülük etmek düşüncesindeydi, üzgün görünmesi bunun içindi. "Ne yapalım, yavrucuğum, elden ne gelir, senin kısmetin de buymuş, bir köpekle evlenmek yazılmış alnına, yazgıya boyun eğmek gerek," dedi.
Şehzadenin babasına saygısı vardı, hiç sesini çıkarmadı, yazgısına boyun eğdi. Boyun eğdi, ama şaşkındı, "insanlar köpeklerle evlenebilir mi hiç? Böyle şey olur mu?" diyordu içinden, bu işe bir türlü akıl erdiremiyordu. Ama bunlar, babasının umurunda bile değildi, küçük şehzadeyi üzmekten başka bir şey düşünmüyordu:
"Nişanlının evi de yok, nerde kalacak şimdi?" diye sordu.
Şehzade hiç yanıt vermedi.
"Nasıl olsa karın olacak, senin odanda kalsın," dedi padişah, şehzadenin omzunu okşadı, "hadi, nişanlını al da odana git."
Zavallı şehzade başını önüne eğdi (бедный шахзаде голову /вперед/ опустил), dudaklarını ısırdı (губы закусил). Buna da katlanmak gerekiyordu (это выдержать ему надо было)! Köpeğini alıp odasına girdi (собаку свою взял, в комнату свою пошел). Yatağına attı kendini (на постель бросился: «бросил себя»), başını yastığına gömerek hıçkırmaya başladı (голову в подушку зарыл, рыдать начал). Ağlayıp duruyor (плачет), gözlerinden iri iri gözyaşları dökülüyordu (из глаз крупные слезы капают). Okunu böyle var gücüyle (что свою стрелу вот так со всей силы), bu kadar uzaklara atışına üzülüyordu (так далеко пустил, сожалел; atmak — бросать; atış — метание, бросок). "Bu köpek de nerden çıktı böyle? (эта собака откуда взялась)" diyordu, "İyi bir insan olmanın, herkesin iyiliği istemenin, kimseyi incitmemenin ödülü bu mu (тому, кто хороший человек, тому, кто всем хочет добра, тому, кто никого не обижает награда такая)? Bir köpek yavrusu mu düşecekti benim kısmetime (на собаке жениться выпало на мою долю что ли)?"
Zavallı şehzade başını önüne eğdi, dudaklarını ısırdı. Buna da katlanmak gerekiyordu! Köpeğini alıp odasına girdi. Yatağına attı kendini, başını yastığına gömerek hıçkırmaya başladı. Ağlayıp duruyor, gözlerinden iri iri gözyaşları dökülüyordu. Okunu böyle var gücüyle, bu kadar uzaklara atışına üzülüyordu. "Bu köpek de nerden çıktı böyle?" diyordu, "İyi bir insan olmanın, herkesin iyiliği istemenin, kimseyi incitmemenin ödülü bu mu? Bir köpek yavrusu mu düşecekti benim kısmetime?"
O böyle söylenip hüngür hüngür ağlarken (он, вот так говоря, рыдал), bütün kent kahkahalarla gülmekteydi (а весь город хохотал: «в хохотании был, пребывал»). Umutla bekleyen kızlar (с надеждой ждавшие девушки) umut kırıklıklarının acısını çoktan unutmuşlardı (боль от их разбившихся надежд давно позабыли). Her şey unutulmuştu şimdi (все было забыто теперь), küçük şehzadeyle nişanlısından başka hiçbir şey konuşulmuyordu (ни о чем другом, кроме младшего сына падишаха и его невесты не говорилось). "Tam kendine göre bir nişanlı buldu işte (прямо по себе невесту нашел), güle güle otursunlar (пусть счастливо живут), bir yastıkta kocasınlar (состарятся пусть на одной подушке)!" deyip kahkahayı koyveriyorlardı (говорили и смеялись). Kentin dışındaki küçük kulübeden de kahkahalar geliyordu (за городом в маленькой хижине тоже хохотали). Büyük kızla ortanca kız ne zamandır gülüyorlardı (старшая и средняя сестры уже какое время смеются), bir türlü kesilmiyordu kahkahaları (никак не прекращается их хохот). Her şeyi unutmuşlardı (все позабыли). Küçük kardeşleri de unuttukları arasındaydı (и младшую сестру свою позабыли). Küçük kardeşleri bir köşeye büzülmüş (младшая сестра в угол забилась), sessiz sessiz ağlıyordu (беззвучно плакала; ses — голос). Evet, yalnız iki kişi ağlıyordu koca kentte (да, только два человека плакали в огромном городе). Birincisi şehzadeydi (одним был младший сын падишаха), ikincisi ölmüş oduncunun küçük kızı (а второй была младшая дочь умершего дровосека).
O böyle söylenip hüngür hüngür ağlarken, bütün kent kahkahalarla gülmekteydi. Umutla bekleyen kızlar umut kırıklıklarının acısını çoktan unutmuşlardı. Her şey unutulmuştu şimdi, küçük şehzadeyle nişanlısından başka hiçbir şey konuşulmuyordu. "Tam kendine göre bir nişanlı buldu işte, güle güle otursunlar, bir yastıkta kocasınlar!" deyip kahkahayı koyveriyorlardı. Kentin dışındaki küçük kulübeden de kahkahalar geliyordu. Büyük kızla ortanca kız ne zamandır gülüyorlardı, bir türlü kesilmiyordu kahkahaları. Her şeyi unutmuşlardı. Küçük kardeşleri de unuttukları arasındaydı. Küçük kardeşleri bir köşeye büzülmüş, sessiz sessiz ağlıyordu. Evet, yalnız iki kişi ağlıyordu koca kentte. Birincisi şehzadeydi, ikincisi ölmüş oduncunun küçük kızı.
Ölmüş oduncunun küçük kızı günler geceler boyunca ağladı (младшая дочь умершего дровосека с утра до вечера плакала), gözyaşları uzun zaman dinmedi ya (слезы долгое время не останавливались) şehzadenin ağlaması hiç de uzun sürmedi (а сыну падишаха недолго пришлось плакать). Akşama doğru (к вечеру ближе), hâlâ yatağında hıçkırırken (все еще в постели рыдая), bir el dokundu omzuna (чья-то рука коснулась его плеча). Başını kaldırdı (голову он поднял). Şaşırıp kaldı (остолбенел). Gözlerini ovuşturdu, bir daha baktı (глаза протер, снова посмотрел). Uyanıktı (он бодрствовал), düş görmüyordu (не сон видел), karşısında düşlerde bile görülemeyecek kadar güzel bir kız vardı (напротив и в снах невиданной красоты девушка стояла). İncecik, uzun boylu, saçları ta belinde (худенькая, высокая: «длинного роста», волосы до пояса; boy — рост). Beli fazla fazla bir karıştı (талия тонкая-претонкая), yüzü, gözü, ağzı, burnu anlatılamayacak kadar güzeldi (лицо ее, глаза ее, рот ее, нос ее неописуемо красивы были). Ölmüş oduncunun küçük kızına benziyordu (на младшую дочку умершего дровосека похожа была), ama güzel giysiler içindeydi (но в красивое платье была одета).
"Ağlama, boş yere üzülme, köpekle değil, benimle evleneceksin!" dedi (не плачь, на пустом месте не расстраивайся, не на собаке, на мне женишься, сказала).
Ölmüş oduncunun küçük kızı günler geceler boyunca ağladı, gözyaşları uzun zaman dinmedi ya şehzadenin ağlaması hiç de uzun sürmedi. Akşama doğru, hâlâ yatağında hıçkırırken, bir el dokundu omzuna. Başını kaldırdı. Şaşırıp kaldı. Gözlerini ovuşturdu, bir daha baktı. Uyanıktı, düş görmüyordu, karşısında düşlerde bile görülemeyecek kadar güzel bir kız vardı. İncecik, uzun boylu, saçları ta belinde. Beli fazla fazla bir karıştı, yüzü, gözü, ağzı, burnu anlatılamayacak kadar güzeldi. Ölmüş oduncunun küçük kızına benziyordu, ama güzel giysiler içindeydi.
"Ağlama, boş yere üzülme, köpekle değil, benimle evleneceksin!" dedi.
Şehzadenin omzunu okşadı (шахзаде по плечу погладила), masanın altını gösterdi (под стол показала). Masanın altında boz bir köpek postu duruyordu (под столом серая собачья шкура лежала), şehzadenin ardından gelen köpeğin postuydu bu post (за шахзаде пришедшей собаки шкура это была), şimdi içi boştu (сейчас внутри пустой была: «внутренность ее пустой была»). Padişahın küçük oğlu, bu işin nasıl olduğunu, nasıl olabileceğini düşünmedi (младший сын падишаха, как это произошло, как это могло случиться, не понимал). Nasıl düşünürdü (да и как ему понять)? Anlatılamayacak kadar güzel bir kız gülümsüyordu karşısında (невиданной красоты девушка улыбалась напротив него). Onu birden sevivermişti (в нее сразу же влюбился). Çok güzel kız (красавица): "İşte ben geldim ya, artık her şeyi unut!" diyordu sanki (вот я и пришла, теперь все забудь, говорила словно). Şehzade de öyle yaptı, unuttu her şeyi (принц так и поступил, позабыл все). Onun gözlerine bakmaktan başka bir şey düşünmedi (кроме того, как смотреть в ее глаза, больше ни о чем не думал; başka — другой). Kız da onu sevmiş gibiydi (и девушка его полюбила вроде). Daha çok yaklaştı yanına (еще ближе подошла к нему), elini omzuna koydu (руку на плечо ему положила), yüzünü okşadı (лицо его погладила), ona her şeyi anlattı (ему все рассказала).
Şehzadenin omzunu okşadı, masanın altını gösterdi. Masanın altında boz bir köpek postu duruyordu, şehzadenin ardından gelen köpeğin postuydu bu post, şimdi içi boştu. Padişahın küçük oğlu, bu işin nasıl olduğunu, nasıl olabileceğini düşünmedi. Nasıl düşünürdü? Anlatılamayacak kadar güzel bir kız gülümsüyordu karşısında. Onu birden sevivermişti. Çok güzel kız: "İşte ben geldim ya, artık her şeyi unut!" diyordu sanki. Şehzade de öyle yaptı, unuttu her şeyi. Onun gözlerine bakmaktan başka bir şey düşünmedi. Kız da onu sevmiş gibiydi. Daha çok yaklaştı yanına, elini omzuna koydu, yüzünü okşadı, ona her şeyi anlattı.
Güzel kız bir peri kızıydı (красавица была феей), periler padişahının kızıydı (дочерью падишаха фей), üç güzel kardeşin en küçüğüydü (из трех сестер самой младшей была). O da bütün periler gibiydi (она тоже, как и все феи), insanları (людей), bu çiçekler gibi kısa ömürlü (как у цветов с короткой жизнью), bazan iyi, bazan kötü, ama her zaman sevimli yaratıkları (когда хороших, когда плохих, но всегда милых созданий) çok severdi (очень любила). Geceleri yeryüzüne çıkar (по ночам на земле появлялась: «на поверхность земли выходила»), kimseye görünmeden kentte gezerdi (никем не видимая по городу гуляла). Evlere girer (в дома заходила), insanların uyuyuşunu izler (как люди спят, смотрела: «следила»), küçük, yoksul çocukların düşlerine girer (к маленьким, бедным детям в сны входила), uyanıkken göremedikleri, göremeyecekleri şeyler gösterirdi onlara (наяву что они не видели и не могли увидеть /в будущем/, показывала им), iyi, güzel şeyler (хорошие, красивые вещи). Umutsuzların kederli yüreklerine umut serper (в лишенные надежды сердца надежду вселяла; serpmek — сеять, рассеивать, разбрасывать), açlara açlığı unuttururdu (голодным голод забыть помогала; unutmak — забывать; unutturmak — заставлять забыть). Soğuk kış günlerinde (в холодные зимние дни), buz gibi soğuk kulübelerin içinde (в холодных как лед хижинах) soğuktan titreyen (от холода дрожащих), iyi yürekli genç kızların ellerini (с добрым сердцем девочек руки), ayaklarını avuçlarının içine alıp ısıtırdı (ноги в ладони свои взяв, согревала).
Güzel kız bir peri kızıydı, periler padişahının kızıydı, üç güzel kardeşin en küçüğüydü. O da bütün periler gibiydi, insanları, bu çiçekler gibi kısa ömürlü, bazan iyi, bazan kötü, ama her zaman sevimli yaratıkları çok severdi. Geceleri yeryüzüne çıkar, kimseye görünmeden kentte gezerdi. Evlere girer, insanların uyuyuşunu izler, küçük, yoksul çocukların düşlerine girer, uyanıkken göremedikleri, göremeyecekleri şeyler gösterirdi onlara, iyi, güzel şeyler. Umutsuzların kederli yüreklerine umut serper, açlara açlığı unuttururdu. Soğuk kış günlerinde, buz gibi soğuk kulübelerin içinde soğuktan titreyen, iyi yürekli genç kızların ellerini, ayaklarını avuçlarının içine alıp ısıtırdı.
Bazı bazı da saraya gelirdi (иногда в дворец заходила), saraya gelince dosdoğru küçük şehzadenin odasına girerdi (во дворец придя, напрямик к маленькому принцу в комнату шла), insanlar içinde onun gibi iyisini (среди людей, как он, хорошего), onun gibi sevimlisini görmemişti (как он, милого, не видела), uzun uzun bakardı ona (долго-долго смотрела на него), baktıkça bakacağı gelirdi (все смотрела и смотрела). İyi, temiz, insanca düşüncelerinin hepsini bilirdi (хорошие, чистые, человечные мысли его она все знала). Küçük şehzade kentin sokaklarında yalnız başına dolaşırken (когда младший сын по городским улицам в одиночестве прогуливался), o da görünmeden arkasından gelirdi (она незаметно за ним шла). Gündüzleri, yeraltına, o küçük su birikintisinin alt yanındaki sarayına dönünce (а днем, под землю, в находящийся под тем маленьким озером дворец возвращаясь) de hep onu düşünürdü (тоже все о нем думала). Küçük şehzadeyi çok severdi (младшего сына очень полюбила), sevgisi anlatılamazdı (любовь ее была неописуемой), öylesine büyük (такой большой), öylesine candan bir sevgiydi (такой настоящей: «от души»). Periydi (она была феей), her şey gelirdi elinden (все могла сделать: «всякая вещь выходила из ее руки»), şehzade okunu attığı zaman (когда шахзаде стрелу выпутил), oku kendi sarayına doğru çekmişti (стрелу к своему дворцу притянула), onunla evlenmek istemişti (она выйти за него замуж хотела), işte gelmişti (и вот получилось)!..
Bazı bazı da saraya gelirdi, saraya gelince dosdoğru küçük şehzadenin odasına girerdi, insanlar içinde onun gibi iyisini, onun gibi sevimlisini görmemişti, uzun uzun bakardı ona, baktıkça bakacağı gelirdi. İyi, temiz, insanca düşüncelerinin hepsini bilirdi. Küçük şehzade kentin sokaklarında yalnız başına dolaşırken, o da görünmeden arkasından gelirdi. Gündüzleri, yeraltına, o küçük su birikintisinin alt yanındaki sarayına dönünce de hep onu düşünürdü. Küçük şehzadeyi çok severdi, sevgisi anlatılamazdı, öylesine büyük, öylesine candan bir sevgiydi. Periydi, her şey gelirdi elinden, şehzade okunu attığı zaman, oku kendi sarayına doğru çekmişti, onunla evlenmek istemişti, işte gelmişti!..