ТУРЕЦКИЙ ЯЗЫК. Türkçe oğreniyorum. Русский язык. Rusça oğreniyorum.

Объявление

 
УЧИМ ТУРЕЦКИЙ ЯЗЫК
Facebook Grubu · 25.597 üye
Gruba Katıl
📌 Присоеденяйтесь к нашей группе в фейсбук ❗Мы научим Вас турецкому языку за 3 месяца.
 

Информация о пользователе

Привет, Гость! Войдите или зарегистрируйтесь.


Вы здесь » ТУРЕЦКИЙ ЯЗЫК. Türkçe oğreniyorum. Русский язык. Rusça oğreniyorum. » Книги, аудиокниги » Белый пароход/BEYAZ GEMI Чингиз Айтматов/Cengiz Aytmatov


Белый пароход/BEYAZ GEMI Чингиз Айтматов/Cengiz Aytmatov

Сообщений 1 страница 5 из 5

1

Белый пароход Чингиз Айтматов
BEYAZ GEMI   Cengiz Aytmatov

-1-
Onun iki masalı vardı. Biri kendisinindi ve baska kimse bilmezdi.
Ötekini ise dedesi anlalmıstı ona. Sonra ikisi de yok olup gitti. Simdi biz bunlardan söz edeceğiz.
O yıl yedi yasını doldurmus, sekizine basıyordu. Ona önce bir çanta aldılar. Kulpunun altında parlak madenden yaylı bir kilidi bulunan; siyah deri taklidi bir çanta.
Ivır-zıvır seyleri koymak için güzel bir üst cebi de vardı. Ahım sahım bir sey değildi ama yine de güzel bir okul çantasıydı iste. Aslında hersey bu çantanın alınmasıyla basladı.
Bu çantayı ona dedesi bir gezgin satıcıdan almıstı. Gezgin satıcı masin-mağaza denilen otomobiliyle, dağlarda sürü besleyenlere öteberi satmak için dolasır ve bazen San-Tas vadisine kadar gelirdi.
Orman korucularının orurduğu San-Tas vadisi, boğazların, yamaçların arasından ormana doğru uzanan bir bölgeydi.
San-Tas'ta sadece üç aile otururdu, ama masin-mağaza bu ormancı ailelere de bir seyler satmak için ara sıra buralara kadar tırmanırdı.
Üç ailenin tek oğlan çocuğu olduğu için satıcının geldiğini ilk gören her zaman o olurdu. Ve, kapıdan kapıya, pencereden pencereye kosarak avaz avaz bağırırdı:
-Geliyoor! Masin-mağaza geliyor!
Isık-Göl'ün kıyısından baslayan, taslarla çukurlarla dolu bir yol, boğazın içinden ve sel yalağından geçip, San-Tas'a kadar çıkardı. Böyle bir yolda araba sürmek hiç de kolay değildi. Yol, Karavul
dağının eteğine gelince dar geçitten ayrılır, dağın bir memesine tırmanır, onu da asar, sonra, sarp ve çıplak olan öbür yamaçtan usul usul inerek ormancıların evlerine ulasırdı. Karavul dağı çok yakındaydı. Küçük çocuk, yaz mevsiminde hemen hemen hergün, dürbününü kaptığı gibi gölü seyretmeye gelirdi buralara. Tepeden bakınca her seyi görürdü. Yaya da, atlı da ve tabii araba da çok iyi görünürdü.

-1-
У него были две сказки. Одна своя, о которой никто не знал. Другая та, которую рассказывал дед. Потом не осталось ни одной. Об этом речь.

В тот год ему исполнилось семь лет, шел восьмой.
Сначала был куплен портфель. Черный дерматиновый портфель с блестящим металлическим замочком-защелкой, проскальзывающей под скобу. С накладным кармашком для мелочей. Словом, необыкновенный самый обыкновенный школьный портфель. С этого, пожалуй, все и началось.

Дед купил его в заезжей автолавке. Автолавка, объезжая с товарами скотоводов в горах, заглядывала иной раз и к ним на лесной кордон, в Сан-Ташскую падь.
Отсюда, от кордона, по ущельям и склонам поднимался в верховья заповедный горный лес. На кордоне всего три семьи. Но все же время от времени автолавка наведывалась и к лесникам.
Единственный мальчишка на все три двора, он всегда первым замечал автолавку.

— Едет! — кричал он, подбегая к дверям и окошкам. — Машина-магазин едет!

Колесная дорога пробивалась сюда с побережья Иссык-Куля, все время ущельем, берегом реки, все время по камням и ухабам. Не очень просто было ездить по такой дороге. Дойдя до Караульной горы, она поднималась со дна теснины на откос и оттуда долго спускалась по крутому и голому склону ко дворам лесников. Караульная гора совсем рядом — летом почти каждый день мальчик бегал туда смотреть в бинокль на озеро. И там, на дороге, всегда все видно как на ладони — и пеший, и конный, и, уж конечно, машина.

Sıcak bir yaz günüydü. Çocuk, kendisine ait bir gölcükte yürüyordu.
Bu
defa, masin-mağazanın bir toz bulutu kaldırarak geldiğini iste o zaman
gördü. Bu gölcüğü, ona çayın sığ bir yerini taslarla çevirerek dedesi
yapmıstı. Taslarla çevrili bu gölcük olmasa belki simdiye kadar çoktan
ölmüs olurdu. Ya da, ninesinin söylediği gibi, akıntıya kapılıp Isık-
Göl'e
doğru sürüklenirken, balıklara ve öbür tatlı su
hayvanlarına yem olur, yalnız kemikleri kalırdı. Ve bir arayan soran da
olmazdı. Onunla ilgilenecek kimseler olmadığına göre, ikide bir çayda
çimmesine ne gerek vardı? Neyse ki böyle bir sey olmamıstı. Ama ya
olsaydı!
Belki ninesi gerçekten kendini suya atmazdı onu kurtarmak için. Ninenin
gerçek torunu, kendi kanından torunu olsaydı, belki...
Ama ninesi onun bir yabancı, bir hiç olduğunu söylüyordu.
Bir yabancıyı ne kadar yedirip içirsen, ne kadar baksan, yine
yabancı kalırdı.. Bir yabancı!
Peki, ya o baskasının çocuğu olmak istemiyorsa? Hem
niçin o yabancı oluyormus. Belki de asıl yabancı ninesiydi.
Neyse, bu konu da, dedesinin yaptığı gölcük de sonraya kalsın...

В тот раз — а это случилось жарким летом — мальчик купался в своей запруде и отсюда увидел, как запылила по откосу машина. Запруда была на краю речной отмели, на галечнике. Ее соорудил дед из камней. Если бы не эта запруда, кто знает, может быть, мальчика давно уже не было бы в живых. И, как говорила бабка, река давно бы уже перемыла его кости и вынесла бы их прямо в Иссык-Куль, и разглядывали бы их там рыбы и всякая водяная тварь. И никто не стал бы его искать и по нем убиваться — потому что нечего лезть в воду и потому что не больно кому он нужен. Пока что этого не случилось. А случись, кто знает, — бабка, может, и вправду не кинулась бы спасать. Еще был бы он ей родным, а то ведь, она говорит, чужой. А чужой — всегда чужой, сколько его ни корми, сколько за ним ни ходи. Чужой… А что, если он не хочет быть чужим? И почему именно он должен считаться чужим? Может быть, не он, а сама бабка чужая?

Но об этом — потом, и о запруде дедовой тоже потом…

Evet, o gün çocuk, masin-mağazanın (gezgin satıcıya
ait otomobilin), gerisinde toz bulutu bırakarak yamaçtan inmekte
olduğunu
gördü. Sanki kendisine bir çanta alınacağını bilmis gibi büyük bir
sevince
kapıldı. Hemen sudan çıkarak, pantalonunu alelacele sıska bacaklarına
geçirdi. Vücudu ıpıslak ve mosmordu. -Çünkü sel suları soğuk olur.
Masin-mağazanın geldiğini herkesten önce haber vermek için
evlerine doğru kosmaya basladı.

Так вот, завидел он тогда автолавку, она спускалась с горы, а за ней по дороге пыль клубилась следом. И так он обрадовался, точно знал, что будет ему куплен портфель. Он тотчас выскочил из воды, быстро натянул на тощие бедра штаны и, сам мокрый еще, посиневший — вода в реке холодная, — побежал по тропе ко двору, чтобы первым возвестить приезд автолавки.

Olanca hızıyla kosuyor, çalıların üzerinden atlıyor, atlayamayacağı kadar
büyük olan kayaların yanından dolanıyordu.
O büyük kayaların, o iri otların yanından, bir saniye bile durup vakit kaybetmeden kosuyordu.

Мальчик быстро бежал, перепрыгивая через кустики и обегая валуны, если не по силам было их перескочить, и нигде не задержался ни на секунду — ни возле высоких трав, ни возле камней, хотя знал, что были они вовсе не простые.

Oysa bu iri otların baska otlara, bu büyük kayaların baska kayalara hiç benzemediğini çok iyi bilirdi.
Bunlar ona darılabilir, hatta isteseler ayaklarına takılıp düsmesine de sebep olabilirlerdi.
Ihlamıs Deve'nin yanından geçerken Masin-mağaza geliyor seninle sonra konusuruz dedi.
Yatan Deve dediği, yarı beline kadar toprağa gömülmüs, kızılımsı, kambur bir deve idi.
Normal zamanlarda onun yanından hörgücünü sıvazlamadan geçmezdi.
Dedesinin güdük kuyruklu atını oksaması gibi oksardı onu. Simdi ise
sadece
elini değdirmis, çok isim var, seninle sonra görüsürüz demek istemisti.
Eyer adını verdiği, yarısı ak, yarısı kara bir baska kayası daha vardı.
Onun bir eyeri andıran tepesine çıkıp ata biner gibi otururdu.
Kurt adını verdiği kaya ise boz renkli, yer yer kararmıs güçlü boynu ve kocaman kafası
olan bir kurdu andırıyordu. Ona sürüne sürüne yaklasır, vuracakmıs gibi nişan alırdı.

Они могли обидеться и даже подставить ножку. «Машина-магазин приехала.
Я приду потом», — бросил он на ходу «Лежащему верблюду» — так он назвал рыжий горбатый гранит, по грудь ушедший в землю.
Обычно мальчик не проходил мимо, не похлопав своего «Верблюда» по горбу.
Хлопал он его по-хозяйски, как дед своего куцехвостого мерина — так, небрежно, походя; ты, мол, обожди, а я отлучусь тут по делу.
Был у него валун «Седло» — наполовину белый, наполовину черный, пегий камень с седловинкой, где можно было посидеть верхом, как на коне.
Был еще камень «Волк» — очень похожий на волка, бурый, с сединой, с мощным загривком и тяжелым надлобьем. К нему он подбирался ползком и прицеливался.

Ama en çok Tarık adını verdiği, heybetli, güçlü kayayı severdi. Çayın
kıyısında, suların durmadan yıkadığı, asındırdığı bu kaya suya
dalacakmıs
gibi dururdu. Dalacak, suları yararak, beyaz köpükler saçarak geçecekti
sanki. Sinemada gördüğü tanklar da öyle giderdi çünkü: Kıyıdan suya
dalar
ve hop! suları yararak geçerdi. Çok az film seyrettiği için
gördüklerini hiç unutmuyordu. Dedesi onu bazen, dağın
öbür yakasındaki sovhozun sinemasına götürürdü. Đste o
filmleri gördükten sonra, çay kenarında suya dalacakmıs gibi duran kaya
da
bir tank oluverdi. Daha baska kayaları da vardı: kötü kayalar, iyi
kayalar,
hatta kurnaz kayalar, aptal kayalar.

Но самый любимый камень — это «Танк», несокрушимая глыба у самой реки на подмытом берегу. Так и жди, кинется «Танк» с берега и пойдет, и забурлит река, закипит белыми бурунами. Танки в кино ведь так и ходят: с берега в воду — и пошел… Мальчик редко видел фильмы и потому крепко запоминал виденное. Дед иногда возил внука в кино на совхозную племферму в соседнее урочище за горой. Потому и появился на берегу «Танк», готовый всегда ринуться через реку. Были еще и другие — «вредные» или «добрые» камни, и даже «хитрые» и «глупые».

Bitkiler de çesit çesittiler: Sevimli'leri, cesur'ları,
korkak'ları, zararlı'ları ve daha birçokları. Devedikenleri
bas düsmanıydı mesela. Çocuk onunla günde en az on defa
düello yapar, saplarını koparırdı. Ama bu savasın sonu gelmezdi.
Çünkü devedikenleri budanmıs olur, daha da büyürlerdi. Oysa kır
sarmasıkları, zararlı olsalar da, çok akıllı, çok
neseliydiler. Sabah günesini en iyi karsılayan onlardı. Öteki
bitkiler ne sabahı bilirlerdi ne aksamı. Hepsi birdi onlar için.
Ama sarmasıklar, günesin sıcak ısınları yüzlerine vurur
vurmaz gözlerini açarlardı. Önce bir gözlerini, sonra ötekini,
derken bütün çiçeklerini açar, gülümserlerdi. Beyaz,
açık-mavi, mor... her renkte çiçekleri vardı bu sarmasıkların. Eğer
yanlarına gidip kımıldamadan ve ses çıkarmadan
durursan, uyanırken birbirleriyle fısıldastıklarını duyar gibi
olursun. Karıncalar dahi bilirlerdi bunu. Sabahleyin sarmasıkların
kollarına
tırmanır, günesten gözlerini kısarak fısıldasmaları dinlerlerdi.
Kimbilir,
belki çiçekler gördükleri düsleri anlatırlardı birbirlerine.

Среди растений тоже — «любимые», «смелые», «боязливые», «злые» и всякие другие. Колючий бодяк, например, — главный враг. Мальчик рубился с ним десятки раз на дню. Но конца этой войне не видно было — бодяк все рос и умножался. А вот полевые вьюнки, хотя они тоже сорные, — самые умные и веселые цветы. Лучше всех встречают они утром солнце. Другие травы ничего не понимают — что утро, что вечер, им все равно. А вьюнки, только пригреют лучи, открывают глаза, смеются. Сначала один глаз, потом второй, и потом один за другим распускаются на вьюнках все закрутки цветов. Белые, светло-голубые, сиреневые, разные… И если сидеть возле них совсем тихо, то кажется, что они, проснувшись, неслышно шепчутся о чем-то. Муравьи — и те это знают. Утром они бегают по вьюнкам, жмурятся на солнышке и слушают, о чем говорят цветы между собой. Может быть, сны рассказывают?

0

2

Gündüzleri, genellikle öğleyin, çocuk, uzun saplı sıralcın kümelerinin arasına dalar ve bundan çok hoslanırdı. Sıralcınlar iri boylu, çiçeksiz idiler. Ama çok güzel kokarlardı. Küme küme, sık sık biter, adacıklar olusturur ve baska otları yanlarına sokmazlardı. Hem onun yakın dostuydular. Bir seylere canı sıkıldığı, çok üzüldüğü ve kimselere görünmeden ağlamak istediği zaman, gelir onların arasına gizlenirdi. Sıralcınlar çam gibi kokar ve insan kendisini bir çam ormanında sanırdı. Orası sessizdi, sıcaktı ve en önemlisi dallarıyla gökyüzünü örtmezlerdi. Sırtüstü uzanıp yatar, göğü seyrederdi onların arasında. Önce, gözünü perdeleyen gözyaslarından pek bir sey göremezdi. Sonra gözyasları diner ve bulutları seyre dalardı. Neyi görmek istese gösterirdi bulutlar. Onun mutsuz olduğunu, ah! etseler, vah! deseler de, kimsenin bulamayacağı bir yerlere kaçıp gitmek, uçup gitmek istediğini bilirlerdi. Kaçıp gitse, çocuk kayboldu, nerelerde bulacağız onu diyeceklerdi. Kaçıp gitmesin orada durup kendilerini seyretsin diye de, onun istediği her biçime girerlerdi. Sayısız biçimlere girebilirdi bulutlar. Yalnız, o biçimlerin neye benzediğini anlaması, görmek istediğini seçip bulması gerekirdi. Sıralcınlar göğü örtmezler, onların arasında insan huzura kavusur, çam kokuları içini ısıtır. Onlar böyle bitkilerdir iste...

Днем, обычно в полдень, мальчик любил забираться в заросли стеблистых ширалджинов. Ширалджины высокие, цветов на них нет, а пахучие, растут они островками, собираются кучей, не подпуская близко другие травы. Ширалджины — верные друзья. Особенно, если обида какая-нибудь и хочется плакать, чтобы никто не видел, в ширалджинах лучше всего укрыться. Пахнут они, как сосновый лес на опушке. Горячо и тихо в ширалджинах. И главное — они не заслоняют неба. Надо лечь на спину и смотреть в небо. Сначала сквозь слезы почти ничего не различить. А потом приплывут облака и будут выделывать наверху все, что ты задумаешь. Облака знают, что тебе не очень хорошо, что хочется тебе уйти куда-нибудь иди улететь, чобы никто тебя не нашел и чтобы все потом вздыхали и ахали — исчез, мол, мальчишка, где мы теперь его найдем?.. И чтобы этого не случилось, чтобы ты никуда не исчезал, чтобы ты тихо лежал и любовался облаками, облака будут превращаться во все, чего ты ни захочешь. Из одних и тех же облаков получаются самые различные штуки. Надо только уметь узнавать, что изображают облака.

А в ширалджинах тихо, и они не заслоняют небо. Вот такие они, ширалджины, пахнущие горячими соснами…

Otlar hakkında daha pek çok sey biliyordu. Alçaklarda biten gümüs renkli çayırları da çok severdi. Acırdı da onlara. Pek tuhaftı bu gümüse çalan ak otlar. Basları hep havadaydı. Ipek gibi yumusak püskülleri rüzgarsız edemezdi. Bekler dururlardı rüzgarı. Rüzgar ne yöne eserse onlar da o yöne eğilirlerdi. Sanki komut almıs ve tek kisiymis gibi bütün çayır o yöne yatardı. Hele yağmur yağacak, fırtına çıkacak olsa, baslarını sokacak yer bulamazlardı. Tiril tiril titrer, yerlere kapanırlardı. Eğer ayakları olsaydı çok uzaklara kaçıp giderlerdi. Ama bu halleri yapmacıktı, bir oyundu. Fırtına diner dinmez yine
baslarını kaldırır, kendilerini yele verir, oynasırlardı. Rüzgar nereye, onlar oraya...

И еще разные разности знал он о травах. К серебристым ковылям, что росли на пойменном лугу, он относился снисходительно. Они чудаки — ковыли! Ветреные головы. Ид мягкие, шелковистые метелки без ветра жить не могут. Только и ждут — куда дунет, туда они и клонятся. И кланяются все как один, весь луг, как по команде. А если дождь пойдет или гроза начнется, не знают ковыли, куда им приткнуться. Мечутся, падают, прижимаются к земле. Были бы ноги, убежали бы, наверное, куда глаза глядят… Но это они притворяются. Утихнет гроза, и снова легкомысленные ковыли на ветру — куда ветер, туда и они…

Arkadassız, yapayalnız çocuk, onu kusatan bu basit, saf çevresinde yasayıp gidiyordu. Zaman zaman bütün bunları ona unutturan tek sey, gezgin satıcı, onun masin-arabası idi. Onu görür görmez olanca hızıyla kosmaya baslardı. Söylemeye gerek yok, otlardan ve kayalardan baska bir seydi bu masin-mağaza. Neler neler yoktu içinde!

Один, без друзей, мальчишка жил в кругу тех нехитрых вещей, которые его обступали, и разве лишь автолавка могла заставить его позабыть обо всем и стремглав бежать к ней. Что уж там говорить, автолавка — это тебе не камни и не травы какие-то. Чего там только нет, в автолавке!

Çocuk eve geldiğinde, araba da evlerin arkasındaki avluya girmek üzere idi. Evlerin yüzü çaya bakıyordu. Bu taraf hafif bir eğimle suya kadar inerdi. Suyun öbür tarafında ise, birden diklesiyor ve dağlara doğru yükselen orman da buradan baslıyordu. Bu yüzden giris yolu evlerin arka tarafındaydı. Çocuk vaktinde yetisip haber vermes, satıcının geldiğini kimse bilemezdi.

Когда мальчик добежал до дому, автолавка уже подъезжала ко двору, сзади домов. Дома на кордоне стояли лицом к реке, надворье переходило в пологий спуск прямо к берегу, а на той стороне реки, сразу от размытого яра, круто восходил лес по горам, так что подъезд к кордону был один — сзади домов. Не добеги мальчик вовремя, никто и не знал бы, что автолавка уже здесь.

O saatte evlerde tek erkek yoktu, sabah erkenden çıkıp gitmislerdi. Kadınlar ise ev isleriyle mesgul idiler. Çocuk açık duran kapılara kosup bağırmaya basladı:
-Geldi! Geldi! Masin-mağaza geldi!

Когда мальчик добежал до дому, автолавка уже подъезжала ко двору, сзади домов. Дома на кордоне стояли лицом к реке, надворье переходило в пологий спуск прямо к берегу, а на той стороне реки, сразу от размытого яра, круто восходил лес по горам, так что подъезд к кордону был один — сзади домов. Не добеги мальчик вовремя, никто и не знал бы, что автолавка уже здесь.
Мужчин в тот час никого не было, все разошлись еще с утра. Женщины занимались домашними делами. Но тут он пронзительно закричал, подбегая к раскрытым дверям:
— Приехала! Машина-магазин приехала!

Kadınlar telaslandılar. Önce, herbiri paralarını gizledikleri yere gitti, sonra da dısarı fırlayıp birbirleriyle yarısırcasına arabaya doğru kostular. Đse bakın siz! Nine bile övdü çocuğu:
-Bakın, görün iste, bizim oğlanın gözünden hiçbir sey kaçmaz !

Женщины всполошились. Кинулись искать припрятанные деньги. И выскочили, обгоняя одна другую. Бабка и та его похвалила:
— Вот он у нас какой глазастый!

Çocuğun koltukları kabardı. Sanki masin-mağazayı oraya kendisi getirmisti. Satıcının geldiğini haber verdiği için mutluydu.
Arka avluda kadınlarla birlikte kosmaktan, arabanın açık kapısı önünde onlarla itisip kakısmaktan büyük bir zevk alıyordu. Ama kadınlar onu çoktan unutmustu.

Мальчик почувствовал себя польщенным, точно сам привел автолавку. Он был счастлив оттого, что принес им эту новость, оттого, что вместе с ними ринулся на задворье, оттого, что вместе с ними толкался у открытой дверцы автофургона. Но здесь женщины сразу забыли о нем.

Baska isleri vardı simdi onların. Ne de çok mal vardı arabada!
Gözleri faltası gibi açılmıstı. Ama topu topu üç kadın vardı: Çocuğun ninesi, arınesinin kardesi ve üç evin en önde gelen kisisi olan korucubası Orozkul'un karısı olan Bekey hala, bir de kucağında kızcağızı ile gelen Gülcemal. Gülcemal, basit bir isçi olan Seydahmet'in karısı idi. Hepsi bu kadardı iste. Ama mallara bir anda öyle, saldırdılar, karıstırıp öyle alt-üst ettiler ki, satıcı onları uyarmak, her seyi
karıstırmamalarını ve hep birden konusmamalarını söylemek zorunda kaldı.

Им было не до него. Товары разные — глаза разбегались. Женщин было всего три: бабка, тетка Бекей — сестра его матери, жена самого главного человека на кордоне, объездчика Орозкула, — и жена подсобного рабочего Сейдахмата — молодая Гульджамал со своей девочкой на руках. Всего три женщины. Но так суетились они, так перебирали и ворошили товары, что продавцу автолавки пришлось потребовать, чтобы они соблюдали очередь и не тараторили все разом.

Ama satıcıyı dinleyen kim! Kadınlar bütün malları savurmaya, havadan kapmaya, sonra bir bir seçmeye, daha sonra da seçtiklerini geri vermeye basladılar. Almak istediklerini bir kenara ayırıyor, giyip bakıyor, tereddüt ediyor, aynı soruları defalarca soruyorlardı. Bu hoslarına gitmiyor, öteki çok pahalı, berikinin rengi iyi değil... Ve yine bırakıyorlardı seçtiklerini. Çocuk biraz uzakta durup bekliyordu.
Đsin onu ilgilendiren hiçbir yanı kalmamıstı artık. Canı sıkılmıstı. Olağanüstü beklentisi ve dağdan masin-mağazayı gördüğü zamanki sevinci yok olmustu. Simdi o masin-mağaza, ıvır zıvır dolu adi bir arabadan baska bir sey değildi gözünde.

Однако его слова не очень-то подействовали на женщин. Сначала они хватали все подряд, потом стали выбирать, потом возвращать отобранное. Откладывали, примеряли, спорили, сомневались, десятки раз расспрашивали об одном и том же. Одно им не нравилось, другое было дорого, у третьего цвет не тот… Мальчик стоял в стороне. Ему стало скучно. Исчезло ожидание чего-то необыкновенного, исчезла та радость, которую он испытал, когда увидел на горе автолавку. Автолавка вдруг превратилась в обычную машину, набитую кучей разного хлама.

Satıcının suratı asıldı. Bir sey alacağa benzemiyordu bu kadınlar. Dağ tas demeden uzak yollardan niçin gelmisti buralara kadar?

Продавец хмурился: не видно было, чтобы эти бабы собирались хоть что-нибудь купить. Зачем он ехал сюда, в такую даль, по горам?

Gerçekten de öyle oldu. Kadınlar arabanın basından çekildiler. Heyecanları geçmis, hatta biraz da yorulmuslardı.
Birbirlerine karsı ya da satıcıya karsı kendilerini haklı çıkarmaya çalısan sözler ettiler. Önce nine parası olmadığından yakındı. Para olmayınca da bir sey alamazdı. Bekey hala kocasından habersiz pahalı bir sey almaya cesaret edemedi. Dünyanın en mutsuz kadınıydı Bekey hala, çünkü çocuğu olmuyordu. Bunun için de Orozkul her sarhos olusunda dövüyordu onu. Bu da dedesini çok üzerdi. Çünkü Bekey
hala dedesinin kızıydı. Yine de Bekey hala bir-iki ufak sey ve iki sise votka aldı. Hiç almaması gerekirdi bu içkiyi, çünkü cezasını kendisi çekecekti. Nine kendini tutamadı ve satıcının duymayacağı kadar alçak sesle çıkıstı:

Так оно и подучилось. Женщины стали отступать, пыл их умерился, они как бы даже устали. Начали почему-то оправдываться — то ли друг перед другом, то ли перед продавцом. Бабка первая пожаловалась, что денег нет. А денег нет в руках — товар не возьмешь. Тетка Бекей не решалась на крупную покупку без мужа. Тетка Бекей — самая несчастная среди всех женщин на свете, потому что у нее нет детей, за это и бьет ее спьяну Орозкул, потому и дед страдает, ведь тетка Бекей его, дедова, дочь. Тетка Бекей взяла кое-что по мелочи и две бутылки водки. И зря, и напрасно — самой же хуже будет. Бабка не удержалась:

0

3

-Durduğun yerde basına bela alıyorsun sen!
-Ne yaptığımı biliyorum ben! diye sözünü kesti Bekey hala.
Nine daha da alçak ama hiddetli bir sesle:
-Aptalın birisin sen! dedi.
Satıcı olmasaydı Bekey halanın dersini verirdi. Öyle
bir kapısırlardı ki!..

— Что ж ты беду на свою голову сама кличешь? — зашипела она, чтобы продавец ее не услышал.
— Сама знаю, — коротко отрезала тетка Бекей.
— Ну и дура, — еще тише, но со злорадством прошептала бабка. Не будь продавца, как бы она сейчас отчитала тетку Бекей. Ух, они и ругаются же!..

Genç gelin Gülcemal kendini kurtaracak mazereti buldu. Satıcıya, kocası Seydahmet'in yakında sehre gideceğini orada paraya ihtiyacı olacağını, onun için de kesenin ağzını açmayacağını söyledi.

Выручила молодая Гульджамал. Она принялась объяснять продавцу, что ее Сейдахмат собирается скоро в город, в город деньги нужны будут, потому не может она раскошелиться.

Kadınlar arabanın önünde biraz daha oyalanıp, satıcının deyimi ile üç kurusluk mal aldılar. Tabii buna alıs-veris denirse! Sonra hepsi evlerine döndü. Onlar arkalarını döner dönmez satıcı yere tükürmüs, dağıtılan malları toplayıp bir an önce buradan uzaklasmaya hazırlanıyordu: Đste o sırada çocuğu farketti:

Вот так они потолкались возле автолавки, купили товара «на грош», так сказал продавец, и разошлись по домам. Ну, разве это торговля! Плюнув вслед ушедшим бабам, продавец принялся собирать разворошенные товары, чтобы сесть за руль и уехать. Тут он заметил мальчишку.

-Ne o yaba kulak? Bir sey mi almak istiyorsun? Alacaksan acele et,
kapatıyorum. Paran var mı?
Çocuğun kulakları yaba gibiydi, boynu ince, bası kocaman ve
tostoparlaktı.
Satıcı ona laf olsun diye sormustu bir sey alıp almayacağını. Ama çocuk
basını sallayarak saygılı bir sesle cevap verdi:

— Ты чего, ушастый? — спросил он. У мальчишки были оттопыренные уши, тонкая шея и большая, круглая голова. — Купить хочешь? Так побыстрей, а то закрою. Деньги есть?
Продавец спрашивал так, просто от нечего делать, но мальчишка ответил уважительно:

-Hayır amca, param yok.
-Ben de sanıyorum ki vardır...
Satıcı bilmezlikten gelerek sözü uzattı:
-Buradakilerin hepsi varlıklıdır ama kendinizi yoksul gösterirsiniz. Cebindeki para değil mi yani?
Çocuk yine ciddi ve samimi cevap verdi:
-Param yok, amca.
Böyle derken delik cebinin içini dısına çıkararak gösterdi (öteki
cebinin ağzı dikiliydi).
-Demek ki paraların delik cepten düsmüs, git de kostuğun yerlerde
ara;
belki bulursun.
Bir süre susrular. Sonra satıcı yine sordu:
-Hangi ailedensin sen? Đhtiyar Mümin'in mi?
Çocuk evet anlamında basını salladı:
-Onun torunu musun?
-Evet, diye yine basını salladı.
-Annen nerede?
Çocuk bu defa hiçbir sey demedi, Bu konuda konusmak istemiyordu.
-Annen nerede olduğunu bildirmedi mi? Tanıyor musun onu?
-Bilmiyorum.
-Babanı da mı bilmiyorun? Babandan da haber yok mu?
Çocuk yine bir sey söylemedi. Satıcı isi sakaya getirerek sormaya devam etti:
-Sen de hiç bir sey bilmiyorsun be arkadas. Öyle olsun, canın da sağ olsun. Al bakalını sunu. (Avucuna seker doldurarak çocuğa uzattı).

— Нет, дядя, денег нет, — и помотал головой.
— А я думаю, есть, — с притворным недоверием протянул продавец.
— Вы ведь здесь все богачи, только прикидываетесь бедняками. А в кармане у тебя что, разве не деньги.
— Нет, дядя, — по-прежнему искренне и серьезно ответил мальчик и вывернул драный карман. (Второй карман был наглухо зашит.)
— Значит, просыпались твои деньги. Поищи там, где бегал. Найдешь.
Они помолчали.
— Ты чей будешь? — снова стал расспрашивать продавец. — Старика Момуна, что ли?
Мальчик кивнул в ответ.
— Внуком ему доводишься?
— Да. — Мальчик опять кивнул.
— А мать где?
Мальчик ничего не сказал. Ему не хотелось об этом говорить.
— Совсем она не подает о себе вестей, твоя мать. Не знаешь сам, что ли?
— Не знаю.
— А отец? Тоже не знаешь?
Мальчик молчал.
— Что ж это ты, друг, ничего не знаешь? — шутливо попрекнул его продавец. — Ну, ладно, коли так. Держи, — он достал горсть конфет. — И будь здоров.

0

4

Çocuk utanmıstı, almak istemiyordu.
-Al, al hadi. Bekletme beni, gideceğim.
Çocuk sekerleri alıp cebine koydu.
Satıcıyı uğurlamak için bir süre pesinden kosmayı düsünüyordu. O
arada
tembel, kıllı köpeği Baltek'i çağırmıstı yanına. Orozkul hep öldürmek
isterdi o köpeği. Ne gereği vardı bu ise yaramaz köpeği beslemenin?
Dedesi
ise yalvaryakar, simdilik ona dokunmamasını isterdi: Bir çoban köpeği
bulur bulmaz Baltek'i bir yere götürüp bırakınz derdi.
Baltek'in hiçbir sey umurunda değildi. Karnı doymussa yatar uyurdu.
Karnı
aç ise, dost olsun, yabancı olsun, herkese
sokulup kuyruk sallar, kendisine kemirecek bir kemik atmalarını
beklerdi.
Böyle bir köpekti Baltek. Bazen canı sıkıldığında arabaların ardından
kosardı, ama pek uzaklara girmezdi. Biraz kostuktan sonra döner, eve
gelirdi.
Kısacası güvenilecek bir köpek değildi o. Yine de, çocuk için bir
köpekle
kosmak tek basına kosmaktan yüz kere daha iyiydi.
Öyle de olsa köpek, köpekti iste...

Мальчик застеснялся.

— Бери, бери. Не задерживай. Мне ехать пора. Мальчик положил конфеты в карман и собрался было бежать за машиной, чтобы проводить автолавку на дорогу. Он кликнул Балтека, страшно ленивого, лохматого пса. Орозкул все грозился пристрелить его — зачем, мол, держать такую собаку. Да дед все упрашивал повременить: надо, мол, завести овчарку, а Балтека увезти куда-нибудь и оставить. Балтеку дела не было ни до чего, — сытый спал, голодный вечно подлизывался к кому-нибудь, к своим и чужим без разбора, лишь бы кинули чего-нибудь. Вот такой он был, пес Балтек. Но иной раз от скуки бегал за машинами. Правда, недалеко. Только разгонится, потом вдруг повернется и потрусит домой. Ненадежная собака. Но все же бежать с собакой в сто раз лучше, чем без собаки. Какая ни есть — все-таки собака…

Çocuk, satıcıya göstermeden Baltek'e bir seker attı.
Bak, çok kosacağız ha! dedi. Baltek hafif bir ses çıkararak
kuyruğunu salladı. Yine seker istiyordu. Ama çocuk bir tane
daha vermeye cesaret edemedi. Satıcı gücenebilirdi. Adam;
köpeğe yedirsin diye vermemisti ona bir avuç sekeri.
Đste tam bu sırada dedesi çıkageldi. Đhtiyar, kovanların
olduğu yere gitmisti. Oradan, evlerin ardında olup bitenler
görülmezdi. Masin-mağaza gitmeden gelmesi ne kadar iyi
bir raslantıydı! Yoksa o güzel çanta alınmayacaktı. Doğrusu o gün çok
sanslı bir gündü çocuk için.

Потихоньку, чтобы не увидел продавец, мальчик подбросил Балтеку одну конфетку. «Смотри, — предупредил он пса. — Долго будем бежать». Балтек повизгивал, хвостом повиливал — ждал еще. Но мальчик не решился кинуть еще конфету. Можно ведь обидеть человека, не для собаки же дал он целую пригоршню.

И тут как раз дед появился. Старик ездил на пасеку, а с пасеки не видно, что делается за домами. И вот получилось, что подоспел дед вовремя, еще не уехала автолавка. Случай. Иначе не было бы у внука портфеля. Повезло в тот день мальчишке.

Köydeki aksakalların Kıvrak Mümin diye adlandırdıkları ihtiyarı
çevrede
herkes tanırdı ve onun da tanımadığı yoktu. Bu lakabı ona, uzak yakın
herkesle çok iyi geçindiği, herkese güleryüz gösterip yardıma kostuğu
için
takmıslardı. Bununla birlikte, onun bu çabasına, bu iyiliğine kimse
önem vermezdi. Eğer herkese karsılıksız dağıtacak olsalar
altının da değeri olmazdı zaten. Onun yastakilere gösterilmesi gereken
saygıyı da çok görürlerdi ona. Onunla herkes pek rahat, kendi
yasıtıymıs
gibi konusurdu. Buğu asiretinin anlı-sanlı bir yaslısı öldüğü zaman
verilen
yas söleni için kurbanı o keser, ileri gelen konukları o karsılar,
onların attan inmelerine o yardım eder, çayları o ikram eder, hatta
bazen
odun kırar, su tasırdı. (Mümin'in kendisi de Buğu asiretinden idi,
bununla
övünür ve asiretinden biri ölecek olsa o aileyi hiç yalnız bırakmazdı).
Her
yandan konukların gelip dolustuğu böyle sölenlerde yapılacak çok is
olurdu.
Đste o zaman her ise kosar, hiçbir isten kaçmaz, her seyin üstesinden
gelirdi. Avıla (köye) dolusan konukları ağırlamakla görevli taze
gelirler
Mümin'in yaptığı isleri görünce:

Старика Момуна, которого многомудрые люди прозвали Расторопным Момуном, знали все в округе, и он знал всех. Прозвище такое Момун заслужил неизменной приветливостью ко всем, кого он хоть мало-мальски знал, своей готовностью всегда что-то сделать для любого, любому услужить. И однако усердие его никем не ценилось, как не ценилось бы золото, если бы вдруг его стали раздавать бесплатно. Никто не относился к Момуну с тем уважением, каким пользуются люди его возраста. С ним обходились запросто. Случалось, на великих поминках какого-нибудь знатного старца из племени Бугу — а Момун был родом бугинец, очень гордился этим и не пропускал никогда поминок своих соплеменников — ему поручали резать скот, встречать почетных гостей и помогать им сходить с седла, подавать чай, а то и дрова колоть, воду носить. Разве мало хлопот на больших поминках, где столько гостей с разных сторон? Все, что ни поручали Момуну, делал он быстро и легко, и главное — не отлынивал, как другие. Аильные молодайки, которым надо было принять и накормить эту огромную орду гостей, глядя, как управлялся Момун с работой, говорили:

-Kıvrak Mümin olmasaydı halimiz nice olurdu! derlerdi.
Kısacası, uzaktan torunu ile birlikte yas sölenine gelen
bu ihtiyar adam, çay tasır, ayak islerini yapardı. Onun yerine
kim olsa çatlardı kahrından. Ama o hiç aldırmıyordu bunlara.
Kıvrak Mümin'in davetlilere hizmet etmesine kimse
sasmazdı. Hayatı boyunca tasıyacağı Kıvrak lakabını onun
için vermislerdi ona. Böyle kıvrak, böyle hamarat olmasının suçu
kendisindeydi. Konuklardan biri, ölen kisinin
evindeki konuklara hep onun yardım ettiğini görerek Avılda yardım
edecek
gençler yok mu? dediği zaman, Mümin onlara, Merhum benim kardesimdi
derdi. (O Buğuların hepsini kardes sayardı. Oysa, merhum öteki
Buğuların
da kardesiydi). Onun yas söleninde ben çalısmayayım da kim
çalıssın? Biz bunun için Buğu yaratıldık. Boynuzlu Maral
Ana soyundanız biz. O kutsal Maral Ana, yasayanlarımıza
da ölenlerimize de dost olmamızı istedi bizden...

— Что бы мы делали, если бы не Расторопный Момун!

И получалось, что старик, приехавший со своим внуком издалека, оказывался в роли подручного джигита-самоварщика. Кто другой на месте Момуна лопнул бы от оскорбления. А Момуну хоть бы что!
И никто не удивлялся, что старый Расторопный Момун прислуживает гостям
— на то он и есть всю жизнь Расторопный Момун. Сам виноват, что он Расторопный Момун. И если кто-нибудь из посторонних высказывал удивление, почему, мол, ты, старый человек, на побегушках у женщин, разве перевелись в этом аиле молодые парни, — Момун отвечал: «Покойный был моим братом. (Всех бугинцев он считал братьями. Но не в меньшей мере они приходились „братьями“ и другим гостям.) Кто же должен работать на его поминках, если не я? На то мы, бугинцы, и в родстве от самой прародительницы нашей — Рогатой матери-оленихи. А она, пречудная мать-олениха, завещала нам дружбу И в жизни, и в памяти…»

Kıvrak Mümin iste böyle mümin idi.
Yaslılar da gençler de ona sen diye hitap ederlerdi.
Hatta satasırlardı ona. O aldırmazdı. Sözünü dinlemezlerdi
ama buna da bir sey demezdi. Doğru demisler: Kendisini
saydırmasını bilmeyeni saymazlar. O kendini saydırmasını bilmiyordu.

Вот такой он был. Расторопный Момун!
И старый, и малый были с ним на «ты», над ним можно было подшутить — старик безобидный; с ним можно было и не считаться — старик безответный. Не зря, говорят, люди не прощают тому, кто не умеет заставить уважать себя. А он не умел.

Hayatta bilmediği sey yoktu onun: Dülgerlik, saraçlık
yapar, samanları çok güzel yığardı. Gençliğinde kolhozda
öyle tayalar (saman yığınları) yapardı ki kıs gelince onu açmaya
kıyamazlardı. Yağmur yağınca sular yığının üzerinden, kaz sırtından
kayıp
süzülür gibi akardı. Kar ise sanki evlerin damını örter gibi örterdi yığınları. Savasta Emek Taburu'nda görev almıs, Magnitogork fabrikasının duvarlarını örmüs, Stakhanov gibi adını duyurmustu.
Askerliğini bitirip gelince orman bölgesinde ev yaptı, ormancılık yapmaya basladı.
Her ne kadar yardımcı isçi ise de, tomrukların tasınması isiyle o uğrasır,
damadı olacak Orozkul ise kendisini sık sık davet ettirerek ziyafetlerde gönül eğlendirirdi. Ama üstleri denetim için gelince, onları Orozkul gezdirir, ormanı o gösterir, av partileri düzenlerdi onlara.
O zaman patron o olurdu.
Hayvanlara da, arılara da Mümin bakardı.
Bütün hayatı sabahtan aksama kadar çalısmakla, türlü sıkıntılar içinde geçmisti ama kendini saydırmasını öğrenememisti bir türlü.

Он многое умел в жизни. Плотничал, шорничал, скирдоправом был; когда был еще помоложе, такие в колхозе скирды ставил, что жалко было их разбирать зимой: дождь стекал со скирды, как с гуся, а снег крышей двускатной ложился.
В войну трудармейцам в Магнитогорске заводские стены клал, стахановцем величали. Вернулся, дома срубил на кордоне, лесом занимался. Хотя и числился подсобным рабочим, за лесом-то следил он, а Орозкул, зять его, большей частью по гостям разъезжал.
Разве когда начальство нагрянет — тут уж Орозкул сам и лес покажет, и охоту устроит, тут уж он был хозяином.
За скотом Момун ходил, и пасеку он держал.
Всю жизнь с утра до вечера в работе, в хлопотах прожил Момун, а заставить уважать себя не научился.

Üstelik Mümin'in dıs görünüsü saygıdeğer bir aksakala da hiç benzemiyordu.
Ne saygınlığı, ne ağırbaslılığı, ne de sertliği vardı. Đyi yürekli bir insandı ve böyle olduğunu, ama değerinin bilinmediğini yüzüne bakar bakmaz anlardınız. Ta eski çağlardan beri böylelerine su öğüdü verirler:
-Iyi olma, kötü ol! Dislerini göster! Bak sana bu da azdır! Bu da azdır! Kötü ol, kötü!.- Ama onun talihsizliği idi bu. Hep iyi olarak kalırdı. Burusuk yüzünde gülümseme hiç eksik olmaz ve bakısı ile sanki Ne istiyorsun? Ne istiyorsan söyle, senin için her seyi yaparım, canın ne istiyorsa söyle bana.. derdi.

Да и наружность Момуна была вовсе не аксакальская. Ни степенности, ни важности, ни суровости. Добряк он был, и с первого взгляда разгадывалось в нем это неблагодарное свойство человеческое. Во все времена учат таких: «Не будь добрым, будь злым! Вот тебе, вот тебе! Будь злым», — а он, на беду свою, остается неисправимо добрым. Лицо его было улыбчивое и морщинистое-морщинистое, а глаза вечно вопрошали: «Что тебе? Ты хочешь, чтобы я сделал для тебя что-то? Так я сейчас, ты мне только скажи, в чем твоя нужда».

0

5

Rusça Здесь

Türkçe burada

0


Вы здесь » ТУРЕЦКИЙ ЯЗЫК. Türkçe oğreniyorum. Русский язык. Rusça oğreniyorum. » Книги, аудиокниги » Белый пароход/BEYAZ GEMI Чингиз Айтматов/Cengiz Aytmatov


Рейтинг форумов | Создать форум бесплатно