ÒÓÐÅÖÊÈÉ ßÇÛÊ. Türkçe oğreniyorum. Ðóññêèé ÿçûê. Rusça oğreniyorum.

Îáúÿâëåíèå

 
Ó×ÈÌ ÒÓÐÅÖÊÈÉ ßÇÛÊ
Facebook Grubu · 25.597 üye
Gruba Katıl
📌 Ïðèñîåäåíÿéòåñü ê íàøåé ãðóïïå â ôåéñáóê ❗Ìû íàó÷èì Âàñ òóðåöêîìó ÿçûêó çà 3 ìåñÿöà.
 

Èíôîðìàöèÿ î ïîëüçîâàòåëå

Ïðèâåò, Ãîñòü! Âîéäèòå èëè çàðåãèñòðèðóéòåñü.



Jack London. BEYAZ DIŞ

Ñîîáùåíèé 1 ñòðàíèöà 25 èç 25

1

Jack London.  BEYAZ DIŞ
BIRINCI BÖLÜM
AV PESINDE

[yandx]karaman-olga-karaman/roz71sjlvm.5217[/yandx]
Donmuş ırmağın iki yakası karanlık ladin ağaçlarıyla kaplıydı. Rüzgar dalların
üzerindeki kar örtüsünü az önce sıyırmıştı, gitgide silinen gün ışığı altında
ağaçlar kopkoyu, korkunç karaltılar halinde birbirlerinin üzerine doğru
abanıyorlarmış gibi görünüyordu. Cansız, kımıltısız, acı bile duyulamayacak
kadar ıssız ve soğuk olan bu yabani ülke üzerine ağır bir sessizlik çökmüştü.
Gizliden gizliye acı acı çınlayan bir kahkaha gizliydi sanki; tüm acılardan daha
korkunç, buz gibi soğuk, bir Sfenks gülümseyişi kadar donuk, zorunluluk kadar
tutkulu bir kahkaha!.. Acımasız, uçsuz bucaksız bir sonsuzluk, yasamla ve yasama
çabasının gereksizliğiyle alay ediyor gibiydi sanki. Kuzeyin o saf, o durdurak
tanımayan buz gibi vahşetiydi bu. Ama yine de bir yasam vardı bu yabancı
topraklarda, hem de öyle kolay kolay pes etmeyen direngen bir yasam! Çünkü kurda
benzer bir köpek sürüsü donmuş ırmak yatağı boyunca güç bela ilerlemeye
çalışıyordu.
Hayvanların sık tüylü postları buz tutmuştu. Ağızlarından yoğun bir buhar demeti
çıkıyor, soluklarının havaya karışmasıyla incecik buz taneciklerine dönüşüp
tüylerine yapışması bir oluyordu. Kayışlarla bağlı oldukları bir kızağa
koşulmuşlardı. Kızak gövdesi sağlam ağaç kabuklarından yapılmıştı, karların
üzerinde ayakları olmaksızın kayıyordu. Kızağın ucu önünde dalga dalga yayılan
yoğun kar yığınlarını kenarlara doğru savurup dağıtacak biçimde yukarıya kalkık
olarak yapılmıştı.
Kızakta ince uzun bir tabut vardı; ayrıca battaniyeler, bir balta, bir
kahvedenlik ve bir de tava bulunuyordu. Uzun tabutun kapladığı yer hayli
fazlaydı. Köpeklerin önü sıra bir adam ilerliyordu, kızağın ardında ikinci bir
adam daha vardı. Her ikisi de geniş kar ayakkabıları giymişlerdi. Gerçi
kızaktaki tabutta başka bir adam daha vardı ya, onun çilesi çoktan sona ermiş,
dünyadan elini eteğini çekmişti artık. Yabani kuzey ülkesinin soğuğu karsısında
yenik düşmüştü. Bir daha kımıldayamayacak durumdaydı, sıfırı tüketmiş halde
kıpırdamaksızın kalıp gibi yatıyordu öylece. Hareketi sevmezdi çünkü soğuk.
Yasam demek hakaret demektir ona göre, yasam harekettir çünkü. Oysaki soğuk,
hareketin her türlüsünü kötürümleştirmeye kararlıdır. Sular denize dökülmesin
diye ırmakları dondurur, ağaçların taa iliğine kemiğine isler, özsuyunu dondurup
kurutur. Ama asıl insanoğluna düşmandır o; çünkü insan, yaratıkların en
devingenidir, durağanlığa karsı sürekli bir başkaldırma içindedir ve iste bu
nedenledir ki soğuğun özellikle yere sermeye can attığı bir yaratıktır.
Hala canlı kalmayı başarabilmiş olan iki adam, biri kızağın önünde, öbürü ise
arkasında, yılmadan, umutsuzluğa düşmeden yollarına devam etmekten geri
durmuyorlardı. Kalın kürklere, yumuşacık derilere sarılmışlardı. Kirpiklerini,
yanaklarını ve dudaklarını donmuş soluklarıyla püskürttükleri buz zerrecikleri
kaplamıştı. Öyle ki, suratları suratlıktan çıkmış, yüz çizgileri iyiden iyiye
belirsizleşmişti. Bu görünümleriyle korkunç maskeler takmış birer mezarcı,
düşler evrenine ölülerini gömmeye giden ürkünç umacıları andırıyorlardı.
Gelgelelim ikisi de insandı iste. Bu hiçlik ıssızlık ve tehlike evreninden
geçerek, kendilerine uzayın boşlukları kadar uzak, yabancı ve ölü gibi görünen
dünyaya kafa tutan ufacık birer serüvenciydiler. Hiç konuşmadan ilerliyorlardı,
çünkü hareket etmek için gerekli olan gücü yitirmemek, bu nedenle de boşuna
nefes tüketmemek zorundaydılar. Çevrelerini saran ağır sessizlik, tıpkı deniz
dibindeki dalgıcın üzerine basınç yapan su kütlesi gibi, ruhlarını eziyordu. Bu
sessizlik, uçsuz bucaksız sonsuzluğun ve kaçınılmaz zorunluluğun olanca
ağırlığıyla üzerlerine yükleniyor; ruhlarını taa derinden kavrayarak
benliklerine isliyor; dünya nimetlerine olan asırı tutkularını, gelip geçici
coşkularını, uçarı heveslerini! ezerek son damlasına kadar posasını çıkarıyor;
büyük ve yenilmez doğa güçlerinin parmağında oynattığı, zavallı akılları ve
yetersiz bilgileriyle onları ufacık birer güneş lekesine döndürüyordu.
Bir iki saat geçti... Pek kısa süren günün can çekisen ısıkları silinmeye yüz
tutarken, uzaklardan hafif bir çığlık yükseldi. Bir anda havaya dağılıp
yankılandıktan sonra yavaş yavaş eriyip söndü. Eger bu acılı çığlıkta bir vahşet
ve açlık havası bulunmasaydı, yitik bir ruhun iniltili yakarısı sanılabilirdi.
Öndeki adam basını arkaya çevirdi, arkadaşıyla göz göze geldi, ince uzun tabutun
üzerinden anlamlı anlamlı kafa salladılar birbirlerine.
Çok geçmeden sessizliği bir bıçak gibi yırtan ikinci bir uluma daha işitildi.
Adamlar bu seslerin daha demin arkalarında bıraktıkları kar çölünden kopup
geldiğim anlamışlardı. Derken, aynı yönden bir üçüncü uluma daha yükseldi,
ikincisine verilen bir yanıltı sanki bu ve onun azıcık solundan gelmişti.
Öndeki adam:
“Pesimize takıldılar, Bill,” dedi.
Sesinin tonu boşuk ve ürkekti, sanki konuşurken büyük bir güç harcamak zorunda
kalıyor gibiydi.
Arkadaşı:
“Et kıtlığı var,” karşılığını verdi. “Günler var ki tek bir tavsan izi bile
görmedim.” Baska bir şey konuşmadılar. Kendilerini izleyenlerin ısrarlı
ulumalarına kulak kesilmişlerdi. Ortalık kararınca köpekleri ırmak boyundaki
ladin koruluğuna hayladılar, kampı orada kurdular. Atesin hemen kıyısındaki
tabut hem oturmak hem de yemek yenilecek bir yer isine yarıyordu. Atesin
arkasındaki kurda benzeyen köpekler kendi aralarında hırlaşıp dalaşıyor, ama
bulundukları yerden ayrılarak karanlığa dalmayı göze alamıyorlardı.
Bill:
“Sunlara bak, Henry,” dedi. “Nedense kampı bırakıp gitmeye çalışmıyor bunlar,
garip şey doğrusu...” Henry içine bir buz parçası attığı ibriği atese sürerken
basını salladı. Sonra isini bitirip tabutun üzerine oturdu, yemeğini yemeye
baslayıncaya dek hiç konuşmadı.
“Postun pahalı olduğunu ve onu nerede kurtarabileceklerini biliyorlar elbet.
Kolay kolay kurtlara yem olmaz onlar, tersine yerler. Pek akıllıdırlar.” Bill,
basını sallayarak:
“Bilmem ki valla, umarım öyledirler,” dedi.
Arkadaşı basını kaldırıp şaşkınca baktı:
“Bizim köpeklerin akıllarını beğenmediğini ilk kez istiyorum senden.” Bill
ağzına attığı fasulyeleri ağır agır çiğnerken:
“Dinle, Henry,” dedi. “Köpeklere yem verirken nasıl gürültüyle itişip
kakışıyorlardı, işittin ya?” Henry:
“Evet,” diye onayladı. “Her zamankinden fazla huysuzluk ettiler.”
“Kaç köpeğimiz var, Henry?”
“Altı.”
“Peki ama...”
Bill sözlerinin önemini vurgulamak istercesine bir an sustu, sonra ağır ağır
sürdürdü:
“Evet, altı köpek var diyordum ben de. Altı balık çıkardım, köpek basına ‘birer
balık verdim, ama yine de biri açıkta kaldı.” “Yanlış saymışsındır canım.”
Bill:
“Yok daha neler!” diye diretti. “Altı köpeğimiz var diye, tuttum altı tane balık
çıkardım. Ama gel gör ki, Tek kulak balıksız kaldı iste. Sonra gidip bir tane de
ona getirdim.” “İyi ama Bill, topu topu altı köpeğimiz var, nasıl olur?” “Henry,
hepsi köpekti diyen yok ki sana! Balık verdiğim hayvanlar yedi taneydi.” Henry
yemeğini bıraktı, atesin arkasında duran köpeklere bakarak saydı:
“Al iste, hepsi hepsi altı tane.” Bill soğukkanlılıkla üsteledi:
“Evet, yedincisinin az önce karların üzerinde hoplaya zıplaya kaçıp gittiğini
gördüm. Ben saydığımda yedi taneydiler.” Henry acımalı gözlerle arkadaşına baktı
ve:
“Su yolculuk bir bitse öyle sevineceğim ki,” diye homurdandı.
“Ne demek istiyorsun yani?”
“Bana kalırsa kızaktaki tabut sinirlerini bozdu senin, hayal görmeye basladın,
hepsi bu.”
Bill:
“Hani bunu da düşünmedim değil bak,” dedi. “Ama köpeklerden birinin kaçtığını
görünce, gidip karların üzerine bir göz attım, birtakım ayak izleri buldum.
Sonra döndüm bir daha saydım, altı taneydiler. izler duruyor, istersen bak da
gör.” Henry sesini çıkarmadı, yemeğini yemeye koyuldu yine. Son lokmasının
üzerine kahvesinden bir yudum daha aldıktan sonra elinin tersiyle ağzını sildi
ve:
“Öyleyse...” diye söze baslayacak oldu. Ama tam o sırada karanlığın içinden
kopup gelen uzun, acılı bir ulumayla sözü yarıda kaldı. Susup kulak kabarttı.
Sonra eliyle ulumanın geldigi yönü göstererek: “...bunlardan biri miydi diyorsun
yani?” diye sordu.
Bill evet gibilerden kafasını salladı:
“Böyle olmasın da nasıl olsun, köpeklerin nasıl huysuzluk ettiklerini, dalaşıp
durduklarını sen de isittin iste.” Birbiri ardından yükselen ulumalarla ortalık
tımarhaneye dönmüştü. Köpekler çevrelerini saran bu korkunç koro karsısında
dehşete kapıldılar, sıkış tıkış olup büzüldükçe büzüldüler. Atesin yanına
öylesine sokulmuşlardı ki alevler postlarını tütsülüyordu. Bill bir odun daha
atarak atesi besledikten sonra piposunu yaktı.
Henry:
“Nen var yahu senin, çok sıkkın görünüyorsun,” dedi.
“Bak, Henry...”
Bill sözlerini sürdürmeden önce piposundan bir iki nefes çekti dalgın dalgın.
Sonra başparmağıyla üzerinde oturdukları tabutu göstererek:
“Düşünüyorum da,” dedi, “su adam bile bizden daha şanslı, hem de bizim hiçbir
zaman olamayacağımız kadar şanslı. Biz ölünce cesetlerimiz ite kurda yem olmasın
diye mezarlarımıza bir iki tas koyacak kimse çıkacak mı acaba?” “Orası öyle,
bizim onun gibi ne onca paramız pulumuz var ne de onca hısım akrabamız.
Cenazemizi uzak bir ülkeye göndertmek kim, biz kim!..” “Benim asıl akıl sır
erdiremediğim şey ne biliyor musun, Henry?.. Su herif bir eli yağda bir eli
balda yasayan bir lord du değil mi? Peki simdi burada ne isi var? Bu Allah’ın
belası vahsi ülkeye hangi akla hizmet etmiş de gelmiş, anlayan beri gelsin!”
Henry:
“Al benden de o kadar,” dedi. “Kendi memleketinde kalsaydı, gül gibi yasayıp
gider, sonra da rahat döşeğinde ölürdü.” Bill tam ağzım açıp yanıt vereceği
sırada duraladı, kendilerini dört bir yandan bir duvar gibi çevreleyen karanlığı
gösterdi. Yoğun karanlığın içinde hiçbir şey görünmüyordu, yalnızca kor gibi
parıldayan bir çift göz fark ediliyordu. Henry basıyla bir ikinci, derken bir
üçüncü çift göz daha gösterdi arkadaşına. Kampın yanı yöresi kor gibi yanıp
sönen gözlerden oluşan bir halkayla çepeçevre şarılmıştı. Bu yalaz yalaz yanan
ısık lekeleri kimi zaman kıpır kıpır ediyor, bir görünüp bir siliniyor, sonra
yeniden ışıldamaya baslıyordu. Köpeklerin huysuzluğu giderek artmaya
baslamıştı. Ani bir korkuyla atese yaklaşıyor, adamların ta burunlarının dibine
sokuluyorlardı. Hele içlerinden biri paniğe kapılarak atese öyle fazla sokuldu
ki içine düştü.
Düşer düşmez de acı ve korkuyla havladı. Aynı anda kavrulan tüylerinin kokusu
kapladı ortalığı. Bu sırada yanıp sönen kor gözlerden oluşan çemberde birtakım
kıpırdanmalar oldu, hatta bir an için geriledi. Ne var ki, köpeklerin
huzursuzluğu yatışır yatışmaz yine eski yerlerine döndüler.
“Cephanemiz de aksi gibi tam bitecek zamanı buldu, Henry.” Bill piposunu
söndürmüştü. Yemekten önce yere serdikleri ağaç dalları üzerine kürklü yatakları
ve battaniyeleri yerleştiren arkadaşına yardım ediyordu. Henry arkadaşına hak
verir gibilerden söyle bir homurdandıktan sonra makosenlerinin bağcıklarını
çözmeye koyuldu.
“Kaç kurşunumuz kaldı?” Bill:
“Üç...” diye karsılık verdi. “Ah be, simdi üç yüz tane kurşunumuz olacaktı ki bu
kahrolası hayvanların burunlarından fitil fitil getirecektim!” Kor gibi parlayan
gözlerin oluşturduğu çembere doğru yumruğunu öfkeyle salladı, sonra
makosenlerini çözüp atesin hemen kıyısına yerleştirdi. “Hiç değilse su soğuk
bir kırılsaydı bari,” diye devam etti. “iki haftadır sıfırın altında elli
derece. Keşke çıkmasaydık su yolculuğa, Henry. Durumumuz hiç de iç açıcı değil
doğrusu, içim içimi yiyor... Yolculuğumuz sona erse de seninle McGurry’ye gidip,
sıcacık atesin karsısında bir pişpirik çevirsek, ha?” Henry yatağına girerken
homurdanmakla yetindi.
Tam uykuya dalmak üzereydi ki Bill yine seslendi:
“Bak ne diyeceğim Henry, hani su balık yiyen davetsiz konuk var ya, bizim
köpekler iste ona ne diye saldırmadılar ha, ne dersin? Hay Allah, gel de çık
isin içinden, ne yalan söyleyeyim korkutuyor bu beni.” Arkadaşı uyku
sersemliğiyle homurdandı:
“Amma uzattın be Bill, pireyi deve yapmaya bire birsin hani. Eskiden hiç böyle
değildin. Çeneni kapat da uyu artık... Söyle bir güzel uyku çektin mi sabaha
hiçbir şeyciğin kalmaz. Mideni bozmuş olacaksın herhalde, bütün sıkıntın bu...”
Aynı örtünün altında yan yana yatıp, horul horul uyumaya basladılar. Ateş
gitgide ufalıp azalırken, kamp çevresindeki kor parçalarını andıran gözlerin
oluşturduğu çember de her an biraz daha daralıyordu. Köpekler birbirlerine
sokulup sıkıs tıkıs oluyor, yaklasan parıltılara gözdagı vermek istercesine
hırıldıyorlardı. Hırıltılar bir ara adamakıllı artınca Bill uyandı. Arkadaşını
uyandırmamaya çalışarak yavaşça yerinden doğruldu, atesi birkaç parça odunla
besledi. Alevler yeniden yükselince parıldayan gözler geriledi. Derken Bill’in
gözü köpeklere ilişti: birbirlerine iyice sokulup tortop olmuşlardı. Şaşkın
şaşkın gözlerini ovuşturup bir daha baktı, sonra yeniden battaniyesine gömülüp
yattı. “Hisst, Henry... Henry be!” Kan uykusundan uyandırılan Henry:
“Yine ne var, ne oluyor?” diye homurdandı. “Hiçbir sey... Yalnız, yine yedi
oldular. Simdi saydım...” Henry uyku sersemliğiyle yarım yamalak bir seyler
homurdandı, sonra yine horuldamaya basladı. Ertesi sabah ilkin Henry uyandı ve
arkadasını uyandırdı. Saat altı olmuştu, ama ortalığın ısımasına henüz üç saat
daha vardı. Karanlıkta gidip gelmeye, yemegi hazırlamaya koyuldu; bu arada Bill
de örtüleri, battaniyeleri denk yapıp kızağa yerleştirdi. Birden arkadaşına
dönüp damdan düşercesine sordu:
“Henry... Kaç köpeğimiz var demiştin sen?” “Altı.” Bill zafer kazanmışçasına
atıldı:
“Yanılıyorsun.”
“Ne yani, yine mi yedi oldular diyorsun?”
“Yo beş. Neden dersen, biri toz olmuş!” Henry bir küfür savurdu, kahvaltıyı
hazırlamayı yarım bırakarak hısımla köpeklerin yanma gitti, tek tek saymaya
basladı.
“Haklısın, Bill,” dedi. “Şişko kayıplara karışmış.” “Ara ki bulasın, öyle bir
toz olmuş ki iz miz hak getire.” “izi mi kalır zavallının! Diri diri
yutmuşlardır onu. Kalıbımı basarım ki o Allah’ın belası yaratıklar hayvancağızı
yutarken hala havlamaya devam etmiştir.” Bill:
“O hayvan da bildim bileli aptalın tekiydi,” dedi. “Canım, aptal da olsa bile
bile ölümüne koşacak değil ya bu hayvan!” Henry, bunları söylerken sanki her
birinin huyunu suyunu anlamak istermişçesine köpekleri tek tek süzüyordu. Sonra:
“Hiç kuşkum yok, hiçbiri ölümüne susayacak kadar budala değildir,” diye ekledi.
Bill de arkadaşıyla aynı görüşteydi:
“Orası öyle, sopayla kovsan bile yine de uzaklantıramazsın onları atesin
yanından. Ama bu Şişko bana kalırsa biraz aptalcaydı.” Dondurucu kuzey ülkesinde
yapılan yolculuk sırasında yok olan bir köpeğin ardından söylenenlerin hepsi bu
kadarcıktı. Daha nice köpeğin ya da insanın ardından belki ancak bu kadar söz
söylenirdi.

0

2

KNC BÖLÜM
DS KURT
Kahvaltılarını ettikten ve birkaç parça öteberilerini kızaga yükledikten sonra
yanmakta olan atesi arkalarında bırakarak karanlıklara daldılar. Dört bir yönden
sogugu ve karanlıgı yırtarak sanki birbirlerine yanıt verirmisçesine kopup gelen
acılı, korkunç kurt ulumaları yeniden yükseldi. Saat dokuz olunca ortalık
agardı. Ögleyin güney yönünde gökyüzü bir parça kızarır gibi oldu, ama çok
geçmeden yeniden solgunlastı. Derken boz bulanık bir renge büründü, saat üçten
sonra bu gri ısık da silindi gitti. Bu ıssız ve sessiz dünya, kutup gecesinin o
karanlık, koyu kefeniyle sarıp sarmalandı.
Karanlık bastırınca dört bir yandan kurt ulumaları yükselmeye basladı. Bu
ulumalar kimi zaman öylesine yakından geliyordu ki, bitkin düsen köpekler panige
kapılarak karısıklık yaratıyor, kosum takımları birbirine dolasıyordu.
Kosumları düzeltmek için verdikleri kısa mola sırasında Bill:
“Kendilerine baska yerde bir av bulsalar da yakamızı bıraksalar artık,” dedi.
Henry de kaygıyla:
“Gerçekten de insanın sinirine dokunuyor ardımız sıra gelisleri,” diye karsılık
verdi.
Taa ki gece olup da konaklayıncaya dek ikisi de agızlarım açıp tek laf etmedi.
Henry atesin basına egilmis, kaynamakta olan fasulye tenceresinin içine küçük
buz parçaları atıyordu. Birden, bir sopa darbesinin saklayısıyla irkildi; aynı
anda Bill’in öfkeyle bagırdıgını, köpeklerden birinin keskin çıglıklar atarak
acı acı mızıldandıgını isitti. Yerinden dogrulup baktı, koyu bir karartının
karların üzerinde seke seke kayarak karanlıga daldıgım gördü. Sonra Bill’e
ilisti gözü. Bir elinde sopa, öbür elinde ise kuyrugundan bas asagı tuttugu
kurutulmus bir balık vardı, üzüntü ve sevinç karısımı bir yorgunlukla köpeklerin
arasında öylece duruyordu.
“Vay namussuz vay,” dedi. “Kasla göz arasında balıgın yarısını kapıp kaçmayı
becerdi. Ama ben de sopayı iyi yapıstırdım kerataya dogrusu... Ne biçim bagırdı,
isittin ya?”
“Nasıl bir seydi?”
“Dogru dürüst göremedim pek. Ama dört ayaklı, kocaman agızlı, kıllı mı kıllı,
köpege benzer bir seydi.” “Evcillestirilmis bir kurt olmalı.” “Evcil olmaz olur
mu hiç! Baksana tam yemek zamanı geliyor, köpeklerin tayınından pay almasını
biliyor!” Yemeklerini yedikten sonra tabutun üzerine oturup pipolarım
tüttürürlerken kor gözlerden olusan halka da yeniden daraldı.
Bill:
“Bir geyik sürüsü ya da buna benzer bir sey bulsalar da pesimizi bıraksalar,”
dedi.
Henry laf ola beri gele gibilerden can sıkıntısıyla homurdandı. On bes dakika
kadar sessiz sedasız oturdular. Henry gözlerini atese dikmisti, Bill ise atesin
üzerinden dogru karanlıkta yanıp sönen halkaya bakıyordu. Bill sızlamaklı bir
havayla yeniden basladı:
“Simdi söyle yolu bir tuttursak, ver elini Mc Gurry...” Henry dayanamadı:
“Kes artık yahu!” dedi öfkeyle. “Vır vır vır! Dedim sana, miden bozulmus senin,
bir avuç karbonat yut da kendine gel, ikide birde kafa ütüleyip durma öyle.”
Ertesi sabah Henry uyandıgında, Bill’in öfkeyle sövüp saydıgını isitti.
Dirseklerine abanarak dogrulup baktı. Arkadası, gürül gürül yanmakta olan atesin
basında, köpeklerin arasında durmus, elini kolunu öfkeyle sallayarak küfür
ediyordu. Suratı allak bullak olmustu.
“Yine ne oldu?”
“Daha ne olsun, Kurbaga da kaçmıs...”
“Deme yahu!”
“Dedim bile, istersen gel de bak.”
Henry bir sıçrayısta yataktan fırlayıp kalktı, köpeklerin yanına kostu. Hepsini
tek tek dikkatle saydıktan sonra bir köpeklerini daha ellerinden çekip koparan
bu vahset ülkesine o da lanetler savurmaya basladı.
Bill, sonunda:
“Al iste,” dedi, “Kurbaga için sözde en güçlü köpegimiz diyorduk.” Henry:
“Üstelik aptal maptal da degildi öyle,” diye ekledi. iki gün içinde verilen bu
ikinci kurbanın ardından konusulanlar birincisinden pek farklı olmadı.
Kahvaltılarım ederken ikisi de arpacı kumrusu gibi düsünüyordu. Kahvaltıdan
sonra geri kalan dört köpegi kızaga kosup yola koyuldular. O gün de daha önceki
günler gibi geçip gitti. Çevrelerini saran buzlu Kuzey topraklarında sessizce
yol alıyorlardı. Ortalıktaki derin sessizligi arkaları sıra gelen görünmez
izleyicilerinin ulumaları bozuyordu yalnızca. Ögle sonrasının alacakaranlıgı
bastırırken ulumalar daha da yakından gelmeye basladı. Köpekler büyük bir
korkuya kapılıyor, dizginleri birbirine dolastırıyor, bu da iki adamın canını
büsbütün sıkıyordu.
O gece Bill isini bitirdikten sonra kendinden emin bir havayla dogruldu:
“Sıkıysa simdi de alıp gidin basınızı da göreyim,” diye söylendi.
Henry yemegin basından ayrılarak arkadasının ne gibi bir önlem aldıgına bakmaya
gitti. Bill, Kızılderililerin yöntemiyle kayısları sıkı sıkıya baglamıs, her
köpegin boynunda bulunan daracık tasmalara birer sopa takmıstı. Bu deri
tasmaları disleriyle söküp çıkarmaları olanaksızdı. Her tasmanın ucuna uzunlugu
bir metreyi bulan sopalar baglıydı. Sopaların öbür uçları da deri kayıslarla
tutturulmustu. Böylelikle köpek tasmasına ya da öbür kayısa uzanıp dis
geçiremeyecegi için kolay kolay kaçamayacaktı.
Henry, bütün bunları görünce memnun memnun basını salladı:
“Tekkulak’ı baglı tutmanın biricik yolu budur,” dedi. “Kayısları bıçakla
kesercesine koparıp atıyor kerata! Eh artık yarın sabah hepsini yerli yerinde
buluruz.” Bill:
“Kalıbımı basarım ki öyle olacak,” dedi. “Eger biri kaybolsun, ben de sabah
kahvemi agzıma sürersem ne olayım!” Yatarlarken Henry çevrelerini saran kor
gözleri göstererek:
“Kursunumuzun kalmadıgını anladılar,” dedi.
“Birkaç tanesini vurabilsek postun pahalı oldugunu görecekler. Böyle elimiz
kolumuz baglı durunca azıttıkça azıtıyorlar, her aksam biraz daha yaklasıyorlar.
Atese bakma da gözünü almasın, suna bak suradakine... Görüyor musun?” Atesten
saçılan ısık lekesinin ötesinde berisinde kıpır kıpır dolasan karartıları
izleyerek bir süre oyalandılar. Karanlıkta parıldayan bir çift göze dikkatle
baktıkları zaman hayvanın vücut çizgileri kesinlesiyor ve arada sırada
kımıldandıgı görülüyordu. Tam o sırada köpekler gürültü etmeye basladı, o yana
dönüp baktılar. Tekkulak birtakım iniltiler çıkararak mızıldanıyor, kayıslardan
kurtularak karanlıga atılmaya çabalıyor, kudurmusçasına sıçrayıp debeleniyor,
sonra durup, bogazına baglı sopayı dislemeye çalısıyordu.
Henry:
“Suna bak, Bill,” diye fısıldadı.
Köpege benzeyen bir hayvan usul usul ilerliyor, atese dogru yan yan sokuluyordu.
Ürkek ama aynı zamanda atılganlıkla karısık bir dikkatle ilerliyor, adamları
gözden kaçırmaksızın tüm dikkatini köpekler üzerinde topluyordu. Bu sırada
Tekkulak sopanın ucundan kurtulmak için çırpınıyor, yaklasan hayvana ulasmak
istiyor, acı acı inliyordu.
Bill, usulca:
“Hay aptal hay,” dedi. “Hiç korkuyor mu bak!” Henry fısıltıyla karsılık verdi:
“Bu gelen disi bir kurt... Sisko ile Kurbaga neden ortadan yok oldular, simdi
anlasılıyor. Disi kurt, sürünün avcı hayvanı. Köpekleri bastan çıkarıp yanında
götürüyor, sonra da hep birden üstüne üsüsüp mideye indiriyorlar.”
Atesten bir çıtırtı çıktı, odunlardan biri gürültüyle ocaktan dısarı düstü. Bu
sesi isiten hayvan gerisin geri karanlıga daldı.
Bill:
“Bak aklıma ne geldi biliyor musun, Henry,” dedi.
“Ne geldi?”
“Sopayla vurdugum hayvan bu olmasın sakın?”
Henry:
“Ondan hiç kuskun olmasın,” dedi.
Bill:
“Ha sahi bak sunu da söyleyeyim,” diye sürdürdü. “Bu hayvanın kamp ateslerine
böylesine alıskın olması pirelendiriyor beni. Öyle sinsi sinsi sokulması da
ahlaksızca bir sey.” “Ne olursa olsun, dogru dürüst bu kurttan çok daha bilgili
oldugu su götürmez. Köpeklerin yemek zamanını kollayıp da geldigine göre, epeyce
görmüs geçirmis bir hayvan olmalı.” Bill, dalgın dalgın anlatmaya koyuldu:
“ihtiyar Villan’ın bir zamanlar bir köpegi vardı. Kurtlarla kaçmıstı. Bugünmüs
gibi aklımdadır, Küçük Çubuklar Ülkesinde geyik otlaklarından birine saldıran
kurt sürüsünün arasındayken onu ben vurmustum. htiyar Villan üzüntüsünden
çocuklar gibi hüngür hüngür aglamıstı. Üç yıldır gördügü yokmus hayvanı. Üç
yıldan beri kurtlarla düsüp kalkıyormus meger köpek.” “sin içyüzü simdi
anlasıldı desene. Bizim kurt sandıgımız hayvan aslında köpek olmalı. Öyle ya,
yoksa nerden bilsin insanın elinden balık yemeyi?” “Fırsatını bir yakalasam ah,
bak o zaman nasıl delik desik ederdim o kurt bozuntusunun postunu. Daha fazla
köpek yitirecek durumumuz yok çünkü.” Henry hemen karsı çıktı:
“yi ama topu topu üç kursunumuz kaldı.”
“Sen merak etme, öyle bir pundunu kollayacagım ki bosa tek kursun yakmayacagım.”
Sabahleyin Bill mısıl mısıl uyurken Henry atesi dürtükleyip besledi, sonra da
kahvaltıyı hazırladı. Sonunda arkadasını da uyandırdı:
“Öyle rahat uyuyordun ki uyandırmaya gönlüm razı olmadı bir türlü,” dedi.
Bill kalktı, uykulu uykulu yemegin basına oturdu.
Kahve fincanının bos oldugunu fark edince ibrige dogru uzandı. Ama ibrik
Henry’nin yanında, yetisemeyecegi bir uzaklıktaydı.
“Baksana, Henry,” dedi. “Her seyi eksiksiz hazırladıgına, hiçbir sey
unutmadıgına emin misin?”
Henry çevresine söyle bir göz gezdirdi, evet anlamında basını salladı. O zaman
Bill bos fincanı kaldırıp ona dogru uzattı.
Ama Henry:
“Bu sabah sana kahve yok,” dedi.
Bill, kaygıyla:
“Ne o, bitti mi yoksa?” diye sordu. “Agzından yel alsın!”
“Peki öyleyse, mideme dokunur diye mi vermiyorsun?”
“Yoo...”
Bill’in yüzü öfkeden kıpkırmızı kesildi:
“Yahu, bırak eveleyip gevelemeyi de, ne diye vermiyorsun onu söyle.”
“Fırtına da kaçmıs.”
Bill hiç telasa kapılmaksızın, basa gelen çekilir gibilerden bir havayla agır
agır kafasını çevirip oturdugu yerden köpekleri saydı, sonra serinkanlı bir
tavırla:
“Nasıl oldu peki?” diye sordu.
Henry omuzlarım silkti:
“Ne bileyim. Belki de Tekkulak’ın yardımıyla çözmüstür baglarını. Tek basıma
sökecek degil ya, mutlaka öyle olmustur.”
Bill hiç istifini bozmuyordu ama aslında için için köpürüyordu. Agırbaslı bir
havayla:
“Hay namussuz hay!” diye homurdandı. “Baktı ki kendi kaçamıyor, hiç degilse
Fırtına’yı çözeyim dedi, ha?”
Henry yitip giden bu son köpegin ardından da bir iki laf etmekten alamadı
kendini:
“Her neyse, olan olmus artık, Fırtına’nın çilesi de böylece sona ermis oldu.
Simdi en azından yirmi kurdun kursagında ora senin bura benim tüm ülkeyi dolasıp
duruyordur. Hadi bakalım, Bill, iç simdi kahveni.”
Ama Bill olmaz gibilerden basını salladı.
Henry ibrigi kaldırarak üsteledi:
“Hadi canım, uzun etme de iç iste.”
Bill fincanını bir kıyıya çekti:
“Sözüm sözdür benim, köpeklerden biri daha kaybolursa agzıma bile sürmem dedim,
sürmeyecegim de, iste o kadar.”
Henry hala onu bastan çıkarmaya çalısıyordu:
“immm... kahve de kahve olmus ama ha!..”
Ama Bill tükürdügünü yalamamayı kafasına koymustu bir kez, kahvaltısını kuru
kuruya yedi. Bu arada, oynadıgı oyun için Tekkulak’a verdi veristirdi.
Yine yola koyuldular.
Bill:
“Bu gece birbirlerine ulasamayacakları bir uzaklıkta baglayacagım kerataları!”
diye söylendi.
Yüz metre kadar ya gitmis ya gitmemislerdi ki, önden giden Henry’nin kar
ayakkabısına bir sey takıldı, almak için egildi. Göz gözü görmeyecek kadar yogun
olan karanlıkta aldıgı seyi dogru dürüst fark edemiyordu ama el yordamıyla söyle
bir yoklayınca bunun ne oldugunu hemen anlayıverdi. Aldıgı seyi tutup geriye
dogru fırlattı, kızaga çarpan nesne fırlayıp Bill’in ayakları dibine düstü.
Henry:
“Al sunu, bakarsın isine yarar,” diye seslendi.
Bill bir saskınlık çıglıgı kopardı. Elinde tuttugu sey Fırtına’dan artakalan son
izdi: hayvanın bogazına bagladıgı sopaydı bu!..
“Nerdeyse sopayı bile yiyip yutacaklarmıs yahu!” diye bagırdı. “Uçlarındaki
kayısları bile silip süpürmüsler. Korkunç aç olmalı bu kurtlar. Bu isin uçunda
yan yolda kurda kusa yem olmak da var.”
Henry inatla, kıkır kıkır güldü:
“Simdiye dek kurtlar tarafından hiç böylesine izlendigim olmadı ama, ne vartalar
atlattım ki nelere benzemez! Su lafıma mim koy oglum, böyle bir avuç Allah’ın
belası hayvana kolay kolay papuç bırakacak degiliz, tamam mı!”
Bill umutsuz bir tavırla:
“Umarım öyle olur,” diye mırıldandı.
“Olur mu olmaz mı McGurry’ye vardıgımızda görürsün.”
Bill’un umudu kırılmıstı bir kez:
“Dogrusu benim hiç aklım kesmiyor,” dedi.
Henry:
“Miden bozuk da ondan,” dedi. “Onun için diken üstündesin böyle. Kinin alman
gerek. Su McGurry’ye varır varmaz ilk isim seni kinin kürüne sokmak olacak.”
Bill, arkadasının bu tanısını anlasılmaz bir homurtuyla geçistirdikten sonra
suskunlastı. O gün de öbürkülerden farksız geçti. Saat dokuzda ortalık agardı,
görünmeyen günes ögle üzeri güney ufkunu pembeye boyadı, daha sonra gökyüzü
donuk gri bir renge büründü, üç saat sonra da aksam karanlıgı bastırdı.
Ortaya çıkmak için günesin bosu bosuna çaba harcadıgı bir sırada. Bill kızaktan
tüfegini çekip çıkardı: “Hiç bozuntuya vermeden sen yoluna devam et Henry,”
dedi. “Görelim bakalım ben bir seyler becerebilir miyim?”
Henry:
“Kızagın yanından ayrılmasan fena olmaz,” diye uyardı arkadasını. “Elinde topu
topu üç kursunun var zaten. Ne olur ne olmaz.”
Bill bıyık altından gülerek:
“Ne o, bakıyorum da kötümserlik sana da bulastı galiba?”
Henry sesini çıkarmadı, yalnız basına ilerlemeye basladı. Ara sıra duruyor,
arkadasının daldıgı gri renkli yabani görünüme kaygıyla göz gezdiriyordu. Bir
saat sonra Bill, kızakla uzun dönemeçlerden geçmek zorunda kalan arkadasına
kestirme yollardan gelerek yetisti:
“Genis bir alana dagılmıslar; bir yandan bizim çevremizde dolanıyor, bir yandan
da ötede beride baska avlar bulmaya çalısıyorlar. Bizi çantada keklik görüyorlar
anlasılan. Ama beklemeleri gerektigini de biliyorlar. O zamana kadar da ne
bulurlarsa tıkınmaktan geri durmuyorlar tabii.”
Henry arkadasının sözünü düzeltmek geregini duydu:
“Suna, çantada keklik oldugumuzu sanıyorlar desen daha dogru olacak, öyle degil
mi?”
Ama Bill arkadasının sorusu karsısında hiç oralı olmadı:
“içlerinden birkaçını adamakıllı gördüm. Bir deri bir kemik kalmıslar. Bana
kalırsa haftalardan beri bizim köpeklerden baska bir sey girmemis kursaklarına.
Görsen, öyle zayıflamıslar ki! Kaburga kemikleri birbirine geçmis, karınları
sırtlarına yapısmıs. Bak dediydi dersin, açlıktan kudurup er geç saldıracaklar
bize. ste o zaman halimiz duman.”
Bu kez kızagın ardı sıra ilerleyen Henry’ydi. Bir iki dakika sonra hafif bir
ıslık çalarak arkadasına isaret verdi. Bill dönüp baktı ve köpekleri durdurdu.
Arkalarındaki yolun son dönemecinden dogru, kızagın bıraktıgı iz boyunca, kalın
postlu bir kurt sürüne sürüne ilerliyordu. Koku almak istercesine burnunu yere
egmis, usul usul, hayli garip bir biçimde, koyarcasına yaklasıyordu. Adamlar
durunca o da durdu, basını kaldırıp baktı, burnundan soluyarak koku almaya
çalıstı.
Bill:
“Disi kurt,” dedi.
Karların üzerine yatan köpeklerin önlerinden geçerek arkadasına yaklastı.
Günlerdir kendilerini izleyerek üç köpeklerini bastan çıkarıp ölümlerine neden
olan bu garip yaratıgı birlikte seyre daldılar.
Hayvan dikkatle çevresini kollayarak asagı yukarı yüz metre kalana dek yaklastı,
sakına sakına birkaç adım atıyor, sonra duruyordu. Bir çam toplulugunun yanında
durdu, kendisini seyreden adamlara gözlerini dikip bir süre kokularını almaya
çalıstı. Adamları inceden inceye süzerken tıpkı bir köpek gibi heyecanlıydı,
gelgelelim bakıslarında bir köpegin baglılıgı degilde disleri kadar kıyıcı,
soguk, acımasız bir açlıgın amansızlıgı okunuyordu. Kurda oranla çok iriydi.
Sıska olmasına karsın, vücudu soydaslarının en azmanına yarasacak bir
büyüklükteydi.
Henry:
“Omuz yüksekligi hemen hemen bir metreyi bulur,” dedi. “Boyu da en azından bir
buçuk metre var.”
Bill:
“Bir kurda göre rengi de bir hos,” diye ekledi. “Kırmızı kurt görmemistim hiç,
tarçın rengi desem yeri...”
Gerçekten de hayvanın postu tarçın rengide sayılmazdı pek. Tam kurtlara özgü o
tipik boz rengiydi, ama yer yer gri, yer yer de parlak ve alacalı bulacak garip
bir renkteydi.
Bill:
“Dev bir kızak köpegine benziyor,” dedi. “Kuyrugunu sallarsa hiç sasmam
dogrusu.”
Hay vana dogru bir iki adım atarak:
“Hey, köpoglu, buraya gel bakayım,” diye seslendi. “Gel kuçu kuçu... adın ne
senin?”
Henry gülerek:
“Senden korktugu filan yok,” dedi.
Bill hayvanı korkutmak için elini kolunu sallayarak bagırıp çagırdı, ama
hayvanda korkunun k’si bile yoktu. Yalnızca kulaklarını dikip dikkat kesilmekle
yetindi. Bakıslarında kıyasıya aç ve arzulu bir hava okunuyordu. Bu adamlar et
demekti onun için. Dehsetli açtı. Eger göze alabilse ilk fırsatta üzerlerine
saldırır mideye indirebilirdi onları. Bill hayvanın bakısları karsısında elinde
olmaksızın sesini alçaltarak:
“Dinle, Henry,” dedi. “Gerçi topu topu üç kursunumuz var ama bu uzaklıktan da
onu nallamak isten bile degil. Bu namussuz üç köpegimizin canına okudu. Ne
olursa olsun buna bir dur demek gerek artık, öyle degil mi?”
Henry basıyla onayladı arkadasım. Bunun üzerine Bill kızaktan tüfegi aldı,
omuzuna dogru kaldırdı. Ama daha dogru dürüst nisan almasına fırsat kalmadan
disi kurt yana sıçradı, ladin agaçlarının arasına dalarak yitip gitti.
Bill tüfegi yerine koyarken öfkeyle homurdandı;
“Hay aptal kafam hay! Bendeki de amma akıl ha, köpeklerin yemine ortak olmaya
gelen bir kurt tüfegin ne demek oldugunu bilmez mi hiç! Bak dediydi dersin,
basımıza bela kesilecek bu hayvan. Simdi üç yerine ne güzel altı köpegimiz
olacaktı. Alacagı olsun ama, bak görürsün onu nasıl gebertecegim. Açık hedef
olmayacak kadar kurnaz hayvan, ama pusu kurup isini bitirmezsem bana da Bill
demesinler.”
Henry uyardı arkadasım:
“Fazla uzaklasayım deme sakın. Hayvanlar öylesine aç ki, sürü halinde
saldırırlarsa bırak o üç kursunu harcamayı, gık bile çıkaracak zaman
bulamazsın.”
O aksam erkenden konakladılar. Altı köpegin isini yüklenen üç köpek, kızagı
eskisi gibi hızla sürükleyemiyor, çabucak yoruluyorlardı. Bill, onları
birbirlerinin kayıslarını kesemeyecek kadar aralıklı baglayıp baglamadıgına bir
kez daha baktıktan sonra erkenden yattılar.
Kurtlar artık iyiden iyiye zıvanadan çıkmıslardı, burunlarının dibine kadar
sokuluyorlardı. O gece birkaç kez uyandılar. Kurtların kokusunu duyarak
huysuzlanan köpekler durdukları yerde duramıyor, sık sık hırıldayıp
mızıldanıyorlardı. Bunun üzerine adamlar da kurtları geriletmek için kalkıp
atesi beslemek zorunda kaldılar.
Bill atesi canlandırdıktan sonra, yatagına gömülürken söylenip duruyordu:
“Denizcilerden duymustum, bazı köpekbalıkları gemilerin dümen suyundan hiç
ayrılmazmıs, iste bu kurtlar da karadaki köpekbalıklarını andırıyor. islerini
iyi biliyorlar, sakası yok bu isin. Bak görürsün Henry, eninde sonunda
hesabımızı görecekler...”
Henry öfkeyle çıkıstı:
“Böyle sızlanıp durmakla yenilgiyi simdiden kabullenmis oluyorsun. Yelkenleri
suya indiriveriyorsun hemencecik. Bu gidisle kurtlara sen yem olmayasın da
kimler olsun!”
Bill:
“Bizden çok daha sıkı herifler, nice babayigitler bile kurtların pençesinden
kurtulamamıstır,” dedi.
“Kes artık kafa sisirmeyi be!.. Kabak tadı verdin yahu!..”
Henry öfkeyle sırtını döndü. Dogrusu sasırmıstı biraz, Bill’i azarlamıstı, ama o
sesini bile çıkarmamıstı. Oysa bildi bileli alıngan biriydi. Uykuya dalmadan
önce bu konu üzerinde uzun uzadıya kafa yordu, sonunda:
“Sinirleri çok bozuk,” diye düsündü. “Yarın gönlünü alsam fena olmaz.”

0

3

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ULUYAN AÇLIK

Ertesi gün iyi baslamıstı. Köpeklerden hiçbiri kaçmamıstı. ki arkadaş sessizlik, karanlık ve soguk içerisinde yol alırken eski neseleri yerine
gelmisti. Bill bir gece önceki kaygılarını, karamsar düsüncelerini kafasından silip atmıs gibiydi. Hatta ögle üzeri köpekler bir yol kıvrımında kızagı
devirdiklerinde onlarla alay bile etti.
Kızagın devrilmesiyle ortalık bir anda ana baba gününe dönmüs, ters dönen kızak bir agaç gövdesiyle kocaman bir kayanın arasına sıkısıp kalmıstı. Kızagı
düzeltmek için köpeklerin kosumlarını çözmek zorunda kaldılar. Ama tam ise giristikleri bir sırada Henry, Tekkulak’ın sıvısmak üzere oldugunu gördü.
Yerinden dogrularak hayvana seslendi: “Buraya gel, Tekkulak!..”
Ama hayvan, kosumlarını karlar üzerinde sürükleyerek kosmaya basladı. O sırada disi kurt, arkalarında bıraktıkları yolun üzerinde durmus, köpegin yaklasmasını
bekliyordu. Tekkulak ona yaklasınca birden hızını azalttı, gitgide yavasladı, küçük küçük adımlarla ilerledi sonra durdu. Disi kurdu kuskulu bir dikkat ama
istek dolu gözlerle süzüyordu. Disi kurt da ona cilveli cilveli bakarak sırıtırcasına dislerini gösteriyor, erkegini ürkütmemeye çalısıyordu. Tekkulak’a
dogru yavasça bir iki adım yaklasıp durdu. Tekkulak kuyrugu havada, kulaklarını dikmis, usul usul, sakına sakına yanasıyordu. Disi kurdu koklamaya kalktı, ama
disi kurt kurnazca bir oyunla yine cilveli cilveli geriye sıçradı. Tekkulak ne zaman yanasmaya yeltense hayvan hemen biraz daha geriye sıçrıyor, köpegi
ayartarak, iki adamın koruyucu yakınlıgından uzaklastırıyordu. Tekkulak bir ara sanki bilinçaltı bir dürtüyle tehlikeyi sezinler gibi oldu, oldugu yerde
duraklayarak devrik kızaga, arkadaslarına ve durmaksızın kendisine seslenmekte olan iki adama baktı. Ama tam o sırada disi kurt yanına sokuldu, burnunun hafif
bir dokunusuyla onu kokladıktan sonra yine geriye sıçradı, iste o zaman Tekkulak’ın aklı basından gitti, yeniden disi kurdu izlemeye basladı.
Bu arada Bill’in aklına, kızagın altında kalan tüfegi alıp ates etmek geldi. Ne var ki, Henry’nin yardımıyla tüfegi çekip alana dek, is isten geçmis, Tekkulak
ile disi kurt burun buruna koklasarak kursun menzilinin dısına çoktan çıkmıslardı bile. Tekkulak, yaptıgı yanlıslıgı anladıgında artık çok geçti.
Adamlar Tekkulak’ın nedense birdenbire geri dönüp hızla kendilerine dogru kostugunu gördüklerinde ne oldugunu anlayamamıslardı henüz. Derken, yokus asagı
kosan bir düzine kadar sıska ve boz renkli kurdun, Tekkulak’ın yolunu kesmeye çalıstıklarım gördüler. Disi kurdun az önceki o utangaçça bastan
çıkarıcılıgından eser kalmadı. Kudurmusçasına hırlayarak Tekkulak’ın üzerine saldırdı. Köpek omuzuyla savusturdu bu saldırıyı. Sonra bir yay çizerek kızaga
ulasmaya çalıstı. Ama kurtlar dört bir yandan saldırıya geçerek ötekilere katılıyor, hayvanın önünü kesmeye çalısıyorlardı. Disi kurt ise Tekkulak’ın
hemen kuyrugunun dibinde kovalamacaya devam ediyordu.
Henry birden arkadasının koluna yapısarak: “Nereye gidiyorsun yahu?” diye sordu.
Ama Bill, bir silkiniste kurtuldu ondan: “Öyle yagma yok,” dedi. “Artık sabrım kalmadı, elim silah tuttugu sürece bu namussuzlara bir tek köpek bile kaptırmam, iste o kadar!”
Elinde tüfekle yol kıyısındaki agaçların arasına daldı. Niyeti apaçık ortadaydı. Tekkulak’ın kızaga ulasmak üzere çizdigi yaya kurtlardan önce varıp, gündüz gözüyle ve tüfegin yardımıyla hayvanları korkutacagını umuyordu.
Henry arkasından seslendi: “Gözünü dört aç, Bill, kolla kendini...” Sonra oturup beklemeye koyuldu. Yapacak baska bir seyi de yoktu zaten. Bill’i çoktan gözden kaçırmıstı. Ara sıra Tekkulak’ı görüyordu: Zavallıcık çalılıkların ve agaçların arasında bir görünüp bir kayboluyordu.
Kolay kolay kurtulacaga benzemiyordu pek. Bunu kendisi de anlamıs olacaktı ki daha genis biryay üzerinde çılgınca bir kosu tutturdu. Ardı sıra gelen kurtlar
ise yayın içinden dümdüz kosarak kestirme bir yol izliyorlardı. Tekkulak’ın, kendisini kovalayanları arkada bırakarak, onları atlatıp kızaga ulasabilmesi
mucize gibi bir sevdi artık. Hepsi birden o tehlikeli kesisme noktasına dogru hızla ilerliyordu. Henry, Tekkulak’la Bill’in çalıların ve çamların ardında bir
yerde kurtlar tarafından kıstırıldıgını anlamıstı. Ne var ki umdugundan daha erken olmustu bu, her sey göz açıp kapayıncaya dek olup bitivermisti. Bir silah
sesi, derken onun hemen ardından iki patlama daha isitti. Bill’in kursunu böylece bitmis oluyordu. Sonra korkunç bir gürültü oldu. hırıltılar, havlamalar duyuldu. Tekkulak’ın ortalıgı inleten ölüm çıglıgı geldi kulagına, sonra vurulmus bir kurdun can çekistigini belirten birtakım iniltiler yükseldi. Derken her sey sona erdi. Artık ne acı havlayıslar vardı, ne de vahsi hırıltılar. Her sey suskunlasmıs, ıssız kuzey ülkesinin üzerine yine o derin sessizlik çökmüstü.
Henry oturdugu yerde öylece kalakaldı bir süre. Ne olup bittigini anlamak için oraya gitmesi gereksizdi, gözlerinin önünde olup bitmisçesine her seyi bir bir biliyordu. Bir ara yerinden fırladı, kızaktaki baltayı kaptı, ama yine yerine oturdu, kara kara düsünmeye basladı. O böyle düsünüp dururken geriye kalan iki köpek de tir tir titreyerek kendisine dogru sokuluyordu. En sonunda tüm direncini yitirmisçesine yorgun argın ayaga kalktı, köpekleri kızaga bagladı.
Kendi omuzlarına da bir ip doladıktan sonra köpeklerle birlikte kızagı sürüklemeye basladı. Pek fazla yol almadı. Karanlık bastırır bastırmaz
konakladı, bol bol odun topladı. Köpeklere yemlerini verdikten sonra kendi yemegini pisirdi, karnını doyurdu, yatagını atesin hemen kıyısına yerlestirdi.
Ama mısıl mısıl uyumak kısmet olmadı. Gözlerini yummaya fırsat kalmadan kurtlar iyice yakınma sokuluvermisti. Gözlerini dört açmaya gerek kalmaksızın açık seçik
görebiliyordu onları. Atesin çevresinde halka olmuslardı. Her birini tek tek seçebiliyordu. Kimisi kıvrılıp yatmıs, kimisi oturmus, kimileri de karınları üzerinde öne arkaya sürünüyordu. Uyuyanlar bile vardı. Oldukları yere öylece kıvrılıp tortop olmuslar, kendisine haram olan tatlı bir uykuya dalmıslardı. Atesi besleyip alev alev yanmasını sagladı, kurtların aç disleri arasında paramparça olmamak için tek çıkar yol buydu. Geri kalan iki köpek ondan yardım beklercesine hemen yanı basına sokulmustu. Kurtlardan biri fazla yaklastıgı zaman hemen öfkeli hırıltılar yada ürkekçe mızıltılar çıkarıyorlardı, iste o zaman ortalık birdenbire karısıyor, kızılca kıyamet kopuyordu. Bütün kurt sürüsü ayaklanıyor, öteden beriden tüyler ürpertici ulumalar yükseliyordu. Derken gürültü bir süre sonra diniyor, canavarlar yeniden
uyuklamaya koyuluyorlardı. Atesi saran çember daraldıkça daralıyordu. Sinsi sinsi sürünüyorlardı, avlarının üzerine neredeyse bir sıçrayısta atılacak kadar
yaklasmıslardı. Adam atesin içinden hemen yanan bir odun parçası kapıp sürünün arasına fırlatıyordu. Bu atıslardan biri tam yerini buldu, hayvanlardan birine
çarpan alevli odun hedefini yakmakla kalmamıs tüm sürünün gerilemesine de neden olmustu.
Ertesi sabah hayli bitkin ve uykusuzdu adam. Yemegini alacakaranlıkta yedi. Saat dokuzda ortalık agarıp da sürü geri çekilir çekilmez, geceleyin tasarladıgı isi
yapmaya giristi. Birkaç genç agaç kesti, bunlardan yaptıgı sırıklarla bir iskele kurdu. Daha sonra kızak kayıslarını ip yerine kullanarak tabutu bagladı ve
köpeklerin yardımıyla yukarı kaldırarak agaçların üzerine yerlestirdigi iskeleye koydu. Çalısırken bir yandan da kendi kendine mırıldanıyordu:
“Bill’i mideye indirdiler, bakarsın beni de yutabilirler, ama sıra sana gelince genç dostum, hevesleri kursaklarında kalacak.”
Sonra yine yola koyuldu. Yükü hafifleyen kızagı uçarcasına sürüklüyordu köpekler. McGurry’ye bir an önce varıp rahat bir soluk almak istercesine canlarını dislerine takıyorlardı. Bu arada kurtlar gittikçe daha korkusuzca izlemeye baslamıstı. Avlarının hemen ardından ve yanından ilerlerken, agızlarından sarkan kırmızı dilleri, hareket ettikçe derilerini zorlayan kaburga kemikleri belirgin biçimde görülebiliyordu. Hepsinin de karınları sırtlarına yapısmıs, bir deri bir kemik kalmıslardı. Henry sasıyor, nasıl olup da ayakta durabildiklerine akıl sır erdiremiyordu. Bu kez, karanlık bastırana dek ilerlemeyi göze alamadı. Ögğlenleyin günes güney
ufuklarını aydınlatmıs, üstelik küçük bir parça seklinde de olsa altın renkli yüzünün bir bölümünü göstermisti. Henry, bunu günesli günlerin yeniden
uzayacagının bir belirtisi saydı. Günesin canlı pırıltıları silinir silinmez kamp kurdu. Gerçi ortalıgın adamakıllı kararmasına daha birkaç saat
vardı ama, o bu alacakaranlıktan yararlanıp bol bol odun kesmeyi yeg tuttu. Geceyle birlikte korkulu anlar da baslamıs oldu. Kurtların gittikçe azıtmaları
yetmezmis gibi üzerine çöken bitkinlik ve uykusuzluk tuz biber ekiyordu. Baltasını kucagına aldı, battaniyesine sarındı, atesin yanına bagdas kurdu. Can
yoldaslıgı ettigi köpeklerden biri bir yanında, öbürü öteki yanındaydı. Uyumamak için canını disine takmasına karsın farkında olmaksızın kendinden geçiverdi. Bir
ara uyandı, hemen bes on adım ötesinde gri tüylü kocaman bir kurt duruyordu. Sürünün en azman canavarlarından biriydi bu. Hayvan tıpkı bir köpek gibi miskin
miskin gerinip ona dogru esnedi, istedigi anda mideye indirebilecegi bir yemegi simdilik ertelemis gibi kendinden emin bir hava vardı yüzünde. Zaten hepsinde
aynı güven göze çarpıyordu. Karların üzerinde tembel tembel gezinen ve aç bakıslarla kendisini süzen yirmi kadar kurt saydı. Sofra basına toplanmıs küçük
çocuklara benziyorlardı. Yemege baslayabilmek için analarının izin vermesini bekliyorlardı sanki. Yemekleri ise kendisiydi!.. Bu yemegin ne zaman ve nasıl
baslayacagı sorusu kafasını kemirip duruyordu. Atese odunları atarken birdenbire aklına geliverdi: Vücudunun ne denli olaganüstü bir varlık olduguna simdiye dek hiç mi hiç dikkat etmemisti. Kımıl kımıl oynayan kaslarına baktı, hayran olunası bir düzenle isleyen parmaklarım gözden geçirdi. Atesin ısıgında parmaklarını birer birer
oynattı, sonra hepsini birden açıp kapayarak sanki bir seyi kavrarcasına hareket ettirdi. Tırnaklarını ilgiyle inceledi, duyularının ne gibi bir tepki
gösterecegini anlamak için parmak uçlarını sert ve yumusak vuruslarla yokladı. Büyülenmis gibiydi sanki böylesine güzel ve düzenli bir biçimde çalısan, incecik
hareketlerle istencine hemen boyun egiveren vücudunun bu yetkin yaradılısı karsısında hayranlık duymaktan alamadı kendini. Sonra çevresinde sabırsızca
beklesen canavarlara baktı korkuyla. Birden korkunç bir düsünce dogdu kafasında; demek bu yetkin vücut, bu dipdiri et, çevresini saran su aç yaratıkların bir an
önce yiyip yutmaya can attıkları bir lokmadan, sivri disleriyle paramparça yapacakları lezzetli bir yiyecekten baska bir sey degildi ha! Demek yalnızca bir yemekti onlar için, tıpkı bir geyigin yada bir tavsanın, kendisi için istah açıcı bir yiyecek olusu gibi...
Karabasanlarla dolu kısacık uykusundan irkilerek uyandıgında, kızıl postlu disi kurdu gördü. Birkaç adım ötesinde karların üzerine çökmüs, gözlerini dikmis, öylece bakıp duruyordu. Ayaklarının dibinde büzülmüs yatmakta olan köpekler huzursuzca inleyip hırlıyor, ama disi kurdun bastan çıkarıcılıgına kanmıyorlardı. Disi kurt gözlerini adamdan ayırmıyordu. Kendisini dikkatle, düsünceli düsünceli süzen kurdun bakıslarında, açlıgın korkunç acısını okudu adam. Görünüsüyle hayvanın agzını sulandıran bir yiyecekten baska bir sey degildi. Disi kurt agzını açtı, çok geçmeden mideye indirecegini umdugu yemegin zevkiyle dilini sapırdatıp yalandı.
Adamın yüregine çılgınca bir korku düstü ansızın. Hayvana fırlatmak üzere yanmakta olan bir odun parçasına dogru uzandı, ama daha oduna dokunmaya kalmadan
disi kurt bir sıçrayısta kalkıp kaçıverdi. Işte o zaman hayvanın kendisine bir seyler fırlatılmasına alıskın oldugunu anladı. Hırlayarak geri çekilirken
hayvanın suratındaki düsünceli anlam silinmis, adamın yüregini taa derinden hoplatan aç ve istek dolu bir kin bürümüstü.

[yandx]karaman-olga-karaman/5g7vshbnj5.1600[/yandx]

Gözleri, yanan odun parçasını
kavrayan eline kaydı; parmakları, odunun kaba kabugunu oksarcasına sıkıyor,
atesli ucuna fazla yaklasan serçe parmagı sıcaklıgın etkisiyle kendiliginden
geri çekiliyordu. O anda, böylesine ince bir duyarlıga sahip ince parmakların,
disi kurdun bembeyaz “disleri arasında kıtır kıtır ezilip un ufak oldugunu görür
gibi oldu. Vücudunu su anki kadar sevmemisti hiç, evet, bu denli sevmemisti hiç.
Bütün gece pundunu kollayan aç kurtların saldırısını alevli odunlarla
savusturdu. Kendini onca zorlamasına karsın arada bir dalıp gittigi de olmuyor
degildi, ama köpeklerin hırlamaya baslamasıyla hemen uyanması bir oluyordu.
Ortalık agardı. Ne var ki, gün ısıgı kurtlara vız geliyordu artık. Adam çekilip
gitmelerini bosu bosuna bekledi durdu. Çevresinden ayrılmaya niyetleri yoktu
kurtların, hatta öylesine küstahça bir güven içindeydiler ki, günün ısımasıyla
biraz olsun yerine gelen cesareti gitgide kırılmaya baslamıstı. Çemberi yarıp
çıkmayı deneyecek oldu, ama atesin koruyuculugundan çıkar çıkmaz, sürünün en
gözüpeklerinden olan bir kurt üzerine atıldı. Kıl payıyla kurtuldu bu
saldırıdan. Hayvanın disleri neredeyse bacagına degecek bir yakınlıkta
takırtıyla kapanmıstı. Adam can havliyle atesin yanına zor attı kendini. Derken,
bütün sürü bir anda saldırıya geçti. Durmaksızın çevresine saçıp savurdugu
alevli odunlarla bu saldırıyı püskürtmeyi basardı. Güpegündüz olmasına karsın,
odun kesmek için atesin yanından uzaklasmayı göze alamadı. Bes altı adım
ötesinde kocaman, kuru bir agaç ilisti gözüne. Yarım gün boyunca atesi bu agaca
dogru aktarmaya ugrastı. Çalısırken alevli bir odun parçasını elinden eksik
etmiyor, bu sayede kurtların yaklasmasını önlemeye çalısıyordu. Agacın yanına
tasınınca yakacagın en bol oldugu yönü anlamak için ormanı gözden geçirdi. Sonra
agacı keserek o yöne dogru devirdi.
O gece de bir öncekinden farksızdı. Ne var ki direncini gitgide yitiriyor,
gözlerinden uyku akıyordu. Köpeklerin hırlamaları bile artık ninni gibi
geliyordu ona. Zaten hiç durmaksızın hırladıkları için uyarıcı olmaktan
çıkmıslardı; adam, uyusmus duyularıyla tehlikeyi bildiren hırıltıların artıp
artmadıgını bile dogru dürüst anlayamaz olmustu. Nasıl olduysa, bir ara uyandı.
Disi kurt bir metre ötesinde durmus, bekliyordu. Elini bilinçsizce uzatıp atesin
içinden alev alev yanan bir odun parçası çekti ve hayvanın üzerine dogru
savurdu. Canı yanan hayvan geri çekilirken acı acı haykırdı. Henry burnuna gelen
yanık et ve kıl kokusuna sevinedursun, disi kurt da az ötede öfkeyle hırlıyor,
basını sallıyordu. Yeniden uykuya dalmadan önce sag eline bir ucu yanmakta olan
bir odun bagladı. Uyku agır basıp da gözleri yumulunca, gitgide elini yakmaya
baslayan odunun atesli ucu ister istemez uyandırıyordu onu. Böylelikle bir iki
saat kadar kestirdi. Her uyanısında çevreye alevli odunlar fırlatarak kurtları
geri çekilmeye zorluyor, eline yeni bir odun parçası bagladıktan sonra yine
uykuya dalıyordu. Ama, sıkı baglamadıgı için mıdır nedir, bir ara odun gözlerini
yumar yummaz elinden kayıp düstü. Düs görüyordu o sıra, güya McGurry’ye
varmıstı. Sıcacık bir odada iskambil oynuyordu. Bulundukları binanın çevresini
kurtlar sarmıstı. Kapının önünde yırtınırcasına uluyordu kurtlar. Arada sırada
kendisi ya da oyun arkadasları kartları bırakarak dısardaki ulumalara kulak
veriyor, içeri girmek için bos yere çabaladıkları düsüncesiyle canavarlara gülüp
geçiyorlardı. Acaip bir düstü bu. Derken gürültüler birdenbire arttı, kapı
beklenmedik bir anda kırılarak ardına dek açıldı. Kurtların, oturdukları odaya
dalıp üzerlerine üsüstüklerini gördü. Gürültüler ve korkunç ulumalar kulaklarını
tırmalarcasına bir hal almıstı. Görüntüler giderek degisti, ama ulumalar
anlasılmadık bir biçimde sürüyor, bir türlü kesilmek bilmiyordu.
Birden uyanıverdi, ve aynı anda bu ulumaların gerçek oldugu kafasına dank etti.
Kurtlar, tüyler ürpertici sesler çıkararak uluya hırlaya üzerine saldırıyordu.
içlerinden biri dislerini koluna geçirmisti bile. Can havliyle kendini atese
attıgı sırada bu kez bacagına baska dislerin saplandıgını duydu. Hemen atesli
odunlara sarıldı. Kalın eldivenler ellerini yanmaktan koruyordu. Alevli odunları
dört bir yana rasgele fırlatmaya devam etti. Kamp atesi bir yanardagı
andırıyordu simdi. Gelgelelim, atesin dayanılmaz sıcaklıgı suratım kasıp
kavuruyordu. Kirpikleri ve kasları tütsülenmisti. Ayak tabanları atese dayanamaz
olmustu. Her iki elinde alev alev yanan birer odunla atesin içinden sıçrayarak
dısarı fırladı. Bu zorlu saldırı karsısında kurtlar bozguna ugradı. Kızgın
korlar karlara düser düsmez cızırtılar çıkarıyordu. Kurtlardan kimileri bu
korlara bastıgı zaman can acısıyla sıçrayarak öfke içinde hırlıyordu.
Kendisine en yakın olan kurtların ardı sıra birkaç alevli odun daha fırlattıktan
sonra yanık eldivenlerini çıkarttı. Kavrulan ayaklarını serinletip acımsı biraz
olsun dindirmek için karların üzerinde hoplayıp zıplamaya basladı. Köpekler
kayıplara karısmıstı. Demek ki onlar da Sisko ile baslayıp kendisiyle bitecek
olan sölen sofrasında kurtların dislerinin kovuguna bile sıgmayacak kadar küçük
birer lokma olmaktan öteye gidememislerdi.
Yumrugunu sıkarak aç hayvanlara dogru bagırdı:
“Pençenize düsmedim henüz!..
Bu davranısı ortalıgı velveleye vermeye yetti. Kurt sürüsü kaynasmaya, kulak
tırmalayıcı hırıltılar çıkarmaya basladı. Disi kurt sakına sakına sokuldu, aç
gözlerini merakla adama dikti. O anda parlak bir fikir geldi adamın aklına,
hemen ise giristi. Çevresini atesten bir halkayla kusattıktan sonra
battaniyelere sarınıp halkanın tam göbegine oturdu. Ates çemberinin ardında
görünmez olmustu simdi. Kurt sürüsü hemen atesin çevresini alıp meraklı gözlerle
bakmaya basladı. O zamana dek yaklasmaya korktukları atese sokulmaya cesaret
ediyor ve alıskın olmadıkları bu sıcaklık karsısında gözlerini kısarak gevsek
gevsek gerinip esniyorlardı. Disi kurt gelip arka ayakları üzerine çöktü,
yıldızlara bakarak ulumaya koyuldu. Öbür kurtlar da birer ikiser ulumaya
basladılar. Çok geçmeden tüm sürü, basları yıldızlara kalkık bir durumda koro
halinde uluyordu. Ortalık aydınlanmaya yüz tuttu. Gün ısıdıgında adam bir kez
daha denedi ates çemberinin dısına çıkmayı. Aynı anda kurtlar saldırıya geçti.
Oysa adamın ne pahasına olursa olsun mutlaka odun toplaması gerekiyordu. Çünkü
odunu tükenmis ve ates iyiden iyiye azalmıstı. Üstüne üstlük, savurdugu atesler
de kurtları korkutmaz olmustu artık, bir iki sıçrayısta bu atısları
savusturmasını ögrenmislerdi. Bu sekilde kaçacaklarından umudunu kesince çaresiz
yeniden ates çemberinin içine girdi. Ama son anda kurtlardan biri üzerine
atladı. Uzaklıgı iyi ayarlayamayan hayvan atesin içine düstü. Korkunç bir çıglık
kopararak dısarı sıçradı, yanan pençelerini sogutmak için karların üzerinde seke
topallaya kosmaya basladı.
Adam battaniyelerin üzerine bagdas kurup oturdu. Vücudunu öne egdi, bası ve
omuzları dizlerine dogru sarktı. Umutsuzluga kapılıp savası bırakmıs gibiydi.
Arada bir basını yavasça kaldırıyor, gitgide sönmekte olan atese bakıyordu. Ates
çemberinin orasında burasında açılan gedikler her an biraz daha genisliyordu.
“Bu gidisle çok geçmeden beni de mideye indireceksiniz,”
diye kendi kendine mırıldandı adam. “O zamana dek biraz kestireyim bari.”
Bir ara uyandı, alevler arasındaki boslukta disi kurdu gördü, kıpırdamadan
duruyor, kendisine bakıyordu. Az sonra yine uyandı. Aradan saatler geçmisti
sanki. Çevresine bakındı, ortalıkta garip bir degisiklik vardı. Uyku akan
gözleri saskınlıktan faltası gibi açıldı. Olup bitenleri dogru dürüst
kavrayamıyordu bir türlü. Nasıl olduysa olmus, kurtlar ortadan yok olmustu.
Yanında yöresinde canavarların ayak izleri göze çarpıyordu, demek bunca yakınına
dek sokulmuslar ve sonra da her nasılsa çekip gitmislerdi. Kafasını toplayamadan
yine uyku bastırdı. Bası önüne düstü. Derken, birdenbire yerinden fırladı:
Birtakım sesler geliyordu kulagına. nsan bagırtıları, kar üstünde kayan kızak
gıcırtıları, kayıs sakırtısı, köpek havlamaları isitiyordu. Birden, buz tutmus
ırmak yatagından dört kızagın çıktıgını, agaçların arasından ilerleyerek kampa
dogru yaklastıklarını gördü. Sönmek üzere olan ates çemberinin ortasında oturan
adamın çevresini bir an yarım düzine kadar adam sardı. Onu dürtükleyip sarsmaya,
uyandırmaya çalıstılar. Adamların suratına kendinden geçmis bir halde bakmaya,
uyku sersemligiyle sayıklarcasına konusmaya basladı:
“Kızıl yeleli disi kurt... köpeklerin yemegine dadandı... Önce köpeklerin
yemini, ardından köpeklerin kendilerini, daha sonra da Bill’i... yedi...”
Adamlardan biri sarsarak kulagına egildi ve: “Lord Alfred nerde?” diye sordu.
Henry basını saga sola sallayarak: “Hayır, ona dis geçiremediler,” dedi. “En son
konakladıgımız yerde, agacın tepesinde duruyor...”
“Ölü mü?”
“Evet, tabutta...”
Henry, kendisini soru yagmuruna tutan adamın elini omuzundan öfkeyle itti:
“Kes artık da rahat bırak beni, tamam mı... Sıfırı tüketmis durumdayım
baksana... Eh, hepinize iyi uykular hadi...”
Gözleri kapandı, çenesi gögsü üzerine düstü. Battaniyelerin üzerine
yatırmalarına kalmadan, büyük bir gürültüyle horul horul uyumaya basladı.
Ortalıgı inleten bu horultulara taa uzaklardan kopup gelen baska sesler
karısıyordu. Bunlar, ellerinden kaçırdıkları insandan sonra yeni avlar pesine
düsen aç kurt ulumalarıydı.

0

4

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
DSLERN SAVASI
Yaklasmakta olan insanların gürültüleriyle köpek havlamalarını ilk isiten ve
gitgide sönen ates çemberinin içindeki adamı bırakıp kaçan disi kurt olmustu.
Oysa sürünün öteki kurtları nicedir inatla kovaladıkları avı kolay kolay bırakıp
gitmek istememislerdi. Disi kurdu izlemeden önce, gürültülere bir süre daha
kulak kesilmisler ve ancak tehlikenin yaklastıgından iyice emin olduktan sonra
çekip gitmislerdi. En önde, sürünün en azmanlarından biri olan gri tüylü dev bir
kurt gidiyor, ötekileri disi kurdu izlemeye zorluyordu. Genç kurtlardan biri
kendisini geçmeye kalkıstıgı zaman gözdagı verircesine hırlayıp ısırıyordu.
Bembeyaz kar tabakası üzerinde agır aksak ilerleyen disi kurdu görünce hızını
artırdı.
Disi kurt, gri tüylü sürübasının yanı sıra kosmaya baslamıstı. Kendine bu yeri,
sürübasının yanını layık görüyordu. Gri tüylü kurt ona hosgörüyle davranıyor,
hırlayıp kızmak söyle dursun, bir iki adım öne geçecek olsa bile disleriyle
saldırmaya kalkmıyordu. Tam tersine büyük bir yakınlık gösteriyor, disisine
sokulmaya çalısıyordu. Gelgelelim, böyle zamanlarda disi kurt onu hırıltıyla
disliyor, beriki de bu hoyratlık karsısında ses çıkarmaksızın geri sıçrıyor,
utangaç bir asık
gibi sevgilisinin ardısıra kös kös ilerliyordu. Gri tüylü sürübasının tek derdi
bu kadarcıktı. Oysa disi kurdun basında bir baska dert daha vardı. Öbür yanında
zayıflıktan tiridi çıkmıs yaslı bir kurt ilerliyordu. Yer yer kellesmis olan
postu, nice çatısmalardan, sayısız savaslardan arta kalan yara bere izleriyle
doluydu. Bir gözü kördü, saglam gözü solda oldugundan disi kurdun sagından
gidiyordu hep. Fırsat buldukça disiyi sıkıstırmaya, vücudunu yalamaya, omuzuna
ya da boynuna sürtünmeye çalısıyordu. Ne var ki disi kurt ona da yüz vermiyor,
solundaki asıgına yaptıgı gibi ihtiyar Tek Göz’e de dislerini gösterip yana
çekilmeye zorluyordu. kisi birden sıkıstırmaya basladıgı zaman da hem sag hem
de sol yanma savurdugu sert dis darbeleriyle onları uzaklastırıyor; bu arada
hızlarına ayak uydurarak sürüden kopmamaya ve bastıgı yere dikkat etmeye özen
gösteriyordu. Böyle anlarda iki rakip birbirlerine yiyecekmisçesine bakıyor, dis
bileyen hırıltılarla birbirlerine gözdagı veriyorlardı. Kıskançlıkları ve disiye
sahip olma hırsıyla birbirlerini paramparça etmeleri isten bile degildi, ne var
ki açlık duygusu daha baskın çıkıyordu.
htiyar Tek Göz, aklını basından alan disi kurdun saldırısından kaçınmak için ne
zaman yana çekilecek olsa, kör gözünün bulundugu sag tarafta kosmakta olan daha
genç, üç yasında baska bir rakibine tosluyordu.Bu genç ve iri kurt, sürünün öbür
çelimsiz ve aç hayvanlarına oranla çok daha güçlü kuvvetli, çok daha gözüpek
sayılırdı. Ama ihtiyar Tek Göz’ün yanısıra ilerlerken ihtiyatı elden bırakmıyor,
kör hayvanı hızını geçmeyecek biçimde ayarlamaya çalısarak basını onun omuz
dogrultusunda tutmaya özen gösteriyordu. Yanında ilerlerken azıcık öne geçecek
olsa ihtiyar kurt hemen saldırıp eski yerine itiyordu onu. Genç kurt kimi zaman
geride kalıyor, sürübası ile disi kurdun arasına girmeye çalısıyordu. Böyle
zamanlarda iki, hatta üç taraftan saldırıya ugruyordu. Disi kurt hosnutsuzlugunu
belirten bir hırıltıyla dislerini gösteriyor, ihtiyar Tek Göz kudurmusçasına
saldırıyor, derken, bu kavgaya genç sürübası da katılıyordu.
Genç kurt bu saldırı üzerine hemen geri çekilerek arka ayakları üzerine çöküyor,
tüylerini kabartıyordu. lerleyen sürünün önündeki duraklamalar gerideki
hayvanlar arasında büyük bir kargasalıga yol açıyor, tüm sürü allak bullak
oluyordu. Arkadan gelen kurtlar hızlarını alamayarak birbiri ardından ona
bindiriyor, sırtını ve art ayaklarını tırmalayıp ısırıyorlardı. Genç
kurdun canını yakan bu azgın öfke yavas yavas sürüdeki tüm hayvanlara bulasmaya
baslıyordu. Zaten canları burunlarında olan hayvanların kızgınlık ve
hosnutsuzlukları açlıgın etkisiyle daha da artıyordu. Ama o, gençligin verdigi
kırılmak bilmeyen bir umutla yaklasma çabalarını sürdürüyor, bütün bu
saldırıları hiçe sayarak disi kurda sokulmaktan geri durmuyordu.
Açlık bellerini bükmese, ask ve kavga gırla gider, zamanla sürü birbirine
düserdi. Gelgelelim bu kez gerçekten berbat durumdaydılar... Kıtlık yüzünden
iyice elden ayaktan düstükleri için eskisi gibi hızla yol alamıyorlardı artık.
Çelimsizler, yavrular ve yaslılar gittikçe arkada kalıyordu. Sürünün öncü
grubundaki en güçlü kuvvetli kurtların bile derileri kemiklerine yapısmıstı
nerdeyse. Her seye karsın yine de fazla yorulmayacak bir biçimde yol almaktan
geri durmadılar.
Sakat hayvanlar bu hıza ayak uyduramıyordu. Hiç bitip tükenmeyecekmisçesine
isleyen çelik gibi kasları vardı. Hiç durmaksızın çalısan, habire isleyen bu
kaslar sonsuz bir enerji kaynagıyla besleniyordu sanki. Gece gündüz demeyip,
kilometrelerce yol aldılar. Ertesi gün de ilerlediler. Soguk, ölü bir dünyanın
uçsuz bucaksız toprakları üzerinde akıp gidiyorlardı. Çevrelerinde hiçbir yasam
belirtisi yoktu. Bu tüyler ürpertici vahset diyarında kendilerinden baska en
ufak bir canlılık kımıltısı yoktu. Yalnızca kendileri vardı canlı olarak. Oysa
yasamak için parçalayıp yiyebilecekleri baska canlı yaratıklar bulmak
zorundaydılar. Buzlu suların aktıgı bayırlardan ve ırmaklardan geçerek alçak bir
vadiye geldiler. Canlarını dislerine takarak verdikleri savasın ödülüne burada
kavusmuslardı. Ortalıkta geyik izleri vardı. Çok geçmeden dev bir geyige
rastladılar. Yasam vardı bu vadide, et vardı. Üstelik bu yasayan et, ne gizemli
bir ates ne de uçusan
kursun parçalarınca korunuyordu. Genis, ayrık ayaklar ve çatallı boynuzlarla
nasıl bas edeceklerini iyi biliyorlardı. O her zamanki sabır ve dikkatleriyle,
bu silahların hakkından gelmeleri isten bile degildi. Nitekim, kısa süren,
kıyasıya siddetli bir çarpısma oldu. Geyik, kurtları yara bere içinde bırakıyor,
isabetli çiftelerle beyinlerini dagıtıyor, boynuzlarını batırıyor, tepinirken
kemiklerini kırarcasına kurtları eziyor, yılmadan sonuna dek saldırdıkça
saldırıyordu. Gelgelelim kurtulması olanaksızdı. Disi kurt hayvanın gırtlagına
sarılır sarılmaz ötekiler de üsüsüp, dislerini geçirdiler. Savas sona ererken
hala debelenmekten geri durmayan geyik, canlı lokmalar halinde kurtların
midesine iniverdi. Artık bol bol yiyecekleri vardı. Geyigin agırlıgı dört yüz
kiloyu askındı, bu durumda kırk hayvanlık sürü üyelerinin her birine asagı
yukarı onar kilo düsmüstü. Uzun süredir açlık çekip kıt kanaat geçinmesini bilen
kurtlar simdi bol bol, doya doya et yiyerek açlıgın acısını çıkardılar. Az önce
bütün sürüye büyük bir dirençle kafa tutan geyikten geriye kala kala birkaç
kemik parçası kalmıstı simdi. isleri bitince uykuya çekilip dinlenmeye
koyuldular.
Ama karınlarını tıka basa doyurmus olan genç kurtlar arasında kavgalar patlak
verdi. Bu dalasmalar ve kıskançlıklar sürü dagılıncaya dek sürüp gitti. Hem
kıtlık dönemi de son bulmustu artık. Üstelik bol bol avlanabilecekleri bir yere
gelmislerdi. Ama yine de ihtiyatsızlık etmiyorlar, av olarak sakat ve zayıf
hayvanları seçmeye özen gösteriyorlardı.
Gel zaman git zaman, bu bolluk ülkesinde sürü bir gün ikiye bölündü. Gruplar
degisik yönlerde yola koyuldular. Disi kurt bir yanında genç sürübası, öbür
yanında ihtiyar Tek Göz oldugu halde, arta kalan grubun basına geçti. Mackenzie
Irmagı’nı izleyerek sürüyü dogudaki göller yöresine götürdü. Bu grup da her
geçen gün biraz daha azalıyordu. Disi ve erkek esler birer ikiser alıp baslarını
gidiyorlardı. Kimi zaman essiz kalmıs kurtlar bu çiftlerden birinin ardına
düsecek oluyorlarsa da, rakiplerinin yırtıcı dislerine hedef olmamak için ister
istemez çekip gitmek zorunda kalıyordu. Bir, iki derken sonunda kala kala dört
kurt kaldı:
Disi kurt, sürünün basını çeken genç önder, Tek Göz ve üç yasındaki genç kurt.
Disi kurt bu durumda daha da hırçınlastı. Çok geçmeden üç asıgının da
postlarında disi kurdun sivri disleriyle açtıgı yara bere izleri belirdi. Ne var
ki kendilerini korumak için hiçbiri karsı koymaya kalkmıyor, ona saldırmıyordu.
En amansız saldırılarına omuz çevirip, kuyruk sallıyor, kur yaparcasına
çevresinde dört dönerek öfkesini yatıstırmaya çalısıyorlardı. Bununla birlikte,
disi kurda ne denli hosgörüyle davranırlarsa, birbirlerine de o denli amansız
davranıyorlardı. Üç yasındaki genç kurt bir gün iyice zıvanadan çıktı. Tek
Göz’ün görmez yanından saldırarak kulagım parça parça etti. Gerçi kocamıs kurt
yalnız bir yanım görebiliyordu ama onca yılın deneylerim ve görmüs
geçirmisligini yabana atmamak gerekirdi, nitekim düsmanının gençligi karsısında
bundan bol bol yararlanmasını bildi. Yitirdigi gözü, yara bere içindeki agzı ve
burnu,
kolay yutulacak bir lokma olmadıgının en büyük kanıtıydı. Ne dövüsler geçmisti
basından, neyi nasıl yapacagını simdi çok iyi biliyordu artık. Dövüs dürüstçe
basladı, ne var ki öyle sürüp gitmedi. Gerçi sürübası olan kurt ihtiyarın
yanısıra genç kurda karsı cephe almasaydı isin nereye varacagı yine de belli
olmazdı. Gözünü kan bürüyen genç kurda ikisi birlikte saldırdı. Genç kurt, eski
dostları’nın dislerini tüm vücudunda duyuyordu. Öldüresiye ısırıyordu bu disler.
Birlikte avlandıkları günler, açlıga omuz omuza katlandıkları o kıtlık
dönemleri, unutulup gitmisti. Ask gözlerini döndürmüstü, simdi karın doyuracak
av bulmaktan daha önemli ve daha acımasız bir isin esigindeydiler.
Bu kavgaya neden olan disi kurt bir kıyıya çekilip oturmus, kılını
kıpırdatmaksızın onları seyrediyordu. Keyfine diyecek yoktu dogrusu. Onun
günüydü bu gün; böylesi kırk yılda bir yasanırdı. Kendisine sahip olmak isteyen
asıkları birbirlerine karsı tüyler ürpertici bir ölüm-kalım savası veriyor, dise
dis bogusuyorlardı. Belki de ilk kez basından geçen bu ask serüveninin sonunda
üç yasındaki genç kurdun postu elden gitti. Parçalanmıs cesedinin iki yanında
duran rakipleri, oturdugu yerden kendilerine keyifli keyifli sırıtan disi kurda
bakıyorlardı, ihtiyar Tek Göz yalnızca kavgada degil ask konusunda da çok
akıllıydı. Gri tüylü sürübası, aldıgı bir yarayı yalamak için bos bulunup
kafasını döndürmüs, böylelikle bogazını açıkta bırakarak düsmanına göstermisti.
Kocamıs kurdun tek gözünden kaçmamıstı bu, fırsat bu fırsattı. Bir sıçrayısta
düsmanına ulastı ve dislerini gırtlagına gömdü. Keskin dislerim derinlere
saplayarak hayvanın gırtlagım parçaladı, sah-damarını koparıp attı, sonra
gerisin geri eski yerine sıçradı.
Genç sürübası korkunç bir hırıltı kopardı, sonra aksırıp tıksırmaya, kanlı
hıçkırıklar çıkarmaya basladı, ama yılmadan usanmadan karsı koydu, son solugunu
verene dek dövüsmekten geri durmadı.Bu arada disi kurt hiç istifini bozmadan,
büyük bir keyifle izliyordu olup bitenleri. Zevkten dört köse olmustu adeta.
Hoslanıyordu kavgadan. Vahsice bir ask yarısmasıydı bu, yabani diyarın ask
trajedisiydi. Gelgelelim yalnızca ölen için trajediydi. Oysa sag kalan için bu
bir zafer demekti. Düsmanı bir daha hiç kıpırdamamacasına yere serilip kalınca,
Tek Göz genis adımlarla disi kurda yöneldi. Magrur bir sakınganlık okunuyordu
tavırlarında. Disi kurdun saldıracagım ummustu; ama tam tersine, sevgilisinin
öfkeyle hırlayıp dislerini göstermedigini
görünce afalladı. Disi kurt, hoplayıp zıplıyor, çevresinde cilveli cilveli dört
dönüyor, kokluyordu onu. htiyar kurt onca yılın verdigi agırbaslılıgına ve
görmüs geçirmisligine karsın, en az disisi kadar çocuksu bir saflıkla
davranıyordu.
Karlar üzerine kanla yazılan acı ask öyküsü ve rakipler unutulmustu simdi. Tek
Göz yaralarını yalamak için bir ara durdu ve o zaman yere serdigi düsmanı birden
aklına geldi. Dudakları büküldü, disleri ortaya çıktı, bögründeki ve boynundaki
tüyler dimdik kesildi, ön ayaklarını karlara gömüp bastırdı, sıçrayacakmısçasına
gerildi. Ama tam o sırada disisinin agaçlar arasına daldıgını görüp yatıstı,
onun ardısıra o da ormana daldı.
O günden sonra anca beraber kanca beraberdiler, içtikleri su ayrı gitmiyordu
artık. Günler günleri kovalıyor, onlar birlikte yatıp kalkıyor, birlikte
avlanıyor, kurbanlarını elbirligiyle öldürüyor ve bas basa yiyorlardı. Bir süre
sonra disi kurtta huysuzluk belirtileri basgösterdi. Sanki bir seyler ararcasına
kayalar arasındaki oyukları inceliyor, çukurlara dalıp çıkıyor, dik su yatakları
boyunca karsılastıkları magaraları inceden inceye arastırıyordu. Bu
arastırmaların Tek Göz için hiçbir anlamı yoktu, ama yine de mırın kırın
etmeksizin disisinin ardı sıra dolanıp durdu. Arastırmacı, dalıp çıktıgı
yerlerde fazla oyalansa bile yan gelip sabırla bekliyordu.
Belirli bir yerde kalmadan Mackenzie Irmagı’na dek yol alıp. Kuzey ülkesini bir
uçtan bir uca geçtiler.
Irmak boyunca agır agır ilerlerken avlanmak için arada bir iç kısımlara
dalmaktan geri durmuyor, ama her seferinde yine ırmak boyuna geri geliyorlardı.
Arada sırada baska kurtlarla karsılasıyorlardı. Bunların çogu es es dolasıyordu.
Ama birbirlerine pek yüz vermiyor, bu karsılasmadan ötürü hiçbir sevinç
belirtisi göstermiyor, sürü halinde toplanmaya yanasmıyorlardı. Kimi zaman da
yalnız basına orada burada sürtüp duran kurtlara rastladılar. Böyle durumlarda
çogu erkek olan bu kurtlar onlara katılmak isterlerdi. Tek Göz kesinlikle göz
yummazdı buna. Öte yandan disi kurt tüylerini kabartıp dislerini gösterir,
meydan okurcasına erkeginin yanında yer alır, bunu gören essiz kalmıs kurt
kuyrugu kısıp tırıs tırıs kendi yoluna gitmek zorunda kalırdı.
Ay ısıgıyla ortalıgın pırıl pırıl aydınlandıgı bir gece ıssız ormanlarda
gezinirken Tek Göz birdenbire oldugu yere çivilendi. Basını kaldırdı, kuyrugunu
dikti, burun deliklerini iyice açıp ortalıgı dikkatle koklamaya basladı. Bir
ayagını tıpkı köpekler gibi havada tutuyordu.
Sezinledigi seyin ne oldugunu bir türlü kavrayamıyor, havadaki tehlike uyarısını
çözebilmek için kokladıkça kokluyordu. Bu arada ortalıgı söyle bir koklar gibi
yapan disi kurt erkegini yatıstırmak istercesine hiç istifini bozmadan yine yola
koyulmustu. Gerçi Tek Göz izlemesine izliyordu disisini ya, yine de bocalıyor,
iki adımda bir duraklayıp çevreyi kolaçan etmekten kendini alamıyordu. Disi kurt
çevresi agaçlarla kaplı bir düzlüge yöneldi usul usul. Bir süre oracıkta tek
basına durdu, çok geçmeden Tek Göz de sokuldu yanına; kulak kesilip ortalıgı
gözden geçirmeye, koku almaya çalıstılar. Önce köpek havlamaları geldi
kulaklarına, hemen ardından erkek haykırısları ve keskin kadın bagırtıları ile
bir çocuk ciyaklaması isittiler. Deriden yapılma büyük çadırlardan baska
görülmeye deger bir sey yoktu. Zaman zaman atesin önünden geçen birkaç kisinin
karaltıları görünüyor, atesin dumanları durgun gökyüzüne dogru tembel tembel
yükseliyordu. Kızılderili kamplarına özgü türlü türlü kokular geliyordu
burunlarına. Bu kokular gerçi Tek Göz’de hiçbir çagrısım uyandırmıyordu, ama
disi kurda tüm ayrıntılarıyla bildigi bir öyküyü anımsatıyordu. Disi kurt tuhaf
bir coskunluk içinde ürperiyor, gitgide artan bir ilgiyle çevresini kokluyordu.
Oysa Tek Göz kaygılıydı, bir an önce çekip gitmeye can atıyordu. Disi kurt
sakinlestirmek istercesine agzıyla erkeginin boynuna dokundu, sonra yine kampa
dikti gözlerini. Garip bir hava yerlesmisti suratına, gelgelelim açlık hırsı
degildi bu. Simdi atesin yanma gidip ısınmak, köpeklerle dalasmak için yanıp
tutusuyor, bir asagı bir yukarı giden insanların ayakları dibinde oynasma istegi
ile kıvır kıvır kıvranıyordu. Tek Göz huzursuzca kıpırdandı, onun huzursuzlugu
disi kurda da bulastı. Aradıgı seyi bulmak zorunda oldugunu anımsadı birden.
Dönüp ormana dogru yürümeye basladı. Tek Göz rahat bir soluk aldı o zaman
öne atılıp agaçların gölgesine varıncaya dek disisinin önü sıra gitti. Ay ısıgı
altında süzüle süzüle ilerleyerek bir patikaya çıktılar. Ve ikisi de aynı anda
burunlarını dayayıp karlar üzerindeki taze ayak izlerini koklamaya basladı. Tek
Göz ihtiyatla önden gidiyor, disisi hemen ardısıra onu izliyordu. Birdenbire,
kar tabakası üzerinde kayıp giden beyaz bir sey gördü Tek Göz. Büyük bir hızla
kaçıp giden beyaz yaratıgı yakalamak için ok gibi fırladı.
zledikleri dar patikanın iki yakası da genç ladin agaçlarıyla kaplıydı; agaçlar
arasından, ay ısıgıyla aydınlanmıs bir düzlüge çıkan yolun bitimi görünüyordu.
Tek Göz beyaz yaratıga dogru çılgınca bir kosu tutturmustu, her adım onu hedefe
biraz daha yaklastırıyordu. Burnunun dibinde kosuyordu, bir adım, bir adım daha
derken dislerim avına geçiriverecekti... Gelgelelim o adımı atamadı bir türlü.
Çünkü pesine takıldıgı beyaz yaratık “bu küçük beyaz tavsan” ansızın havaya
fırlamıs, basının üzerinde bilmedigi bir oyun oynarcasına sallanıp çırpınmaya
baslamıstı.
Tek Göz birden panige kapıldı, korkuyla geri çekildi. Arka ayakları üzerine
çökerek neyin nesi oldugunu anlayamadıgı bu garip yaratıga karsı öfkeyle
hırlamaya basladı. Disi kurt onun yanından geçerek korkusuzca öne atılıp
yaklastı, yüksekligi gözleriyle bir bakısta ölçtükten sonra havada çırpınan
tavsanı kapmak üzere sıçradı. Ama epeyce yüksege sıçramasına karsın avına
erisemiyordu bir türlü, her atlayıstan agzı bos dönüyor, disleri havada
takırtıyla kapanıyordu.
Birbiri ardından defalarca sıçradı ama bosunaydı. Tek Göz çöktügü yerden
dogrulmus, ona bakıyordu. Disisinin sürekli olarak basarısız kalan alçak
atlayısları karsısında öfkelenmisti. Bu kez kendisi sıçradı ve tavsanı
disleriyle kaptıgı gibi asagı çekti. Ama tam sırada kuskulu bir hısırtı duydu,
yanı basındaki küçük agacın, üstüne devrilecekmisçesine büküldügünü gördü. Avını
agzından bıraktı hemen. Gerilen dudakları arasından yırtıcı disleri ortaya
çıktı. Boguk, korkunç bir hırıltı çıkardı, korku ve öfkeden tüyleri kabarıp
dimdik kesildi. Agaç bir anda yeniden dogruldu ve tavsan havada yaylanmaya
basladı.
Disi kurt kızgın bir sabırsızlıkla dislerini erkeginin omuzuna geçiriverdi. Onun
bu beklenmedik saldırısına bir anlam veremeyen Tek Göz de aynen karsılık verip
esini agzından yaraladı. Uyarısının yanlıs anlasılmasına içerleyen disi kurt
bunun üzerine iyice çileden çıktı, erkeginin üzerine atıldı. O zaman yaptıgı
yanlıslıgı anladı Tek Göz. Disisini yatıstırmaya çalıstı. Ne var ki disi kurdun
gözü dönmüstü, bir süre tartaklayıp durdu erkegini. Sonunda Tek Göz ona karsılık
vermekten vazgeçti, basını yana çevirerek disisinin çevresinde dönüp durmaya
basladı.
Onlar dalasadursun, tavsan da asılı oldugu yerde çırpınıyor, yaylana yaylana
sallanıyordu. Disi kurt yere çöktü, Tek Göz disisinin korkusundan agacın
korkusunu unuttu, daha baskın çıkan bu korkunun etkisiyle yeniden avına dogru
sıçradı. Bu kez tavsanı disleriyle sıkı sıkıya kavramıstı, bu arada gözlerini
ufak agaçtan ayırmıyordu. Agaç yine yere egilmeye basladı. Ama Tek Göz avını
bırakmadı, sinirli sinirli hırlarken her ‘an sırtına inmesini bekledigi bir
darbeden nasıl kurtulacagını hesaplamaya çalısıyordu. Ama körpe agaç üzerine
dogru kıvrılmakla yetinmis, hiçbir sey olmamıstı. O kıpırdadıkça agaç da
kımıldıyor, durdugu zaman agaçda hareketsiz kalıyordu. Tek Göz hiç oynamadan
oldugu yerde öylece kalmanın daha dogru olacagını biliyordu ama disleri
arasındaki tavsanın sıcak kanı agzını sulandırıyordu.
Onun bocaladıgını gören disi kurt hemen ise karısıp dügümü çözdü. Yerinden
fırladıgı gibi havaya sıçradı; tavsanı Tek Göz’ün disleri arasından alması ve
basının üzerinde hısırtıyla sallanıp duran agaca bakmaksızın kafasını ısırıp
atması bir oldu. Körpe agaç o anda dogrulup eski dogal durumuna döndü. Böylece
Tek Göz ile disi kurt, esrarengiz küçük agacın kurdugu tuzagın yardımıyla
yakaladıkları avı istahla mideye indirdiler.
Gelgelelim tavsanların havada sallana-çırpına asılı oldugu nice yerler vardı
daha. Artık Tek Göz’ü disi kurt çekip çeviriyordu. Onun ardı sıra gidiyor,
tuzaklara düsen hayvanların nasıl avlanacagını ögreniyordu. Tuzakların
yagmalanması. Tek Göz için gelecekte isine epeyce yarayacak degisik bir avlanma
yöntemiydi.

0

5

BESNC BÖLÜM
KURT N
Disi kurt ile Tek Göz iki gün boyunca bir Kızılderili kampının çevresinde dönüp
durdular. Disisinin kampın çekiciligine kapılarak kendisini yapayalnız
bırakacagını düsündükçe Tek Göz’ün içi içini yiyordu. Bir sabah yanı baslarında
patlayan bir tüfek sesi isittiler, Tek Göz’ü sıyıran kursun arkadaki agaçlardan
birine gömülmüstü. iste o zaman hiç durmaksızın bu tehlikeli yerden çarçabuk
çekip gittiler.
Bir iki günlerini alan bir yolculuktan sonra durdular. Disi kurt bir an önce
bulmaya can attıgı seyi fellik fellik, yana yakıla aramaya baslamıstı artık.
Vücudu iyiden iyiye hantallasmıstı, güçlükle kosabiliyordu. Hatta bir defasında
kovaladıgı bir tavsana agzını uzatsa yakalayacak kadar yaklastı, ama birden bir
kesiklik duyarak avının pesini bıraktı, dinlenmek için yere uzandı. Tek Göz
bunun üzerine esinin yanına geldi. Agzıyla boynuna usulca dokundu, aynı anda
disi kurt hırçın ve öfkeli bir tavırla itti onu. Tek Göz disisinin dislerinden
kurtulmak için gülünç bir biçimde kendini tepe taklak geriye attı. Disi kurdun
canı burnundaydı, hiç yoktan zıvanadan çıkıveriyordu. Tek Göz ise tam tersine
gittikçe anlayıslı ve serinkanlı oluyordu. Mackenzie Irmagı’nın yan kollarından
birine geldiklerinde disi kurt en sonunda aradıgını buldu. Yazın çagıldayarak
ırmaga dökülen bu nazlı derecik simdi kayalık yatagının dibine dek kaskatı
kesilmis, bembeyaz ve hareketsiz bir durumda yatıyordu. Disi kurt her zaman
azıcık önden giden erkeginin ardı sıra bitkince ilerlerken sarp ve yüksek bir
set gördü. Yana sapıp sete yöneldi. Bahar fırtınalarının etkisiyle eriyen kar
suları kıyıyı adamakıllı oymus, dar bir yarıgı iyice açarak küçük bir magaraya
döndürmüstü.
Magaranın agzında durdu, kılı kırk yaran gözlerle seti incelemeye koyuldu. Sonra
setin dibini izleyerek iki uca dogru büklüm büklüm uzayıp ırmaga dogru çıkıntı
yapan düzlüge dek yürüdü. Sonra yine magaraya döndü, daracık agzından içeri
süzüldü. Sürüne sürüne ilerledi. Magaranın duvarları yanlara dogru genisledi,
tavanı yükseldi. Hemen hemen iki metrelik küçük ve yuvarlak bir odayı
andırıyordu. Kafası tavana degecek kadar basıktı ama yine de kuru ve rahattı.
Sagını solunu dikkatle gözden geçirdi, bu sırada Tek Göz magaranın agzında
durmus, sabırla onu bekliyordu. Disi kurt kafasını egdi, burnunu yerde
dolastırıp öteyi beriyi kokladı, kendi ekseni çevresinde bir iki kez döndü,
sonra iniltiyi andırır bir iç çekmesiyle bacaklarını gerdi ve basını magaranın
girisine çevirerek oracıga uzanıp kaldı. Tek Göz kulaklarını merakla dikmis,
hosnut gözlerle onu izliyordu. Disi kurt magaranın agzından süzülen gün ısıgı
içinde, onun sevinçle kuyruk salladıgını görebiliyordu. Dik kulaklarını geriye
dogru kısıp, agzından dilini sarkıtarak erkeginin bu sevincine o da katıldı.Bu
arada Tek Göz’ün karnı acıkmıstı. Gerçi uyumak için magaranın agzına kıvrılıp
yatmıstı ama diken üzerindeydi sanki. Vırt zırt uyanıyor, kulaklarını dikiyor,
nisan günesiyle yıkanmakta olan engin beyazlıkları seyre koyuluyordu. Azıcık
dalar gibi olunca eriyen karların gıcırtısı ve sıp sıp damlayan su sesleri
isitiyor, hemen dogrulup bu sırıltılara kulak kabartıyordu. Günes, Kuzey
ülkesine geri gelmisti artık; hersey bu uyanısı müjdeliyordu. Yasam
kıpırdanıyor, havada bahar belirtileri seziliyordu. Kar altındaki bitkilerin
canlandıgı, agaçların göverdigi, tomurcukların patladıgı duyuluyordu. Soran
gözlerle disisine baktı, ama hiç de yerinden kıpırdayacaga benzemiyordu. Tek Göz
yeniden dısarı bakmaya basladı, derken iki kus ilisti gözüne, karların üzerinde
seke seke ilerliyorlardı. Yerinden dogrulup kalktı, disisine söyle bir göz attı
ve sonra yine yerine uzanıp uyuklamaya basladı. Bir ara incecik bir vızıltı
geldi kulagına. Uyku arasında pençesiyle bir iki kez kasıdı burnunu, sonra iyice
uyandı. Burnunun ucunda vızıl vızıl bir sivrisinek uçuyordu, iri bir
sivrisinekti bu; Kıs boyunca kuru bir tahta parçasının içinde yarı ölü bir halde
barınmıs ve günesin canlandırıcı ısıgını duyar duymaz uykusundan uyanıp kendini
dısarı atmıstı...
Artık Tek Göz’ün de içi içine sıgamaz olmustu, kabına sıgamıyor, canlanan
doganın çagrısına uymaya can atıyordu. Üstelik karnı da açlıktan zil çalıyordu.
Disisinin yanına gidip onu ayaga kaldırmayı denedi. Ama disi kurt hırlayarak
karsı koydu. Tek Göz bunun üzerine tek basına pırıl pırıl günesin altında yola
düstü. Kar tabakasının üst yüzeyi yumusacıktı, bu nedenle yürürken zorluk
çekiyordu. Donmus ırmak yatagının agaçlarla gölgelenmis yerleri boyunca
ilerledi, buralardaki karlar hala sertliklerini yitirmemisti. Bütün gün dolastı
durdu, karanlık bastırırken magaraya döndü. Karnı simdi daha da açtı. Gerçi av
bulmustu bulmasına, ama yakalayamamıstı. Karların üzerinde seke seke süzülüp
giden beyaz tasların pesine takılmıs, ama agırlıgı altında ezilen yumusak
karlara bata çıka kovaladıgı için onlara yetismeyi basaramamıstı.
Magaranın girisine gelince zınk diye durdu, kuskulanmıstı. içerden birtakım
garip, ince ciyaklamalar geliyordu. Kulagına pek yabancı sayılmazdı bu
ciyaklamalar, ama bu sesi çıkaranın disi kurt olmadıgı da su götürmezdi.
Karınüstü sürüne sürüne magaraya girdi, ne var ki içerde disi kurdun, tehdit
edici hırıltısıyla karsılastı. Bu uyarıya boyun egerek geriledi. Bu sesler
korkunç ilgisini çekmisti. incecik, kısık hıçkırıklara, yalama sapırtılarına
kulak kesildi. Bunun üzerine disi kurt daha güçlü bir hırıltıyla gözdagı vererek
uzaklastırdı onu. Tek Göz ister istemez magaranın kapısı önüne uzanıp uyumak
zorunda kaldı. Sabahleyin magara gün ısıgıyla aydınlanınca o garip seslerin
neyin nesi oldugunu anlamaya çalıstı yine. Bu kez daha da siddetlenen
hırıltılarda, o zamana dek hiç duymadıgı yepyeni ve kıskançlıga benzer bir hava
sezince, yaklasmaktan vazgeçti. Ama bu arada, disi kurdun bacakları ‘arasında
oldukça çelimsiz, mini mini, bes tane yavru gözünden kaçmamıstı; Gözleri henüz
açılmamıs olan minik yaratıklar hafif iniltiler, gülünç mızıltılar çıkarıyordu.
Tek Göz ömründe ilk kez görüyor degildi böyle bir olayı, ama yine de her
seferinde ‘afallamaktan alamazdı kendini. Disi kurt erkegini kaygıyla süzerken
zaman zaman da hafifçe hırlıyor ve Tek Göz ne zaman yaklasacak olsa hırıltıları
hemen siddetleniyordu. Disi kurt, kendi basına gelmemis olsa bile, disi ata
kanından gelen içgüdüsel bir sezgiyle, erkek kurtların kimi zaman yeni dogmus
yavruları yediklerini hissedebiliyor ve bu nedenle büyük bir korkuya kapılarak
Tek Göz’ün yavrulara yaklasmasına asla göz yummuyordu.
Oysa hiç de böyle bir tehlike yoktu. Çünkü Tek Göz’ün damarlarında dolasan ata
kanındaki babalık içgüdüsü daha agır basmıs ve olayı çok dogal karsılamıstı.
Babalık damarı agır basınca da yavrulama yiyecek bulmak üzere sırtını dönüp
avlanmaya çıktı. Magaranın yedi sekiz kilometre ötesinde ırmak çatallasıyor,
kollardan biri ana yatakla dirsek yaparak daglara dogru uzanıyordu. Tek Göz sol
kol boyunca ilerlerken taze bir ize rastladı. Aldıgı kokuya bakılırsa iz
taptazeydi, hemen oldugu yere sindi, izin yöneldigi yana dogru baktı. Bir süre
ölçüp biçtikten sonra geri dönüp sag kol boyunca ilerlemeye koyuldu. Gördügü
ayak izleri kendininkinden de büyüktü, izlerin sahibinin geçtigi yerlerdeki
avları silip süpürerek kendisine pek bir sey bırakmayacagını biliyordu. Irmagın
sag kolu boyunca bir kilometre kadar yol aldıktan sonra her an tetikte bulunan
kulaklarına bir kemirme sesi geldi. Kıtırtıların geldigi yöne dogru usul usul
ilerledi, iyice sokuldu. Bir oklukirpiydi bu; agaçlardan birinin gövdesine
tutunarak ayak üzeri dikilmis, agacın kabuklarım kemirip duruyordu. Tek Göz
sakına sakına yaklastı ama hayvanın hakkından gelebilecegine hiç aklı
yatmıyordu. Gerçi bu derece kuzeyde hiç rastlamamıstı ama, iyi tanırdı bu
hayvanları. Simdiye dek onları mideye indirmek bir türlü kısmet olmamıstı.
Ama olur ya, talihi yaver giderdi belki de. Sinsi sinsi sokulmaya devam etti.
Canlı yaratıklar her an beklenmedik birtakım hareketlerde bulunabileceklerinden
ve hesapta olmayan sürprizlerle karsılasabileceklerinden önceden bir tahmin
yürütmek olanaksızdı. Kirpi birdenbire tostop oluverdi. Bekledigi saldırıyı
savusturabilmek için de ince ve sipsivri dikenlerini gerdi. Tek Göz bir zamanlar
yine böyle sipsivri dikenleri olan bir yaratıga iyice yaklasmıs ve daha neye
ugradıgını anlamaya kalmadan burnuna bir kuyruk darbesi yemisti. Burnuna
saplanıp kalan bir diken uzun süre canını fena halde yakmıs, zamanla
kendiliginden çıkıp düsmüstü. O günden sonra da bu olay küpe olmustu kulagına,
bu yüzden de simdi burnunu bir metre kadar uzakta tutuyor, çöreklendigi yerde
sabırla bekliyordu. Kim bilir, belki de kirpi yeniden açılır ve dikenlerini
yatırırdı, iste o zaman üzerine atıldıgı gibi pençesini yumusak karnına
geçiriverirdi.
Yarım saat kadar bekledikten sonra kıvrıldıgı yerden dogrulup kalktı,
kıpırdamadan öylece duran kirpiye öfkeyle hırladı ve yeniden yola düstü. Çok iyi
biliyordu, kirpilerin açılması için uzun süre beklemek gerekirdi. Oysa
kendisinin daha fazla oyalanacak zamanı yoktu. Irmagın sag kolu boyunca agır
agır ilerledi. Tüm çabalarına karsın av mav bulamadı, üstüne üstlük gün sona
ermek üzereydi.
Benligini ta derinden kavrayan babalık içgüdüsüyle allak bullak olmustu. Ne
pahasına olursa olsun yiyecek bulması gerekiyordu. Aksama dogru bir keklige
rastladı. Tam çalılıklardan çıkmak üzereydi ki hemen bir adım kadar ötesinde bir
agaç kütügünün üstüne konmustu. Birbirlerini aynı anda gördüler. Kus pırlayıp
kaçmak istedi ama Tek Göz ani bir pençe darbesiyle kusu yere serdi. Kaçmasına
fırsat vermeden üzerine atılıp dislerini geçirdi. Körpe etin ve yumusacık
kemiklerin agzında çıtırdayarak hos bir tat bıraktıgını görünce bir an için kusu
hemen oracıkta yutuvermek için dayanılmaz bir istek duydu. Aynı anda görevini
anımsayarak kendini tuttu ve kusu disleri arasına kıstırarak magaranın yolunu
tuttu.
Bir gölge gibi süzülerek dikkatle dura ilerleye yoluna devam ederken ırmagın
ikiye ayrıldıgı çatal agzının bir kilometre kadar ötesinde, sabahleyin gördügü
taze ayak izlerine yine rastladı. Kendi dönüs yolu olan ırmak boyunun her
büklümünde izlerin sahibiyle burun buruna gelmeyi göze alarak ilerledi. Irmagın
genis bir yay çizdigi kayalık bir dönemeçte basını uzatıp çevreyi gözden
geçirmeye basladı. Gördügü manzara karsısında hemen oldugu yere sinip kaldı,
izler, büyük bir disi vasagın izleriydi. Simdi o da, tıpkı kendisinin bir süre
önce yaptıgı gibi bir kirpinin yanı basına çöreklenmis bekliyordu. Tek Göz yine
bir gölge gibi usul usul ilerledi. Hiç kıpırdamadan birbirlerini kollayan iki
hayvanın yanına sezdirmeden yaklastı. Agzındaki kusu hemen yanı basına, karların
üzerine bırakıp oracıga uzandı; bodur bir çam agacının dalları arasından her an
patlamak üzere olan ölüm-kalım savasını gizlice seyretmeye hazırlandı. Her iki
hayvan da sabırla bekliyordu ve ikisi de yasama sıkı sıkıya baglıydı. isin asıl
garip yanı, yasamın bu hayvanlardan biri için karsısındakini yemek, öbürü için
ise yem olmamak anlamına gelmesiydi. Pustugu yerde tortop olan ihtiyar kurt da
bu çarpısmadan kendisine bir pay düser mi diye fırsat kolluyordu. Böylelikle o
da, bu ölüm kalım trajedisinde kendi canını kurtaracak bir rolü üstlenmis
oluyordu.
Yarım saat geçti, bir saat geçti. Hiç ses soluk çıkmıyordu. Üçü de ölü bir
kımıltısızlık içinde tas kesilmisti sanki. Ne var ki, üçü de kıyasıya bir yasama
hırsıyla yanıp tutusuyordu; öyle ki belki de ömürleri boyunca hiç su andaki gibi
capcanlı olmamıslardı. Tek Göz azıcık öne çıktı, tepeden tırnaga dikkat
kesilerek bakmaya devam etti. Kızılca kıyamet ha koptu ha kopacaktı. Düsmanının
çekip gittigini sanan kirpi kıpırdanarak zırhım agır agır açmaya basladı. Hiçbir
tehlike önsezisiyle uyarılmıyordu. O sırada Tek Göz önünde hazır bir yemek gibi
serilip açılan kirpiye baktıkça istahı açılıyor, agzından salyalar akıyordu.
Gelgelelim, kirpi iyice açılmadan önce düsmanını gördü. Aynı anda vasagın
pençesi hızla uzandı, avını yakaladı. Tırnaklarını kirpinin karnına daldırıp
parçaladı ve yine eski yerine sıçradı. Eger kirpi tümüyle açılmıs ya da
düsmanının uzanan pençesin; bir saniye geç farketmis olsaydı, belki de vasak
yaralanmayacaktı. Ama kirpi son anda kuyrugum] kaldırmıs ve daha geri kaçmasına
fırsat bırakmadan dikenlerim vasagın pençesine batırmıstı.
Göz açıp kapayıncaya dek her sey olup bitmisti... Pençe vurusu, kuyruk darbesi,
kirpinin acı acı bagırması, aldıgı beklenmedik yarayla afallayan vasagın keskin
çıglıgı... Tek Göz kulaklarını dikip kuyrugunu kaldırarak dogruldu. Canı fena
halde yanan vasagın aklı basından gitti, kudurmusçasına saldırdı kirpiye. Yaralı
kirpi yeniden tostop olmaya çalısırken bir yandan da kuyrugunu acıdan çılgına
dönen vasaga dogru savurmaktan geri kalmıyordu. Sonunda vasak geriledi. Saplanan
dikenleri çıkarmak için pençesiyle burnunu ovusturuyor, karlara sokup çıkarıyor,
dallara sürtüyordu. Duydugu korkunç acı yüzünden durdugu yerde duramıyor, ne
yaptıgını bilmeden hoplayıp zıplıyordu.
Kuyrugunu savurup arka ayaklarını dövüyordu. Bu çılgınca çırpınıs birdenbire
durdu, bir süre sesi solugu çıkmadan öylece kalakaldı.
Bu arada Tek Göz dikkatle vasagı seyrediyordu. Az sonra hayvan keskin bir çıglık
kopararak yeniden sıçradı yerinden; Atlaya zıplaya ve her adımda acı acı
haykırarak ırmak boyunca kaçıp gitti.
Gürültü uzaklasıp da iyice isitilmez olduktan sonra Tek Göz sindigi yerden
çıktı. Sanki karların üzerine dimdik dikenler saplıymıs da bu dikenler
pençelerine batacakmıs gibi sakına sakına atıyordu adımlarını. Kirpi bu kez
baska bir düsmanın sokulmakta oldugunu görünce öfkeyle tıslamaya, dislerini
takırdatmaya basladı. Yeniden büzülmeyi denedi ama beceremedi, Karın kasları
parçalanmıs, çok kan yitirmisti.
Tek Göz kana bulanmıs karları iri parçalar halinde büyük bir istahla yalayıp
yutuyordu. Yaladıkça da açlıgı büsbütün kamçılanıyordu. Ne var ki, ihtiyatsızlık
etmeyecek kadar görmüs geçirmis bir kurttu. Kirpi dislerini gıcırdatarak inleyip
tıslayadursun o da sabırla beklemeye koyuldu. Çok geçmeden dikenler titreyerek
yavas yavas yatmaya basladı, bir süre sonra da büsbütün düzlenip durdu. Disler
son bir kez daha takırdadı, vücut iyice gevseyip yayıldı ve öylece kalakaldı.
Tek Göz pençesini çekine çekine uzattı, kirpiyi sırt üstü yatırdı. Bunu yaparken
korkudan tir tir titriyordu, Hiçbir sey olmadıgını görünce kirpinin ölmüs
oldugunu anladı. Üzerine egilip bir süre dikkatle inceledi hayvanı, sonra
disleri arasına kıstırarak ırmak boyunca kosmaya basladı. Kirpiyi kimi zaman
havada tasıyor. kimi zaman da yerde sürüklüyordu. Dikenlerden korunmak için
basını yana çevirmisti. Birden aklına geldi: Kekligi unutmustu. Kirpiyi oraya
bırakıp hemen geriye döndü, hiç düsünmeden kusu yuttu. Sonra gelip yine kirpiyi
yüklendi ve yola koyuldu. Avıyla magaraya girdigi zaman disi kurt önce erkeginin
getirdigi yiyecege söyle bir ‘baktı, sonra dönüp ensesini yalayarak hosnutlugunu
belirtti. Ama bir an sonra hırlayarak magaradan kovdu onu. Ama bu sefer öfke
möfke yoktu hırlamasında, uyarı gibi, rica gibi bir hava vardı bu hırlamada.
Yavruları için duydugu o içgüdüsel korku yatısmıs gibiydi artık. Tek Göz de
zaten babalıgını göstermis, kendi canından kopan yavrularının canına kıymak gibi
bir niyet beslemedigini davranıslarıyla kanıtlamıstı.

0

6

ALTINCI BÖLÜM
BOZ RENKL YAVRU

Kardeslerinden bambaskaydı o. Ötekiler analarına çekmisti, hepsinin postu tıpkı onunki gibi kızıla çalan bir renkteydi. içlerinde babaya çeken boz renkli tek erkek yavru oydu. Tam bir kurttu, soyluydu. Vücutça tıpatıp Tek Göz’e benziyordu, aralarındaki tek fark babasının tek oglunun ise çift gözlü olusuydu.
Küçük yavrunun gözleri açılalı daha pek az olmasına karsın her seyi açık seçik görmeye baslamıstı. Ama o daha gözleri kapalıyken bile dokunarak duymus, tatmıs ve koklamıstı. kisi erkek ikisi disi olan kardeslerini iyi tanıyordu artık. Onlarla beceriksizce dalasıyor, acemi acemi oynuyor, dahası kavga bile ettigi oluyordu, iste o zaman minicik gırtlagında ilerde korkunç bir homurtuya dönüsecek olan ilk hırıltının gülünç, incecik, titrek mızıltısı beliriyordu. Sıcaklıgın, sıvı gıdanın, sevecenligin  aynagı olan anasını da gözleri açılmazdan çok önce dokunma, tat alma ve koklama duyularının yardımıyla tanımıstı. Annesinin yumusacık ve oksayıcı dilinin minik vücudunda gezindigini duymaktan hoslanıyor, büyük bir rahatlık içinde uykuya dalmadan önce ona daha çok sokuluyordu. Yasamının ilk ayı, büyük bölümüyle hep böyle uykuda geçti. Ama günden güne çevresini dogru dürüst görmeye baslayınca daha uzun süre uyanık kalarak içinde bulundugu dünyayı ögrenmeye çalıstı. Gerçi, karanlık olmasına karanlık bir dünyaydı bu, ama yavru kurt baskasını tanımadıgı için farkında degildi bunun, içinde yasadıgı dünya yarı karanlıktı, ama gözleri daha
apaydınlık olanını görmemisti hiç. Üstelik dapdaracıktı bu dünya, magaranın duvarlarıyla sınırlıydı. Ne var ki, dısardaki uçsuz bucaksız dünyadan haberi
olmadıgı için içinde bulundugu bu darlık hiç de sıkıcı gelmiyordu ona. Dünyasının duvarlarından birinin ötekilerden farklı oldugunu çabucak anlayıverdi. Bu duvar, magaranın agzı ve ısıgın kaynagıydı. Düsünme yetenegi tam olarak gelismeden ve neyin ne oldugunun bilincine tam olarak varmazdan çok daha önce sezmisti bu farklılıgı. Küçük yavrunun gözünde dayanılmaz bir çekiciligi vardı bu duvarın. Daha gözleri dogru dürüst açılıp da çevresine bakmadan önce bile, oradan gelen ısık yumuk gözkapaklarına çarpmıs ve göz sinirleri bu hos pırıltıların, rengarenk kıvılcımların etkisiyle tatlı tatlı titresmisti. Vücudundaki her yasam zerresi ve etinin her bir lifindeki canlılık, henüz tam olarak bilincine varamadıgı bir yasama tutkusuyla bu ısıga karsı onda bir özlem yaratmıs, bitkiler nasıl ki kimyasal bir etkiyle günese dogru çevrilirlerse, iste onu da ısıga öyle yöneltmislerdi.

[yandx]karaman-olga-karaman/fmv42rhry8.2126[/yandx]

lk zamanlar, daha kavrama becerisi gelismeden önce, hep sürüne sürüne magaranın
agzına yaklasmaya çalısmıstı. isin garibi kardesleri de onunla birlikte
gitmislerdi. Hiçbiri arkadaki duvarın karanlık köselerine dogru sürünme istegi
göstermemisti. Sanki birer bitkiymisçesine çekiyordu onları ısık; Kendilerini
olusturan yasamın kimyasal yapısı, varoluslarının vazgeçilmez
geregi olan ısıgı istiyor ve minicik vücutlarıyla tıpkı asma yaprakları gibi,
körü körüne ısıga yöneliyorlardı. Sonraları, her biri kendi varlıklarının
bilincine vardıklarında ısıgın çekici gücü daha da arttı. Vırt zırt ısıga dogru
gidiyorlar ama ana kurt her seferinde tutup içeri kovalıyordu onları.
Bu arada boz renkli yavru annesinin o yumusak ve oksayıcı dilinden daha baska
organları bulundugunu da anlamıstı. Sık sık ısıga dogru süründügü böyle
zamanlarda, annesinin sertçe dürten bir burnu ve kendisini tam zamanında
yakalayarak içeri savuran bir de pençesi oldugunu ögrenmis oldu. Böylece can
acısının ne demek oldugunu anladı. Acıdan nasıl korunabilecegini, yana ya da
geriye atılarak tehlikeden nasıl kaçınabilecegini ögrendi. Bunlar bilinçli
davranıslardı ve yasamının ilk dersleriydi. Bundan önce acıdan bilinçsizce
kaçmıs, tıpkı bir bitki gibi ısıga dogru sürünmüstü. Oysa simdi acıdan kaçısı
bilinçli bir tepkiydi artık.
Boz renkli yavru da tıpkı öbür kardesleri gibi küçük ama yabani bir yaratıktı.
Zaten et yiyen bir yaratıktan baska ne beklenebilirdi ki... Yırtıcılık onun
kanında vardı. Ana-babası etle besleniyordu. Yasamının ilk karanlık döneminde
emdigi süt, etten olusmustu. Simdiyse, bir aylıkken ve daha gözleri açılalı bir
hafta ya olmus ya olmamıstı ki, anasının önüne attıgı etleri yemeye baslamıstı.
Büyük bir istahla memelerine saldıran bes yavruyu emzirmenin güçlügü karsısında
ana kurt bu etleri agzında çignedikten sonra veriyordu onlara.
Gelgelelim, boz renkli yavru kardeslerinin en güçlüsü ve en ele avuca sıgmaz
olanıydı. Hepsinden daha sert hırlardı. Öfkesi bile ötekilerden daha
siddetliydi. Kurnazca ve ustaca bir pençe vurusuyla kardeslerini tepe taklak
yere yuvarlamasını ilk kez o ögrenmisti. Ötekinin berikinin kulagını birdenbire
yakalayıp sarsıyor, sürüklüyor, bu sırada sımsıkı kenetlenmis disleri
arasından bir hırıltı çıkıyordu. Magaranın agzından uzaklastırabilmek için ana
kurdun akla karayı seçtigi yavruların basında hiç kuskusuz yine o vardı. Isıgın
çekiciligi boz renkli yavruyu her geçen gün daha da etkisi altına alıyordu.
Bıkmadan usanmadan magaranın agzına dogru bir iki adımlık bir serüvene atılıyor,
ama her seferinde de gerisin geri içerinin karanlıgına püskürtülüyordu. Ne var
ki orasının bir çıkıs kapısı oldugunu bilmiyordu. Hem bir yerden baska bir yere
nasıl girilip çıkılabilecegi konusunda hiçbir bilgisi yoktu zaten. Gözünü açtı
açalı görüp tanıdıgı tek yer bu magaraydı, ne yol biliyordu ne iz, bunların
anlamını bile kavrayamıyordu henüz, iste bu nedenle magaranın kapısı boz renkli
yavrunun gözünde bir duvardan, ama aydınlık bir duvardan baska bir sey degildi.
Dısarısı günlük güneslikken bu duvar onun dünyasının günesiydi. Isıgın
çevresinde dört dönen bir pervane gibi o da sürekli olarak bu çekici duvara
dogru ilerlemek istiyordu. Oraya ulasabilmeye çabalıyordu hep. çinde hızla
gelisip serpilen yasam, dısarı uzanan tek yolun, bu duvar oldugunu duyuruyordu
ona, ne var ki henüz bunu bilinçli olarak farkedemiyordu. Aslında, dısarı diye
bir yerin varlıgından bile habersizdi. Yalnız bu duvarda bir gariplik vardı.
Isıgın yanında yatıp kalkan, et getiren, anasına benzeyen yaratıgın babası
oldugunu anlayacak kadar büyümüstü. ste babası uzaktaki bu duvarın içine dalar
ve gözden silinirdi. Boz renkli yavru bir türlü akıl sır erdiremiyordu buna.
Annesinin bu duvara yaklasmasına izin vermemesi karsısında o da öteki duvarlara
yaklastı, o zaman yumusacık burnunu sert bir seylere çarptı. Bu denemeler canını
yaktıgı için birkaç girisimden sonra duvarlara sokulmaz oldu. Bu konu üzerinde
daha fazla kafa yormadı, nasıl ki süt ve çignenmis et annesine özgü bir gariplik
ise, babasının duvardan yitip gidisini de ona özgü bir gariplik olarak kabul
etti. Boz renkli yavru öyle uzun boylu kafa patlatıyor sayılmazdı pek; hiç
degilse insanlarınki gibi bir düsünme yetenegi yoktu. Gerçi kimi durumlarda
tıpkı insanlarınki gibi kesin ve dogru sonuçlar çıkarabiliyordu ama, yine de
beyni bulanık bir biçimde isliyordu. Nedenini niçinini kurcalamadan, oldukları
gibi kabul ediyordu olayları. Filanca ya da falanca sey neden oldu diye,
kafasını hiç mi hiç yormuyordu; onu ilgilendiren o seyin nasıl olduguydu, bu da
kendisine yetiyordu. Arkadaki duvara burnunu birkaç kez vurduktan sonra, duvarın
içine dalıp gidemeyecegi gerçegi kafasına dank etti, bunu yalnızca babasının
becerebilecegini, duvarın içinde yitip gidebilecegini anladı. Bununla birlikte,
babası ile kendi arasındaki bu farklılıgın nedenini ögrenmek gibi bir sevdaya
kapılmadı hiç. Mantıksal ve fiziksel gerçekler, zihinsel etkinliginde
kendilerine düsen yeri almıs degillerdi henüz. Öbür yabani yaratıkların çogu
gibi boz renkli yavru da açlıgın ne demek oldugunu kısa zamanda ögrendi. Bir
süre sonra et yüzüne hasret kaldı, yetmezmis gibi anasının sütü de kesildi.
Önceleri yavrular mızıldanıp inlediler, sızlandılar, sonra aç açına yatıp
uyuyarak oyalanmaya çalıstılar. Açlık tüm canlılıklarını alıp götürmüstü. Artık
oynasmalar, dalasmalar, öfkeli hırgürler, hırlama girisimleri, en çok da
uzaktaki o beyaz duvara yaklasma çabaları, bütün bunlar sona ermisti.
çlerindeki canlılık agır agır sönüyor ve yavrular uyuyordu. Tek Göz çılgına
dönmüstü. Oraya buraya kosuyor, ortalıgı altüst ediyor, artık tadı tuzu kalmayan
magarada pek seyrek yatıp kalkıyordu. Disi kurt da yavrularını yalnız bırakıp av
bulmaya çıkıyordu. Yavruların dünyaya geldikleri ilk günlerde Tek Göz birkaç kez
bir Kızılderili kampının yanına sokulup, çevredeki tavsan kapanlarını
yagmalamıstı. Ne var ki, karlar eriyip de ırmaktaki buzlar çözülünce
Kızılderililer baska yerlere çekip gitmis, bu yiyecek kaynagı da böylelikle
kurumustu.
Boz renkli yavru yasama yeniden dönerek ötedeki beyaz duvarla yeniden hasır
nesir olmaya baslayınca, dünyasında yasayanların sayısında bir azalma oldugunu
farketti. Kardeslerinden geriye kala kala yalnızca biri kalmıs, öbürleri
gitmisti. Kendini bir parça toplar gibi olunca tek basına oynamak zorunda kaldı.
Çünkü kızkardesi ayakta dolasmak söyle dursun basını bile kaldıramıyordu. Kendi
minik vücudu tıka ‘basa yedigi et yüzünden gitgide semiriyordu, oysa kızkardesi
için bu et bollugu gecikmis bir sölenden baska bir sey degildi. Sürekli olarak
uyuyan
küçük disi kurt bir deri bir kemik kaldı, içinde artık ölmeye yüz tutan yasam
atesi en sonunda büsbütün sönüp gitti.
ikinci ama daha hafif geçen bir kıtlık döneminin sonunda boz renkli yavru
babasını göremez oldu, artık ne magaranın kapısı önünde uykuya yatıyor, ne de
ısıklı duvara girip çıkıyordu. Oysa disi kurt Tek Göz’ün bir daha geri
dönmeyecegini çok iyi biliyordu. biliyordu ama gördüklerini boz renkli yavruya
nasıl söyleyecegini, iste bunu bilemiyordu. Irmagın sol kolu boyunca avlanmaya
çıktıgı bir gün, oralarda disi vasagın ini yakınlarında bir yerde Tek Göz’ün bir
gün önceki izini bulmus, izin son buldugu yerde de erkeginden kalan birkaç kemik
parçasıyla karsılasmıstı. Ortalıkta ki belirtilere bakılırsa, kıyasıya bir
bogusma geçmis ve zaferi kazanan vasak kendi inine çekilmisti. Geri dönmeden
önce disi kurt vasagın inini bulmustu, ama hayvanın içerde bulundugunu gösteren
birtakım izler görerek içeri girmeyi göze alamadı.
O günden sonra disi kurt avlanırken ırmagın sol kolundan hep uzak durdu. Vasagın
da yavruladıgını biliyordu, onun yırtıcı, sinsi ve korkunç kavgacı bir hayvan
oldugunu da biliyordu. Yarım düzine kurt öfkeden kuduran bir vasagı kovalayarak
bir agacın tepesine tırmandırabilirdi, ama yapayalnız bir kurdun yeni dogurmus
bir vasakla boy ölçüsmeye kalkmasına gelince, o zaman is degisirdi.
Ama ne olursa olsun vahsetse vahset, analıksa analık... ana sevgisi ve özverisi
ne pahasına olursa olsun yavrularına kol kanat germekten geri durmazdı... Bir
gün gelecekti ki disi kurt boz renkli yavrusu ugruna ırmagın sol kolu boyunca
yola düsecek, kayalıklardaki ine gelecek ve vasagın öfkesine kafa tutacaktı.

0

7

YEDNC BÖLÜM
DÜNYANIN DUVARI
Ana kurt avlanmak üzere magaradan çıkıp gitmeye basladıgı zaman, yavru kurt
magaranın agzına yaklasmasını engelleyen yasayı iyice yerlestirmisti kafasına.
Bu yasaya boyun egisinde, ‘annesinin burun ve pençesinin etkisi kadar kendi
içinde dogmaya baslayan korku duygusunun da payı vardı. Kısa süren magara
yasantısı sırasında kendisini korkutacak bir olayla karsılasmıs degildi. Ama
yine de onun hamurunda vardı bu duygu, atalarından geçen bir mirastı bu ona. Tek
Göz ile annesinden ona geçmisti. Onlara da kendilerinden önceki kurt soylarından
geçmisti. Korku, hiçbir yaratıgın kaçınamayacagı, reddedemeyecegi yabani bir
mirastı.
Boz renkli yavru ne oldugunu kavramadan korku diye bir seyin varlıgını
ögrenmisti. Belki de bu duyguyu yasamın kurallarından biri sayıyordu. Çünkü
yasamda böyle kuralların, kısıtlamaların bulundugunu daha simdiden ögrenmisti.
Midesini kemiren açlıgı magara duvarının sertligini, kendisini tepe taklak yere
yuvarlayan ana pençesini ve sertçe dürten burnu çoktan ögrenmisti. Ve bütün
bunlar, dünyada her seyin serbest olmadıgını, yasamda birtakım kuralların ve
engellerin bulundugunu göstermisti ona. Bu kurallar, bu engeller birer yasaydı.
Yasalara boyun egmekle acıdan kurtulunuyor, mutlu olunuyordu.
Bir insan gibi düsünerek bulmamıstı bunları. Olayları kendi deneyimlerine
dayanarak acı verenler ve acıtmayanlar olarak ikiye ayırmıstı. Bu iki seyden
birini tadabilmek ve zevkine varabilmek için ötekinden kaçınması gerektigini
biliyordu. ste bu nedenlerdir ki anasının buyruguna ve koydugu yasaya, korku
denilen o gizemli yasaya boyun egerek magaranın agzından uzak duruyordu. Bu kapı
simdiye dek küçük yavrunun gözünde beyaz ve aydınlık bir duvar olarak kalmıstı.
Ana kurt yokken, zamanının büyük bir bölümünde uyuyor, uyanık oldugu zamanlarda
ise çıt çıkarmadan suspus oluyor, zaman zaman bogazında dügümlenen ve her an
için çözülebilecek olan hıçkırıgı güçlükle bastırarak sessiz sedasız bekliyordu.
Bir gün yine böyle uzanmıs yatıyordu ki, beyaz duvardan dogru garip bir ses
çalındı kulagına. O sırada magaranın kapısında bir porsugun bulundugunu, onca
gözüpekligine karsın tepeden tırnaga tir tir titreyerek içerisini kokladıgını
bilmiyordu. Yalnız su kadarını biliyordu ki, bu koklama sesi simdiye dek hiç
tanımadıgı duymadıgı bir gariplikteydi, kabul ettigi kuralların içine sokamadıgı
için de bu bilinmeyen seyden korkuyordu. Çünkü bütün bilinmeyen seyler onda
büyük bir korkuya yol açıyordu.
Sırtındaki tüyler yavasça diken diken oldu. Kulagına çarpan bir koklama sesi
karsısında tüylerinin diklesmesi gerektigini nereden bilecekti ki? Kalıtım
yoluyla kendisine geçmis bir bilgi degildi bu. Ne var ki, benligini saran
korkunun yine de anlasılmaz bir biçimde ete kemige bürünüsüydü iste. Ama
korkunun yanına baska bir içgüdü daha ekleniyordu ki, bu da sahlanma
içgüdüsüydü. Dehset içindeydi, yine de hiç kıpırdamadan ölü gibi tas kesildi,
dondu kaldı kıvrıldıgı yerde. Annesi geri döndügü zaman porsugun izlerini gördü
ve hemen hırlayarak magaraya daldı; yavrusunu her zamankinden daha derin bir
sevecenlikle yalayıp oksadı. Yavru kurt iste o zaman büyük bir tehlike
atlattıgını anladı.
Ne var ki, içten içe zorlayan birtakım duygular, en çok da günden güne gelisen
gücü kuvveti yavruyu bastan çıkarıyordu, içgüdüler ve yasalar onu boyun egmeye
zorluyordu, gelgelelim, büyüyüp gelisme zorunlulugu ise onu sürekli olarak
dikbaslılık etmeye kıskırtıyordu. Anasının buyrugu ve içindeki korku beyaz
duvardan kaçınmasını söylüyordu ona. Ama gelismek yasam demekti, yasam da ısıga
yöneliyordu, içinde günden güne artan yasama gücü artık dizgin tanımaz olmustu.
Yedigi her lokma etle, aldıgı her solukla bu güç daha da gelisiyor, artık kabına
sıgamaz oluyordu. Sonunda bir gün bu yasama gücüyle içi içine sıgamaz oldu,
korku ve bas egmeyi silip süpürdü ve küçük yavru yalpalayarak magaranın agzına
dogru badi badı yürüdü.
Daha önce karsılastıklarına hiç benzemeden bir duvar, yaklastıkça geriliyormus
gibi geliyordu ona. Yoklamak için ileri uzattıgı yumusacık burnuna çarpan hiçbir
sertlik yoktu. Tıpkı ısık gibi içinden geçilebilecek gevsek dokulu elle
tutulmayan bir maddeden olusmustu bu duvar. Gözüne asılmaz bir duvar gibi
görünen seyin içine adımım attı ve bu seyin içinde yüzer
gibi oldu sanki. Çok garip bir seydi bu. Kaskatı sandıgı bir duvarın içine dalıp
geçmisti! Isık da arttıkça artıyordu. çindeki korkuya kapılıp geri dönecek
oldu, ama yasama gücü durmaksızın ileri iteliyordu onu. Kendini birdenbire
magaranın çıkısında buldu. Geçtigini sandıgı duvar bir anda taa uzaklara
kaçmıstı. Isık gözlerini yakarcasına parlaklastı, gözleri kamasıyordu. Ortalıgın
beklenmedik bir biçimde genisleyip uçsuz bucaksız bir büyüklük kazanması
karsısında bası döndü. Sonra yavas yavas aydınlıga ve uzaklıga alıstı gözleri.
Çevresini seçebilmek için gözlerini dört açıp baktı. Uzaklara kaçan duvarı simdi
yeniden görebiliyordu. Ama nedense aralarındaki uzaklık daha da artmıstı.
Üstelik görünümü de degismisti. Renkli ve canlı bir duvardı bu.
Bu duvar bir ırmak ve bu ırmak boyunca dizili agaçlardan, agaçların üzerinde
yükselen bir dagdan, onun üzerinde de gökyüzünden olusmustu. Müthis bir korku
sardı içini. Karsısında bilmedigi bir yıgın sey vardı ve bütün bunlar onu
dehsete düsürmeye yetiyordu. Magaranın esigine oturup dünyayı seyre koyuldu. Ödü
patlıyordu korkudan. Çünkü bilip tanımadıgı seylerdi bunlar ve bilinmeyen her
sey onun düsmanıydı. ster istemez yeniden kabardı sırtındaki tüyler. Dudakları
gerilip büzüldü, korkutucu bir hırıltı çıkarmak için zorladı kendini. Onca
çelimsizligine ve ürkekligine karsın, önündeki engin dünyaya gözdagı veren
mızıltılar yagdırdı inatla. Ama hiçbir sey olmuyordu. Küçük yavru hala
bakıyordu. Önünde yayılan görünüme öylesine dalıp gitmisti ki, ne hırlama kaldı
aklında ne korku, içindeki yasama tutkusu bir süre için meraga dönüserek
korkusunu bastırmıs ve yakınındaki cisimlere birer birer dikkat etmeye
baslamıstı. Buzların çözüldügü bir bölümünde ırmak günes altında pırıl pırıl
parlıyordu. Yamacın dibinde devrilmis kuru bir çam gövdesi yatıyordu. Irmak
kıyısından kendisine kadar uzanan bayır, önüne çöktügü magaranın bir iki adım
ötesinde bitiyordu. Boz renkli yavru o zamana dek hep düz bir yerde yatıp
kalkmıstı. Bu nedenle de düsmenin ne denli can acıtıcı bir sey oldugunu
bilmiyordu. Bosluga dogru ön ayaklarını gözünü kırpmadan attı. Arka ayakları
magaranın kıyısına takılı olarak söyle bir bas asagı dikildi ve hemen ardından
tepe taklak düstü. Toprak, burnuna okkalı bir yumruk yapıstırınca da çıglıgı
bastı. Sonra yamaçtan asagı kaymaya basladı. Korkudan çılgına döndü. Yabancı
dünya, o bilinmeyen sey en sonunda pençesine düsürmüstü iste onu. Kıskıvrak
yakalanmıstı iste, belli ki canı fena halde yanacaktı. Simdi korku bütün
benligini sarmıs, her seyi unutturmustu ona, ürkek bir köpek yavrusu gibi
mızıldanıp duruyordu. Tanımadıgı güç, o bilinmeyen sey kimbilir nereye
sürükleyip götürüyordu kendisini. bilinmeyen seyin daha önce burnunun dibinde
pusuya yattıgı zamanlardaki gibi korkudan büzülüp gizlenmeye benzemiyordu bu
hiç. Bu kez yakalanmıstı bilinmeyen seye. Suspus olup büzülmek yararsızdı artık.
Üstelik korku da degildi bu, dehsetin ta kendisiydi. Yamaç gitgide düzlesti.
Asagısı çimenlikti. Küçük yavru yamacın bitimine dek yuvarlandıktan sonra durdu,
canı yandıgı için son bir çıglık daha kopardı ve acı acı inildeyip mızıldanmaya
basladı. Bu arada san ki simdiye dek sayısız kez temizlenmis gibi, toza topraga
bulanan tüylerini yalıyordu. Sonra dogrulup oturdu, çevresine göz gezdirdi,
Merih’e giden ilk insan da çevresine ancak bu kadar bakabilirdi. Yavru kurt,
dünyasının duvarını yıkmıstı; Bilmedigi yabancı güç onu yakalamıs sonra yine
bırakmıstı. Hiçbir sey olmamıstı ve sapasaglamdı. Surası kesindi ki, Merih’e
ayak basacak ilk insan onun kadar yabancılık çekmeyecek, çevresini onun kadar
büyük bir titizlikle gözden geçirmeyecekti. En küçük bir ön bilgisi olmaksızın,
kendini bu bilinmedik dünyanın ortasında buluvermisti. O korkunç, o bilinmeyen
güç kendisini bıraktıgından beri, onun dehsetini de unutmusu. Çevresindeki
seylere karsı derin bir ilgi duyuyordu. Ayakları altındaki çimenleri, az
ilerdeki yosunlu bögürtleni agaçlar arasındaki açıklıkta yatan devrik çam
agacının gövdesini dikkatle gözden geçirdi. Kütügün üzerinden fırlayan bir
sincap birdenbire üzerine dogru atılınca yüregi agzına geldi. Hemen oracıga
büzülüp hırıldadı. Ne var ki sincabın da ödü patlamıstı. Bir sıçrayısta
agaçlardan birinin tepesine tırmandı, kendini saglama aldıktan sonra meydan
okurcasına cıyak cıyak bagırmaya basladı. Sincabı kaçırdıgını görünce yavru
kurdun cesareti arttı. Az sonra karsısına çıkan bir agaçkakan içine yeniden
korku düsürdüyse de artık daha büyük bir güvenle devam ediyordu yoluna. Kendine
olan güveni öylesine tamdı ki, yolunun üstüne fırlayan bir kusa oynamak
istercesine pençesini uzattı, ama burnunun üzerine bir gaga darbesi indi, hemen
büzülüp acı acı aglamaya basladı. Bagırtılardan korkan kus kaçıp gitti. Yavru
kurt yeni yeni seyler ögreniyordu. Henüz gelismemis zihniyle bilinçsizce de olsa
birtakım ayrımlar yapıyor, varlıkları canlılar ve cansızlar olmak üzere
bölümlendiriyordu. Canlı yaratıklardan sakınmalı, onlara karsı ayagını denk
almalıydı. Cansız varlıklar oldukları yerde kalıyorlardı, oysa canlı yaratıklar
hareket halindeydiler, ne yapacakları önceden kestirilemiyordu. Hiç hesapta
olmayan en akla hayale gelmedik seyleri yapabilirdi onlar. Bu nedenledir ki, her
an tetikte olması gerekiyordu. Küçük yavru çalılar arasında beceriksizce
dolasıyor, oraya buraya takılıp yüzünü gözünü çiziyordu. Uzakta sandıgı bir dal
neye ugradıgım anlamadan burnuna çarpıyor ya da gögsünü çiziyordu. Bastıgı yer
de göründügü gibi degildi. Kimi zaman burnunu yere sürtüyor, ya da bacakları
dolanıp tökezliyordu, irili ufaklı öyle taslar vardı ki, üzerlerine basar basmaz
ayaklarının altından kayıp gidiyordu. Buna bakarak, cansız varlıkların
magaradakiler gibi duragan olmadıklarını, küçük cisimlerin büyük olanlara oranla
daha çabuk devrilip yuvarlandıklarını ögrendi. Yaptıgı yanlıslıklar sonucunda
yeni yeni seyler ögreniyor, bilgisi ve görgüsü gittikçe artıyordu. Gezip
tozdukça yürümesi düzeldi, çevresine ayak uydurabiliyordu artık. Kaslarının
hareketlerini hesaplamayı ögreniyor, fiziksel yeteneklerini tanıyor, cisimlerin
kendi aralarındaki ya da kendisine olan uzaklıklarını ölçüp biçiyor, bunu üç
asagı bes yukarı kestirebiliyordu. Genellikle her aceminin oldugu gibi, onun da
talihi yaver gidiyordu. Daha dogustan et yiyici bir hayvan oldugunu bilmedigi
halde, yasama atıldıgı ilk gün, magaradan çıkıp da dıs dünyaya adımı atar atmaz
et ayagına geldi: ustalıkla ört bas edilmis bir keklik yuvasının tam üzerine
basmıstı rastlantıyla. Devrik bir çam gövdesinin üstünde yürümeye kalkmıstı. Ama
kof agacın çürük kabukları ayakları altında çökünce, bir çıglık atarak küçük bir
çalının dal ve yaprakları arasında bulunan yedi keklik yavrusunun ortasına
düsmüstü. Yavrular bagrıs çıgrıs ortalıgı velveleye verdikleri için ilk anda
yüregi agzına geldi. Sonra bunların mini mini yavrular olduklarım görünce
yüreklendi. Kaçısmaya çalısan hayvanlardan birinin üzerine pençesiyle bastırdı,
yavru keklik çırpınmaya basladı. Bu çırpınmalar yavru kurdun hosuna gitti,
hayvanı kokladı. Sonra agzına aldı. Hayvan çırpındıkça dili gıdıklanıyordu.
Birden acıktıgını duydu. Çeneleri iyice kapandı, incecik kemikler çıtır çıtır
etti, agzında sıcacık kanın tadını duydu. Etti bu. Tıpkı annesinin
getirdiklerine benziyordu. Ne var ki, taze oldugu için bunun tadı daha iyiydi.
Keklik yavrusunu mideye indirdikten sonra yavruların hepsini birbiri ardından
silip süpürdü. Sonra annesinin yaptıgı gibi o da agzını yaladı ve çalının
arasından çıkmaya hazırlandı.
Ama daha dısarı çıkmaya kalmadan siddetli bir kanat fırtınasıyla burun burun
geldi. Bu beklenmedik saldırı ve öfkeli kanat çırpısları karsısında adamakıllı
afalladı, serseme döndü. Basını bacakları arasına sokarak bagırmaya basladı. Ana
keklik çılgınca bir öfke içinde kanatlarıyla gittikçe siddetlenen darbeler
indiriyordu. Yavru kurt baktı ki olacak gibi degil, öfkeyle dogruldu, hırlayarak
pençesini savurdu. Ufacık dislerini düsmanının kanatlarından birine sapladı, var
gücüyle asılıp çekistirmeye basladı. Keklik direniyor, serbest kalan kanadı ile
vurdukça vuruyordu. Yavru kurdun ilk savasıydı bu. Duydugu zevkle kendinden
geçmisti. Yabancısı oldugu o bilinmeyen sey büsbütün çıkıp gitti aklından.
Hiçbir seyden korkmuyordu artık. Disiyle tırnagıyla savasıyor, karsısındaki
canlı yaratıgı tartaklıyordu. Bu canlı yaratık et demekti onun için. Bu canlı
seyi öldürmeye can atıyordu. Daha demin mini mini canlıları öldürmüstü, simdiyse
daha büyügünü öldürmek için korkunç bir istek duyuyordu. Öylesine dalmıstı ki bu
ise, mutlu oldugunun bile farkında degildi. Simdiye dek hiç tanımadıgı yepyeni
duygulara kapılarak, kendinden geçiyor, coskun bir sevinçle içi içine
sıgmıyordu. Kekligin kanadına yapısmıs, sıkılı dislerinin arasından hırlayıp
duruyordu. Keklik yavru kurdu önce çalılıktan
dısarı sürükledi, sonra dönüp gerisin geri çalılıga dogru çekmeye
çalıstı. Ama yavru kurt daha agır bastı, bir çekiste hayvanı çalılıktan dısarı
iyice çıkardı. Kus çıglık çıglıga bagırıp çagırıyor, serbest kanadıyla güçlü
tokatlar atıyor, bu arada sapır sapır dökülen tüylerini ortalıga saçıp
savuruyordu. Yavru kurt korkunç bir hırsa kapıldı. Soyunun yırtıcı damarı
kabarmıstı. Anlamını kavrayamıyordu, ama gerçek yasamın ta kendisiydi iste bu,
duyuyordu bunu. Yemek için öldürmek, bu ugurda dövüsmek yaratılısında vardı,
yasamına egemen olan yasa zorunlu kıldıgı için yapıyordu bunu, böylece dünyada
var olusun anlamını yavas yavas kavramaya baslıyor, yasadıgını kanıtlamıs
oluyordu. Bu amacın gereklerini yerine getirirken yasamın taa doruguna vardıgını
duyuyordu.
Bir süre sonra kavgayı bıraktı keklik. Yavru kurt hala kanadına yapısmıs sıkı
sıkıya tutuyordu. Yattıkları yerden birbirlerini süzdüler. Kurt yavrusu gözdagı
verircesine öfkeli öfkeli hırladı. Tam o sırada keklik, küçük yavrunun onca
serüvenden sonra sızım sızım sızlayan burnunu gagalayıverdi. Acıyla kıvranıp
geriledi ama kanadı bırakmadı. Bunun üzerine birbiri ardından gaga darbeleri
indi. Yavru kurt kıvrana kıvrana aglayıp sızlamaya basladı, geriye dogru kaçmak
istedi, ama geri çekilirken hayvanı da birlikte sürüklediginin farkında degildi.
Fena halde acıyan burnuna habire inip kalkıyordu kekligin gagası. Canını yakan
bu sürekli kavga tat vermez olmustu artık, avını bitkince koyverdi, arkasını
dönüp kös kös uzaklastı.
Çalılıgın öte yanındaki açıklıgın kıyısında bir yere uzandı. Dili bir karıs
sarkıyor, gögsü soluk soluga inip kalkıyor, durmadan sızlayan burnunun acısından
mızıl mızıl mızıldanıyordu. Oracıkta öylece yatarken birden korkunç bir olayın
patlak verecegi sezisine kapıldı. bilinmeyen güç bütün dehsetiyle benligini ta
derinden kavradı, içgüdüsel bir dürtüyle hemen çalıların arasına sindi. Kendini
çalıların arasında dar atmıstı ki, aynı anda vücudunu yalayan siddetli bir hava
dalgasıydı buydu. Kocaman kanatlı bir kus sinsi bir sessizlikle masmavi
gökyüzünden süzülerek saldırıya geçmis, küçük yavru bu saldırıdan kıl payıyla
kurtulmustu. Çalılıkta yattıgı yerden dehset içinde çevresine göz gezdirirken,
keklik yerle bir olan yuvasından çırpına çırpına ortaya çıktı. Basına gelen acı
olayın etkisinden kurtulamadıgı için gökyüzünün kanatlı canavarı gözünden
kaçmıstı. Ama yavru kurt ne olup bittiyse bir bir gördü, ve gördükleri onun için
hiç unutmayacagı bir ders oldu. Gökyüzünden süzülerek hısımla asagı inen atmaca
yeri yalarcasına uçmus ve pençelerin; keklige saplamasıyla avı ile birlikte
maviliklere yükselmesi bir olmustu. Yavru kurt kekligin tüyler ürpertici
çıglıklarını hala isitiyordu. Sindigi yerden çıkıncaya dek bir hayli zaman
geçti. Çok sey ögrenmisti. Canlılar etli yaratıklardı ve yenirken tadına doyum
olmuyordu. Ama bu canlı, eger çok iriyse karsısındakine acı verebiliyordu. En
iyisi keklik yavruları gibi küçük canlıları yemek, büyük olanlara ilismemekti.
Ama yine de keklikle yeniden kapısmak istegiyle için için yanıp tutusuyordu, ne
var ki atmaca onu kapıp götürmüstü. Belki kendisine yem olacak baska avlar
bulabilirdi. Söyle bir dolasıp çevreyi arastırsa fena olmayacaktı. Irmaga uzanan
yamaçtan asagı inerek kıyıya geldi. Simdiye dek hiç su görmemisti. Dümdüz su
yüzeyinin görünüsüne bakılırsa kusku uyandırıcı bir sey yoktu. Gözünü kırpmadan
suya adımını attı ve atmasıyla birlikte hemen batması bir oldu, bir çıglık
kopardı. bilinmeyen yabancı güç onu yine faka bastırmıstı. içine daldıgı sey
soguktu, zar zor soluk alabiliyordu. Dalıp çıkarken hava degil de su doluyordu
cigerlerine. Birden bogulma duygusuna kapıldı, bogulmak demek ölmek demekti.
Küçük yavru ölümün ne oldugunu bilmiyordu ama her hayvan gibi o da acıların en
büyügü saydıgı ölüm gibi bir seyin varlıgından içgüdüsel olarak haberdardı.
Bilinmeyen yabancı gücün ta kendisiydi ölüm, basına gelebilecek felaketlerin
tümüydü o. Hiçbir seyini bilmedigi, akıl sır erdiremedigi bu bilinmeyen yabancı
güç nedeniyle, bilgisi dısında olan her seyden korkuyordu.
Yeniden su yüzüne çıktı, bir karıs açık olan agzına taze hava doldu. Artık suya
batmıyordu. Dört ayagıyla çırpınmaya, sanki kırk yıllık yüzücüymüsçesine
bacaklarını çırpa sallaya yüzmeye basladı. Düstügü kıyının hemen bir metre kadar
açıgındaydı. Ama arkası dönük oldugundan orayı göremedi, gözüne karsı yaka
ilisti, oraya dogru yüzmeye basladı. Dar bir nehirdi bu, ama kimi yerlerinde
genisligi hemen hemen on metreyi buluyordu. Tam orta yerde akıntıya kapıldı,
ırmagın asagı ucuna dogru sürüklenmeye basladı. Havuz gibi olan bulundugu yerin
ötesinde bir yerde küçücük bir çaglayan vardı. Burada yüzmek olanaksızdı artık.
Durgun durgun akan sular burada birdenbire çagıldamaya, kuduruk kuduruk akmaya
baslıyordu. Kimi zaman sırtüstü, kimi zaman yüzüstü, bata çıka ilerliyor, her
kayaya çarpısında acı acı haykırıyordu. Bu haykırısların sıklıgına bakılırsa
ırmak yatagı epey taslık olsa gerekti. Çaglayandan sonra akıntı duruluyor,
ikinci bir havuz daha baslıyordu. Yavru kurt burada havuzun girdabına kapılarak
kıyıya dogru sürüklendi, sular yavasça çakılların üzerine bıraktı onu. Korkudan
çılgına dönmüstü. Sürüne sürüne çıkıp yere uzandı. Dünya konusunda yeni bir
seyler daha ögrenmisti. Su, canlı manlı degildi, ama yine de kımıl kımıl
oynuyordu. Dıs görünüsüne bakılırsa toprak gibi sıkı ve saglamdı, ama aslında
hiç de katı degildi. Öyleyse, görünüse aldanmamak gerekiyordu. Gerçi bilinmeyen
seylere karsı duydugu korku kalıtımla gelen bir güvensizlikti, ama korkusu bu
deneyle daha da pekismis oluyordu. Bundan böyle bilmedigi seylerin dıs görünüsü
karsısında dogal olarak her an uyanık ve kuskucu olmaya karar verdi. Bir seye
güvenmeden önce o seyin girdisini çıktısını, huyunu suyunu adamakıllı
ögrenecekti. O gün bir baska olay daha bekliyordu onu. Birden annesi geldi
aklına. O anda anasının yanında olmaktan baska hiçbir sey istemedigi duygusuna
kapıldı. Basından geçen onca serüvenden sonra hem vücudu hem de küçücük beyni
bitkin düsmüstü. Ömründe hiç bu günkü kadar harıl harıl çalısmamıstı kafası.
Üstelik uyku da
bastırmıstı. Bütün bunlar yetmezmis gibi korkunç bir yalnızlık ve çaresizlik
duygusuna kapılmıstı, bir an önce magarasına ve anasına kavusmak için can
atıyordu. Çalılıkların arasından çabuk çabuk geçerken ansızın keskin ve
korkutucu bir çıglık isitti. Gözlerinin önünden sapsarı bir karaltı geçti. Aynı
anda sıçraya zıplaya kaçan bir gelincik gördü. Küçücük bir yaratık oldugu için
gelincikten korkmadı. Derken, ayaklarının dibinde ufacık bir gelincik yavrusu
daha belirdi. Bir karıs büyüklügündeki bu yavru da tıpkı kendisi gibi dikbaslı,
serüven düskünü, ele avuca sıgmaz bir hayvandı. Önünden kaçmaya çalısıyordu.
Yavru kurt pençesiyle vurarak onu yere devirdi. Hayvancık gülünç, garip bir
çıglık kopardı, çırpınıyordu. O anda sarı gölge yeniden belirdi yavru kurdun
önünde. Korku veren çıglıgım yeniden isitti, ve neye ugradıgını anlamaya
kalmadan boynuna sert bir darbenin indigini, ana gelincigin keskin disleriyle
etini kavradıgını duydu.
Küçük kurt aglaya sızlaya geriye kaçarken, gelincigin yavrusunu kaptıgı gibi
çalılar arasından yitip gittigini gördü. Bogazındaki yara sızlıyordu, ama ona
asıl acı veren sey incinen onuruydu. Oracıga oturup hırsından inildemeye
basladı. Ana gelincik küçüktü müçüktü ya, vahsiligine de çok vahsiydi. O ufak
tefek vücuduna ve hafifligine karsın, gelincigin ormanın en kana susamıs, en
gözükara ve en kinci hayvanı oldugunu az sonra daha iyi anlayacaktı. Yavru kurt
pek çabuk ögrenecekti bunu.
Ana gelincik yeniden dönüp geldiginde yavru kurt hala mızıldanıyordu. Yavrusu
deminki gibi tehlikeyle burun buruna olmadıgı için, bu kez düsmanının
üstünesaldırmakta acele etmedi. Usul usul yaklastıgı için boz renkli yavru
gelincigin yılan gibi ince gövdesini, kalkık, sivri basını adamakıllı
görebilecek kadar zaman buldu. Gelincigin keskin ve korku saçan çıglıgı küçük
yavrunun tüylerini diken diken etti. O da ürküten bir hırıltıyla karsılık verdi.
Gelincik her an biraz daha sokuluyordu. Göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir
zaman içinde ok gibi fırladı. Yavru kurt bir an için ana gelincigin incecik sarı
gövdesini gözden kaçırdı. Düsmanı bir an sonra gırtlagına yapısmıs, dislerini
postuna ve etine saplamıstı bile. Yavru kurt önce hırlayarak karsı koymaya
çalıstı, ama henüz çok toydu, düsmanını kolayca alt edecek kadar gün görmemisti.
Hırlaması aglamaya, direnci yılgınlıga dönüstü, kaçmaya çalıstı. Gelgelelim,
gelincik sülük gibi yapısmıstı. Gırtlagına sarılmıs, ona can veren kanın
dolastıgı sahdamarı ısırmaya çabalıyordu.
Kan emmeye bayılıyordu gelincik, düsmanlarının kanını canlıyken emmek en büyük
zevkiydi.
Eger ana kurt çalılıkların arasından çıkıp yetismeseydi, boz renkli yavru o anda
can verecek, öyküsü de hemen oracıkta bitiverecekti. Gelincik ana kurdu görünce
avını bıraktı, yeni düsmanının gırtlagma atıldı. Ama sıçrayısı hedefini
bulmamıs, ana kurdun çenesini yakalamıstı. Disi kurt basını tıpkı bir kamçı gibi
kuvvetle salladı, gelincik bir anda havaya fırladı, incecik, sarı gövde daha
havadayken disi kurdun agzı açıldı, çeneleri kenetlendi ve gelincik, kurdun
keskin disleri arasında can verdi.
Yavru kurt, annesi tarafından büyük bir sevecenlikle kucaklandı. Yavrusuna
kavustugu için büyük bir sevinç duyuyordu, öyle ki yavrusu onun kadar
sevinmemisti belki de. Onu kokladı, sarmas dolas oldu, gelincigin bıraktıgı
ısırık izlerini yaladı. Ana ogul, gelincigi mideye indirdikten sonra magaralanna
dönüp uykuya daldılar.

0

8

SEKZNC BÖLÜM
YASAMIN YASASI
Küçük yavru çabuk gelisiyordu, iki gün magarada yatıp dinlendikten sonra yine
dısarı çıktı. Bu kez anasını yedikleri gelincigin yavrusuna rastladı ve hemen
oracıkta isini bitirdi. Bu kısa serüven sırasında yolunu yitirmemisti. Yorulunca
magarayı eliyle koymus gibi buldu ve hemen yatıp uyudu. Artık her gün dısarı
çıkıyor ora senin bura benim dalasıp duruyordu.
Ne ölçüde güçlü ya da zayıf yanları oldugunu ögrenip, ona göre davranmaya
çalısıyordu. Ne zaman atak, ne zaman çekingen davranması gerektigim kısa zamanda
anladı. Gözünü dört açmalı, her zaman ayagını denk almalıydı. Üstünlügünden
kesinlikle emin oldugu ender anlarda ise öfke ve heveslerini doyuma
ulastırabiliyordu. Ne zaman yolunu sasırmıs bir keklikle karsılassa öfkeden
kuduruyordu. ilk kez kurumus bir çam agacının üstünde rastladıgı sincabı her
görüsünde vahsice hırlıyordu. Nerede bir agaçkakan görse çılgınca bir öfkeye
kapılıyordu, çünkü ilk karsılasmalannda burnuna yedigi gaga darbesi bir türlü
çıkmıyordu aklından. Bununla birlikte, öyle anlar oluyordu ki, baska zaman
kendini deliye döndüren böyle bir hayvanı gördügü halde aldırıs etmiyordu. Çünkü
o sırada, çok daha korkunç et yiyici hayvanlarca sinsi sinsi gözetlendigi
sezgisine kapılıyordu. Atmaca hiçbir zaman aklından çıkmamıstı; hareket eden bir
gölge görünce en yakındaki çalılıga kendini dar atıyor, hemen saklanıyordu.
Artık sallana sallana, bacaklarını açarak badi badi yürümeyi de bırakmıstı.
Tıpkı anası gibi kendini fazla zorlamadan sürünürcesine yürümesini, sinsi sinsi,
kosar adım ilerlemesini çoktan ögrenmisti bile. Ne var ki, av konusundaki talihi
ilk günkü gibi yaver gitmiyordu. Av olarak simdiye dek topu topu yedi keklik
yavrusu ile bir gelincik yavrusu avlayabilmisti. Öldürme tutkusu günden güne
güçleniyordu oysa. Sincaba karsı öyle bir dis biliyordu ki yese doymayacaktı,
çünkü durmadan haykırarak ortalıgı velveleye veriyor, kendisinin yaklasmakta
oldugunu bütün vahsi hayvanlara bildiriyordu. Nasıl ki kuslar hemen kanatlanıp
uçuyorlarsa, sincap da bir sıçrayısta agaç tepelerine tırmanabiliyordu. Bu
yüzden de yavru kurt sincabın yerde oldugu bir zamanda gizlice üstüne
atılabilmek için fırsat kolluyordu. Anasına karsı derin bir saygısı vardı
yavrunun. O, çıktıgı avdan eli bos dönmüyor ve her zaman kendi payını
getiriyordu. Üstelik gözünü daldan budaktan sakınmıyordu hiç. Oysa bu
korkusuzlugun kökeninde bilgi ve deneyimin yattıgını düsünemiyordu küçük yavru;
bunun bir güçlülük belirtisi oldugunu sanıyordu. Annesi kuvvet simgesiydi onun
gözünde. Eskiden burun dürtüsleriyle yapılan uyarıların yerini alan sert pençe
vurusları ve keskin ısırıklar, büyüdükçe annesinin temsil ettigi gücü ona daha
iyi anlatır olmustu. Zaten annesine bu nedenle saygı duyuyordu. Anası ondan her
zaman boyun egmesini istiyor, yavru kurt büyüdükçe de hosgörüsü artıyor, sert
davranısları azalıyordu. Yeni bir kıtlık dönemi basgösterdi. Yavru açlıgın ne
demek oldugunu bu kez daha bilinçli bir biçimde anladı. Ana kurt aç açına av
pesinde kosturup durmaktan zayıfladı. Magarada hemen hemen hiç kalmıyor,
zamanının büyük bölümünde av arıyor, ama her seferinde bos dönüyordu. Bu yeni
kıtlık dönemi pek uzun sürmemekle birlikte ortalıgı kırıp geçirmisti. Yavru kurt
anasının memelerinde tek damla süt bulamadıgı gibi et yüzüne de hasret kaldı.
Önceleri yalnızca eglenmek için ya da oyalanmak için avlanırdı. Oysa simdi
açlıgın dürtüsüyle zorunlu olarak çıkıyordu av aramaya, ne var ki hiçbir sey
bulamıyordu. Gelgelelim bu basarısızlıgı gözünü daha da açıyor, yeteneklerinin
daha da gelismesine yol açıyordu. Sincabın huyunu suyunu ögrenmek için
hareketlerini kolluyor, sinsice sokulup onu gafil avlamaya çalısıyordu. Tarla
farelerini büyük bir dikkatle gözlüyor, yuvalarını eseleyip dısarı çıkarmaya
çabalıyordu. Agaçkakan ve kusların huylarına iliskin bilgileri çogalmıstı. Gel
zaman git zaman, atmacanın gölgesi bile artık onu çalılara kaçıramaz oldu. Simdi
daha güçlü, daha akıllı ve daha güvenli olmustu. Üstelik meydan okuyucu,
gözükara bir hava gelmisti üzerine. Düzlük bir yerin ortasına oturuyor,
gökyüzünde dolasan atmacaya kafa tutup, asagı inmesi için kıskırtıyordu onu.
Gökyüzünde dolasan bu yaratıgın, bir an önce midesine indirmek için ugrunda
yanıp tutustugu bir et oldugunu biliyor, ama atmaca dövüsmek için asagı inmeyi
göze alamıyor, yavru kurt iste o zaman bir çalılıgın altına uzanıp düs kırıklıgı
içinde açlıktan inleyip sızlamaya baslıyordu. Bir süre sonra kıtlık dönemi sona
erdi. Ana kurt magaraya etle döndü. Simdiye dek getirdiklerinden çok daha
degisik, garip bir etti bu. Bir vasak yavrusuydu. Büyüklügü hemen hemen kendisi
kadardı. Anası bu avı yalnızca onun yemesi için getirmisti. Kendisi karnını
doyurup da gelmisti. Yavru kurt, bu vasak yavrusunun, ana kurdun ele geçirdigi
yuvadaki vasak yavrularının sonuncusu oldugunu bilmiyordu elbet. Anasının
kıyasıya savasıp, korkunç bir is becerdigini de bilmiyordu. Bildigi tek sey, bu
kadife postlu yavrunun et oldugu ve mideye indirdigi her lokmada keyfinin biraz
daha arttıgı idi. Karnını tıka basa doyurunca üzerine tatlı bir rahatlık çöktü
ve magarada anasına sokularak mısıl mısıl uyumaya basladı. Bir ara anasının
homurtusuyla uyandı. Küçük yavru onun böylesine korkunç bir biçimde
hornurdandıgını isitmemisti hiç. Dogrusu disi kurt da belki ömrü boyunca
böylesine korkunç bir homurtu çıkarmamıstı. Durup dururken yapmamıstı bunu, bir
nedeni olsa gerekti. Bunu da bilse bilse en iyi kendisi bilirdi: bir vasagın
inini basmanın sonuçlarına katlanmak zorundaydı. Yavru kurt, pırıl pırıl günes
ısıgı altındaki magaranın agzında disi vasagın pusuda bekledigini gördü.
Görünümün korkunçlugu öylesine apaçıktı ki bunu anlamak için uzun boylu kafa
patlatmaya gerek yoktu. Korkudan tüyleri diken diken oldu. Hayvanın görünümü
korkunç olmasa bile hırıltı ile baslayıp gittikçe keskinlesen öfkeli bagırtısı
ne denli büyük bir tehlikeyle burun buruna oldugunu göstermeye yetiyordu.
Yavru kurt içindeki yasama hırsının itilimiyle dogruldu ve kafa tutarcasına bir
hırıltıyla anasının yanında yer aldı. Ama ana kurt onu sertçe yana iterek öne
geçti. Magaranın girisi basıktı, bu nedenle vasak içeriye sıçrayamadı. Yılan
gibi süzülerek çevik hareketlerle ileri atıldı, iste o zaman disi kurt üstüne
saldırıp onu yere bastırdı. Yavru kurt olup bitenleri dogru dürüst göremiyordu.
Kıyasıya savasanların hırıltılarını, korkunç çıglıklarını isitiyordu yalnızca.
Vasak disiyle tırnagıyla saldırıp düsmanının etlerini paralıyordu. Oysaki disi
kurdun dislerinden baska kullanabilecegi silahı yoktu. Bir ara yavru kurt da
katıldı kavgaya. Büyük bir yırtıcılıkla hırlayarak atıldı ve dislerini vasagın
arka ayaklarından birine sapladı. Kendisi farkında degildi ama, vücudunun
agırlıgıyla vasaga ayak bagı oluyor; böylelikle de anasının isini
kolaylastırıyordu. Ama bogusma sürerken kendini bir anda iki hayvanın altında
buldu ve can havliyle vasagın bacagını koyverdi. Çok geçmeden iki düsman
birbirinden ayrıldı. Yeniden kapısmadan önce vasak sert bir pençe vurusuyla
yavru kurdu duvara yapıstırdı. Yavrunun omuzu bu darbenin etkisiyle kemige dek
yarıldı. Kavganın samatasına yavru kurdun acı dolu keskin ciyaklamaları da
karısmıstı simdi. Bir süre aglayıp sızladıktan sonra toparlandı ve yeniden
katıldı kavgaya. Vasagın arka bacaklarından birine ikinci kez sapladı dislerini
ve kavganın bitimine dek hırıldaya hırıldaya disleri arasında tuttu. Gerçi disi
vasak ölmüstü ya, ana kurt da agır yaralı ve hasta düsmüstü. Yavrusunu oksadı,
omuzundaki yarayı yaladı. Öyle çok kan yitirmisti ki bitkin düstü, bütün bir gün
ve gece belli belirsiz soluk alarak düsmanının cesedinin yambasında kalıp gibi
yattı kaldı. Sekiz gün boyunca magaradan dısarı adımını atmadı, yalnızca su
içmek için dısarı çıktı. Vücudu hantallasmıstı, kımıldamak büyük bir acı
veriyordu. Yaraları avlanmasına elverecek kadar iyilesinceye dek ölü vasagın
etiyle geçindiler. Yavrunun omuzu kaskatı kesilmisti, büyük acı veriyordu ona.
Omuzu bir süre tutuk kaldı ve aksaya aksaya yürüdü. O günden sonra dünyaya
bambaska bir gözle bakıyordu artık. Kendine olan güveni artmıstı, simdi daha
yürekliydi. Ölümüne bir savasa tutusmus, dislerini düsmanının etine saplamıs, ve
bu savastan sag çıkmıstı. Simdi yasamın yırtıcılıgı karsısında daha gözüpek bir
tavır almıstı. Tuttugunu koparan bir atılganlık içindeydi, ufak tefek seylere
pabuç bırakmıyordu artık, çevresine kafa tutar olmustu. Bilmedigi, akıl sır
erdiremedigi seyler kendisinde hala gizemli bir korku yaratıyorsa da eski
ürkekligini üzerinden atmıstı. Artık anasıyla birlikte ava çıkıyor, yalnızca
nasıl avlanıldıgını görmekle kalmıyor, payına düsen görevi de yerine
getiriyordu. Yasam yasasının ne oldugunu kendine özgü bir anlayısla kavramıs
oldu. ki türlü yasam vardı. Bunlardan biri kendi yasamıydı, öbürü ise
baskalarının yasamı. Kendi yasamına anasını da katıyordu. Bunun dısındaki öbür
yasama bütün yaratıklar giriyordu. Bu da bölümlere ayrılıyordu. Birtakım
yaratıklar, kendisinin ve kendi kandaslarının öldürüp yedikleri canlılardı; bu
küçük canlılar ellerinden gelse kendisini öldürebilecek olanlardan olusmustu.
Birtakım yaratıklarsa kendi cinslerini yiyor, ya da kendi cinsine yem oluyordu.
Yasamın yasası da bu sınıflandırmadan doguyordu iste. Yasamın amacı et idi;
dahası, yasamın ta kendisiydi et. Yasama yine bir baska yasam can veriyordu.
Yasa, ye, yoksa yem olursun! diyordu. Bu yasayı böylesine yalın ve özlü bir
biçimde dile getiremiyordu ama, üzerinde pek de öyle kafa yormadan kendiliginden
uyuyordu yasanın buyruklarına. Nereye baksa bu yasanın uygulandıgını görüyordu.
Kendisi keklik yavrularım yemisti. Anaları ise atmacanın kursagına inmisti.
Atmaca az kalsın onu da mideye indirecekti. Ama zamanla kendisi de güçlenmis ve
bu kez atmacayı o yemek istemisti. Yavru vasagı yedikten sonra eger kendilerine
yem olmasaydı ana vasak da onu yiyecekti kuskusuz, iste devran böyle dönüp
gidiyordu. Çevresindeki tüm canlılar bu yasaya ayak uyduruyorlardı; yavru kurt
da bundan bir parçaydı. O da öbürleri gibi etobur bir hayvandı. Biricik besini,
önünden çarçabuk kaçan, havada uçan, agaçlara tırmanan, yer altına saklanan ya
da tam tersine kendisiyle gögüs gögüse savasan, onu yiyip yutmak için kovalayan
canlı et idi. Küçük yavru insanlar gibi düsünebilseydi, yasamı oburca bir hırs,
dünyayı ise avlayanı ve avlananı, yeneni ve yenileni ile bitmek bilmeyen bir
kovalamacanın, yok eden sayısız tutkuların egemen oldugu karma karısık, kör,
siddete dayalı, düzensiz, tümüyle rastlantılara baglı, acımasız, plansız,
sürekli bir kargasalık
olarak niteleyecekti.
Ne var ki küçük yavru insanlar gibi öyle ince eleyip sık dokumuyordu olayları.
Davranıslarına yön veren tek düsüncesi, tek istegi vardı, bunun dısında bir
amacı yoktu. Et yasasından gayrı ögrenip ayak uydurması gereken irili ufaklı
daha bir sürü yasa vardı ama pek o kadar önemli degildi bunlar. Dünya
sürprizlerle doluydu. Yasadıgını duyması ve kaslarının hareketi, büyük bir zevk
veriyordu ona. Av pesinde kosmak onu costuruyor, bundan derin bir mutluluk
duyuyordu. Dövüsmek ve öfkelenmenin bile bambaska bir tadı vardı. Korku ve
bilinmeyenin gizleri yasama tutkusunu daha da kamçılıyordu. Bu yasamda rahatlık
ve mutluluk verici seyler de bulunuyordu. Karnını tıka basa doyurduktan sonra
tembel tembel güneslenmek, tüm ugrasmalara ve didinmelere degen hak edilmis bir
ödüldü. Yasamak bu demekti iste. Ve yasam, amacına uyuldugunda daha da
güzellesiyordu. Kısacası küçük yavru, kendisini saran düsmanca ortama karsın,
içinde bulundugu çevreyi eni konu seviyordu. Yasıyordu, alabildigine mutluydu,
kendi kendisiyle kıvanç duyuyordu.

0

9

DOKUZUNCU BÖLÜM
ATES YAKICILAR

Yavru kurt birdenbire karsılasmısta onlarla. Tedbiri elden bırakmıstı, kendi suçuydu bu. Bu tedbirsizliginde uyku sersemi olusunun da payı vardı. Gece boyunca av pesinde kostugu için uykusuzdu. Magaradan çıkıp su içmek için ırmak kıyısına yollandı. Gidecegi yolu ezbere bildigi için hiç sakınmadan, dikkatli
davranmaya gerek duymadan ilerliyordu.  Devrik çamın önünden geçerek düzlügü astı, tam agaçların yanına gelmisti ki burnuna bir koku geldi ve aynı anda onları gördü. Ömründe hiç görmedigi bes canlı yaratık hemen önünde bir yerde çömelmis oturuyordu. Kurt yavrusunun insanla ilk karsılasmasıydı bu. Ne var ki bu bes canlı onun yaklastıgını gördükleri halde ne ayaga fırlamıs, ne de dislerini göstererek hırlamıslardı. Hiç kımıldamaksızın korkutucu bir sessizlik içinde oturuyorlardı. Kurt yavrusu da oldugu yere çivilendi kaldı, içinden bir ses kaçması gerektigini söylüyordu, ama aynı zamanda ilk kez yepyeni bir duygu uyanmaya baslamıstı içinde. Tüm
benligini hayranlıkla karısık korkulu bir saygı duygusu sardı, zayıflıgı ve önemsizliginden dogan bir eziklik içindeydi. Karsısında kendisinden çok daha üstün ve güçlü yaratıklar oldugunu sezinliyordu. Yavru kurt henüz hiç insan görmemis olmakla birlikte, sanki daha önce karsılasmıscasına bulanık bir tanısıklık duygusu vardı içinde, insanın, tüm canlılara egemen, ve tüm hayvanlardan üstün bir hayvan oldugunu algılıyordu. Simdi insana yalnız kendi gözleriyle bakmıyordu; gelmis geçmis tüm atalarının gözüyle de görüyordu onu; o gözler ki bütün canlı yaratıkların efendisi olan bu garip iki bacaklı hayvanı, binlerce kamp atesinin çevresindeki çalılıklar
‘arasından karanlıkta kor gibi yanarak seyretmisti. Küçük yavru, soyaçekimle geçen bir duygunun, kusaklar boyunca birikmis deneyimlerin ve yüzyıllardır süregelen savasın dogurdugu saygılı bir çekingenligin, büyüleyici bir korkunun etkisindeydi. Bu duygusal miras böyle ufacık bir yavru kurdun kaldıramayacagı kadar agırdı. Yetiskin bir kurt olsaydı hiç durmaz kaçardı, ama korkudan kötürümlesmisçesine oldugu yerde kalakaldı, tıpkı ilk atalarmdan birinin insanın yaktıgı ateste ısınırken takındıgı o uysal tavıra benzer bir boyun egmislik içinde ezilip büzüldü.

[yandx]karaman-olga-karaman/drha7xz4qf.7125[/yandx]

Kızılderililerden biri kalktı, yanma geldi, ona dogru egildi. Yavru kurt tortop
oldu. bilinmeyen güç, en sonunda elle tutulabilir bir gerçege dönüsmüs, ete
kemige bürünerek elini ona dogru uzatıyordu. Tüyleri dikeldi, dudakları gerildi,
minik disleri ortaya çıktı. Üzerinde dolasan el duraksadı, adam gülerek:
“Bak hele! Disleri ne kadar beyaz,” dedi.
Öteki Kızılderililer de kahkahayla güldüler ve yavruyu tutup kucaklaması için
adama söylenmeye basladılar. El yeniden yaklasmaya baslarken yavrunun içinde
karsıt duygular çatısıyordu. Bir yandan boyun egmek isterken öte yandan karsı
koymak istiyordu. Sonunda her ikisini de yaptı. Elin kendisine degmesine göz
yumdu. Ama hemen ardından karsı koyup, dislerini birdenbire sapladı. Aynı anda
suratına yedigi bir tokatla kendini yerde buldu. Direnme gücü büsbütün yitip
gitmisti simdi. Toylugu ve itaat duygusu agır bastı, arka ayakları üstüne
çökerek acı acı mızıldanmaya basladı. Ne var ki elini ısırdıgı adamın kafası
atmıstı bir kez. Bir tokat daha patlattı. Bunun üzerine daha yüksek perdeden bir
aglama tutturdu küçük yavru.
Kızılderililer makaraları koyverdi, eli ısırılan adam bile kahkahalarla
gülmekten alamadı kendini. Hayvanın çevresini sarmıslar, zavallıcık can acısı ve
öfke içinde aglarken güle oynaya alay ediyorlardı. Tam bu sırada kulagına gelen
bir sesle irkildi yavru kurt. Kızılderililer de kulak kabartıp bu sesin neyin
sesi oldugunu anlamaya çalısıyorlardı; oysa küçük yavru isitir isitmez anlamıstı
bu sesin ne oldugunu. Bu yüzden, utkun bir tavırla son kez uzun bir aglama
çıglıgı daha attıktan sonra sustu ve korku nedir bilmeyen, yenilgi tanımayan,
canlı olarak karsısına ne çıkarsa kılı kıpırdamadan öldüren yırtıcı annesinin
gelisini bekledi.
Ana kurt hırlaya homurdana kosuyordu. Yavrusunun cıyaklamalarını isitmisti,
kurtarmaya geliyordu onu. Hısımla atıldı adamların ortasına. Analık duygusu,
kaygısı ve yırtıcı dövüskenligi, adamakıllı çileden çıkarmıstı hayvanı. Onun
böyle koruyucu bir tavır ve çılgınca bir öfke içindeki görünümü yavrunun pek
hosuna gitmisti. Hafiften bir sevinç çıglıgı kopararak anasına dogru
atılırken, adamlar da telasla bir iki adım geri çekildiler. Ana kurdun tüyleri
diken diken olmustu, hemen yavrusunun önüne geçti. Bogazından boguk, korkunç bir
homurtu yükseliyordu. Yüzü kinci bir havayla karmakarısık olmus, burnu taa
gözlerinin altına dek burusmustu. Dehset verici bir homurtu kopardı.
Kızılderililerden biri birdenbire: “Kiche!” diye haykırdı. Sesinde saskınlık
okunuyordu. Anasının bu seslenis karsısındaki bocalayısı yavru kurdun
gözünden kaçmadı.
Adam bir kez daha, ama bu sefer keskin ve buyurucu bir sesle bagırdı:
“Kiche!”
O zaman yavru kurt, anasına baktı ve afalladı; o gözüpek, o korku nedir bilmeyen
anası, karın üstü sürünerek sızlanırcasına mırıltılar çıkarıyor,
yaltaklanırcasına kuyruk sallayarak aman diliyordu. Anasının bu davranısına bir
anlam veremedigi için allak bullak olmus, düs kırıklıgına ugramıstı yavru kurt.
nsanlar karsısında duydugu korku yeniden etkisi altına aldı onu. Önsezisi
yanılmamıstı demek. nsana boyun egmekle annesi de dogrulamıs oluyordu bunu.
Seslenen adam ana kurdun yanına geldi, eliyle basını oksamaya baslayınca hayvan
büsbütün gevseyip sindi, iyice yere yapıstı. Isırmaya niyetli görünmüyordu hiç.
Öbür Kızılderililer de yaklastılar ve disi kurdu elleriyle yoklamaya, oksamaya
basladılar. Kızmak söyle dursun büyük bir uysallık içinde öylece yatıyordu
hayvan. Adamlar çok heyecanlanmıstı. Agızlarından birtakım garip sesler
çıkartıyorlardı. Yavru kurt bu seslerde tehlike belirtisi sayılabilecek bir sey
bulmadı; çünkü annesi arada bir tüylerini diklestirmesine karsın, yine de
saygılı bir boyun egmislik içindeydi.
Kızılderililerden biri:
“Sasılacak ne var bunda,” diyordu. “Anası köpek olmasına köpekti, ama babası
kurttu. Erkek kardesim çiftlesme döneminde geceleri ormanda baglı bırakırdı onu.
ste Kiche’nin babası bu nedenle bir kurttu.” kinci Kızılderili:
“Kaçalı bir iki yıl oldu, degil mi, Gri Kunduz?” diye sordu.
Gri Kunduz:
“Kaçmayıp da ne yapacaktı, Sombalıgı Dili, “Kıtlık vardı, köpeklere et
veremiyorduk.”
Üçüncü bir Kızılderili söze karıstı:
“Kurtlarla düsüp kalkmıs olsa gerek.”
Gri Kunduz eliyle yavrunun basını oksayarak:
“Öyle olmalı,” dedi. “Bu yavru da bunu kanıtlıyor zaten.”
Yavru kurt elin dokunmasıyla birlikte hemen hırladı. Bunun üzerine el geriye
çekilip tokat atmaya hazırlandı. O zaman küçük yavru dislerini göstermekten
vazgeçti ve el, kafasını ve sırtını oksarken uslu uslu yere uzandı.
Gri Kunduz:
“Kanıtı da ortada iste,” diye sürdürdü konusmasını. “Besbelli ki Kiche’nin
yavrusu bu. Ama babası kurttu. Bu yüzden onda köpekten çok kurt kanı var.
Disleri beyaz oldugundan adını Beyaz Dis koyuyorum. Söylemedi demeyin bakın, bu
köpek benimdir. Mademki Kiche agabeyimindi, o öldügüne göre Kiche’nin yavrusu da
benim sayılır.”
Kendisine bir ad takılan küçük yavru yattıgı yerden onlara bakıyordu. Adamlar
agızlarıyla bir süre daha gürültü yaptılar. Derken, Gri Kunduz boynuna asılı
bıçagını kınından çıkardı, çalılıktan bir dal kesti. Beyaz Dis dikkatle onu
izliyordu. Gri Kunduz dalın iki ucunda da birer çentik açtı ve bu çentiklere
deri kayıslar bagladı. Kayıslardan birini Kiche’nin boynuna geçirdi, öbürünü ise
bodur bir çam agacına doladı.
Beyaz Dis onların ardı sıra gitti, annesinin yanına uzandı. Sombalıgı Dili elini
uzattı ve yavruyu sırtüstü devirdi. Beyaz Dis gırtlagında dügümlenip kalan
homurtuyu koy vermemek için kendini zor tuttu. Bu sırada Kiche kaygılı gözlerle
onlara bakıyordu. Sombalıgı Dili kıvrık parmaklarıyla Beyaz Dis’in karnını
gıdıklıyor, bir saga bir sola devirerek oynuyordu. Böyle sırt üstü yatıp
bacaklar, havaya dikmek gülünç oldugu kadar çirkin geliyordu küçük yavruya.
Ayrıca büyük bir zavallılık sayıyordu bunu. çinden derin bir isyan dalgası
yükseldi. Ne var ki kendini korumak için elinden bir sey gelmiyordu. Beyaz Dis,
kötülük yapmaya kalksa bile adama karsı koyamayacagını kesinlikle biliyordu.
Dört ayagı da havaya dikiliyken nasıl olur da yerinden fırlayabilirdi? ster
istemez boyun egip korkusunu bastırmaya çalıstı, yavasça hırıldamakla yetindi
yalnızca. Bu hırıltılara engel olamıyordu bir türlü. Ama adam kızmamıs, tokat
atmaya kalkmamıstı. sin tuhafı, bir yandan öbür yana yuvarlanırken Beyaz Dis’in
içi bir hos oluyordu, anlasılmaz bir duyguydu bu. Parmaklar tüylerini usul usul
tarazlayıp oksarken hırıltıyı kesti. Adam, kulaklarının arkasını tatlı tatlı
kasıyınca, duydugu hoslanma hissi daha da arttı. Adam son bir kez daha oksayıp
kasıdıktan sonra Beyaz Dis’i bıraktı. Hayvanın içinde korkudan eser kalmamıstı
artık. nsanlarla düsüp kalktıkça daha nice nice korkulara kapılacaktı ilerde,
ama daha simdiden anlamıstı ki, insanlarla kendi arasında korkusuzca bir dostluk
bagı kurabilirdi.
Beyaz Dis az sonra birtakım garip seslerin yaklastıgını isitti. Bunların
insanların agzından çıkan gürültüler oldugunu hemen anladı. Çok geçmeden,
kabilenin geri kalan bölümü uzunca bir yürüyüs kolu halinde ortaya çıktı. Kadın
erkek, çoluk çocuk, kırk kisilik bir kalabalıktı bu. Hepsi de sırtlarında kamp
öteberileri tasıyordu Çok sayıda köpek de bulunuyordu aralarında Yetiskin olan
köpeklerden kimilerinin sırtına agırlıkları yirmi yirmibes kiloyu bulan yükler
vurulmustu.
Beyaz Dis, o zamana dek köpek görmüs degildi hiç. Ama daha görür görmez birtakım
farklılıklar dısında az çok kendi cinsinden olduklarını anlamıstı. Gerçekten de,
ana kurt ile yavrusunu gördüklerinde saldırıya geçmelerine bakılırsa kurttan
farklı bir yanları yoktu. Beyaz Dis’in tüyleri kabardı, agızlarını bir karıs
açarak üzerine üsüsen köpeklere hırlayarak dislemeye çalıstı. Ama kendini bir
anda yerde buldu köpeklerin ayakları altında yuvarlanıyor, vücuduna’ birçok
keskin disin battıgını duyuyordu. O da köpeklerin bacaklarını ve karınlarını
ısırıyordu. Bir yaygara, bir kızılca kıyamettir kopuyordu ortalıkta. Dövüsürken,
kendisini kurtarmak için canını disine takan Kiche’nin homurtularını, insanların
bagırtılarını, pat küt vücutlara inen sopa seslerini ve dayak yiyen köpeklerin
acı acı havlamalarını isitiyordu.
Bir iki dakika sonra yeniden ayaga kalktı. Simdi insanların tas atarak, sopa
vurarak köpekleri kovalayıslarını, kankardesi olmasalar bile kardes
sayılabilecek bir cinsten olan köpeklerin yırtıcı dislerinden kendilerini nasıl
koruduklarını görebiliyordu. Kafasında adalet konusunda açık seçik bir kavram
olmamakla birlikte kendine özgü bir anlayısla insanın birtakım yasalar koyan ve
bu yasaları uygulayan bir yaratık oldugunu seziyordu. Aynı zamanda bu yasayı
uygularken basvurdukları güce de hayran kaldı. Simdiye dek tanıdıgı yaratıkların
tam tersine onlar ne ısırıyor ne de tırmalıyorlardı. Güçlerini uygularken,
buyruklarına boyun egen cansız nesnelerden yararlanıyorlardı. Bu garip
yaratıklar sopa, tas gibi cansız varlıkları tıpkı canlı varlıklarmıscasına
havada uçuruyor ve böylelikle de köpeklerin canlarını yakabiliyordu.
Anlasılmaz bir güçtü bu, olaganüstü bir seydi bu. Hiç kuskusuz, insanlar
konusunda hiçbir bilgisi yoktu. Beyaz Dis’in onun için ancak ve ancak
açıklamasını yapamadıgı birtakım olaylar ve yaratıklar vardı, bunlar üzerinde
yalnızca tahmniler yürütebilirdi. Ne var ki, insanoglu karsısında duydugu
korkulu saskınlık, insanın bir dag tepesinden elleriyle yeryüzüne yıldırımlar
yagdıran bir yaratık karsısında duyacagı korkulu saskınlıga çok benziyordu.
Son köpek de kovulmustu artık. Kulak tırmalayıcı samata yatıstı. Beyaz Dis bir
yandan yaralarını yalıyor, bir yandan da köpek sürüsünün vahsetiyle yüz yüze
geldigi bu ilk karsılasmayı düsünüyordu. Kendi türünün yalnızca Tek Göz, annesi
ve kendinden olustugunu sanıyordu, bu türün baskalarının da kapsayabilecegi
aklının ucundan bile geçmemisti hiç. Kendi baslarına özgün bir tür olduklarını
sanıyordu hep, oysa simdi birdenbire kendi soyuna benzeyen birçok yaratık
çıkıyordu karsısına. Onu daha görür görmez üzerine saldırıp öldürmeye kalkan
soydaslarına içerledi. Kendinden çok daha üstün bir yaratık olan insanoglu
tarafından kıskıvrak baglı tutulan annesi için derin bir üzüntü duydu. Tuzak ve
tutsaklık gibi seyler basından geçmemis olmasına karsın, bunun hiç de hos bir
sey olmadıgını seziyordu. Özgürce gezip tozmak, hoplayıp zıplamak, canının
çektigi yerde yatıp kalkmak kanında vardı onun, ona atalarından geçmisti bütün
bunlar. Oysa simdi gönlünce yasamasına engel olunuyordu. Annesi baglı oldugu
sopanın elverdigi ölçüde özgürdü, annesinin yanından ayrılamadıgı için ister
istemez kendisi de zorunlu bir tutsaklıga düsmüs oluyordu.
Hiç ama hiç hosuna gitmiyordu bu durum. Kabile yemden yola çıktıgı zaman ufak
tefek bir insanoglunun sopayı tutarak Kiche’yi tutsak gibi ardısıra götürmesi
gururuna dokunuyordu. Kendisi de onların ardı sıra yola düsmüstü, ama bu yeni
serüven onu iyiden iyiye kaygılandırır olmustu. Dere boyunca yol alıp Beyaz
Dis’in adım atmayı hiç göze alamadıgı kadar uzaklara gittiler ve gele gele
derenin Mackenzie Irmagı’na döküldügü çatal agzına geldiler. Burası balık
kurutmak için dikilmis direkler bulunan bir yerdi, Kızılderililer burada kamp
kurdular. Beyaz Dis ilgi ve hayranlıkla göz gezdirdi çevreye. nsanoglunun
üstünlügünü gittikçe daha iyi anlıyor, duydugu saygı daha da artıyordu. Su
keskin disli yırtıcı köpekleri nasıl da yola getirmislerdi! Ama cansız varlıklar
üzerinde kurdukları egemenligi çok daha önemli buluyordu. Cansız varlıkları
harekete geçiriyor, dünyanın görünümünü degisiklige ugratabiliyorlardı.
Bu durum saskınlıktan saskınlıga düsürüyordu küçük yavruyu. Sopaları ve tasları
uzaklara savurabilen bu garip yaratıkların uzun uzun direkleri birbirine çatıp
iskeleler kurduklarını farketti; sonra üzerlerinin derilerle ve bezlerle örtülüp
birer çadıra dönüstüklerini gördü, iste o zaman saskınlıktan agzı bir karıs açık
kaldı. Hele biri vardı ki onu müthis etkilemisti büyüklügüyle. Birdenbire
çevresini kusatıveren koskocaman canavarlar arasında kaldıgını sandı. Göz
alabildigine tüm alanı bastan basa kaplamıslardı. Bu garip nesneler karsısında
büyük bir korku düstü yüregine. Ürküten görünüsleriyle rüzgârda agır agır
dalgalandıkları zaman oldugu yere korkuyla siniyor, üzerine saldıracak olurlarsa
bir sıçrayısta kaçabilmek için tetikte duruyordu.
Ama çadırların verdigi korkuyu kısa sürede attı üzerinden. Kadınlar ve çocuklar
baslarına hiçbir sey gelmeksizin sapasaglam girip çıkıyorlardı bu çadırlara.
Köpeklerin bile ikide bir içeri dalmaya kalktıklarını ama küfürlerle ve taslarla
kovalandıklarını görüyordu. Kiche’nin yanından ayrıldı ve kendisine en yakın
olan çadıra dogru usul usul yaklastı. Garip bir dürtü bastan çıkarıp bu ise
yöneltiyordu onu; ögrenmek, yasayıp görmek, deneyip anlamak istiyordu. Kendisini
çadıra ulastıran son adımlarını büyük bir sakınganlıkla attı. O gün basından
geçen olaylar, bilinmeyen güce karsı her an tetikte durmayı ögretmisti. Burnuyla
çadıra hafifçe dokundu, bir süre bekledi, hiçbir sey olmamıstı. Bunun üzerine,
insanların kokusu sinmis olan bu garip bezi kokladı, disleriyle ısırıp çekeledi.
Yine olmamıs, çadır bezi hafifçe dalgalanmıstı yalnız. Bu kez daha güçlü asıldı,
o zaman daha büyük bir dalgalanma oldu. Bu oyunu bir kez daha yineledi ve bu kez
tüm çadırı bastan asagı sarsacak biçimde salladı. O zaman içerden keskin bir
kadın bagırtısı yükseldi, Beyaz Dis tabanları hemen yagladı ve solugu Kiche’nin
yanında aldı. Ama bu denemeden sonra korkunç görünümlü kocaman çadırlardan
korkmadı artık. Çok geçmeden yine sıvıstı anasının yanından. Kiche yere çakılı
bir kazıga baglı oldugundan ardısıra gelemiyordu. Beyaz Dis’ten az daha iri ve
yaslıca olan bir köpek yavrusu hır çıkarmak niyetiyle üzerine dogru yürüdü.
Beyaz Dis sonraları bu köpegin adının Lip-lip oldugunu ögrenecekti. Lip-lip öbür
köpek yavrularıyla dalasa hırlasa kısa zamanda usta bir kavgacı olup çıkmıstı.
Beyaz Dis’in cinsindendi ve ufak tefek oldugu için ilk bakısta pek tehlikeli
görünmüyordu. Beyaz Dis onu dostça karsılamaya karar verdi. Ama köpek yavrusu
bacaklarını gere gere üzerine yürüyüp dis bilemeye baslayınca o da bacakları
üzerinde diklesip dislerini gösterdi. kisinin de tüyleri dimdik olmustu.
Hırlaya homurdana birbirlerinin çevresinde dönmeye basladılar. Beyaz Dis birkaç
dakika süren bu durumu eglenceli bir oyun saymaya baslamıstı artık, ama Lip-lip
sasılası bir çeviklikle ansızın saldırıp dislerini düsmanının etine sapladı ve
aynı çabuklukla geri çekildi. Bu saldırı daha önce vasagın kemige kadar açtıgı
yaraya rastlamıstı. Beyaz Dis saskınlık ve acı ile çıglıgı bastı, hemen öfkeyle
karsı saldırıya geçip hırsla ısırdı Lip-lip’i.
Ne var ki Lip-lip’in ömrü kampta geçmis, nice nice kavgalar görüp geçirmisti.
Kampın yabancısı olan bu hayvana keskin dislerini bes altı kez sapladı. Postun
pahalı oldugunu gören Beyaz Dis inleye mızıldana anasının yanına kaçtı. lerde
Lip-lip’le yapacagı sayısız kavganın ilki oluyordu bu. kisi de mayalarındaki
olanca yırtıcılıkla birbirlerine düsman kesilmisti ve her zaman kıyasıya bir
ölüm kalım savasına tutusacaklardı.
Kiche yaralarını yalayarak Beyaz Dis’i yatıstırmaya çalısıyor, yanından
ayrılmamasını istiyordu ondan. Ama Beyaz Dis’in içini öyle bir merak kemiriyordu
ki, dayanamayıp birkaç dakika sonra yeni bir serüvene atıldı. Bu kez Gri
Kunduz’la karsılastı. Yere çömelmis, önündeki kuru çalı çırpı yıgınına sopayla
bir seyler yapıyordu. Beyaz Dis yanma sokuldu ve ona bakmaya basladı. Gri Kunduz
agzıyla birtakım sesler çıkarıyor, ama bu seslerde herhangi bir tehlike havası
sezmeyen Beyaz Dis sokuldukça sokuluyordu.
Kadınlar ve çocuklar durmadan çalı çırpı getirip Gri Kunduz’un önüne
yıgıyorlardı. Beyaz Dis öylesine yaklasmıstı ki Gri Kunduz’un dizine degiyordu.
Merakından, dokundugu bu yaratıgın o korkunç insanlardan biri oldugunu bile
unutmus gitmisti. Derken, Gri Kunduz’un elindeki sopayla çalı çırpıların
arasından birdenbire sisi andıran garip bir seyin yükseldigini gördü. Hemen
ardından, döne döne yükselen günes rengi büklüm büklüm bir sey daha belirdi.
Beyaz Dis atesin ne oldugundan habersizdi. Dünyadaki ilk günlerinde magara
agzındaki ısık onu nasıl kendisine dogru çekmisse bu ates de simdi yine öyle
çekiyordu. Sürünürcesine yürüyerek atese dogru bir iki adım ilerdi. Bu sırada
Gri Kunduz’un kıs kıs güldügünü isitiyordu. Ama bu seste ürkütücü bir sey yoktu.
Burnunu aleve degdirirken aynı anda dilini de uzattı.
nme inmisçesine bir süre öylece kalakaldı. Sopaların ve çalı çırpıların
arasında saklanan o günes rengi bilinmeyen güç ansızın burnunu ısırıvermisti
sanki. Bir sıçrayısta kendini geriye attı, neye ugradıgını anlayamamıstı,
aglamaklı iniltiler koyvermeye basladı. Kiche yavrusunun aglayıp sızladıgını
isitince baglı oldugu sopanın elverdigi ölçüde ileri atıldı, ama yavrusunun
imdadına kosamadıgı için homur homur homurdandı, öfkeden kudurmustu adeta. Bu
sırada Gri Kunduz kasıklarını tuta tuta kahkahalarla gülüyordu. Olan biteni
kabilenin öteki üyelerine anlatınca onlar da katıla katıla gülmeye basladılar.
Zavallı Beyaz Dis ise hemen oracıga oturmus, insanlar arasında acınası bir
yalnızlık içinde acı acı aglayıp duruyordu.
Acının böylesini ömründe tatmıs degildi hiç. Gri Kunduz’un elleri arasından
çıkan o günes renkli canlı sey burnunu ve dilini yakıp kavurmustu. Uzun uzun
agladı. Her hıçkırısında insanlar ona bakıp kahkahayı basıyorlardı. Acısını
dindirmek için burnunu yalıyor, ama o zaman da dili acımaya baslıyordu.
Çaresizligiyle birlikte umutsuzlugu da artıyor, daha yüksek sesle çıglık çıglıga
aglamaya devam ediyordu.
Neden sonra içini bir utanç bürüdü. Kahkahaların ne demek oldugunu anlamıstı,
öbür hayvanların alaya alındıklarını nasıl sezdiklerini bilmiyordu. Beyaz Dis
insanlara alay konusu oldugu için utanç duyuyordu. Atesten yandıgı için degil,
onurunda büyük bir yara açan kahkahalardan kaçtı ve sopasının ucunda çılgınca
bir öfkeyle çırpınan Kiche’nin, yeryüzünde ona acıyan tek yaratık olan anasının
yanına sıgındı.
Ortalık karardı, gece oldu. Beyaz Dis anasının yanına sokulmus yatıyordu. Burnu
ve dili hâlâ acıyordu. Ama yüreginde çok daha buruk bir acı vardı: Yuvasını
özlemisti. çinde bir bosluk duyuyor, ırmak kıyısındaki magaranın huzur verici
dinginligine bir an önce kavusmaya can atıyordu. Hareketli bir hayhuy vardı
çevresinde simdi. Kadın erkek, çoluk çocuk, rahatsız edici, gürültücü bir insan
kalabalıgınca sarılmıstı. Ayrıca durmadan kavga edip dalasan, ortalıgı velveleye
veren yaygaracı köpekler vardı. O sessiz, dingin, huzur verici yasantı geçmiste
kalmıstı artık. Buranın havasında bile kımıl kımıl bir gürültü vardı. Sürekli
bir vızıltı, ugultu isitiliyordu. Sesler inisli çıkıslı tonlarla alçalıp
yükseliyordu. Bir türlü dinmek bilmeyen bu gürültü sinirlerini alabildigine
geriyor, her an kötü bir seylerin olacagı kaygısına kapılarak huzuru kaçıyordu.

0

10

ONUNCU BÖLÜM
KÖLELK
Beyaz Dis her geçen gün yeni yeni deneyler kazanıyordu. Kiche baglı oldugu yerde
oturadursun, o kampı bastan asagı gezip tozuyor, çevresindeki seyleri ilgiyle
inceliyor, yeni bilgiler ediniyordu. Kısa zamanda ögrenmisti insanoglunun huyunu
suyunu, onlara ayak uydurabiliyordu artık. Ama onlara alıstıkça insanogluna
duydugu saygı azalmak söyle dursun daha da pekisiyor, üstünlüklerini daha iyi
anlıyordu. Onları tanıdıkça, gizemli güçlerine tanık oldukça büsbütün büyüyordu
gözünde.
Beyaz Dis nsanoglunun elinden kaçamayacagını anlıyordu. Bu insanlar daha ilk
seslenislerinde nasıl ki Kiche hemen söz dinleyip boyun egmisse, kendisi de
itaat etmeyi hemen ögrendi. Kendisine istedikleri gibi davranmalarına göz yumdu.
Yolu üzerine çıktıklarında hemen kıyıya çekildi, yanlarına çagırdıklarında hemen
kosup gitti. Tehditler savurup azarladıklarında oldugu yere büzülüp tortop oldu,
host diye kovduklarında da çabucak kaçıp gitti. Çünkü her istegin ardında
dedigini zorla yaptıran bir kuvvet bulunuyordu; Bu güç kendini tokat, sopa, tas
ve kamçı ile can yakarak gösteriyordu, iyi biliyordu bunu.
Tüm köpekler gibi o da insanoglunun malıydı. nsanoglu yat dediginde yatacak,
kalk dediginde kalkacaktı. Sunu çabucak kavradı: nsanlar onu ister tekme tokat
döver, ister oksar severdi. Vahsi ve özgür yaradılısının gereklerine taban
tabana zıt düsen bu gerçeklere ister istemez katlandı, onlara boyun egdi,
hoslanmadıgı halde sineye çektigi bu gerçekleri zamanla kabullendi, dahası
bundan hoslanmaya bile basladı. Yazgısını insanoglunun eline teslim etmekle,
yasamak için zorunlu gereksinimlerin saglanma sorumlulugunu da karsısındakilere
yüklemis oluyordu. Bir tür alısveristi bu. Çünkü tek basına didinip durmaktansa,
sırtını insanogluna dayamak yasamayı kolaylastırıyordu.
Ama bütün bunlar, yani kendisini insanogluna bedenen ve ruhen teslim edisi, bir
gün içinde olmamıstı. Vahsetin damarlarında dolasan kalıtını ve ormanın
anılarını öyle ha deyince aklından silip atamadı. Bazı günler ormanın kıyısına
dek gidiyor, taa uzaklardan kendisine seslenen çagrıya kulak kabarttıgı
oluyordu. Böyle günlerde büyük bir huzursuzluga ve derin bir üzüntüye kapılarak
geri dönüyor, Kiche’nin yanına sıgınıp acı acı aglıyor, anası da meraklı bir
sevecenlikle yavrusunun yüzünü yalıyordu.
Kampın âdetlerini kısa zamanda ögrendi. Et ya da balık dagıtıldıgı zamanlarda
yaslı köpeklerin ne denli açgözlü ve bencil olduklarını gördü. nsanogullarını
tanıdı; erkekler daha hakseverdi, çocuklar acımasızdı, kadınlar ise arasıra
önüne bir parça kemik ya da et atacak kadar sevecen olabiliyorlardı. Yavru
köpeklerin analarıyla basından geçen bir iki üzücü serüvenden sonra elden
geldigince gözlerine batmamayı ve yolları üzerine çıkmamayı daha akıllıca buldu.
Ne var ki Lip-lip bela kesilmisti basına. Daha iri yapılı ve daha güçlü olan
Lip-lip kancayı takmıstı bir kez. Beyaz Dis’e gelince, düsmanına haddini
bildirmek için canla basla çabalıyor, ama dövüslerden her zaman yenik çıkıyordu.
Basa çıkılamayacak kadar iriydi Lip-lip. Anasının yanından ne zaman biraz
ayrılacak olsa, bu kabadayı hemen boy gösteriyor, hırlayarak kuyruguna takılıyor
ve eger görünürde kimsecikler yoksa hemen saldırıya geçip her seferinde yenenin
kendisi oldugu kavgalara zorluyordu onu. Bu durum çok eglendiriyordu Lip-lip’i.
Onun en büyük zevki, Beyaz Dis’in en derin acısı demek oluyordu. Ne var ki,
Beyaz Dis. bu durum karsısında asla yılgınlıga kapılmadı. Habire yenilmesine ve
bu yenilgilerinin pahalıya patlamasına karsın cesareti kırılmadı. Ama sonu
sonuna kötü huylu, hırçın bir hayvan olup çıktı. Vahsilik yaradılısında vardı
zaten, bu bir türlü dur durak bilmeyen dalasmaların etkisiyle büsbütün
vahsilesti. Küçük bir yavru olmanın verdigi sıcakkanlı ve oyuncu yanını hemen
hemen hiç gösteremedi. Kamptaki öbür köpek yavruları ile oynama fırsatı
bulamıyordu. Lip-lip hiçbir zaman göz yummuyordu buna. Beyaz Dis ne zaman öbür
yavruların yanına sokulacak olsa, Lip-lip hemen üzerine saldırıyor, oradan
kaçırıncaya dek dövüsüyordu.
Bu vurdulu kırdılı yasantı sonucu, yavru olmanın gerektirdigi nitelikleri
yitirdi Beyaz Dis. Yasına oranla daha olgundu simdi. Oyun yoluyla enerjisini
ortaya koyma fırsatı bulamadı, bunun yerine her konuda kafa yorup, düsünsel
yeteneklerini gelistirmeye basladı. Gel zaman git zaman iyiden iyiye kurnaz,
düzenbaz bir hayvan oldu, bol zamanı oldugu için akla hayale gelmedik hileler
tasarlayabiliyordu. Kamptaki köpeklere yiyecek dagıtılırken payına düsen eti ya
da balıgı her zaman tam olarak alamıyordu, bu yüzden zamanla Kızılderili
kadınları canından bezdiren usta bir hırsız olup çıktı. Karnını doyurmak için
yiyecek bulması gerekiyordu ve bu konuda hayli becerikliydi. Her yere dalıp
çıkarak burnunu her seye sokuyor, kampın bütün girdisini çıktısını ögreniyor,
olup bitenler karsısında gözünü dört açıyor, her seye kulak kesiliyor,
böylelikle de çıkarlarını titizlikle gözetmek ve kendisine dünyayı zindan eden
düsmanından kurtulmak için çıkıs yolları bulmasını ögreniyordu.
Bu düsmanlıgın ilk günlerinde ustaca bir tuzak kurarak öç almanın zevkini tattı.
Kiche kurtlarla düsüp kalkarken nasıl ki köpekleri ayartıp kamptan
uzaklastırmıs, onları ölüme sürüklemisse, Beyaz Dis de öyle yaptı, Lip-lip’i
kıskırtıp anasının amansız dislerinin yanına dogru sürükledi. Sözde Lip-lip’ten
korkup kaçıyor mus gibi yaparak bir o çadırın bir bu çadırın içine dalıp
çıkıyor, çevrelerinde dolasıyor, zikzaklı bir yol izliyordu. Yasıtı olan öbür
köpeklere ve Lip-lip’e oranla çok daha hızlı bir kosucuydu. Ama bu kez bile bile
hızını ayarlıyor, kendisini kovalayan düsmanının hemen bir iki adım önünden
kosuyordu.
Kurbanına böylesine yakın olmaktan cosan ve ha yetistim ha yetisiyorum derken
ihtiyatı iyiden iyiye elden bırakan Lip-lip, bunu anladıgında çok geçti, olan
olmustu. Çadırlardan birinin çevresinde keskin bir dönüs yaparken birdenbire
düsmüs ve kendini sopasının ucuna baglı Kiehe’nin kucagında bulmustu. Saskınca
havladı, daha neye ugradıgını anlamaya kalmadan ana kurt disleriyle çoktan
kavramıstı bile onu. Baglı olmasına karsın Kiche, agına düsen kurbanını
bırakmıyordu. Lip-lip’i durmadan ısırarak yerden yere vuruyor, pençesinden
kaçmasın diye de ayaklarından kıskıvrak tutuyordu.
Lip-lip neden sonra Kiche’nin pençesinden kurtuldugunda kan revan içinde
kalmıstı. Yalnız bedeni degil gururu da yaralanmıstı, kös kös gidip bir kıyıya
çekildi. Isırık izlerinin bulundugu kısımlarda tüyleri yolunmustu. Arka
ayaklarının üstüne oturdu ve acı acı ulumaya basladı. Ama agzını daha henüz
açmıstı ki, Beyaz Dis bir kosuda gelip üstüne atıldı ve dislerini art bacagına
geçirdi. Lip-lip’in burnu kırılmıstı bir kez, karsı koyma istegi yok olmustu,
kalıbından utanmadan kuyrugunu kısıp tabanları yagladı. Ama Beyaz Dis pesini
bırakmadı, taa sahibinin çadırına varıncaya dek ardından kosup rahat vermedi.
Buraya geldiklerinde kadınlar Lip-lip’in imdadına kostu ve gözü dönmüs bir halde
saldıran Beyaz Dis’i tasa tutarak oradan kovaladılar.
Günlerden bir gün, Gri Kunduz Kiche’nin iplerini çözüp onu salıverdi, artık
kaçamayacaga emindi. Beyaz Dis annesinin özgürlüge kavusmasından büyük bir
sevinç duydu. Pesinden ayrılmadıgı annesiyle birlikte nese içinde kampı bastan
asagı dolasıyor, böylelikle de satasmak için Lip-lip’e fırsat vermemis oluyordu.
Beyaz Dis’in bacaklarını gere gere yürüyerek kendisine meydan okuyusunu
görmezlikten geliyordu Lip-lip. O kadar aptal degildi, gün ola harman ola,
nasılsa onu tek basınayken kıstırıp öcünü alırdı, o zamana dek sıkacaktı disini.
Aynı gün ana ogul kampın yanıbasındaki ormanın kıyısında gezintiye çıktılar.
Beyaz Dis annesini adım adım ormanın içlerine sürüklemeye çalısıyordu. Irmak,
dünyaya gözünü açtıgı magara, bütün bunlar yavru kurdu çekiyor, annesini
kendisiyle birlikte götürmek istiyordu. Kiche durunca o bir iki adım kosup
duruyor, arkasına bakıyor, annesini kandırmaya çalısıyordu. Kiche yerinden hiç
kımıldamadan oracıkta öylece durunca, Beyaz Dis yalvarırcasına mızıldanıyor ve
sıçraya zıplaya çalılıkların arasına dalıp çıkıyor, sonra yine yerinden
kıpırdamayan annesinin yanına gelerek agzını burnunu yalıyor ve yeniden ileri
atılıyor, sabırsızlıkla, büyük bir sinir gerginligiyle dönüp arkasına bakıyordu.
Sonunda Kiche basını çevirip kampa bakmaya baslayınca Beyaz Dis yavas yavas
yatıstı ve annesinin istegine boyun egdi.
Yavrusuna ormandan gelen çagrıyı Kiche de duyuyordu. Ama duydugu baska bir
çagrı, insanoglunun ve atesin güçlü çagrısı, daha baskın çıkıyordu. Yalnızca
vahsi köpeklerin ve kurtların karsılık verebilecegi bir çagrıydı bu. Sonunda
Kiche döndü ve agır agır kampın yolunu tuttu. Baglı oldugu sopanın o elle
tutulur zorlayıcı etkisinden çok, kampın çekiciligi yöneltmisti onu böyle
davranmaya. Gözle görünmeyen birtakım gizemli kisiler sanki onu kıskıvrak
yakalamıslar da bırakmıyorlardı. Beyaz Dis annesinin geri döndügünü görünce içi
kan aglayarak bir hus agacının dibine çöktü. Ormanın havası çam kokularıyla
yüklüydü. Bu kokular köleliginden önceki eski özgür yasantısını anımsatıyordu
ona. Ne var ki daha küçücük bir yavruydu, her seyiyle anasına baglıydı, öyleki
bu baglar insanların istencinden ya da ormandaki özgürlik çagrısından bile aha
güçlüydü. Simdiye dek kısacık yasamının her anında annesine muhtaç olmustu. Ama
bagımsızlıgın tadına varacagı günler de gelecekti kuskusuz Bu yüzden, dogrulup
ayaga kalktı ve üzüntü içinde kampa dogru ilerlemeye basladı. Zaman zaman
duraklıyor, ormanın derinliklerinden gelen çagrıya kulak verdikten sonra acıklı
bir inilti koparıyordu.
Ormanda ananın yavrusuna baktıgı süre kısadır. nsanoglunun eline düstükten
sonra bu süre kimi zaman daha da kısalır. ste Beyaz Dis de ana kucagında uzun
süre barınamadı. Üç Kartal, Mackenzie Irmagı boyunca Büyük Esir Gölü’ne dogru
yola çıkacagı zaman Gri Kunduz’dan alacagını istedi. Bu alacak bir parça kırmızı
bez, bir ayı postu, yirmi fisek ve bir de Kiche’den olusuyordu. Üç Kartal
alacagını aldıktan sonra Kiche’yi de sandalına bindirip yola çıkacagı sırada
Beyaz Dis bunu gördü. Hemen ardına takılıp anasıyla birlikte gitmek istedi. Ama
Üç Kartal’ın attıgı tokatla kendini yerde buldu, sandal kıyıdan açıldı, Beyaz
Dis hiç beklemeden kendini suya attı ve geri dönmesi için bar bar bagıran Gri
Kunduz’a aldırmaksızın sandalın ardı sıra yüzmeye basladı. Anasını yitirmenin
düsüncesi bile onu öyle bir dehsete düsürmüstü ki, insanoglunun buyrugu bile vız
geliyordu ona. Ama insanlar sözlerinin dinlenilmesine, buyruklarına anında boyun
egilmesine alısıktılar. Öfkelenen Gri Kunduz, Beyaz Dis’i yakalamak için
sandalına atladıgı gibi ardına takıldı. Yetisir yetismez Beyaz Dis’i ensesinden
kaptı, dısarı çekti. Yavruyu bir süre havada tutup öbür eliyle pat küt
tokatlamaya basladı. Eli de epey agırdı. Okkalı tokatlar birbiri ardından
yavrunun suratına iniyor ve canını fena halde yakıyordu.
Beyaz Dis inen her tokatla birlikte ayarı bozulmus bir sarkaç gibi saga sola
savruluyordu. Çelisik duygular çarpısmaya basladı içinde. lkin afalladı, sonra
bir an için korkuya kapıldı, bagırmaya basladı. Derken, ani bir öfke bürüdü
yüregini, adamın yüzüne karsı hiç korkmadan dislerini gösterip hırladı. Ama bu
hırıltıyı isitince adam büsbütün köpürdü ve daha okkalı tokatlar atmaya basladı.
Gri Kunduz vurdukça vuruyor, Beyaz Dis ise hırladıkça hırlıyordu. Hiç kuskusuz
bu böyle sürüp gidemezdi, ikisinden birinin pes etmesi gerekiyordu ve bu da
elbette ki Beyaz Dis olmalıydı. çini yeniden bir korku bürüdü, çünkü dayagın
tadını bir insanın elinden ilk kez tadıyordu. Gerçi o güne dek birkaç kez tas ve
sopa yemisti ama onlar bu dayagın yanında hiç kalırdı. Umutsuzluga kapılıp can
acısıyla çıglık çıglıga bagırmaya basladı, her tokat inisinde çıglıgı basıyordu.
Bir, iki derken, can kaygısına düstü, tokatların düzenine uymayan bir
süreklilikle avaz avaz aglamaya basladı.
Gri Kunduz neden sonra dayagı kesti. Beyaz Dis adamın elinde öylece sallanarak
sarkıyor ve hâlâ aglıyordu. Boyun egme belirtisi olan bu iniltiler Gri Kun-duz’u
yatıstırmıs olmalıydı ki, kendi kendine ırmagın asagısına sürüklenmekte olan
sandalın bir tarafına attı onu. Sonra sandalı döndürmek için kürekleri kavradı.
Ama bu arada ayagının altında dolasan yavruyu ayagı ile sertçe yana itti. ste o
anda Beyaz Dis’in özgürlük damarı kabardı ve agzını açtıgı gibi dislerini Gri
Kunduz’un makosenli ayagına geçiriverdi.
Bunun üzerine öyle bir dayak yedi ki, bunun yanında az öncekinin lafı bile
olmazdı. Gri Kunduz öfkeden kudurmustu sanki. Beyaz Dis’in korkusu da son
haddini bulmustu. Efendisi onu döverken deminki gibi yalnızca elini degil
sandalın tahta küregini de kullanıyordu. Dayagın sonunda bir kıyıya
fırlatıldıgında Beyaz Dis’in iler tutar tarafı kalmamıstı. Tepeden tırnaga yara
bere içindeydi vücudu. Gri Kunduz salt ne gibi bir tepki gösterecegini anlamak
için tutup ayagıyla bile bile bir tekme daha attı, ama bu kez ayagına saldırmaya
kalkmadı hayvan, iyi bir ders olmustu bu ona. Ne olursa olsun bir efendisini
ısırmaya hakkı olmadıgı dank etmisti kafasına. Efendisinin vücudu kutsaldı,
kendisinden üstün olan bu varlıgı disleriyle yaralamak yanlıstı. Büyük bir suç
islemisti. Böylesine bir suç hosgörüyle karsılanmadıgı gibi cezasız da kalmazdı.
Sandal kıyıya yanastıgı zaman Beyaz Dis hiç kımıldamadan yattıgı yerde
inildiyor, efendisinin verecegi buyrugu bekliyordu. Gri Kunduz belli ki onun
kıyıya çıkmasını istiyordu. Onu tutup kıyıya fırlattı. Yere sertçe düsünce zaten
yara bere içinde olan vücudu yeniden sızlamaya basladı. Mızıldanarak titreye
sallana ayaga kalktı. Ama tam o sırada, uzaktan bütün olup bitenleri görmüs olan
ve fırsat kollayan Lip-lip hemen düsmanının üzerine atıldı, onu yere yıkıp
dislemeye basladı. Beyaz Dis karsı koyamayacak kadar bitkindi. Eger Gri Kunduz
imdadına kosup da Lip-lip’i bir tekmede taa öteye fırlatmasaydı yavrunun hali
haraptı. nsanoglunun adaleti buydu iste. Beyaz Dis o zavallı durumuna karsın
içinde bir gönül borcu duydu efendisine karsı. Gri Kunduz’un ardına takılarak
uslu uslu ve topallaya topallaya ilerledi, köyün içinden geçip çadıra geldi. Bu
olay Beyaz Dis’in kulagına küpe oldu; Ceza verme hakkının yalnızca insanların
elinde oldugunu, bu hakkın kendilerinden daha güçsüz yaratıklarca kullanılmasına
izin verilmedigini böylece ögrenmis oldu.
O gece ortalıkta çıt çıkmıyordu. Beyaz Dis kara kara annesini düsünmeye basladı.
Bu sessiz sedasız yas, bir ara yüksek perdeden bir aglamaya dönüstü, iste o
zaman Gri Kunduz uyandı ve bir daha dayak çekti. Bundan sonra, ortalıkta
insanlar varken annesinin yasını sessizce tutması gerektigini ögrendi. Kimi
zaman tek basına gezintiye çıkıp kendini ormanın kıyısına atıyor ve orada avaz
avaz aglayarak içini döküyor, acısını biraz olsun hafifletmeye çalısıyordu.
Böyle zamanlarda, ırmak boyundaki magaranın alımına kapılıp ormana dalması isten
bile degildi, gelgelelim annesinin anısı elini kolunu baglıyordu. Irmak boyuna
uzanan avcılar nasıl ki geri dönüyorsa, bir süre sonra anası da köye öyle
dönecekti. ste salt bu nedenle katlanıyordu kölelige.
Ama bu kölelik bir bakıma pek mutsuz bir kölelik de sayılmazdı hani. lgisini
çeken pek çok sey oluyordu çevresinde. nsanların yaptıkları islerde merak ve
dikkatle izlenecek birçok yenilikler, akla durgunluk verecek nice gariplikler
vardı. Bütün bunlara derin bir ilgi duyuyordu. Üstelik Gri Kunduz’un suyuna
gitmesini, ona nasıl davranması gerektigini de yavas yavas ögreniyordu artık.
Efendisi kayıtsız sartsız boyun egmesini istiyordu ondan. îste o zaman
dayaklardan kurtuluyor, varlıgı kimsenin gözüne batmıyordu.
Dahası, Gri Kunduz ona bir parça et atıyor ve öbür köpeklerin kapmasını da
önlüyordu. Onun gözünde paha biçilmezdi bu etin degerine. Gri Kunduz’un verdigi
böyle bir et parçası kadınlarca önüne atılan bir düzine et parçasından çok daha
degerliydi. Gri Kunduz sımartmak söyle dursun oksamıyordu bile, ama yine de
Beyaz Dis ile amansız efendisi arasında sıkı bir dostluk bagı kurulmustu. Ve bu
bag, kimi zaman efendisinin demir gibi pençesi, kimi zaman hakseverligi, kimi
zaman da sahip oldugu o korkunç gücün etkisiyle daha da saglamlasıyordu.
ste böylece Beyaz Dis’in kölelik zinciri gittikçe güçleniyor, yedigi sopanın,
tokatların ve atılan tasların etkisiyle günden güne kıskıvrak baglanıyordu. En
eski soydaslarını insanların yaktıgı kamp atesine yaklastıran güdüler onda da
gelismeye ve onu etkisi altına almaya baslamıstı. Sürekli olarak güçlenen bu
güdülerin etkisiyle, zaman zaman basına olmadık dertler açılsa da, kamp yasamını
yine de her geçen gün için için sevmeye baslıyordu. Ama Beyaz Dis bunun
bilincinde degildi henüz. Aklı fikri anasındaydı, hâlâ Kiche’nin yasını tutuyor,
dönecegini umuyor, bir zamanlar sürdügü o özgürce yasantıya karsı sonsuz bir
istek duyuyordu.

0

11

ON BRNC BÖLÜM
GARP

Lip-lip’in sürekli satasmaları Beyaz Dis’e dünyayı zindan ediyordu; öyle ki, bu satasmalar Beyaz Dis’i oldugundan çok daha vahsi ve acımasız yapıyordu. Sonunda
insanların gözünde bile azgın bir hayvan olup çıktı. Kampta nerede bir olay patlak verse, nerede bir kavga çıksa, ya da ne zaman kadının biri çalınan eti
için bagırıp çagırmaya baslasa herkes altında mutlaka Beyaz Dis’i arıyordu. Bu olayların içyüzünü, bu davranıslara yol açan gerçek nedenleri arastırmayı kimse
akıl etmiyordu. Sonucu oldugu gibi kabulleniyorlardı ve sonuç da kuskusuz kötü bir sonuçtu. Kötü, azgın bir hayvandı onların gözünde Beyaz Dis, sinsi bir
hırsızdı, kavgacıydı. Kızgın kadınlar, onun yaramaz bir kurt oldugunu, bu gidisle sonunun kötüye varacagını söyleyerek yüzüne karsı bagırırlar, Beyaz Dis de kadınlara bakarken ani bir tehlike olasılıgına karsı tetikte dururdu. Beyaz Dis böylesine kalabalık bir kampta kendi kabuguna çekilip yapayalnız yasamak zorunda bırakılmıstı. Bütün genç köpekler Lip lip’in önderligini kabul etmislerdi. Beyaz Dis’i yadırgıyor, onun kendilerine benzemeyen yabancı bir orman hayvanı oldugunu sezinliyor ve evcil köpegin kurda duydugu düsmanlıkla ona dis biliyorlardı. Lip-lip saldırıya geçtiginde hemen ondan yana çıkıyorlar, açtıkları savası sonuna dek sürdürmek zorunda olduklarını biliyorlardı. Çünkü kimi zaman Beyaz Dis de onları tek baslarınayken kıstırıp disliyor, kendisine yapılanların acısını kat kat fazlasıyla çıkarıyordu. Eger teke tek dövüsecek olsalar köpek yavrularının çogunu alt edebilirdi, gelgelelim böyle bir fırsatı bir türlü yakalayamıyordu. Ne zaman birini yapayalnız yakalayacak olsa, kampın bütün küçük köpekleri hemen yetiniyor, hep birlikte tepesine çullanıyordu. Bütün bunlardan iki önemli ders çıkardı. Beyaz Dis: Toplu dövüslerde kendisini nasıl koruyacagını ve düsmanlarına kısa zamanda olabildigince büyük zarar vermeyi... Düsman sürüsünün ortasında kalıp da yere düsmemek, postu kurtarmak demekti. ste Beyaz Dis bunu kısa sürede ögrenmis ve tıpkı bir kedi gibi çeviklesmisti. Büyük köpekler agır vücutlarıyla yüklenip dört bir yandan itip
kaktıklarında egilip kıvrılıyor, ne olursa olsun ayaklarının yerden kesilmemesine çalısıyordu.
Köpekler birbirleriyle dövüsürken, iyice kapısmadan önce hırlasıyor, tüyleri dimdik oluyor, bacaklarını geriyor, ancak ondan sonra baslıyorlardı kavgaya.
Beyaz Dis bu kavga öncesi hareketlere pek yüz vermemeyi ögrendi. Yitirilmis her an, köpek yavrularının basına üsüsmesine yetip de artıyordu bile. Düsmanım
çabucak gafil avlayıp hemen uzaklasması gerekiyordu. Böylece, niyetini hiç sezdirmemeyi ögrendi. Düsmanı karsı koymaya fırsat bulamadan ve neye ugradıgını
anlamaya kalmadan hemen saldırıyor, ansızın ısırıyordu. Ani saldırının degerini böylece ögrenmis oldu. Karsısındaki köpek bos bulunmussa, daha isin basından
yenik düsmüs demekti; Ne oldugunu anlamadan hayvanın omuzu ya da kulagı parçalanıveriyordu Üstelik, beklenmedik bir anda saldırıya geçerek köpegi yere devirmek ve bogazının alt tarafındaki can alıcı noktadan yaralamak çok daha kolaydı. Beyaz Dis bu noktayı çok iyi biliyordu. Atalarından geçen bir bilgiydi bu. Beyaz Dis hep su yöntemi izliyordu: lkin tek basına dolasan bir köpek kestiriyordu gözüne, sonra ansızın sasırtıp hayvanı yere deviriyor, hemen ardından da dislerini gırtlagına geçiriyordu. Ama henüz tam anlamıyla gelismedigi için çeneleri öldürücü saldırıyı sonuca götürecek ölçüde güçlü degildi. Yine de kampta yaralı gırtlakla  olasan birçok köpek Beyaz Dis’in niyeti konusunda yeterli bilgi veriyordu. Sonunda bir gün köpek yavrularından birini ormanın kıyısında tek basınayken kıstırdı ve bir iki saldırıdan sonra yere yıktı, sonra disleriyle sahdamarını kopararak öldürmeyi basardı. O aksam bir kızılca kıyamettir koptu kampta. Beyaz Dis’in cinayeti
görülmüs ve haber hemen kurbanın sahibine yetistirilmisti. Öteden beri Beyaz Dis’i azılı bir et hırsızı olarak suçlayan Kızılderili kadınlar suçlunun cezalandırılması için hep bir agızdan bagıra çagıra Gri Kunduz’un basının etini yiyip durdular. Ne var ki Gri Kunduz gürültülere pabuç bırakmadı, suçlunun sıgındıgı çadır kapısında büyük bir kararlılıkla dikilerek hayvandan öç almak isteyen kabile halkına engel oldu. Beyaz Dis hem köpeklerin hem de insanların nefretini kazanmıstı. Her köpegin
disi ve her insanın eli ona cephe aldıgı için her an can kaygısı içindeydi. Kendi soydaslarınca homurtularla, insanlarca ise küfür ve taslarla karsılanıyordu. Sürekli bir heyecan içinde yasıyordu; her an beklenmedik bir saldırıyla burun buruna gelecegi kaygısıyla tetikte duruyordu. Her zaman huzursuz ve sinirleri gergindi. Hızla ve sogukkanlılıkla atılıp parlak dislerini düsmanının etine geçirmek ya da korkunç homurtularla sıçramak için gözünü dört açıyordu.
Hırlamaya geldi mi, tüm kampta genç olsun yaslı olsun hiçbir köpek onun kadar korkunç hırlayamazdı. Ama uyarmak, gözdagı vermek, korkutmak amacıyla hırlanırdı
ne zaman ve nerede hırlanacagını iyi kestirmek gerekirdi. Beyaz Dis’in hırlamasından ise kötülük, dehset ve nefret saçılıyordu ortalıga. Kırıs kırıs olan burnu her an titriyor, tüyleri dalga dalga kabarıyor, dili agzında tıpkı kırmızı bir yılan gibi kıvır kıvır kıvranıyor, kulakları geriye yatıyor, gözlerini kan buruyor, gergin dudaklarıyla kötü kötü sırıtarak salyalı dislerini gösteriyordu. Bu görünümüyle nerdeyse tüm düsmanlarının gözünü korkutabiliyor, onların bocalamaya basladıgı bu kısa süre içinde de kendini kollamak zorunda olmaksızın ne yapacagına karar verme fırsatı kazanmıs oluyordu. Bu tür duraklamalar kimi zaman öyle uzuyordu ki, düsmanı saldırmaktan vazgeçiyordu.
Büyük köpekleri bile gücüne güç katan bu hırlama sayesinde kavgadan caydırıyor, böylece çatısmadan yüzünün akıyla sıyrılabiliyordu.
Yavru köpeklerin gözünde kimsesiz, garip bir hayvandı Beyaz Dis. Ama kendisine düsman kesilen bu köpek sürüsünün yaptıklarını öldürücü yollarla ve akıllara durgunluk veren bir beceriklilikle burunlarından fitil fitil getirdi. Onu aralarına almayan köpeklerden hiçbirinin sürü dısına çıkmasına göz yummuyordu.
Lip-lip dısında hepsi Beyaz Dis’in kurdugu pusuya düsmekten, yapayalnızken kıstırılmaktan korkuyor tek baslarına dolasmayı göze alamıyorlardı. Baslarına
sardıkları bu dehsetli düsmandan korunmak için hep bir arada bulunmak zorunda kalıyorlardı. Tek basına ırmak kıyısında gezintiye çıkmıs bir köpek yavrusuna
ölmüs gözüyle bakılırdı. Beyaz Dis’in kurdugu pusudan yakayı sıyırsa bile böyle bir köpek yavrusu kaçarken yaygarayı basar, ortalıgı velveleye vererek tüm kampı
ayaga kaldırırdı. Ama Beyaz Dis’in intikamı bununla da kalmıyordu. Tüm köpek yavruları sürü halinde gezip hep birlikte saldırıya geçmeyi ögrenmislerdi artık. Tek basına kıstırdıgında Beyaz Dis hemen saldırıyordu, onlar da toplu haldeyken Beyaz Dis’i görür görmez hemen basına üsüsüyordu. Bu kovalamacalar sırasında Beyaz Dis onlardan daha hızlı kosarak yakayı sıyırıyordu. Ama onu kovalayan köpeklerden  biri sürüden kopup da azıcık ileri fırlayacak olsa isi bitikti. Böyle durumlarda
Beyaz Dis sürünün en önündeki köpegi hemen yakalayıp ötekilerin yetismesine kalmadan bir güzel hırpalamayı huy edinmisti.

[yandx]karaman-olga-karaman/m9y9sjhgxx.6918[/yandx]

Kovalamacının coskusuyla gözleri
hiçbir seyi görmez olan köpekler sık sık onun bu tuzagına düsüp gafil
avlanırlardı, oysa Beyaz Dis her zaman gözlerini dört açar, zaman zaman dikkatle
ardına bakarak saldırıya geçmek için uygun bir fırsat kollardı.
Yavru köpekler oyunu çok sevdikleri için Beyaz Dis’i kovalamayı zamanla
eglenceli bir oyun saymaya basladılar. Bu tehlikeli oyunun kimi zaman
aralarından birinin canına mal olmasına karsın yine de eglencelerinden
vazgeçmiyorlardı. Beyaz Dis onlardan çok daha hızlı kosabildigi için gözünü
kırpmadan her türlü tehlikeye atabiliyordu kendini. Anasının dönecegi umuduyla
yasadıgı bu süre içinde sürüyü sık sık kıskırtıp çevredeki ormana sürükledi.
Böyle zamanlarda sürü onu hep gözden kaçırır, oysa onların yaptıgı gürültüye
bakarak nerede olduklarını anlayan Beyaz Dis tıpkı ana-babasının yaptıgı gibi
agaçlar arasından bir gölge gibi sessizce süzülüp giderdi. Ormandaki yabani
yasamı onlardan daha iyi tanıyordu, ormanın sır ve tuzaklarını daha iyi
biliyordu. En çok yaptıgı sey akarsuya girerek izini kaybettirmek ve sürü,
yanında yöresinde havlayıp homurdanırken çalıların altında çıt çıkarmaksızın
saklanmaktı.
Böylece, kendi soydaslarının ve insanların sürekli nefretine hedef olarak dövüse
didine gelismesini ilerletti. Hiç kuskusuz, bu gelismeler tek yönlüydü. Sevgi ve
sevecenlik gibi duyguların dogması olanaksızdı onda. Bu tür duyguların
varlıgından haberi bile yoktu. Onun için geçerli kural, güçlüye boyun egmek,
zayıfı ise ezmekti. Onun gözünde Gri Kunduz güçlü bir insandı. Ona bu yüzden
boyun egiyordu. Ne var ki, kendisinden daha küçük ve daha güçsüz olan köpek
yavruları ezilmeye mahkûm yaratıklardı. Gelismesi gücün egemen oldugu bir
dogrultu izliyordu. Yaralanmak ya da ölmek tehlikesinden kaçınabilmek için
yırtıcı olmak, kendini koruyabilme yetenegini gelistirmek zorundaydı.
Düsmanlarından daha hızlı kosuyordu; onlardan daha kurnaz, daha çevik ve daha
hunhar olmustu. Sinirleri saglam, kasları çelik gibi ince ve kıvraktı. Korkunç
derecede acımasız, dayanıklı ve akıllıydı artık. Bütün bu nitelikleri elde etmek
zorundaydı, yoksa içinde yetistigi bu düsmanca ortama ayak uydurup yasaması
olanaksızdı.

0

12

ON KNC BÖLÜM
NSANLARIN ZNDE
Sonbaharda günler kısalıp da havalar soguyunca Beyaz Dis özgürlügüne yeniden
kavusmayı denedi. Birkaç gündür köyde gürültülü bir hayhuydur gidiyordu. Kabile
halkı yazlık kamplarını bozup tüm öte berilerini toplayarak kısı baska bir
kampta karsılamaya hazırlanıyordu. Beyaz Dis dikkatle olan biteni gözlüyordu.
Çadırlar sökülüp de kıyıdaki sandallara yüklenmeye baslanınca durumu kavradı.
Sandallardan birkaçı yola çıkmıs ve ırmak boyunun asagısında görünmez olmustu.
Beyaz Dis ne olursa olsun geride kalmayı kafasına koymustu. Fırsatını bulur
bulmaz kamptan gizlice kaçtı, ormana saklandı. Burada donmaya yüz tutan bir
akarsuda izini kaybettirdikten sonra bir çalılıgın içine sinip beklemeye
koyuldu. Bir süre sonra epeyce uzun bir uykuya daldı. Bir ara kendisini çagıran
Gri Kun-duz’un sesini isiterek uyandı. Baska sesler de isitiliyordu. Seslere
kulak kabartınca bunların aramaya katılan Gri Kunduz’un karısı ile oglu Mit-sah
olduklarını anladı.
Korkudan tir tir titriyordu Beyaz Dis. Gizlendigi yerden ortaya çıkma istegi
duydu ama son anda kendini tuttu. Az sonra sesler kesilince elde etmeyi
basardıgı özgürlügünün tadını çıkarmak için sürüne sürüne dısarı çıktı. Karanlık
bastırırken agaçların altında bir süre oynadı. Derken, birdenbire yapayalnız
oldugu duygusuna kapıldı. Düsünmek için oturdu, ormanın rahatsız edici
sessizligine kulak kesildi, içine bir kusku düstü. Çıt çıkmıyordu, en küçük bir
kımıltı bile yoktu ortalıkta, bu bogucu sessizlik korkunçtu. Görünmez
umulmadık bir tehlikenin hemen yanıbasında bir yerlerde pusuda bekledigini
duyar gibiydi. Ulu agaçların belli belirsiz karaltılarından korkmaya, akla
hayale gelmedik tehlikeleri koynunda barındırabilecek gölgelerden kuskulanmaya
basladı.
Yetmezmis gibi hava da sogumustu, içine büzülüp yatabilecegi sıcacık bir çadır
da yoktu burada. Ayakları donuyordu. Ayaklarını birbiri ardından sürekli olarak
kaldırıp indirmeye basladı; ısıtmak için en sonunda tüylü kuyruguyla üstlerini
örttü. Aynı anda türlü türlü anılar canlandı belleginde. Kampı, çadırları, gürül
gürül yanan atesin alevlerini yeniden görüyor gibiydi. Kadınların tiz sesleri,
erkeklerin kaba saba konusmaları, köpeklerin hırıltıları çınlıyordu
kulaklarında. Karnı acıkmıstı. Önüne atılan et ve balık parçaları geldi aklına.
Oysa burada et met yoktu artık. Yalnız ve yalnız korkunç bir sessizlik vardı, o
kadar.
Kölelik Beyaz Dis’i yumusatmıs, geçim sorumlulugunun baskalarınca üstlenilmesi
onu zayıf kılmıstı. Gece karanlıgı çevresini kusatıyordu. Kampın o gürültülü
hayhuyunun uyandırdıgı sürekli etkilere alıskın olan görme ve isitme duyuları
körelmisti simdi. Ne görülecek, ne isitilecek ne de yapılacak hiçbir sey yoktu
burada. Sessizligin ve dinginligin bozuldugunu görmek için duyularını zorladı.
Issızlık ve dehsetli bir tehlikenin pusuda oldugu fikri, büyük bir korku
veriyordu yüregine.
Ansızın irkildi, önünde bir yerde neyin nesi oldugu belirsiz kocaman birsey
ilismisti gözüne. Ayın önündeki bulut perdesi çekilip de ortalıgı az buçuk seçer
gibi olunca bunun yere düsen bir agaç gölgesi oldugunu anladı. O zaman yüregine
su serpildi, hafiften bir inilti çıkarmak istedi. Ama kendisini kusatan gizli
tehlikeleri üstüne çekme korkusuyla hemen kesti sesini.
Gecenin sessizligi içinde bir agaç dalının kuru çıtırtısı yükseldi. Tam basının
üzerinden gelmisti bu çıtırtı. Korkulu bir çıglık kopardı ve panik içinde kampa
dogru çılgınca bir kosu tutturdu. nsanların koruyucu dostluguna dayanılmaz bir
özlem duyuyordu simdi. Kamp ateslerinin dumanı burnunda tütüyor, kamptaki
gürültüler kulaklarında çınlıyordu. Kosa kosa ormandan çıktı ve ay ısıgıyla
aydınlanmıs, gölgesiz ve karaltısız bir düzlüge geldi. Ama köy möy yoktu
ortalıkta. Kampın bozuldugunu, kabile halkının tasını taragını toplayıp çekip
gittigini unutmustu.
Birdenbire durdu. Kosup sıgınacak bir yer yoktu. Kamp yerini umutsuzca dolastı,
insanların öteye beriye saçtıgı süprüntü yıgınlarını, paçavraları kokladı. Keske
simdi öfkeli bir kadın tas yagmuruna tutsaydı onu, ya da Gri Kunduz o agır
eliyle okkalı bir tokat indirseydi suratına... Her seye razıydı, hatta Liplip’in
elebasılıgını yaptıgı o tabansız köpek sürüsünü bile sevinçle karsılamaya
hazırdı.
Gri Kunduz’un çadır kurdugu yere gelince durdu, arka ayakları üzerine çöktü ve
basını aya dogru kaldırdı. Bogazında dügümlenen bir titresim vardı. Agzını açtı,
bütün yalnızlıgı, korkusu, anasına olan özlemi, geçmisteki acıları ile gelecegin
kaygılarını dile getiren uzun ve acıklı bir çıglıkla yürek sızlatıcı bir uluma
kopardı. Bu ömrünün ilk uluyusuydu.
Dogan günün ilk ısıklarıyla birlikte korkusu geçmis, gelgelelim yalnızlık
duygusu büsbütün güçlenmisti. Çok degil, daha kısa bir süre önce üzerinde bir
sürü kalabalıgın gezinip durdugu bu çıplak toprak, yalnızlıgını yeniden
anımsatmıstı ona. Ne yapması gerektigine hemen karar verdi. Ormana daldı ve
ırmak boyunca kosmaya basladı. Bütün gün durdurak bilmeksizin kostu kostu.
Sonsuzluga uzanan ölesiye bir kosuydu sanki bu çelikten kaslarla bezenmis bedeni
yorulmak nedir bilmiyordu. Sonu sonuna yorulsa bile atalarından geçen dayanma
gücü ne pahasına olursa olsun canını disine takıp, sızlayan bedenini durmadan
ileri sürüklemeye yöneltiyordu onu.
Irmagın sarp kıyılar arasından kıvrıla büküle aktıgı yerlerde tepe bayır demeden
kosuyor, derelerin ırmaga döküldügü çatalagızlarından yüzerek geçiyordu. Donmaya
yüz tutmus ırmak kıyısı boyunca kosarken zaman zaman ayakları altındaki buz
tabakası kırıldı, buzlu suların akıntısına kapılıp gitmemek için büyük bir çaba
harcadı. Irmak boyundan ayrılıp kara yoluyla yollarına devam ettiklerini sandıgı
yerlerde insanların ayak izlerini arastırdı.
Gerçi Beyaz Dis sıradan bir soydasına oranla çok daha akıllı bir kurttu ama
Mackenzie’nin karsı yakasını da arastırmayı akıl edecek kadar ileri görüslü
degildi. Ya insanların izleri öte yakadaysa?.. Aklının kıyıcıgından bile
geçmiyordu bu olasılık. lerde birçok yeri gezip tozduktan, görüp geçirdikten ve
ırmakları daha iyi tanıdıktan sonra bu olasılıgı da hesaba katacaktı hiç
kuskusuz. Ama simdi Mackenzie Irmagı’nın yalnız o yakasını düsünebiliyor, bu
yüzden de burnunun dikine dogru körü körüne kosturup duruyordu.
Bütün gece durmadan kostu durdu; önüne çıkan türlü türlü engeller onu
geciktiriyordu ama asla yıldıramıyordu. kinci gün ögle üzeri otuz saati bulan
bir kosudan sonra çelikten kaslarında yorgunluk belirtilen basladı, direncini
yitiriyordu artık. Yoluna devam etmesini saglayan tek güç yalnızca
kararlılıgıydı. Kırk saattir tek lokma girmemisti kursagına. Açlık büsbütün
bitkinlestiriyordu onu. kide bir buzlu sulara dalıp çıkması da direncini
olumsuz yönde etkiliyordu. Tüyleri kir pas içinde yapıs yapıs olmustu. Pençeleri
yara bere içindeydi, kanıyordu. Aksamaya baslamıstı, her geçen an topallaması
biraz daha artıyordu. Ve bütün bunlar yetmezmis gibi üstelik bir de gökyüzü
kararmıs ve kar serpistirmeye baslamıstı. Yere deger degmez eriyen sulu kar
üzerinde düse kalka ilerliyor, ikide bir kayıp tökezliyordu.
O gece Gri Kunduz ırmagın karsı yakasında konaklamaya karar vermisti. Ne var ki
karanlık basmadan önce bir geyik ırmagın bu kıyısına sulanmaya inmis ve Gri
Kunduz’un karısı Kloo-kooch geyigi görmüstü. Eger geyik su içmek için ırmak
kıyısına gelmese, Kloo-kooch geyigi görmese ve Gri Kunduz da hedefi bulan
basarılı bir atısla geyigi vurmamıs olsaydı, her sey degisecekti. Gri Kunduz
Mackenzie Irmagı’nın bu kıyısına kamp kurmasaydı Beyaz Dis yoluna körü körüne
devam ederek ya ölecek ya da vahsi kankardeslerine katılarak ömrünün sonuna dek
onlardan biri olarak kalacaktı.
Gece bastırmıstı. Kar lapa lapa yagıyordu simdi. Hafif hafif mızıldanan Beyaz
Dis seke-topallaya kosarken karın üzerinde yeni bir iz gördü. Bu iz öylesine
tazeydi ki neyin nesi oldugunu hemencecik anlayıverdi. Bir sevinç homurtusu
kopararak ırmak kıyısından baslayıp agaçların altına dogru izleri takip etti.
Derken kampın gürültüleri geldi kulagına. Atesin alevini, Kloo-kooch’un yemek
pisirdigini ve Gri Kunduz’un da çömeldigi yerde elinde tuttugu donmus bir
içyagını yedigini gördü. Et vardı kampta, hem de taze et!..
Dayak yiyecegini sanıyordu Beyaz Dis. Dövülmek düsüncesiyle tüyleri diken diken
oldu, bir an bocaladı, ama yine de ilerlemekten geri durmadı. Dayaktan
korkuyordu ama atesin sıcaklıgına ve insanların koruyuculuguna kavusmaya can
atıyordu yine de. Hatta kendisine düsman kesilen köpeklerin yakınlıgına bile
razıydı.
Sürüne sürüne atesin yanına ilerledi. Gri Kunduz onu görünce lokması agzında
kaldı. Beyaz Dis bası yere egik, aman dilercesine bir hava içinde agır agır
yaklastı; kendisini Gri Kunduz’a yaklastıran her adımda biraz daha yavaslıyor,
aradaki mesafeyi acı içinde asıyordu. Sonunda efendisinin ayakları dibine çöktü
ve büyük bir uysallıkla kendini tüm benligiyle Gri Kunduz’a teslim etti.
Verilecek cezayı beklerken tirtir titriyordu. Efendisinin eli yukarı kalkmıstı
bile. Her an inmesini bekledigi elin altında ister istemez yere iyice yapısıp
büzüldü. Ama tokat inmedi. Göz ucuyla yukarı baktı. Gri Kunduz elindeki yag
parçasını ikiye bölüyordu. Parçalardan birini Beyaz Dis’e uzattı. Beyaz Dis
dikkat ve kuskuyla kokladı, ondan sonra yemeye basladı. Gri Kunduz ona et
getirtti. Beyaz Dis eti yerken, yemegine göz diken öbür köpekleri kovdu. Yeme
gini bitirdikten sonra hosnut ve gönülborcu duyan bir tavırla efendisinin
ayakları dibine uzandı. Uykunun agırlıgı bastırırken gözlerini kırpıstıra
kırpıstıra atese bakıyordu. Ertesi gün uyandıgında, uçsuz bucaksız soguk
ormanların derinlikleri içinde tek basına degil de, insanoglunun kampında,
kendini tümüyle teslim ettigi ve her zaman yanlarında bulunmanın güvenini
duyacagı insanların arasında olacagını biliyordu.

0

13

ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ANLASMA
Aralık ayı bitiminde Gri Kunduz, Mit-sah ve Kloo-kooch ile birlikte Mackenzie
Irmagı boyunca yukarı dogru yol alıyordu. Kimisini satın kimisini de ödünç
aldıgı yetiskin köpeklerin kosulu oldugu kızagı kendisi kullanıyordu. Genç
köpeklerin çektigi öbür küçük kızagı ise Mit-sah sürüyordu. Çocuk oyuncagı gibi
bir seydi bu kızak. Ama Mit-sah’ın gözünde degeri büyüktü, bu kızagı sürerken
kendini büyük bir adam yerine koyuyordu, bu nedenle de keyfine diyecek yoktu.
Hem bu kızak sayesinde köpek yavrularından olusan sürüyü nasıl çekip
çevirecegini, onları nasıl egitecegini de ögrenmis oluyordu. Üstelik, yüz kiloya
yakın yiyecek ve öteberi tasıdıgı için hiç de küçümsenemeyecek bir is basarmıs
oluyordu.
Beyaz Dis daha önce de görmüstü köpeklerin kızaga kosulduklarını. Bu yüzden ilk
kez kosum vuruldugunda huysuzluk etmedi. Boynuna yosunla kaplı bir tasma
taktılar. Bu tasmaya baglanan bir kayıs gögsünden sırtına dogru dolanarak kızagı
çeken uzun ipe baglanıyordu.
Kızaga yedi köpek yavrusu daha kosuluydu. Bunların her biri dokuz on aylıktı,
Beyaz Dis ise henüz sekiz aylıktı. Köpekler kızaga ayrı ayrı iplerle
baglanmıslardı. plerin her biri degisik boylardaydı. Bu uzunluk farkı en
azından bir köpek boyu kadar vardı, Her ip öbür ucundan kızagın önündeki bir
halkaya baglıydı. Kızak ayakları hus agacından yapılmıstı ve giderken karlar,
iki yana ayıracak biçimde uçları kıvrıktı. Ayrıca alçak olusu sayesinde kızagın
ve üstündeki agırlıgın zerrecikler halindeki yumusacık kar üzerinde dengeli bir
biçimde yayılmasını saglıyordu. Köpekler de iplerin ucunda tıpkı bir yelpaze
gibi açılıp yayılıyor, böylece hiçbiri öbürünün izine basmıyordu.
Kosumların bu biçimde yapılmıs olmasının bir baska yararı daha vardı, iplerin
aynı boylarda olmaması ipeklerin birbirleriyle dalasmalarını da engelliyordu.
Köpeklerden biri ötekine satasmak isterse, kendisinden daha kısa iple baglı
olana dogru geri dönmek zorundaydı. Ama o zaman da hem saldırmaya kalktıgı
köpegin dislerine, hem de kızak sürücüsünün kırbacına hedef oluyordu. Bu kosum
yönteminin en büyük yararından biri de önde giden köpege saldırmak isteyen
arkadaki köpegin kızagı daha hızlı çekmesiydi. Böylelikle kızagın hızı daha da
artıyor, buna karsılık kovalanan köpek de ister istemez daha hızlı kosmak
zorunla kalıyordu. Bu durumda köpeklerden hiçbiri yakalamak istedigi öndeki
köpege yetisemiyordu. Kızagın dolu dizgin çekildigi beklenmedik durumlarda da
sürücü, hayvanlar üzerindeki egemenligini artırıyordu.
Mit-sah babasına çekmisti, onun gibi akıllıydı. Bir zamanlar Lip-lip’in Beyaz
Dis’e çektirdigi acılar gözünden kaçmamıstı. Ama o sıralarda Lip-lip baskasının
köpegi oldugundan hayvanı engellemek için arada bir tasa tutmanın ötesinde
hiçbir sey yapamıyordu. Ama simdi kendi malıydı Lip-lip. Onu en uzun ipe
baglamıstı, böylelikle yaptıklarının acısını çıkarıyordu. Gerçi Lip-lip en öne
baglanmakla sürünün önderi olma onuruna eriyordu ya, aslında bununla çok sey
yitiriyordu. Çünkü bu durumda sürüdeki arkadaslarını çekip çevirmek söyle
dursun, onların gözünden düsüyor gittikçe düsmanlıklarını kazanıyordu. En uzun
ipe kosulu oldugu için köpekler önlerinde hep onu görüyorlardı. Ne zaman
baksalar önlerinden kaçan tüylü bir kuyrukla birbiri ardından inip kalkan bir
çift arka ayak görüyorlardı. Lip-lip’in bu görünümü diken diken olmus kıllarına
ve ısıl ısıl ısıldayan dislerine oranla hiç de ürkünç degildi. Takımdaki
köpekler, onun, önleri sıra kostugunu görünce kendilerinden korkup kaçtıgı
sanısına kapılıyor, bu yüzden de dayanılmaz bir kovalama istegi duyuyorlardı.
Kızak yola çıkar çıkmaz bütün sürü Lip-lip’in ardına takılıyor ve gün boyunca
kovalıyordu. Önceleri Lip-lip bası çektigi için kendisini kıskanan
kovalayınlarına geri dönüp saldırmaya kalkıyordu. Ama aynı anda Mit-sah geyik
bagırsagından yapılma uzun kamçısını suratında saklatarak Lip-lip’i geri dönüp
kosmak zorunda bırakıyordu. Lip-lip bu köpek sürüsünün hakkından gelebilirdi
aslında, ama kırbaç karsısında boynu büküktü. Bu nedenle, kosulu oldugu ipi
gererek var gücüyle kosuyor, ardından gelenlerin dislerinden uzak durmaktan
baska bir sey gelmiyordu elinden.
Gelgelelim, Kızılderilinin kafasında daha binbir türlü kurnazlıklar yatıyordu;
Sürünün basını çeken köpegi bu bir türlü bitmek tükenmek bilmeyen kovalamaca
sırasında kayırıyormus gibi görünüyor, hosgörüyle davranıp Lip-lip’i sımartıyor,
böylelikle de öbür köpeklerin nefret ve kıskançlıklarının daha da artmasına yol
açıyordu. Konakladıklarında Mit-sah ötekilerin gözü önünde yalnızca Lip-lip’e et
veriyordu. Bunu gören öbür köpekler de kuduruyordu. Mit-sah’ın koruyuculugu
altında Lip-lip etini yerken bütün sürü kırbacın etki alanı dısında kalmaya
çalısarak çevresinde öfkeyle dönenip duruyordu. Lip-lip etini yiyip bitirdikten
sonra bile Mit-sah sürüyü uzakta tutuyor, sanki ona bir parça daha et veriyormus
gibi davranıyordu.
Beyaz Dis yaptıgı isi seviyor, canla basla çalısıyordu. nsanoglunun kurallarına
ayak uydurmakta öbür köpeklere oranla daha fazla ilerlemis, insan istencine ayak
diremenin ne denli bos oldugunu onlardan çok daha iyi ögrenmisti. Üstelik, köpek
sürüsü kendisine düsmanca davrandıgı için insana oranla soydasları kendisine çok
daha degersiz geliyordu. Oldu olası soydaslarına yakınlık duyamamıstı zaten.
Kiche’yi ise nerdeyse büsbütün unutup gitmisti. Bu nedenle tutunacak tek dal
saydı efendilerini, onlara karsı büyük bir baglılık duymaya basladı. Bu yüzden
var gücüyle çalısıyor, yumusak baslılıgı elden bırakmıyordu. Baglılıgı ve hırsı
özellikle çalısırken göze çarpıyordu. Bir kurt ya da vahsi bir köpegin
evcillesince kazandıgı belli baslı niteliklerdir bunlar, ve Beyaz Dis’de bu
nitelikler yeterince vardı.
Öbür köpeklerle olan iliskisi oldum bittim düsmanca bir iliskiydi ve her zaman
da öyle kaldı. Onlarla oynamayı ögrenememisti hiç. Bütün bilip ögrendigi sey
kıyasıya dövüsmekti. Sürüyü Lip-lip’in çekip çevirdigi günlerde kendisine
çektirilen eziyetlerin acısını kat kat çıkarıyor, yaptıklarını pahalıya
ödetiyordu onlara. Eger dizginlerin ucunda, sürünün önü sıra kosup kızagı
çektigi zamanlar sayılmazsa Lip-lip’in önderligi de son bulmustu artık. Kamp
kuruldugu zamanlar Mit-sah’ın, Gri Kunduz’un ya da Kloo-kooch’un yanından
ayrılmıyordu hiç. Sahiplerinin yanından azıcık uzaklasacak olsa, bütün köpekler
tartaklamak için ardına düsüyordu; Tüm dislerin hedefi oydu artık, bir zamanlar
Beyaz Dis’e çektirdigi acıları simdi kendisi tadıyordu.
Lip-lip’e önderlikten el çektirildigine göre onun yerine Beyaz Dis sürübası
olabilirdi. Gelgelelim o bu görevi yürütmeyi istemeyecek kadar hırçın ve basına
buyruk bir hayvandı. Sürüdekilere pek yüz vermiyor gerektiginde hırpalıyordu
onları. Zaten onlar da Beyaz Dis’in yolu üzerine pek çıkmıyor, en kabadayı
geçinenleri bile önündeki et parçasını asırmayı göze alamıyordu. Tam tersine,
Beyaz Dis gelir de etlerini kapar korkusuyla yalamadan yutuveriyorlardı hemen.
Beyaz Dis yasayı iyi biliyordu; zayıf olan ezilir, güçlü olana ise boyun
egilirdi. Önüne konulur konulmaz kendi etini çarçabuk yiyip bitiriyor, gözünü
hemen ötekilerinkine dikiyordu. Eger o anda yiyecegini henüz bitirmemis bir
köpek varsa zavallıcık agzını havaya açmak zorunda kalıyordu. Beyaz Dis hemen
dislerini göstererek hırlıyor, köpegin payını kaptıgı gibi ‘bir anda silip
süpürüyordu. Bu sırada köpek de acı acı uluyarak üzüntüsünü dile getirmekten
baska bir sey yapamıyordu.
Arada bir Beyaz Dis’in aldıgı haraca karsı çıkıp baskaldırmak isteyenler de
olurdu. Ama kısa zamanda agzının payını alır, süt dökmüs kediye dönerdi. Bu tür
çatısmalar Beyaz Dis için sürekli bir alıstırma, antrenman anlamına geliyordu.
Sürünün içinde yapayalnız olmanın yarattıgı kıskançlıkla tek basına kafa tutardı
onlara. Bu tür çatısmaların baslamasıyla bitmesi bir olurdu. Öbür köpeklere
oranla çok daha hızlı ve çevikti. Düsmanları daha neye ugradıklarını anlamadan
yara bere ve kan revan içinde kalır, daha karsı koymaya fırsat kalmadan kavgayı
yitirmis olurlardı.
Efendileri kendisine nasıl katı ve hosgörüsüz davranıyorsa, Beyaz Dis de
arkadaslarına aynı sertlikle davranıyordu. Baslarına buyruk davranmalarına,
saygısızlıkta bulunmalarına hiçbir zaman göz yummuyor, onlara hiç yüz
vermiyordu. Birbirlerine karsı nasıl davranırlarsa davransınlar, umurunda bile
degildi.
Ama canını sıkmamalarını, aralarından geçerken yolu üzerine dikilmemelerini
kendi üstünlügüne boyun egmelerini istiyordu. Ayak direyenlere, ona dis
bileyenlere, tüylerini kabartarak meydan okumaya kalkısanlara acımasızca ve
vahsice saldırıyor, hadlerini hemen o anda bildiriyordu.
Acıma nedir bilmeyen bir zorbaydı Beyaz Dis. Üstünlügünü zorla kabul ettiren
tasyürekli bir hayvandı. Çocuklugundan beri kendini amansız bir ölüm-kalım
savasının içinde bulmustu. Anasıyla birlikte tek baslarına ve yardımsız bir
durumda korkunç ‘bir yasama mücadelesi vermis, vahsi ormanların düsmanca ortamı
içinde korunmak için kıyasıya savasmıslardı. Güçlü yaratıklar karsısında alttan
almayı bosuna ögrenmemisti. Evet, zayıfları eziyordu, ama güçlülere karsı her
zaman saygılı davranıyordu. Gri Kunduz’la çıktıkları uzun yolculuk sırasında
ugradıkları yabancı kamplardaki yetiskin köpekler arasında korka-çekine
dolasmıstı hep.
Aylar ayları kovaladı. Gri Kunduz’un yolculugu hâlâ sürüyordu. Beyaz Dis kızak
çeke çeke ve bitmek tükenmek bilmeyen didinmeler sonucunda gittikçe gelisip
güçlendi. Aklı her seye eriyordu, olgunlasmıstı artık. çinde yasadıgı dünyayı
adamakıllı tanımıstı. Bombos ve maddiydi bu dünya. Kaba, sert, acımasız ve
soguktu. Sevgiden, oksamadan, sevecenlikten eser yoktu bu dünyada.
Gri Kunduz için besledigi duygulara sevgi denemezdi. Evet, Gri Kunduz insan
olmasına insandı dogruydu bu, ama zorba ve acımasız bir insandı. Onun
üstünlügüne seve seve boyun egiyordu, ama bu üstünlük uslun bir zekâya ve
amansız bir güce dayanıyordu. Kendisinden üstün bir efendiye özlem duyuyordu,
özgürlügüne kavusmusken ormandan geri dönmezdi yoksa. Yaradılısının
derinliklerinde uyuklayan birtakım karanlık noktalar vardı. Bir çift tatlı söz,
oksayan bir el bu derinliklere ulasıp o karanlık noktaları uyandırabilirdi.
Gelgelelim Gri Kunduz onu ne oksadı, ne de tatlı sözler söyledi. Böyle huyları
yoktu onun. Üstünlügü kaba sabaydı, dedigim dedikti, adaleti sopayla dagıtırdı;
suçu tokatla cezalandırırdı, oysa iyi bir hareketi sevip oksayarak degil, dayak
atmamakla ödüllendirirdi.
Bu nedenle Beyaz Dis insan elinin sunacagı mutluluklara yabancı kalmıstı. Hem
insanogullarının elini de hiç mi hiç sevmiyordu zaten. Oldum bittim kusku
duymustu ellerden. Gerçi bu eller arasıra et atardı önüne, ama çogu zaman dayak
atar, acı verirdi. Kaçınılması gereken tehlikeli seylerdi eller. Tasları onlar
fırlatır, sopa ve kamçıları onlar savurur, yumruk ve tokatları onlar patlatırdı.
Ve ne zaman kendisine dokunacak olsalar ya çimdikler, ya sıkar, ya da fiske
vururlardı. Ugradıkları yabancı köylerdeki çocuk ellerinin de acımadan can
yaktıgını ögrendi. Bir gün, daha adım atmasını bilmeyen bir oglan çocugu az
kalsın gözünü çıkaracaktı. Basına gelen bütün bu olaylardan sonra Beyaz Dis tüm
çocuklardan pirelenir oldu. Bir türlü yıldızı barısmamıstı onlarla, can yakmak
için fırsat kollayan elleri ne zaman kendisine yaklasacak olsa hemen alır basını
çeker giderdi.
Büyük Esir Gölü yöresindeki bir köyde, Gri Kunduz’un kabul ettirdigi yasayı
biraz olsun yumusatan bir olay geçti Beyaz Dis’in basından. Bu yasaya göre bir
insanoglunu ısırmak islenebilecek suçların en büyügüydü, ama bu suçun bile
sırası geldiginde bagıslanabilecegini ögrendi. îste o köyde Beyaz Dis her
köpegin yapacagı gibi kasla göz arasında kendisine yiyecek bulmak için ortalıgı
kollamaya basladı. Derken bir oglan çocugu gördü, baltayla donmus bir geyik
etini parçalıyordu. Çocugun baltayı her savurusunda çevreye donmus geyik etleri
saçılıyor, et parçaları karların orasına burasına düsüyordu. Usulca yaklastı,
savrulan et parçalarını mideye indirmeye basladı. Bunu gören çocuk baltayı bir
kıyıya bırakıp eline bir sopa geçirdi. Beyaz Dis sopa tam sırtına inerken son
anda sıçrayıp kıl payıyla kurtuldu. Çocuk bunun üzerine kovalamaya basladı.
Beyaz Dis köyün girdisini çıktısını bilmedigi için iki çadır arasından geçerken
bir duvarın önünde kısılıp kaldıgını farketti.
Tam anlamıyla kapana kıstırılmıstı. Kaçıp kurtulabilecegi tek yol bu çadırların
arasından geçiyordu ve bunu da çocuk kapamıstı. Çocuk sopasını kaldırıp,
kıstırdıgı kurbanının üzerine yürüdü. Beyaz Dis’in adalet damarı kabarmıs,
öfkelenmisti. Tüyleri diken diken oldu, dislerini gösteren bir hırlamayla çocugu
karsılamaya hazırlandı. Et artıklarının, bunları bulan köpek tarafından
yenilebilecegini biliyordu, bunda bir kötülük olmadıgını, hiçbir yasayı
çignemedigini de biliyordu. Gelgelelim bu çocuk yine de dövmek istiyordu onu. Bu
düsünceyle Beyaz Dis’in aklı basından gitti, öfkeden kendini unutuverdi.
Yapacagını öylesine kısa bir zamanda yaptı ki çocuk neye ugradıgını anlayamadı.
Kendini bir anda boylu boyunca karların üzerinde bulmus, sopayı tutan elinde
Beyaz Dis’in dislerince açılmıs yarayı gördügü zaman olup biteni ancak
kavrayabilmisti. Beyaz Dis’e gelince, insanlardan birinin etini dislemekle
yasayı çignedigini bal gibi biliyordu. Cezalardan ceza begenmeliydi simdi, bunu
pahalıya ödeyecekti.
Tabanları yagladı hemen. Gidip Gri Kunduz’un dizleri dibine sıgındı. Isırılan
çocukla , ana-babası cezalandırılması için sikâyete geldiler. Ama bu hevesleri
kursaklarında kaldı. Çünkü Gri Kunduz Beyaz Dis’ten yana çıktı. Mit-sah ile
Kloo-kooch da onu savundu. Agız dalasına kulak kesilen ve öfkeli tavırları
dikkatle izleyen Beyaz Dis, davranısının haklı görüldügünü anladı. Demek ki
insandan insana fark vardı ve bu olay da bunu yeterince kanıtlıyordu iste.
nsanlar iki bölüktü: kendi efendileri ve yabancı insanlar, ister haklı ister
haksız olsun, kendi efendilerine boyun egmek zorundaydı. Ama öbür yabancı
insanların yaptıgı adaletsizliklere katlanmak zorunda degildi. Böyle
haksızlıklara dislerini kullanarak karsı koyabilirdi. O gün sona ermeden bu
yasaya iliskin daha bir yıgın bilgi edinecekti Beyaz Dis. Mit-sah odun toplamak
için tek basına ormana gittiginde eli ısırılan oglana rastladı. Çocugun yanında
arkadasları da vardı. Aralarında siddetli bir agız dalası patlak verdi. Derken
hep birlikte Mit-sah’ın üzerine çullandılar. Mit-sah zor durumdaydı. Dört bir
yandan pat küt vuruyorlardı. Beyaz Dis baslangıçta bir an için seyirci kaldı
kavgaya. Bu insanların kendi sorunuydu ve kozlarını paylasıyorlardı, onu
ilgilendirmeyen islere burnunu sokmaya niyetli degildi. Derken birdenbire,
saldırıya ugrayanın kendi efendilerinden biri oldugunu gördü, Mit-sah’in ta
kendisiydi bu! Onu ise karısmaya iten sey yargılama sonucu dogan bir karar
degildi. ster istemez büyük bir öfkeye kapılmıs ve bu çılgınca öfke onu
çocukların arasına dalmak zorunda bırakmıstı. Bes dakika sonra çocuklar çil
yavrusu gibi dagılmıstı, kaçısan kaçısanaydı. Karların üzerindeki kan lekelerine
bakılırsa çocuklardan birçogunun vücudunda Beyaz Dis’in dislerince açılmıs
ısırık izleri vardı. Mit-sah kampa dönünce böyleyken böyle deyip bütün olup
bitenleri anlatınca Gri Kunduz bol bol et verilmesini emrederek Beyaz Dis’i
ödüllendirdi. Karnını tıka basa doyuran Beyaz Dis atesin yanında uyuklarken
böyle yapmakla ne denli dogru davrandıgını daha iyi anlıyordu.
Basından geçen bu tür olaylar sonucunda Beyaz Dis mülkiyet yasasını ve mülke
gözkulak olma yükümlülügünü ögrenmis oldu. Efendisini korumakla, onun mülküne
göz kulak olma arasındaki kısacık yolu bir adımda aldı; efendisinin malı, baska
insanları yaralamak pahasına da olsa bütün dünyaya karsı korunmalıydı. Böyle bir
davranıs yalnızca kuralları saygısızca çignemek degil, aynı zamanda tehlikeli
bir suç islemek anlamına da geliyordu, ama bunu yapmak göreviydi. nsanlar
güçlüydüler. Bir köpek olarak onlarla boy ölçüsemezdi. Her seye karsın Beyaz Dis
yırtıcılıgıyla onlarla bas etmesini bildi, korkusuzca karsı koymayı ögrenmisti
artık. Görev sorumlulugu korku duygusuna baskın çıkıyordu ve hırsız insanlar Gri
Kun-duz’un malına el sürmemeyi ögreniyorlardı.
Beyaz Dis, hırsızlık yapan insanların genellikle ödlek oldugunu, sıkıyı görür
görmez tabanları yaglamaya çoktan hazır oldugunu, üstelik tehlikeyi bildirdikten
kısa bir süre sonra Gri Kunduz’un hemen imdadına kostugunu çabucak ögrendi.
Aslında hırsız kendisinden çok Gri Kunduz’dan çekiniyordu. Beyaz Dis havlayarak
ortalıgı velveleye vermiyordu, hiçbir zaman da havlamamıstı zaten. Onun izledigi
yol hırsızı görür görmez saldırıya geçmek ve fırsatını buldugu anda ısırmaktı.
Öbür köpeklerin arasına karısmayıp yapayalnız geçimsiz bir yasam sürdügünden
efendisinin malını canla basla koruyabiliyordu. Bu iste ustalasması için Gri
Kunduz’da elinden geleni yapıyordu. Amacı Beyaz Dis’in teke tek kaldıgında
düsmanıyla bas edebilecek güçte, daha vahsi, daha korkusuz bir hayvan olmasını
saglamaktı.
Aylar geçiyor ve köpekle insanoglu arasındaki anlasma gittikçe pekisiyordu. Çok
eskilere dayanan bir anlasmaydı bu, taa ilk kurdun ormandan kaçıp insanla
yakınlastıgı günlerden beri süregeliyordu. Beyaz Dis çabalarıyla bu anlasmaya
kendinden yana bir nitelik kazandırdı. Anlasmanın kosulları çok basitti. Beyaz
Dis et ve kemikten yapılmıs bir insan ugrunda özgürlügünü hiçe sayıyor, bunun
için de yiyor, ısınıyor, korunuyor ve yakınlık görüyordu. Bunlara karsılık
efendisinin malını canını koruyor, ona hizmet ediyor, buyruklarına boyun
egiyordu.
nsanoglunun malı olmak, ona hizmet etmek anlamına geliyordu. Beyaz Dis bu
görevi yerine getiriyordu, ama hizmet etmesinin nedeni sevgi degil korkuydu.
Zaten sevgi nedir dogru dürüst bilmiyordu bile. Kiche belli belirsiz, silik bir
anı olarak kalmıstı belleginde. Efendisine öylesine sıkı baglarla baglanmıstı ki
Kiche karsısına çıksa bile anlasmayı bozup onunla birlikte gidemezdi. Bu
anlasmayla ormandaki özgürce yasantıdan da, soydaslarıyla birlikte düsüp
kalkmaktan da vazgeçmis oluyordu. nsanogluna olan baglılıgı, özgürlük
sevgisinin ve kandaslarına duyabilecegi özlemin çok daha üstündeydi, uymak
zorunda oldugu güçlü bir yasaydı sanki bu.

0

14

ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
KITLIK

Gri Kunduz’un uzun yolculugu son buldugunda baharın eli kulagındaydı. Eski köylerine geri dönüp de Mit-sah boynundaki ipi çözdügünde Beyaz Dis bir yasına
basmıstı. Aylardan nisandı. Beyaz Dis henüz iyice gelisip serpilmemisti ama Liplip’ten sonra kendi akranlarının en büyügüydü. Anası babası gibi uzun boylu ve
güçlüydü. Ne kadar yetiskin köpek varsa daha simdiden boy ölçüsebilecek duruma gelmisti onlarla. Ama biraz daha semirmesi gerekiyordu. Bedeni çelimsiz ve kuru
olmasına karsın dayanıklıydı. Kurtlara özgü tipik boz renkli tüyleri vardı. Dıs görünüsüyle de tam bir kurttu o. Anası Kiche’den azbuçuk köpek kanı geçmisti
ama, bu onu bedensel yapısı açısından degil de zihinsel gelisimi açısından etkilemisti. Köyde aylak aylak dolasırken, çıktıgı uzun yolculuk öncesinden
tanıdıgı insanları nese içinde seyrediyordu. Sonra köpeklere baktı. Bu arada yavru köpekler de kendisi gibi gelisip büyümüstü. Yaslı köpekleri eskisi kadar
korkunç bulmuyordu simdi. Artık onlardan pek korkmuyor, aralarında kendisini de sasırtan rahat bir güvenle dolasıyordu.
Kampta Baseek adlı yaslı bir köpek vardı ki eskiden hırlayıp da dislerini gösterdi mi Beyaz Dis’in ödü kopardı ondan. O zamanlar ne denli güçsüz ve düskün
oldugunu anlamasına yeterdi bu hırlama. Oysa simdi yaslı köpegin gittikçe elden ayaktan düstügünü kendisinin ise her geçen gün daha da serpilip gelistigini
farkediyordu.
Kızılderililerce yeni avlanmıs bir geyik parçalanırken Beyaz Dis köpeklerle kendi arasındaki degisikligin farkına vardı. Payına düsen etli bir ayakla bacagı
alıp öteki köpeklerin gözünden uzak bir köseye, bir çalılıgın arkasına çekildi ve yemegini yemeye koyuldu. Tam bu sırada Baseek yanına sokuldu. Yaslı köpegin
saldırıya geçmek üzere oldugunu gören Beyaz Dis ani bir kararla hiç duraksamaksızın üzerine atıldı ve onu iki yerinden ısırdıktan sonra geriye
sıçradı. Baseek Beyaz Dis’in bu beklenmedik gözüpekligi ve çevikligi karsısında afallamıs, oldugu yerde donup kalmıstı. Kanlı kemik parçasının üzerinden
birbirlerini süzdüler bir süre.
Baseek görmüs geçirmis bir köpekti. Eskiden is zorbalıga döküldü müydü hırlastıgı köpeklerin gözünü kolayca korkuturdu. Ama simdiki köpeklerin gittikçe
daha atılgan, daha kabadayı olduklarını görüyordu. Acı deneylerdi bunlar. Düsmanıyla basa çıkabilmek için bir an düsünüp tasındı, onu alt edecek bir hileye basvurmayı tasarladı. Eger daha eskiden olsaydı hiç durmaz Beyaz Dis’in üzerine atılıverirdi, ama çaptan düsmüstü simdi, gittikçe tükenen kuvveti böyle
bir seyi göze almasına olanak bırakmıyordu. Tüylerini öfkeyle kabartıp kemik parçasının üzerinden kötü kötü süzdü Beyaz Dis’i. Beyaz Dis bir an için o eski
saygının yeniden canlandıgını duyar gibi oldu, bocalıyordu, nerdeyse yelkenleri suya indirecekti, ama ne olursa olsun böyle bir yenilgiyi yine de bir türlü gururuna  yediremiyor, bu yüzden de durumu kurtaracak bir yol arıyordu. Eger Baseek öfkeli öfkeli homurdanmaya devam etse ve büründügü o korkunç görünüsü bozmasa, Beyaz Dis olanları sineye çekip oradan uzaklasacaktı.
Gelgelelim yaslı köpek sabırsızlık göstererek büyük bir yanılgıya düstü. Kavgayı simdiden kazandıgı sanısıyla kendini tutamadı ve kemige dogru bir adım atıp
koklamak için basını egdi. ste o zaman Beyaz Dis’in tüyleri birdenbire diken diken oldu. Bu anda bile is isten geçmis sayılmazdı Baseek için. Eger kemigin yanında hiç istifini bozmadan durup da düsmanına kızgın bir bakıs fırlatsa Beyaz Dis yenilgiyi kabullenerek çekip gidecekti. Ne var ki taze etin kokusuyla bası dönen Baseek bos bulunup kemigi kemirmeye basladı. Beyaz Dis bunu görünce zıvanadan çıkıverdi. Sürüdeki arkadasları üzerinde aylardır kurdugu üstünlük duygusu onu karsı koymaya zorluyordu; kendisinin olan bir etin bir baskasınca göz göre göre yenmesine seyirci kalamazdı. Her zamanki alıskanlıgıyla düsmanım hiç uyarmadan ansızın saldırıya geçti. Daha ilk pençede Baseek’in sag kulagı yırtıldı. Yaslı köpek saldırının beklenmedik çabuklugu karsısında sasırmıstı. Ama aynı çabuklukla basına gelecek olanlar bu kadarla kalmıyordu. Neye ugradıgını anlamadan kendini yerde buldu. Bu kez de gırtlagından yaralanmıstı. Dogrulmak için debelenip dururken, genç köpegin dislerini iki kez daha omuzuna sapladıgını duydu. Gerçekten de sasılası bir çeviklikti bu. Baseek karsı koyup disiyle tırnagıyla saldırdı, bir iki pençe
attı ama hepsinde de ıskaladı. Bir an sonra burnu da bastan basa yarılmıstı. Geri geri çekilerek kavga alanından sendeleye sendeleye uzaklastı.  Roller degismisti artık. Beyaz Dis kemigin önünde duruyor kabarık tüyleri ve kan bürümüs gözleriyle öfkeli öfkeli homurdanıyordu. Baseek ise az ötede kuyrugunu kısmıs, kaçmaya hazırlanıyordu. Böyle yıldırım gibi parlayıveren bir düsmanla dövüsmeyi göze alamazdı, eli kulagında olan kocamıslıgın dogurdugu güçsüzlügü içi burkularak, acı acı duymaya basladı; hiç degilse bundan sonraki saygınlıgını yitirmemeyi düsünerek hiç istifini bozmadan bu genç köpege ve kemige sırtını
dönüp gururla uzaklastı. Bir an sonra durup yaralarını yalamaya koyuldu.
Bu olay Beyaz Dis’in güvenini ve gururunu artırmıstı. Yetiskin köpeklerin arasında gögsünü gere gere yürüyordu artık, eski ürkekligini tümüyle atmıstı üzerinden. Yenilgiye kolayca boyun egmiyor, basını her zaman dik tutuyordu. Göze batmamak, kimseyle dalasmamak için çevresini kollaya kollaya gitmiyordu artık.
Yolunda yürürken kendisine satasılmamasını, saygı gösterilmesini istiyordu. Yasıtları olan köpeklere ya da kendi sürüsündeki yavru köpekler gibi küçük
görülmeye, ensesine vurulup lokmasının alınmasına dayanamıyordu. Öbür köpek yavruları büyükleri görünce kıyıya çekilip onlara yol veriyor, sıkıyı görünce de
et tayınlarını bırakıp sıvısmak zorunda kalıyorlardı. Oysa geçimsiz, hırçın, ve her zaman canı burnunda olan Beyaz Dis kimseye yüz vermedigi, baskalarıyla
ilgilenmeye tenezzül etmedigi için, artık büyük köpeklerle bir tutulur olmustu. Bir iki denemeden sonra agızlarının payını almıslar, Beyaz Dis’i rahat
bırakmanın, durup dururken ona satasmamanın daha dogru olacagı kanısına varmıslardı. Eger onu rahat bırakırlarsa o da onları rahat bırakıyordu.
Yaz ortalarında bir deney daha geçti Beyaz Dis’in basından. Avcılarla birlikte bir geyigin ardına düstügünde, köyün ucuna kurulmus yeni bir çadır gördü. Ne var
ne yok diye çadırın çevresinde dönenip dururken, birdenbire Kiche’yle karsılastı. Hemen durup baktı. Hayal meyal anımsar gibi oldu annesini. Ama
annesi dislerini gösterip de o çok iyi tanıdıgı vahsi sesiyle hırlayınca Beyaz Dis’in gözleri önünde tüm anılar açık seçik canlanıverdi. Taa geçmiste kalan
çocukluk günleri, isittigi hırıltıyla iliskili tüm olayları bir bir anımsadı.
Anası dünyanın merkezi demekti onun için, ta ki insanları tanıyıncaya dek... O günlerin sıcaklıgını yüreginin derinliklerinde duyar gibi oldu. Büyük bir sevinç
içinde anasına dogru atıldı. Gelgelelim Kiche keskin disleriyle karsıladı onu, yanagını kemige kadar yırttı. Beyaz Dis bu davranısa bir anlam verememisti,
saskınlıkla geri çekildi.
Oysa Kiche’nin bunda bir suçu yoktu. Bir ana kurdun eski yavrusunu tanıması olanaksızdı. Beyaz Dis bir yabancıydı onun için, yuvasına zorla girmek isteyen
bir düsmandı. Saldırı hakkını, yeni yavrularını bu türlü davetsiz misafirlerden korumak zorunlulugundan alıyordu.
Bu arada, yavrulardan biri Beyaz Dis’e dogru badi badi ilerledi. Kardes olduklarını ikisi de bilmiyordu. Beyaz Dis yavruyu merakla koklayacak oldu ama tam o sırada Kiche saldırıya geçip yeniden yaraladı yüzünü. Beyaz Dis bunun üzerine biraz daha geriledi. Az önce sevinçle canlanan anılar yeniden karanlıklara gömülüvermisti simdi. Yavrularını yalayan ve zaman zaman kendisine dönüp hırlayan Kiche’ye söyle bir baktı. Kendisince hiçbir degeri yoktu artık anasının. Hem, kendi basının çaresine bakmayı ögrenmisti nasıl olsa. Kiche’nin yasamında kapladıgı yer yıkılmıs, aralarındaki bag kopmustu artık. Bundan böyle birbirlerinin yasamında yerleri kalmamıstı.
Beyaz Dis durdugu yerde aval aval baknıp bütün bu olup bitenlere bir anlam vermeye çalısırken Kiche üçüncü kez saldırıp onu oradan kovmaya çalıstı. Beyaz Dis kendi soyundan bir disiyle dövüsmek istemedigi için kovulma girisimine karsı çıkmadı. Erkeklerin disilerle dövüsmemesi bir soy yasasıydı. Bu yasa konusunda bilinçli bir bilgiye sahip degildi. Bunu deney yoluyla da ögrenmis degildi. Ama nasıl ki geceleyin ölümden ve bilinmeyen güçlerden korkarak aya ve yıldızlara dogru ulumus, bilinmeyen bir itilimin etkisinde kalmıssa, iste simdi bu yasayı da kendisini için için bu yola yönelten bir dürtünün yardımıyla sezinlemisti.
Aylar ayları kovaladı. Beyaz Dis gelisip serpiliyor, agırlıgı ve cüssesi artıyor, kisiligi de kalıtımın ve çevre yasalarının çizdigi yolda gelisiyordu.
Kalıtımın verdigi nitelikler, onun yapıldıgı hamuru tamamlayan bir tür maya gibiydi. Bu hamur türlü biçimlerde yogurulabilirdi. Ama onu yogurup belirli bir biçime sokmada çevrenin büyük bir payı vardı. Beyaz Dis insanoglunun dizi dibine sokulmamıs olsaydı, doganın yabancı ortamı içinde özbe öz bir kurt olarak yetisecekti. Oysa simdi insanoglunun bulundugu bambaska bir çevredeydi ve bu çevre, kurttan çok bir kurt köpegi yapmıstı onu.
Yaradılısından gelen birtakım niteliklerin ve çevre kosullarının etkisi altında belirli bir kisilik kazandı. Kaçınılması olanaksız bir degisimdi bu. Günden güne
daha hırçın, daha kıyıcı, daha yanına yaklasılmaz bir hayvan olup çıktı. Öbür köpekler de onunla dalasmamanın, elverdigince dost geçinmenin akıl kârı oldugunu
iyice anlamıslardı artık. Gri Kunduz ise Beyaz Dis’in degerini her geçen gün daha iyi anlıyordu.
Beyaz Dis’e güç veren bütün bu niteliklere karsın üzerinden bir türlü atamadıgı zayıf bir yanı vardı: Alay edilmeye dayanamıyordu. Nefret ediyordu insanların
gülmesinden. Kendisine degil de neye gülerlerse gülsünler, vız gelirdi ona. Ama kendisiyle alay etmiyorlar mıydı, kuduruyordu öfkeden. Onur kırıcı, küçük düsürücü bir seydi bu alaylı kahkahalar. Çılgına dönüyordu böyle zamanlarda, öfkeden içi içini yiyor, saatler sonra bile hırsını almak için çatacak yer arıyordu. ste o zaman Beyaz Dis’in damarına basacak olan köpegin çekecegi vardı!. Gri Kunduz’a dis geçiremeyecegini biliyordu. nanılmaz bir gücü ve de sopası vardı çünkü Gri Kunduz’un. Oysa köpeklerin tabana kuvvet kaçmaktan baska bir silahları yoktu. Beyaz Dis ne zaman alaylı kahkahalar yüzünden çılgına dönüp  de üzerlerine gelse, çil yavrusu gibi dagılıverirlerdi.
Beyaz Dis üç yasına bastıgı yıl Mackenzie Kızılderilileri yeni bir kıtlıkla karsı karsıya kaldılar. Yazın tek tük balık yakalayabilmislerdi. Kısın da  geyikler her zamanki kıslaklarını bırakıp gittiler. Tavsanların da neredeyse köklerine kıran girmisti. Açlıktan bir deri bir kemik kalanlar da birbirlerine
düstüler. Kendilerinden daha zayıf olanları buldukları yerde öldürmeye basladılar. Yalnızca daha güçlü olan hayvanlar kurtarabildi postu. Avcılıkla geçinen Kızılderililerin yaslı ve zayıf olanları açlıga dayanamayıp öldüler. Açlıktan inim inim inleyen kadınların ve çocukların acı çıglıkları yükseliyordu köyden. Çünkü ellerinde bulunan azıcık yiyecekle yetinmeye çalısıyor, yiyecek payının büyük bölümünü ormanda umutsuzca av arayan avurtları birbirine geçmis erkeklerine ayırıyorlardı.
Kıtlık ortalıgı öylesine kasıp kavuruyordu ki, insanlar makosenlerin ve eldivenlerin derileriyle nefislerini köreltmeye çalısırken, köpekler de kosum takımlarını, hatta kırbaçları kemirmeye basladılar. Kimi zaman köpekler birbirlerini, insanlar da köpekleri yiyordu. En zayıf ve en degersiz olan köpekler öncelikle yenildi. Geri kalan köpekler gözlerin üzerlerine dikildigini görünce sıranın kendilerine geldigini anlıyorlardı. En akıllı ve yürekli olanlar, açlıgın düskünlestirdigi insanların kursaklarına gitmemek için kamptan kaçıp solugu ormanda aldılar. Gelgelelim, orada da ya açlıktan titrettiler kuyrugu ya da kurtlara yem oldular. ste bu acı günlerde Beyaz Dis de ormana attı kapagı. Öteki köpeklerden daha iyi ayak uydurdu orman yasantısına, çünkü çocukluk döneminden alısıktı buna. Hele hele, sinsice sokulup küçük hayvanları gafil avlamakta kimse onunla asık atamazdı. Gizlendigi yerde saatlerce bekliyor, yere indigi anda üstüne atılmak için bir sincabın her hareketini en az açlıgı
kadar büyük olan bir sabırla kolluyordu. Böyle zamanlarda sincap yere inse bile Beyaz Dis acele etmiyor, hayvanın her an bir agaca tırmanabilecegim düsünerek
kaçma olanagının büsbütün ortadan kalktıgı bir zamana dek bekliyordu. ste o zaman yattıgı pusudan boz renkli bir ok gibi fırlayıp hedefini hiç kaçırmıyordu.
Sincap onun o korkunç hızıyla bas edemezdi zaten. Sincapları avlamakta gerçi çok ustaydı ama bunlarla doyması olanaksızdı. Çok az sayıda sincap vardı çünkü. Bu yüzden daha ufak tefek hayvanlar avlamak zorunda kaldı, öylesine açtı ki, farelerin yuvalarını eseleyip onları dısarı çıkarmaya bile ugrastı. Kendisinden çok daha aç olan gelinciklerle bile dövüsmeyi yedirebiliyordu kendine.
Açlıgın dayanılmaz bir durum aldıgı zamanlarda kampın yanıbasına gidiyor, ama daha fazla sokulmuyordu. nsanların eline düsmemek için ormanda saklanıyor, kimi
zaman da kurulu tuzakları yagmalıyordu. Hele bir gün Gri Kunduz’un tuzagına düsen bir tavsanı bile çalmıstı. Oysa Gri Kunduz o sırada ormanda düse kalka yorgun argın dolasıyor, açlıgın verdigi bitkinlikle adım basında oturup solup soluga dinlenmek zorunda kalıyordu.
Bir gün Beyaz Dis küçük bir kankardesiyle karsılastı. Açlıktan kaburgaları çıkmıstı küçük kurdun. Eger ölesiye aç olmasaydı belki de bu kurt, kardesinin ardına düsüp yırtıcı soydaslarına katılacaktı Beyaz Dis. Ne var ki açlık baskın çıktı, küçük kurdu öldürüp yedi.
Talihi yaver gidiyordu. Ne zaman açlıktan beli bükülür gibi olsa av bulabiliyordu. Üstelik, böyle bitkin düstügü anlarda karsısına kendinden daha güçlü hayvanların çıkmaması da büyük sanstı. Bir gün bir aç kurt sürüsünün saldırısına ugramıs, bitmek bilmeyen kıyasıya bir kovalamaca baslamıstı. Beyaz Dis iki günde yedigi bir vasagın verdigi güçle postu kurtarabilmeyi becerdi. Kurtlardan daha iyi beslenmis oldugu için onlarla arayı açmakla kalmadı, bir ara geri dönerek bitkin kovalamalarından birini yakalamayı bile basardı. Bu olaydan sonra o yöreden ayrılarak dogdugu vadiye döndü. Orada eski magarasında Kiche’yle karsılastı. O da insanların koruyuculugundan umudunu keserek kamptan ayrılmıs ve yavrularını doyurmak için eski inine sıgınmıstı.
Simdiyse yavrularından ancak birisi sag kalmıstı ve bu gidisle onun yasaması da kuskuluydu.
Artık büyümüs olan oglunu hiç de iyi karsılamadı Kiche. Ama Beyaz Dis’in aldırıs ettigi yoktu buna, nasıl olsa anasına muhtaç degildi artık. Kiche’ye bilgece bir tavırla sırtını dönüp ırmak boyunca yukarı dogru ilerledi. Irmagın çatal agzında sola saparak bir zamanlar annesiyle birlikte dise dis bir kavga verdikleri disi vasagın magarasına geldi. Simdi bombos olan bu inde bir gün dinlendi.
Yaz baslarında kıtlık sona ererken kendisi gibi ormana sıgınan ve çok kötü günler geçirmis olan Lip lip ile karsılastı. Hiç beklenmedik bir anda, birdenbire olmustu bu karsılasma. kisi de ters yönlerden dik bir uçurumun etegini dönecekleri sırada bir kayanın dönemecinde burun buruna geldiler. Bir an için irkildiler ve kuskulu kuskulu süzmeye basladılar birbirlerini.
Beyaz Dis o hafta çok iyi avlanmıs, karnını tıka basa doyurmustu. Ama tok olmasına karsın Lip-lip’i görür görmez sırtındaki tüyler diken diken oldu.
Hayvanın çektirdigi acıların ve yaptıgı saldırıların anısı tüm canlılıgıyla gözlerinin önündeydi, iligine kemigine islemisti bütün o iskenceler. Can düsmanı karsısında ister istemez tüylerini kabartmıstı; dislerini gösterip hırladı. Hiç duraksamadan büyük bir çabuklukla harekete geçti. Lip-lip geri çekilmeye çalıstı. Ama Beyaz Dis fırsat  ermeksizin bir omuz darbesiyle yere devirdi onu ve dislerini kurbanının sıska gırtlagına saplayıverdi. Disleriyle tutarak avının çevresinde bir süre döndükten sonra bıraktı, Lip-lip can çekisiyordu. Bu ölüm kalım savasından zaferle çıkan Beyaz Dis yeniden yoluna devam ederek çekip gitti.
Bir iki gün döndü dolastı ve sonunda ormanın kıyısında Mackenzie ırmagına dogru uzanan bir düzlüge geldi. Kıtlıktan önce bombostu burası, oysa simdi bir köy
kurulmustu. Agaçların altına sinerek bir süre göz gezdirdi köye. Gördügü seyler, isittigi gürültüler ve duydugu kokular hiç de yabancısı degildi. Bu yeni yere
kurulmus olan köy kendi eski köyüydü.

[yandx]karaman-olga-karaman/olpqorldlq.5714[/yandx]

Acı iniltiler, sızlanmalar isitilmiyordu
artık. Tam tersine, isittigi bu seslerde mutluluk havası okunuyordu. Öfkeyle
bagıran cırlak bir kadın sesi isitti ama, bu öfkeli bagırtının ancak tok bir
karından gelebilecegini anlamak zor degildi. Hem havada da balık kokusu vardı.
Kıtlık geride kalmıs, yiyecek bollasmıstı demek ki. Bunun üzerine gögsünü gere
gere ormandan çıktı ve dosdogru Gr. Kunduz’un çadırına yöneldi. Gri Kunduz
ortalıkta yoktu. Kloo-kooeh onu görünce sevincinden çıglıgı bastı, sonra da koca
bir balık attı önüne. Balıgı mideye indiren Beyaz Dis oracıga kıvrılıp
efendisinin dönüsünü beklemeye koyuldu.

0

15

ON BESNC BÖLÜM
CNSNN DÜSMANI
Gerçi zayıf bir olasılıktı ama, eger Beyaz Dis’in yaradılısında köpek
kardesleriyle dostça geçinme olasılıgı bulunsaydı bile, sürünün basına getirilip
de kızagın önüne kosulmasıyla bu olasılık büsbütün ortadan kalkmıs oldu. Çünkü
sürübası oldugu için bütün köpekler düsman kesilmislerdi ona. Mil-sah’ın bol et
verdigini, gerçekten ya da numaradan olsun her zaman ayrıcalık gösterildigini,
özellikle havada savrulan tüylü kuyrugu ve durmadan inip kalkan arka ayaklarıyla
habire kosturup durdugunu görmek köpeklerin düsmanlıgını büsbütün körüklüyordu.
Beyaz Dis de en azından onlar kadar nefret ediyordu köpeklerden. Kızagın basını
çeken öncü köpek olmaya hiç de can attıgı yoktu. Üç yıldır tartakladıgı, çekip
çevirdigi bu samatacı köpeklerin önü sıra kosturup durmak çekilir sey degildi.
Ama ne olursa olsun disini sıkmak zorundaydı, yoksa kuyrugu titretmesi isten
bile degildi. Oysa hiç de ölmeye niyeti yoktu. Mit-sah kızagı haylar haylamaz
bütün sürü öfkeyle havlayarak Beyaz Dis’in ardına takılıyordu.
Bu saldırılardan kendini koruması imkansızdı. Geriye dönecek olsa Mit-sah’ın
kırbacı yılan gibi kıvrılarak suratında saklayıveriyordu. Bu durumda kosmaktan
baska çıkar yolu kalmıyordu. Kendisini kovalayan bu kudurmus köpek sürüsüne
kuyrugu ve arka ayaklarıyla bir sey yapamazdı. Acımasız düsmanlarının sivri
disleri karsısında silah sayılmazdı bunlar. Yaradılısına aykırı da gelse, her
adımda gururunu ayaklar altına alarak gün boyunca hababam kosturup duruyordu.
Yaradılısın gereklerine ters düsen, dogal kisilikle bagdasmayan bir isi yapmak
zorunda bırakılmak isyana yol açar. Böylesi bir durum tıpkı vücudun dısına dogru
çıkması gerekirken etin içinde ters dönerek büyüyen, acıtan ve irin toplayan
kıllara benzer. ste Beyaz Dis de aynı durumdaydı. Kuyrugu dibinde uluyup duran
sürüye saldırmak için dayanılmaz bir istek duyarken, insanların istenci ve bu
istenci yerine getiren bir kulaç boyundaki geyik bagırsagından yapılma can
yakıcı kırbaç, bu hevesini kursagında bırakıyordu. Acı ve çaresizlik içinde
kendi kendini yiyor, yüreginde yırtıcı ve dizgin tanımaz yaradılısı kadar güçlü
bir kin ve nefret duygusu boy veriyordu.
Kendi cinsine kıyasıya düsman kesilmis bir yaratık varsa, Beyaz Dis’in ta
kendisiydi bu. Ne aman diliyor ne de aman veriyordu. Köpek sürüsü her fırsatta
onu durmadan yara bere içinde bırakıyor, ama Beyaz Dis de bunları onlara pahalı
ödetiyordu. Aksamları kamp kurulup da köpekler kızaklarından çözüldügü zaman
korunmak için solugu hemen insanların dizleri dibinde alan birçok önder köpegin
tersine, Beyaz Dis insanların yanına sıgınmaya kalkmıyordu. Tam tersine, kampta
fink atıyor, her yerde boy gösteriyor, böylelikle de gündüz çektigi çilelerin
acısını geceleyin fazlasıyla çıkartıyordu. Eskiden onun gözüne batmamak için
görür görmez yolu üzerinden çekilen köpeklerin tutumu degismisti simdi. Gün
boyunca süren kovalamacanın etkisinde kalan köpeklerin gözünde kendilerinden
kaçan Beyaz Dis’in görüntüsü canlanıyor, bundan aldıkları cesaretle yüz bulup
kafa tutmaya kalkısıyorlardı. Ne zaman aralarına girecek olsa hemen hır
çıkıyordu. Böyle zamanlarda kan gövdeyi götürüyor, kızılca kıyamet kopuyordu.
çindeki kin ve nefret gittikçe çogalıyordu Beyaz Dis’in, soludugu hava bile kin
ve nefret doluydu çünkü.
Mit-sah kızagı durdurmak için buyruk verdiginde önce Beyaz Dis uyuyordu bu
buyruga. Beyaz Dis’in bu tutumu önceleri sürüdeki köpekler arasında büyük bir
kargasalıga ve coskunluga yol açtı. Çünkü, bekledikleri fırsatı en sonunda
yakaladıklarını sanıp can düsmanlarının üstüne atılmak istiyor, ama hemen
arkalarında bulunan Mit-sah elindeki kırbacı saklatıyor, ve köpeklerin bu
istegini engelliyordu. Bir iki denemeden sonra, durma buyrugu verildiginde Beyaz
Dis’e saldırmamaları gerektigi kafalarına dank etti. Eger kendiliginden duracak
olsa hemen üzerine saldırıp isini bitirebilirlerdi. Beyaz Dis birkaç olaydan
sonra kendiliginden durmaması gerektigini anladı. Zaten her seyi çabucak
kavrıyordu. Gerçekten de kendini içinde buldugu bu olaganüstü agır kosullar
altında eger her seyi çabucak ögrenmemis olsaydı simdiye dek postu çoktan
kaptırırdı.
Oysa köpekler kampta ona satasmamayı bir türlü ögrenemediler. Her gün havlayauluya
kızagı çekerek onu kovaladıkları için bir önceki aksamın dersini
unutuyorlar ve o gününün gecesi agızlarının payını yeniden aldıkları halde
ertesi gün Beyaz Dis’e saldırmamaları gerektigini yine de unutuyorlardı. Oldum
bittim nefret etmislerdi Beyaz Dis’ten, bu nefretin nedeni ta derinlerde
yatıyordu. Onu yadırgıyor, aralarında dogru dürüst kavrayamadıkları bir
ayrılıgın bulundugunu seziyorlardı. Yalnız bu bile ona düsman kesilmelerine
yetiyordu. Onlar da tıpkı Beyaz Dis gibi evcillestirilmis kurtlardı. Ama bu
evcil olma nitelikleri birkaç kusaktan beri süregeliyordu. Bu bakımdan
damarlarındaki vahset yumusamıstı; vahsi orman bu köpekler için tehdit edici
bilinmeyen bir düsmanın bulundugu korkunç bir yer demekti. Oysa Beyaz Dis’in
hamuru bu vahsi niteliklerle yogrulmustu, yaradılısı ve davranıslanyla hâlâ
göbekten baglıydı ormana. Köpeklerin gözünde ormanın, vahsetin simgesiydi Beyaz
Dis. ste bu yüzden ona dis bilediklerinde ormanın karaltılarında ve kamp
ateslerinin ısık lekesi dısında kalan yerlerde pusu kurup bekleyen tehlikelere
karsı kendilerini savunmus oluyorlardı.
Bununla birlikte köpeklerin kısa zamanda ögrendikleri bir sey vardı ki o da
ortak düsmana karsı bir arada bulunmaktı. Beyaz Dis, teke tek basa çıkılamayacak
kadar disli bir düsmandı. Sürü halinde üstüne üsüsmeseler köpeklerin hepsini bir
gecede tek tek haklayabilirdi. Gelgelelim toplu halde saldırıya geçtikleri için,
tam birini yere devirip isini bitirecekken ötekiler yetisiveriyordu; Hayvanın
gırtlagına o öldürücü saldırıyı yapmaya fırsat kalmadan hepsi birden üstüne
çullanıyordu. Daha kavga patlak vermeden önce, hır çıkaçagını sezer sezmez bütün
sürü toplanıp karsısına dikiliyordu. Kendi aralarında dalasıp zaman zaman
birbirlerini yiyen köpekler, ortak düsmanları Beyaz Dis sözkonusu olunca hemen
kenetlenip eski kuyruk acılarını, çekismeleri unutuyorlardı.
Onca didinmelerine karsın Beyaz Dis’e pek dis geçiremiyorlardı. Kendilerine
oranla çok daha çevik, güçlü ve akıllıydı çünkü. Kıyıda kösede kapana
kısılmaktan kaçınıyor, çevresini kusatmalarına asla fırsat vermiyordu. Hiçbir
köpek onu alasagı, etmeyi basaramamıstı. Yasama nasıl büyük bir dirençle sıkı
sıkıya yapısıyorsa, ayaklarını da yere öyle dayıyordu. Köpeklerle tutustugu bu
bitmeyen kavgada ayakta kalmak demek hayatta kalmak demekti. Bunu çok iyi
anlamıstı.
ste böylece, Beyaz Dis, insanoglunun atesine sıgınarak vahsi özelliklerine
yabancılasan ve insanoglunun koruyucu dizleri dibinde yumusayan evcil kurtlardan
olusan kendi cinsine düsman kesilmisti. Acımasız ve amansız bir yaratıktı Beyaz
Dis. Hamuru böyle yogrulmustu. Bütün köpeklere karsı kıyasıya bir savas açmıstı.
Bu savasta öylesine amansız, öylesine korkunç davranıyordu ki, kendisi de katı
yürekli bir adam olan Gri Kunduz bile bu vahseti gördükçe hayranlık ve
saskınlıktan agzı bir karıs açık kalıyordu. Onun bir esini daha görmedigine
yemin billah ederek sövüp sayıyordu. Ne var ki o yöredeki baska köylerdeki
Kızılderililer Beyaz Dis’in kendi köpeklerinin canlarına okudugunu gördükçe
saskınlıktan saskınlıga düsüp ates püs-kürüyorlardı.
Beyaz Dis bes yasına bastıgında Gri Kunduz ile yine uzun bir yolculuga çıktı. Bu
yolculuk sırasında Mac-kenzie Irmagı boyundaki, Kayalık dagların karsısında
uzanan bölgedeki, ve Porcupine kıyılarından ta Yukon Irmagına kadar uzanan
yerlerdeki köylerin köpekleri arasında yaptıgı kırım uzun yıllar unutulmadı.
Sıradan, kendi halinde köpeklerdi bunlar. Böylesine çevik, atak ve
karsısındakini hiç uyarmadan, durup dururken saldırıya geçen bir düsmanla
dövüsmeye alıskın degildiler. Beyaz Dis’in kıyasıya kana susamıs, çevik bir
hayvan oldugunu bilmiyorlardı. Tüylerini kabartıp ayaklarını gererek üzerine
dogru geliyor, önce meydan okuyorlardı. Oysa Beyaz Dis bu türlü pesrevlerle
zaman yitirmeksizin ok gibi fırlıyor, gırtlaklarına sarıldıgı gibi daha neye
ugradıklarını anlamladan saskınlıklarını üzerlerinden atmaya fırsat kalmadan,
islerini bitiriveriyordu.
Kavga dendi mi kimse onunla asık atamazdı. Her zaman ayagını denk alır itisip
kakısmak gibi gereksiz pesrevlerle hiçbir zaman gücünü bos yere çarçur etmezdi.
Birdenbire atılıp saldırıya geçer, sonra aynı çabuklukla hemen geri sıçrardı.
Her gerçek kurt gibi o da gögüs gögüse dövüsmekten hiç mi hiç hoslanmıyor,
bundan titizlikle kaçınıyordu. Vücudunun baska bir vücuda uzun uzadıya
dokunmasına katlanamıyordu. Bu türlü yakınlasmaları, dokunmaları tehlikeli
buluyordu. Kendisine dokunulunca kuduruyordu adeta. Bacakları üzerinde
sapasaglam durmak istiyor, hiçbir canlı yaratıgın kendisine dokunmasına göz
yummuyordu. ste bu, benligini ta derinden kavrayan ve hâlâ içinde yasayan
vahsetin ta kendisiydi. tilmisligi, çocuklugundan bu yana bir basına sürdürdügü
yasam, bu vahsiligi büsbütün körükleyip gelistirmisti. Uzun boylu dokunmalar,
yakınlasmalar tehlike doluydu, dokunma denilen seyde bir tuzak kokusu seziyordu,
dokunmaya karsı duydugu korku benliginin derinliklerinde yatıyordu, iligine
kemigine islemisti bu korku.
ste bu nedenledir ki onu tanımayan köpekler kılına bile dokunamıyorlardı.
Onların dislerinden kaçınmasını biliyordu. Daha kendisine dokunmalarına kalmadan
köpekleri yenilgiye ugratıyor ya da darda kaldıgı anda tabanları yaglıyor,
böylece her kavgadan yarasız beresiz yüzünün akıyla sıyrılmasını beceriyordu. Ne
var ki, kimi zaman da kaçmaya fırsat kalmadan birkaç köpegin birdenbire üstüne
çullandıgı ya da teke tek dövüstügü köpeklerden biri tarafından agır biçimde
yaralandıgı da olmuyor degildi. Ama bunlar tek tük ugradıgı kazalardan baska bir
sey degildi. Aslında çogu zaman her kavgayı ustalıkla atlatıyor, ne yapıp yapıp
her dövüsten burnu kanamadan kurtuluyordu.
Zamanı ve uzaklıgı dogru olarak ayarlamak gibi büyük bir yetenegi vardı.
Bilinçli bir eylem degildi bu, hemen o anda kendiliginden oluverirdi. Gözleri
dogru görür ve sinirleri de bu görüntüyü aynı dogrulukla beynine aktarırdı.
Vücudunun tüm organları sıradan bir köpeginkilere oranla tam bir uyum içindeydi.
Beyni, sinirleri ve kasları tam bir esgüdüm içinde çalısıyordu. Gözleri su ya da
bu hareketin daha baslangıç halindeki görüntüsünü beynine iletir iletmez beyni
hiçbir bilinçli çaba harcamaksızın o hareketin yapılması için gerekli olan
süreyi hemencecik buluyordu. Beyaz Dis böylece karsısına dikilen köpegin
saldırısını geçistirip dislerinden kaçınıyor, ayrıca karsı saldırıya geçmesine
elverecek en kısa zamanı, o göz açıp kapayıncaya dek geçiveren kısacık anı,
ayırt edebiliyordu. Beden ve beyin onda yetkin bir bütünlük, kusursuz bir
mekanizma olusturuyordu. Hiç kuskusuz Beyaz Dis’in sonradan edindigi üstün
nitelikler degildi bunlar. Ama su var ki öbür yaratıklara oranla doga ona
yalnızca biraz daha cömert davranmıstı o kadar.
Beyaz Dis, Fort Yukon’a geldiginde mevsim yazdı. Gri Kunduz, Mackenzie ile Yukon
arasındaki büyük su bendini kısın asmıs, ilkbaharda da Kayalık Daglarının
batısındaki vadilerde avlanmıstı. Daha sonra buzların çözülmesiyle birlikte bir
sandal yapmıs ve Porcupine Irmagı boyunca yola düserek bu ırmagın Kuzey Kutup
dönencesinde Yukon’a kavustugu noktaya dogru uzanmıstı. Burada Hudson Körfezi
Kumpanyasının ana durak yeri bulunuyordu. Buraya bir sürü Kızılderililer
toplanmıstı. Yiyecek boldu, herkes büyük bir sevinç ve cosku içindeydi. 1898
yılı yazıydı, binlerce altın arayıcısı Yukon üzerinden akın akın Dawson ve
Klondike’a gitmekteydi, ama hedeflerine ulasmak için daha yüzlerce mil yol
almaları gerekiyordu. Çogu binlerce mil katetmek için bir yıldan beri dünyanın
ta öbür ucundan yola çıkmıslardı.
Gri Kunduz iste burada konakladı. Altına hücum olduguna iliskin bir söylenti
onun da kulagına çalınmıs ve bu nedenle gelirken birkaç denk kürk, bagırsaktan
dikilmis deri eldivenler ve makosen getirmisti. Bu isten bol kazançla çıkacagını
ummasa böyle bir yolculuga adımını bile atmazdı. Ama umdugundan çok daha fazla
kâr sagladı. Düslerinde bile tas çatlasa yüzde yüzlük bir kazançtan fazlasını
aklının kıyısından bile geçirmemisti. Oysa yüzde binlik bir kâr saglamıstı
burada. Bütün yazı ve onu izleyen kısı da burada geçirmek pahasına bile olsa
mallarını satana dek yerlesmeye karar verdi. Mallarını tam bir Kızılderiliye
yakısan bir dikkatle gıdım gıdım satacaktı.
Beyaz Dis ilk kez Fort Yukon’da karsılastı beyazlarla. Bunları daha önce
tanıdıgı Kızılderililerle kıyasladı ve onların daha yüksek bir ırktan yaratıklar
oldukları yargısına vardı. Beyaz insanların çok güçlü olmaları onu derinden
etkilemisti. Beyaz insanların Kızılderililerden daha güçlü oluslarını açık seçik
ortaya çıkaracak ayrımı yapamıyordu zihninde. Bu bir sezgiydi, ama güçlü bir
sezgiydi. Yavruyken yüksek ve genis çadırları insanoglunun üstünlügünü
simgeleyen nesneler olarak kabul etmisti, iste simdi de bu koca koca kütüklerden
yapılmıs binalar onda aynı görkemli duyguları uyandırıyordu. Güç diye buna
denirdi iste. Bu beyaz insanlar öylesine güçlüydü ki, kendini bildi bileli
tanıdıgı Kızılderililerin en kuvvetlisi saydıgı Gri Kunduz’dan bile daha
güçlüydüler ve her seye egemen olan bir güçleri vardı. Bu beyaz insanların
yanında Gri Kunduz koca bir bebekten farksızdı.
Hiç kuskusuz Beyaz Dis bunları yalnızca sezinliyor, tam anlamıyla
kavrayamıyordu. Bir hayvan olarak bilinçli güdüleriyle degil de sezgileriyle
davranarak beyaz derili insanların daha üstün oldugu sonucuna varmıstı. Önceleri
beyazlara karsı kuskuluydu. Ne denli tehlikeli olabilecekleri, ne gibi acılar
verebilecekleri ilk bakısta belli olmuyordu pek. Onların gözüne batmaktan
çekiniyordu, ama yine de merakını yenemeyip gizli gizli gözetlemekten alamıyordu
kendini. lk zamanlar çekinerek çevrelerinde dolastı, onları uzaktan uzaga
seyretti. Ama daha sonra öbür köpeklerin hiçbir sey olmaksızın beyazların yanına
sokulduklarını görünce eni konu yüreklendi.
Kendisi de beyaz adamların ilgisini çekti. Onun kurda benzeyen görünüs ve
davranısları adamların gözünden kaçmamıstı. Beyaz Dis’i birbirlerine
gösteriyorlardı. Parmaklarını uzatıp da kendisini isaret ettikleri zaman Beyaz
Dis hemen dikkat kesiliyor, yanına yaklasmaya kalkıstıklarında gerileyerek
dislerini gösteriyordu. Hiçbiri ona elini sürmeyi basaramadı, aslına bakılacak
olursa bu basarısızlık bir bakıma büyük bir sanstı onlar için.
Çok geçmeden Beyaz Dis bu ana konak yerinde pek az, topu topu on iki kadar beyaz
insanın sürekli olarak oturdugunu ögrendi. ki üç günde bir büyük bir vapur
geliyordu buraya. ste bu vapur da beyaz insanların ne denli güçlü olduklarının
baska bir kanıtıydı. Bir iki saatligine kıyıya yanasan vapurdan beyaz adamlar
iniyor ve sonra yine binip gidiyorlardı. Buna bakarak Beyaz Dis beyaz insanların
sayılamayacak kadar çok olduklarına karar verdi. Daha ilk bir iki gün içinde
öyle çok beyaz adam görmüstü ki, bunların sayısı ömrü boyunca gördügü
Kızılderililerden kat kat daha fazlaydı. Günler günleri kovalıyor ve ırmaktan
akın akın beyaz insanlar çıkageliyor, bir iki saat oyalandıktan sonra yine yola
çıkıp ırmak boyunda gözden yitip gidiyorlardı.
Beyaz insanlar güçlü olmasına güçlüydüler ama köpekleri nedense pek çıtkırıldım
seylerdi. Beyaz Dis efendileriyle birlikte karaya çıkan köpeklerin arasına söyle
bir girince çabucak anlayıverdi bunu. Boyları, biçimleri degisikti. Kimisi
bodur, bastıbacak köpeklerdi, kimisi de çırpı bacaklı. Kimisinin postu yoktu,
derileri dımdızlaktı, ya da kısacık tüyleri vardı. Ama hepsinin ortak niteligi
dövüsmesini bilmemekti.
Kendi cinsinin amansız düsmanı olan Beyaz Dis onlarla dövüsmeye karar verdi. Ve
çok geçmeden hepsinin düsmanlıgını kazandı. Beceriksiz ve aptal köpeklerdi
bunlar, kuru gürültü çıkarıp ortalıgı ayaga kaldırmaya bayılıyorlardı, hoplayıp
zıplayarak üstüne atılıyorlar, Beyaz Dis’in ustalıkla ve kurnazlıkla yaptıgı
seyi canlarını dislerine takarak becermeye çalısıyorlardı. Cıyak cıyak
havlayarak saldırıya geçtikleri zaman Beyaz Dis hemen yana sıçrayıp saldırıyı
savusturuyor, sonra kendisini gözden kaçıran düsmanının neye ugradıgını
anlamasına fırsat kalmadan birdenbire atılıp bogazını parçalıyordu.
Bu tür kavgalarda Beyaz Dis’in saldırısı basarıya ulasıp da rakibi yere devrilir
devrilmez orada hazır bekleyen öbür Kızılderili köpekleri hemen üstüne üsüsüp,
hayvanı parça parça ediyordu. Ama Beyaz Dis akıllı bir hayvandı. Köpekleri
öldürülen Kızılderililerin buna çok öfkelendiklerini biliyordu. Tıpkı
Kızılderililer gibi beyaz insanların da köpeklerinin öldürülmesine kızacakları
ortadaydı. ste bu nedenle düsmanını yere serip yalnızca bogazını yaralamakla
yetiniyor, hesabının görülmesini oracıkta beklesen köpek sürüsüne bırakıyordu.
Taa neden sonra beyaz adamlar olup biteni farkedince hemen ise karısıyor, Beyaz
Dis hiç istifini bozmaksızın bir kenara sıvısırken isledigi suçun ceremesini
çeken arkadaslarına bakıyordu. Köpeklerin üstüne tas, sopa, balta ve ellerine
geçirdikleri baska silahlarla saldırmalarını seyrediyordu. Görmüs geçirmis,
akıllı bir hayvandı Beyaz Dis.
Ama köpekler de azçok akıllarını baslarına topladıkları için Beyaz Dis bu
eglenceli oyunu vapurun ya nasmasından hemen sonra yapması gerektigini anladı
Bir iki köpek yere serilip öldürüldükten sonra beyaz adamlar hayvanlarını
yeniden vapura bindirip öteki köpeklerden vahsice öc alıyorlardı. Bir seferinde
çok deger verdigi köpeklerinden birinin göz göre göre parçalandıgını gören bir
beyaz adam tabancasını çektigi gibi saldırgan köpek sürüsünün üstüne bosalttı.
Altı köpek birbiri ardından ölü ya da ölesiye yaralı olarak yere serildi. Beyaz
insanların gücünü anlatan bu yeni kuvvet gösterisi Beyaz Dis’in kafasını uzun
süre kurcaladı durdu.
Ne var ki, kendi cinsinden hiç mi hiç hoslanmadı ve ayagını denk alıp her
badireyi kazasız belasız atlatmasını becerebildigi için bu kanlı oyuna
bayılıyordı. lk zamanlar beyaz adamların köpeklerini yalnız oyun olsun diye
öldürüyordu. Ama zamanla bu isi boynunun borcu bildi. Zaten baskaca hiçbir isi
yoktu. Gri Kunduz mallarını satıp kesesini doldurmakla mesguldü. Bu arada
fırsatı ganimet bilen Beyaz Dis de Kızılderililerin hırçın köpeklerine
elebasılık ederek iskelede gezip tozuyor, yeni vapurların gelmesini dört gözle
bekliyordu.
Beyaz Dis’in bu köpek sürüsüne katıldıgı söylenemezdi pek. Çünkü öbür köpeklerin
arasına karısmıyor, kendini hep açıkta tutuyor, aralarına katılmaktan çekiniyor,
bundan büyük bir titizlikle kaçınıyordu. Gerçi yabancı köpeklerle kavgaya
tutusup onlardan birini “yere yıkıyor, sonra da beklesen sürü isini bitirsin
diye kenara çekiliyor ve böylelikle de onlarla isbirligi yapıyordu; ama isin
farkına varan beyaz insanlar öc almak için harekete geçer geçmez sürüden
ayrılmasını da biliyordu.
Kavgayı baslatmak için yabancı köpeklere uzun uzadıya satasmak zahmetine bile
katlanmıyordu. Karaya ayak basar basmaz köpeklerin karsısında söyle bir boy
göstermesi kızılca kıyametin kopmasına yetiyordu. Onu görür görmez hemen üstüne
saldırıyordu köpekler. Sanki içgüdüsel bir dürtüyle yapıyor gibiydiler bunu.
Beyaz Dis onların gözünde vahsetin ete kemige bürünmesi demekti, kendilerinin
barınamayarak çekip gittikleri ormanlarda, kamp ateslerinin çevresini kusatan
karanlık kuytularda pusuda bekleyen, o tehdit edici, o bilinmeyen, o korkunç
yaratıgın ta kendisiydi Beyaz Dis. Oysa kendileri kusaklardan beri insanoglunun
kamp atesi basından ayrılmadıkları için vahsetleri yumusamıs; bırakıp
geldikleri, ihanet ettikleri ormandan korkmayı ögrenmislerdi. Vahsetin yarattıgı
korku kusaklar boyunca süregelmis ve iliklerine kemiklerine islemisti.
Yüzyıllardan beri korkunun ve tehlikenin ifadesi olmustu orman onlar için. Bütün
bu süre içinde efendileri ormanın vahsi yaratıklarını öldürme özgürlügü
tanımıstı onlara. Ve böylece yalnız kendilerini degil, aynı zamanda efendilerini
de korumus oluyorlardı.
Güneyin yumusak ikliminden gelen bu köpekler iskele üzerinden geçip ayaklarının
tozuyla Yukon kıyılarına çıkar çıkmaz Beyaz Dis’i görüyor ve aynı anda içlerinde
ona aldırıp yok etmek için dayanılmaz bir istek duyuyorlardı. Kentlerde dogup
büyümüs olmalarına karsın orman karsısında duydukları korku hâlâ yasıyordu
içlerinde. Güpegündüz karsılarında buldukları bu kurda benzer yaratıgı yalnız
kendi gözleriyle degil atalarının gözleriyle de gördüler; damarlarında yatan
anılar onlara yüzyıllardır süregelen kuyruk acısının hedefi olan kurdu
gösteriyordu.
Bütün bunlar Beyaz Dis için bir eglence kaynagıydı. Kendi dıs görünüsü yabancı
köpekleri nasıl çileden çıkarıyor ve onu avlamak için kendilerinde bir hak
görüyorlarsa, Beyaz Dis de aynı sekilde onlara mesru birer av gözüyle bakıyordu.
Issız bir inde dünyaya gözlerini bosuna açmamıs; keklik, gelincik ve vasakla ilk
kavgasını bosuna yapmamıs; yavruyken Kızılderililerin köyündeki köpeklerin
çektirdigi çile ve acılara bos yere katlanmamıstı. Eger bütün bunlar baska türlü
gelisseydi kendisi de bambaska bir hayvan olup çıkacaktı. Eger yasantısına Liplip
gibi bir köpek girmemis olsaydı, çocukluk dönemini öbür köpek arkadaslarıyla
hoplaya zıplaya geçirecek ve kendi cinsine yakınlık duyan köpege daha çok
benzeyen bir yaratık olarak büyüyecekti. Öte yandan, eger Gri Kunduz, Beyaz
Dis’in yaradılısının derinliklerini sevgi ve dostluk iskandiliyle anlayıp
ögrenmeye çalıssaydı, hayvanın huyu suyu daha yumusak olabilirdi. Gelgelelim
bunların hiçbiri böyle olmamıstı. Beyaz Dis’in hamuru baska türlü yogurulmustu;
kendi kabuguna çekilmis, hırçın, huysuz, kan dökücü bir yaratık, kendi cinsine
düsman kesilen bir hayvan olup çıkmıstı.

0

16

ON ALTINCI BÖLÜM
ÇILGIN SAHP
Fort Yukon’da pek az insan oturuyordu. Bu beyazlar buraya yerleseli epey
olmustu. Kendilerine “mayasız” derler ve onları öbür beyazlardan ayıran bu adla
kıvanç duyarlardı. Vapurlarla bu yöreye yeni gelen beyaz adamları küçümser,
onları “chechaquo” yani çaylak diye çagırırlardı. Kendilerine böyle seslenilmesi
yeni gelen yabancıların enikonu canlarını sıkardı. Bunlar ekmeklerini maya ile
yaptıkları için mayasızların bu alaylarının altında düpedüz kıskançlık duyguları
yatıyordu. Yerli beyazlar iste bu nedenle yabancıları hiç çekemiyor, basları
derde girdikçe zevkten dört köse oluyorlardı. Hele Beyaz Dis ile çetesinin yeni
gelen köpekleri öldürdügünü görmüyorlar mıydı, yürekleri yag baglıyordu. Ne
zaman kıyıya bir vapur yanasacak olsa hemen iskeleye kosup, Beyaz Dis’in kavgayı
baslatmasını öteki Kızılderililerin köpekleri gibi, onlar da dört gözle
beklemeye baslıyorlardı. Bu iste Beyaz Dis’in oynadıgı acımasız ve kurnazca rolü
çoktandır anlamıs ve buna hayran kalmıslardı.
Yerli beyazlar arasında öyle biri vardı ki bu dövüsleri izlemeye bayılıyordu.
Vapurun düdügünü isitir isitmez kosa kosa solugu iskelede alıyor ve sonra kavga
sona erince de adeta buna üzülmüs olarak bes karıs suratla konak yerine geri
dönüyordu. Kimi zaman, güneyden gelen zavallı bir köpek yere serilip de azgın
köpek sürüsünün disleri altında can havliyle cıyak cıyak bagırınca, adamın içi
içine sıgmıyor, havalara sıçrayıp sevinç çıglıkları ve kahkahalar atıyordu. Bu
adam Beyaz Dis’i ne zaman görse aç gözlerini diker, istekle süzmeye baslardı.
Ana konak yerindeki yerli beyazlar bu adama Güzel adını takmıslardı. Asıl adını
bilen yoktu, o yörede herkes Güzel Smith diye çagırırdı onu. sin garip yanı,
güzellikle uzaktan yakından bir ilgisi yoktu. Tam tersine çirkin mi çirkin, ecüs
bücüs bir adamdı. Ufak tefekti, sıskacık kaba saba bedeninin üzerinde küçük ve
tepesi sipsivri bir kafası vardı. Küçükken arkadasları onu topluigneye benzetir,
bu yüzden Sivriakıllı derlerdi.
Alnı basık ve dümdüzdü, basının arkası ise çıkıntılıydı. Patlak gözleri
birbirinden öylesine uzakta duruyordu ki aralarına rahat rahat bir çift göz daha
sıgabilirdi. Ablak yüzünü daha da genis gösteren kocaman, çıkık bir çenesi
vardı; bu çene öne ve asagı dogru büyük bir kütle halinde fırlıyordu. Öyle ki
solucana benzer boynuyla bu çeneyi tasımakta güçlük çekiyor gibiydi.
Çene yapısı insanda sanki onun tuttugunu koparan, kararlı biri oldugu izlenimini
uyandırıyordu. Belki de büyüklügünün etkisi vardı bunda. Ama ne olursa olsun
gerçek hiç de böyle degildi. Güzel Smith’in ne denli tabansız, ne denli
asagılık, mıymıntı bir herif oldugunu bilmeyen yoktu. Disleri kocamandı, hepsi
de yosun baglamıstı. nce dudakları arasından sırıtan köpek disleri öbürkülere
oranla daha iriydi Gözleri alacalı bulacalı kirli sarı bir renkteydi;
Saçlarının, da baska yerlerinden asagı kalır bir yanı yoktu. Dagınık, salkım
saçak bir halde tutam tutam dökülüyordu basından. Sakallar, rüzgarın
karmakarısık ettigi ekinleri andırıyordu.
ste bu görünüsüyle aslında tam bir öcüye benziyordu Güzel Smith. Ama bunda onun
suçu yoktu, hamuru böyle yogrulmustu çünkü. Ana konak yerindeki öbür yerli
beyazların yemeklerini pisirir, bulasıklarını yıkar, bütün ortalık islerini
görürdü. Hiç kimse onu küçük görmeye kalkmazdı. Yeni dogmus suçsuz bir çocuk
gibi anlayısla davranırlardı. Hatta ondan korkarlardı bile. Ödlekti mödlekti ama
birine bir dis bileyecek oldu mu kılı kıpırdamadan kallesçe sırtından vurabilir
ya da sinsi sinsi kahvesine zehir karıstırabilirdi. Oysa mutfaga bakacak birine
muhtaçtılar. Söyleydi böyleydi ama onca kusuruna karsın yemek pisirmek dendi mi
kimse Güzel Smith’in eline su dökemezdi.
ste bu adam Beyaz Dis’in cesaret ve hunharlıgına öylesine hayran kalmıstı ki,
ne pahasına olursa olsun ona sahip olmak istiyordu. Onu ne zaman görse
yaltaklanarak yaklasmaya çalısıyordu. Beyaz Dis önceleri aldırıs etmedi buna.
Ama adam isi azıttıkça çekilmez oldu, Beyaz Dis tüylerini kabarttı, dislerini
göstererek geri çekildi. Hiç gözü tutmamıstı bu adamı. Uzanan elinde ve
kendisini kandırmak için tatlı tatlı mırıldanan sesinde bir kötülük seziyordu.
Yaltaklandıkça daha çok nefret ediyordu ondan.
Hayvanlar iyiyi ve kötüyü kolaylıkla ayırt ederler. yi olan sey rahatlık,
acısızlık ve hosnutluk verir, bu yüzden de iyi olan seylerden hemen hoslanırlar.
Kötü olan seyler ise rahatsızlık ve acı verdiginden kötülükten nefret ederler.
ste Beyaz Dis’in Güzel Smith’e iliskin izlenimleri de kötüydü. Ecüs bücüs
bedeninden ve kütü ruhundan, tıpkı bataklıklardan yükselen pis kokular gibi,
buram buram kötülük yayılıyordu. Beyaz Dis bu adamın kötü niyetli, zararlı, hain
ve kaba biri oldugu ve bu nedenle de nefret etmesi gerektigi sonucuna, yalnızca
düsünce gücüyle ya da bes duyusunun yardımıyla degil, çok daha karmasık ve
bilinmeyen bir takım önseziler yoluyla varmıstı.
Güzel Smith, Gri Kunduz’u ilk kez ziyaret ettigi zaman Beyaz Dis kampta
bulunuyordu. Daha çok uzaktan ve de görmeden, yalnızca ayak seslerine bakarak
gelenin kim oldugunu anladı ve tüyleri dikildi. O sırada keyifle yere kıvrılmıs
yatmaktayken hemen ayaga fırladı. Adam daha yanına yaklasmaya kalmadan Beyaz Dis
tam bir kurt gibi kampın en kuytu kösesine sıvıstı hemen. ki adamın neler
konustuklarını anlamıyordu ama kendisinden söz edildigini sezinliyordu. Bir ara
Güzel Smith parmagı ile onu gösterince onca uzaklıga karsın adamın eli sanki
kendisine dokunmusçasına homurdandı. Bunu görünce güldü adam. Beyaz Dis bunun
üzerine aldı basını ormana gitti, arada bir basını çevirip ne olup bittigini
görmek için geriye bakıyordu.
Gri Kunduz köpegi satmaya yanasmadı. Mallarını satıp savmıs, kesesini
doldurmustu. Evet, burada oyalanıyordu ama, hiçbir seye ihtiyacı yoktu. Üstelik
Beyaz Dis paha biçilmez degerde bir hayvandı, simdiye dek onun gibi güçlü
kuvvetli bir baska köpege daha rastlamamıstı, kızaga kosuldugunda iyi bir takım
önderiydi. Ne Mackenzie’de ne de Yukon’da onun ayarında bir baska hayvan daha
bulunamazdı. Üstüne üstlük kavgada da çok ustaydı. Hiç bakmaz sinek gibi
öldürüverirdi öbür köpekleri.
Sözün burasında Güzel Smith’in gözleri yalazlandı, ince dudaklarını hırslı
hırslı yaladı. Yo yo, hayır, kaç para verilirse verilsin Beyaz Dis’i
satmayacaktı.
Ne var ki, Güzel Smith Kızılderilileri iyi tanırdı. O günden sonra vırt zırt
ugramaya basladı Gri Kunduz’a. Her seferinde de ceketinin altına bir iki sise
viski sıkıstırıp öyle geliyordu. Viskinin bir özelligi de içildikçe susanması,
susandıkça da içilmesidir. Gri Kunduz da susadıkça susadı. Sıcaklıgı gitgide
yükselen bedeni ve cayır cayır yanan midesi bu ates suyundan gittikçe daha
fazlasını istiyordu. Alısık olmadıgı bu uyusturucu sıvının etkisiyle adamakıllı
sersemleyen beyni ne pahasına olursa olsun bu içkiden bulmak için olmadık isler
yaptırdı ona. Kürk, deri eldiven ve makosen satarak kazandıgı para suyunu
çekmeye basladı. Paralar su gibi akıp gidiyor, kesesinin dibine darı ektikçe de
nesesi kaçıyordu.
Sonunda mallarını saçıp savurdu, tüm parasını silip süpürdü, dayanma gücü
büsbütün yok oldu. Geriye kala kala yakıcı bir susuzluk, aldıgı her solukla
bedenini daha da kasıp kavuran dayanılmaz bir susuzluk kalmıstı. ste bu sırada
Güzel Smith Beyaz Dis’in satıs isini yine açtı. Ama bu kez satıs bedelini para
üzerinden degil de sise olarak önerdi. Bu öneri karsısında Gri Kunduz kulak
kesildi. Ve son sözü su oldu:
“Yakalayabilirsen al köpegi!”
Siseler teslim edildikten iki gün sonra Güzel Smith:
“Sen tut su köpegi,” dedi.
Bir aksam Beyaz Dis kampa geldiginde korkunç beyaz adamı ortalıkta göremeyince
rahat bir soluk aldı ve oracıga bir yere kıvrılıp yattı. Günlerdir adamın onu
tutmaya çalıstıgını anlamıs ve bunun üzerine bir süre kampın semtine ugramaz
olmustu. Kendisini yakalamakta inatla direnen bu ellerden nasıl bir kötülük
gelecegini kestiremiyordu. Bildigi tek sey kendisini bir tehlikenin bekledigiydi
ve bundan kaçınmayı dogru bulmustu.
Tam yere uzanıp yatmıstı ki Gri Kunduz yalpalaya yalpalaya yanına yaklastı,
boynuna deriden bir tasma geçirdi. Sonra Beyaz Dis’in yanı basına çöktü,
tasmanın ucunu eline aldı. Öbür elinde tuttugu siseyi zaman zaman agzına dikip
iri yudumlarla lıkır lıkır içiyordu.
Aradan bir saat kadar bir zaman geçti. Derken, yaklasan ayak sesleri isitildi.
lk kez Beyaz Dis’in kulagına gelmisti bu sesler. O sırada Gri Kunduz sersem
sersem kafasını sallayıp duruyordu. Beyaz Dis gelenin kim oldugunu anlayınca
tüyleri diken diken oldu. Efendisinin elinde tuttugu tasmanın ucunu usulca
çekmeye çalıstı. Ama Gri Kunduz’un parmaklan tasmanın ucunu sıkı sıkıya
kavrarken kendisi de hemen toparlandı.
Güzel Smith kamp boyunca yürüyerek Beyaz Dis’in yanına geldi, önünde dikildi.
Hayvan büyük bir korkuyla gözlerini adama dikmis, ellerine bakıyor, hırlıyordu.
Ellerden biri agır agır basına dogru yaklasmaya basladı. El yaklastıkça Beyaz
Dis büzülüyor, hırıltısı sertlesip yükseliyordu. Adamın tehlike kokan eli yavas
yavas inmeye devam etti. Beyaz Dis kesik kesik soluk alırken hırıltısı da iyice
artıp doruguna ulastı. Derken birdenbire bir yılan kıvraklıgıyla ileri atıldı.
El son anda geriye çekilirken Beyaz Dis’in agzı tok bir takırtıyla havada
kenetlendi. Güzel Smith korkmus ve kızmıstı. Gri Kunduz hemen ise karısıp
hayvanın suratını birkaç kez sertçe tokatladı. Beyaz Dis hemen boyun egerek söz
dinler bir tavırla tortop oldu.
Büzüldügü yerden adamların her hareketini dikkatle kolluyordu. Güzel Smith’in
çekip gittigini ama az sonra elinde kalın bir sopa ile geri geldigini gördü. Gri
Kunduz tasmanın ucunu ona verdi. Adam tasmayı tutup çekistirmeye basladı. Tasma
gerildikçe geriliyor ama Beyaz Dis gitmemek için ayak diriyordu. Bunun üzerine
Gri Kunduz ilerlemesi için sagdan soldan vurmaya basladı. Beyaz Dis bunun
üzerine boyun egmis gibi davrandı ve bir anda atılıp kendisini sürüklemeye
çalısan yabancının üzerine sıçradı. Gelgelelim Güzel Smith böyle bir olasılıgı
çoktan hesaba kattıgı için her an tetikte duruyordu, hemen yana çekildi. Aynı
anda sopasını öyle ustaca yapıstırdı ki hayvan daha havadayken hızı kesilip
kendini yerde buldu. Gri Kunduz kahkahayı bastı, yaptıgı isi begendigini
belirten bir tavırla adama dogru basını salladı. Güzel Smith tasmaya yeniden
asıldı. Beyaz Dis bu kez süklüm püklüm, sendeleyerek, sersem sersem yürümeye
basladı.
Bir daha karsı koymaya kalkmadı artık. Güzel Smith’in sopa kullanmakta ne denli
usta oldugunu daha ilk denemede anlamıstı. Gücünün çok üstünde olan basa
çıkamayacagı seylere körü körüne karsı koymayacak kadar akıllı bir hayvandı
Beyaz Dis. Onun için kuyrugunu kısıp, hafif homurtular çıkararak kös kös yürüdü
Güzel Smith’in ardından. Ama Güzel Smith ne olur ne olmaz diyerekten sopasını
her an indirmeye hazır bir durumda göz altında tutuyordu onu.
Konak yerine gelince hayvanı sıkıca bagladı ve yatmaya gitti. Beyaz Dis bir saat
bekledikten sonra dislerini deri tasmaya geçirdi. Kısa bir süre sonra özgürdü.
Bunu öyle bir ustalıkla basarmıstı ki, kayısı rasgele kemirerek bosuna zaman
harcamamıs, sanki bıçakla kesilip atılmısçasına düzgün biçimde enlemesine
koparmıstı. Konak yerindeki binalara durup bir göz attıktan sonra yeniden
geriye, Gri Kunduz’un kampına yöneldi. Bu yabancı, ugursuz adama en küçük bir
baglılık borcu duymuyordu. Kendisini hâlâ Gri Kunduz’un malı sayıyor, kendini
adadıgı efendisinin yanına dönüyordu.
Ertesi gün aynı olaylar bir kez daha yinelendi. Ama bu seferki çok daha
degisikti. Gri Kunduz boynuna tasmayı geçirip onu yeniden Güzel Smith’e verdi.
Ama bu kez evire çevire, kıyasıya patakladı Güzel Smith. Kıskıvrak baglı olan
Beyaz Dis’in tüm çırpınmaları, kudurmusçasına öfkesi bosa gidiyor, elinden
hiçbir sey gelmedigi için çaresiz disini sıkıp dayaga katlanmaya çalısıyordu.
Adam hem sopa hem de kırbaç kullanıyordu döverken. Gri Kunduz’un bir zamanlar
attıgı dayak bile bunun yanında oksama kalıyordu.
Güzel Smith dayak atmaktan müthis hoslanıyordu. Sopasını ve kırbacını indirdikçe
indiriyor, Beyaz Dis’in acı çıglıklarını, umutsuzca homurtularını dinlerken
fıldırfıs gözleri sevinçle parıldıyordu. Tüm korkaklar gibi o da acımasızdı. Dis
geçiremedigi insanların yumrukları ve küfürleri karsısında yelkenleri hemen suya
indirir, süt dökmüs kediye dönerdi, ama kendinden daha zayıf birini buldu mu
öcünü ondan almaya kalkardı. Her yaratık güçlü olmayı severdi ve bu kural Güzel
Smith için de geçerliydi. nsanlara karsı gücü sökmeyince hırsını daha düskün
yaratıklardan çıkarmaya çalısıyor, böylece kendi varlıgını kanıtladıgını
sanıyordu. gri bügrü vücudu canavarca bir zekânın gelismesine yol açmıs ve
kendisini olusturan çamur, hiç de sevecenlikle yogrulmamıstı.
Beyaz Dis bal gibi biliyordu neden dayak yedigini. Gri Kunduz, boynuna tasmayı
geçirip de ucunu Güzel Smith’e verir vermez ondan bu korkunç yabancıyla
gitmesini istedigini hemen anlamıstı. Konak yerinin di sına baglandıgı zaman
Güzel Smith’in kendisinin orada kalmasını istedigini de anlamıstı. Efendilerinin
sözünü dinlememekle onları hiçe saymıs, böylelikle de verilen cezayı göze almıs
oluyordu. Köpeklerin kimi zaman sahip degistirdiklerine ve kendisi gibi kaçıp
geri dönenlerin dövüldüklerine daha önce de tanık olmustu. Akıllı olmasına
akıllı bir hayvandı, evet, ama yaradılısında akıl denen seyden daha agır basan
birtakım üstün kuvvetler bulunuyordu. Bu agır basan güçlerden biri baglılık
duygusuydu. Aslında Gri Kunduz’u seviyor degildi, ama öfkesine karsın yine de
ister istemez baglılık duyuyordu ona karsı. Baska türlü davranması olanaksızdı.
Yoguruldugu hamurun mayasını iste bu baglılık duygusu olusturuyordu çünkü.
Soydan geçiyordu bu nitelik. Kendi soyuna özgü bir duyguydu bu; soyunu öteki
hayvanlardan ayıran, insanogluyla yoldaslık etmek için kurdu ve vahsi köpegi o
özgür ve yabani yasamı terketmeye zorlayan bir özellikti bu baglılık duygusu.
Dayagı yedikten sonra yeniden sürüklene sürüklene konak yerine götürüldü. Bu kez
sopa ile bagladı Güzel Smith. Gelgelelim Beyaz Dis eski sahibini hiç de kolay
kolay tepecege benzemiyordu. Gri Kunduz sahibiydi onun. Ancak gitmesini
istiyordu ondan, ama ne olursa olsun yine de baglılık duyuyordu ona,
vazgeçemezdi ondan. Gri Kunduz ihanet etmisti, kendi basına bırakıp gitmisti
onu. Beyaz Dis’in aldırıs ettigi yoktu buna. Bütün benligi ve bedeniyle kendini
Gri Kunduz’a bos yere mi adamıstı! Aralarındaki anlasma bozulmamıstı Beyaz
Dis’in düsüncesine göre.
Geceleyin herkes uykuya çekildikten sonra baglı oldugu sopayı kemirmeye koyuldu.
Sopa çıtır çıtır ve kaskatıydı. Üstelik bogazına öylesine sımsıkı tutturulmustu
ki, boyun kaslarını kopasıya zorlayarak disleriyle güç bela ulasabiliyordu. Her
seye karsın disini sıktı ve saatlerce didinip ugrastıktan sonra sopayı kopardı.
Hiçbir köpek böyle bir isin altından kalkamazdı, oysa Beyaz Dis becermisti iste.
Sabahleyin erkenden konak yerinden uzaklastı, sopanın öbür yarısı bu sırada
boynundan sallanıp duruyordu.
Akıllı olmasına akıllı bir hayvandı Beyaz Dis, ama bu iste yalnızca aklın payı
olsaydı kendisine iki kez ihanet etmis olan Gri Kunduz’un yanma dönmezdi. Ne var
ki baglılıgı aklına agır basıyor ve hayvanı üçüncü kez efendisinin yanına dönmek
zorunda bırakıyordu. Boynuna yeniden bir tasma geçirilmesine ses çıkarmadı.
Güzel Smith yine onu almaya geldi ve bir kez daha kıyasıya dayak yedi.
Beyaz adam kırbacını savururken Gri Kunduz kılı kıpırdamadan seyrediyordu.
Hayvan kendi malı olmadıgına göre, ne olursa olsun umurunda degildi... Dayak
bittiginde Beyaz Dis nerdeyse sıfırı tüketmis durumdaydı. Güneyden gelme
çıtkırıldım bir köpek bu dayaga dayanamaz, çoktan kuyrugu titretirdi. Ne var ki
Beyaz Dis sert bir yasam sürmüs, dayanıklı bir köpekti. Yasama hırsı, böyle bir
dayak altında kolay kolay pes etmeyecek kadar güçlüydü. Gelgelelim, eller tutar
yanı kalmamıstı. Bu yüzden Güzel Smith, yerinden dogrulup ayaga kalkabilecek
duruma gelinceye dek yarım saat beklemek zorunda kaldı. Sonra yarı baygın bir
durumda ayakları birbirine dolasarak Güzel Smith’in ardı sıra konak yerine dogru
yürüdü.
Bu kez zincire vuruldu. Demir halkalara ne kadar ugrasıp didindiyse de dis
geçiremedi, zincirin baglandıgı kazıgı sökmek için bos yere ter döktü. Bir iki
gün sonra Gri Kunduz bombos kesesi fakat ayık bir kafayla Porcupine Irmagı
üzerinden Mackenzie’ye dogru yola düstü. Beyaz Dis Yukon’da kalmıs, yarı deli ve
vahsi bir beyaz adamın malı olmustu. Fakat bir köpek deliliginin ne oldugunu
nereden bilebilirdi ki? Güzel Smith onun gözünde, ne denli korkunç ve acımasız
olursa olsun yine de bir sahip, hem de çılgın bir sahipti. Gerçi Beyaz Dis
çılgınlıgın ne oldugunu anlayamıyordu ama bu yeni efendisinin her istegine boyun
egmesi ve sözü nü dinlemesi gerektigini seziyordu.

0

17

ON YEDNC BÖLÜM
NEFRET

Bu çılgın sahibin elinde Beyaz Dis iyice zıvanadan çıkıp seytana döndü. Güzel Smith konak yerinin arka tarafındaki bir kafeste zincire vurmustu onu. Hayvanla
alay ediyor, kızdırıyor, türlü türlü eziyetler çektirerek öfkeden kudurtuyordu.
Beyaz Dis’in alaylı kahkahalara duydugu nefret adamın gözünden kaçmamıstı.
Olmadık iskencelerde bulunduktan sonra karsısına geçip alaylı kahkahalar savuruyordu. Bu kahkahalar hem horlayıcı hem de kulak tırmalayıcıydı. Bununla da kalmayıp parmagıyla Beyaz Dis’i gösteriyordu. ste o zaman Beyaz Dis’in aklı basından gidiyor, efendisinden daha beter, daha kudurgan bir öfkeye kapılıyordu.
Önceleri Beyaz Dis yalnızca kendi cinsinin amansız düsmanıydı. Oysa simdi herkese düsman kesilmis ve vahsiliginin doruguna ulasmıstı. Çektigi bunca acı ve eziyetten sonra körükörüne, ister istemez nefret ediyordu. Boynuna vurulan zincirden nefret ediyordu, kafesin demir parmaklıkları arasından kendisini
seyreden insanlardan, bu insanların yanlarında gelip de çaresizliginden cesaret bulup düsmanca hırlayan köpeklerden, kafesin tahtalarından ve hele hele herkesten çok ve her seyden beteri Güzel Smith’den nefret ediyordu.
Ama Güzel Smith’in kendince özel bir amacı oldugu için böyle davranıyordu. Bir gün kafesin çevresini kalabalık bir insan toplulugu sardı. Güzel Smith elinde
sopasıyla kafesin içine girerek Beyaz Dis’in boynundaki zinciri çözdü. Efendisi dısarı çıkınca Beyaz Dis kafesin içinde bir asagı bir yukarı dolasmaya basladı,
arasıra da seyircilerine saldırmak istedi. Korkunç ama görkemli bir görünüsü vardı. Boyu bir buçuk metreydi, omuz yüksekligi bir metreyi buluyordu. Anasından
geçen bu köpeklere özgü cüsseyle, saf kan kurtlara oranla daha iriydi. Zerre  kadar gereksiz et ya da yag yoktu üzerinde, yine de agırlıgı söyle böyle elli kiloyu buluyordu. Bastan asagı kas, sinir ve kemikten olusmus ve bu essiz nitelikleriyle de kavgada tuttugunu koparacak kadar üstün bir hamurdan yapılmıstı.
Kafesin kapısı yeniden açıldı. Beyaz Dis duraladı. Beklenmedik bir olayla karsı karsıya kalacagını seziyordu. Kapı iyice açıldı ve içeriye koskocaman bir köpek itildikten sonra gürültüyle kapandı. Beyaz Dis’in simdiye dek hiç görmedigi büyüklükte bir çoban köpegiydi bu; ama ne cüssesi ne de yırtıcı görünüsü gözünü korkutmadı. ste en sonunda tahta ya da demir degil de, öfkesini rahat rahat çıkarabilecegi kanlı canlı bir yaratık vardı karsısında. Dislerini göstererek çoban köpeginin üzerine simsek gibi atıldı ve boynunu yan dan parçaladı. Köpek kafasını salladı, boguk bir hırıltı koparıp düsmanının üzerine atıldı. Ama Beyaz Dis bu saldırıyı savusturdu, köpegin çevresinde dört dönmeye, pundunu buldukça saldırıp dislemeye basladı. Dislerini düsmanının etine geçirip paraladıktan hemen sonra yeniden geri sıçrıyor, böylelikle yara almaktan kurtuluyordu.
Beyaz Dis çoban köpeginin etlerini her sıçrayısta didik didik ettikçe kafesin çevresindeki adamlar sevinçle bagırıp alkıslıyor, özellikle Güzel Smith sevincinden yerinde duramıyordu. Aslında çoban köpeginin dövüsü kazanma olanagı daha basından beri pek azdı. Oldukça hantal ve agırkanlıydı çünkü. Sonunda Güzel Smith araya girdi, sopayla Beyaz Dis’i bir kıyıya çekilmek zorunda bırakırken çoban köpeginin sahibi de hayvanı tutup dısarı çıkardı. Bunun üzerine bahse girenlerin ortaya koydukları paralar sıngırdamaya ve tabii Güzel Smith’in cebine akmaya basladı.
O günden sonra Beyaz Dis kafesin çevresinde bir kalabalıgın toplanmasını dört gözle beklemeye basladı. Çünkü böyle bir kalabalıgın toplanması yeni bir dövüsün baslayacagının belirtisi demekti. Yasama gücünü ortaya koyabilmesi için kendisine tanınan biricik yol vardı ki, o da kavgaydı. Zincire vurulu olarak bir zindan yasamı sürüyor, olmadık iskencelere ugruyor ve nefreti günden güne körükleniyordu. Bu durumda karsısına ancak bir köpek çıkarıldıgı zaman hırsını alabiliyordu, bunun  ısında öfkesini yatıstırabilecegi bir baska yol daha yoktu.
Güzel Smith hayrandı onun gücüne. Çünkü Beyaz Dis her kavgadan yüzünün akıyla sıyrılmasını biliyordu. Bir gün kafesin içine birbiri ardından üç köpek saldılar. Yine bir baska gün ormandan yeni yakalanmıs bir kurtla karsılastırdılar. Bir seferinde de aynı anda iki köpekle birden dövüstürüldü. O zamana dek yaptıgı kavgaların en kıran kıranası bu olmus ve sonuç olarak her iki köpegi de yere sermesine karsın kendisinde de pek hayır kalmamıstı.
O yılın sonbaharında ilk kar düsüp de nehirler donmaya yüz tutunca Güzel Smith Beyaz Dis’i de yanına alarak Yukon üzerinden Dawson’a giden vapurlardan biriyle yola çıktı. Beyaz Dis o sıralarda artık her yerde dillere destan olmustu. Tüm ülkede “Dövüsken Kurt” olarak anılıyordu. ste bu yüzden geminin güvertesindeki kafesin çevresi meraklı bir insan kalabalıgınca sarılmıstı. Beyaz Dis kafesin içinde hırlaya homurdana bir asagı bir yukarı öfkeyle geziniyor ya da uzanıp yattıgı yerden donuk bakıslarla nefretle süzüyordu adamları. Onlardan ne diye nefret etmeyecekti ki?.. Aslında böyle bir soru takılmıyordu kafasına. O kendiliginden, ister istemez nefret ediyordu yalnızca; sürdügü bu cehennem yasantısı içinde benligini tümüyle saran bu nefret duygusundan baska bir duygu tanımıyordu çünkü. Böyle avuç içi kadar bir yere tıkılmak, her yırtıcı yaratık gibi ona da dayanamayacagı kadar agır geliyordu. Yetmezmis gibi üstelik bir de kafesin çevresini saran adamlar kendisine bakıp  uruyor, parmaklıkların arasından uzattıkları sopalarla hırlasın diye onu dürtüklüyor, kızıp homurdandıgı zaman da alay edip basıyorlardı kahkahayı.
ste bu adamlar onun çevresini olusturuyorlar ve hamurunu doganın istediginden de daha korkunç ve vahsi bir duruma sokabilmek için habire yoguruyorlardı. Ne var ki Beyaz Dis bu duruma kolayca ayak uydurabilecek yaradılıstaydı. Onun yerinde baska bir hayvan olsa çoktan can verir ya da en azından umutsuzluga düsüp mıymıntı bir yaratık olup çıkardı; ama o boyun egmeden ve direnci kırılmadan yasamayı basarıyordu. Canavar ruhlu efendisi belki sonu sonuna Beyaz Dis’in cesaretini kırabilecekse de, henüz böyle bir belirti yoktu görünürde. Tam tersine ikisi de birbirlerine karsı kudurmusçasına saldırıyordu; Güzel Smith tıpkı bir cehennem zebanisiydi ve Beyaz Dis bu zebaninin elinde ifrit kesiliyordu. Önceleri Beyaz Dis elinde sopayla üzerine gelen bir insana karsı koymayacak kadar aklı basında davranırdı, ama o günler geride kalmıs, aklı basından gitmisti artık. Güzel Smith’i söyle bir görmek bile öfkeden çılgına dönmesine yol açıyordu. Hatta efendisi sopayla vurup da onu geri çekilmeye zorladıgı zaman bile kudurmusçasına hırlamaktan, dislerini göstermekten geri durmuyordu. Böyle zamanlarda susmak nedir bilmiyordu. Onca dayaga bana mısın demiyor, homurdandıkça homurdanıyordu. Güzel Smith dayagı bırakıp yanından ayrıldıgı zaman bile ardı sıra hırlamaktan kendini alamıyor, ya da öfkeyle bagırarak kafesin parmaklıklarına saldırıyordu. Vapur Dawson’a geldigi zaman Beyaz Dis de karaya ayak bastı. Ama kafesin dısına
çıkarılmadı, çünkü Güzel Smith onu kafes içinde halka sergiliyordu. Çevresi yine meraklı ve alaylı gözlerle sarılıydı. Meraklılar ünlü “Dövüsken Kurt”u görebilmek için adam basına elli sent ödüyorlardı. Beyaz Dis’in rahat yüzü gördügü yoktu hiç. Söyle yatıp da uyumaya niyetlendigi anda sopa ile sertçe dürtülüp ayaga kaldırılıyordu. Onu seyretmek için para ödeyenler bunun karsılıgında bir seyler görmek istiyorlardı çünkü. Daha çok ilgi toplamak için Güzel Smith onu durmadan kızdırıyor, sürekli olarak istimi üzerinde tutmaya çalısıyordu. Ama beterin beteri olan bir sey vardı ki o da içinde bulundugu ortam ve parmaklıkların arasından geçerek çevresini saran nefret havası idi: Kendisine hayvanların en korkuncu, en yırtıcısı gözüyle bakan seyircilerin sözleri ve davranısları onu daha da kudurganlastırıyordu.

[yandx]karaman-olga-karaman/rboj85oqjv.7729[/yandx]

Böylece azgınlastıkça azgınlastı, giderek daha vahsi ve daha korkunç bir hayvan haline geldi. Zaten
vahsi ve korkunç olan hamuru, çevrenin etkisiyle daha da yogurulup gelismeye yatkındı çünkü.
Yalnızca bir gösteri hayvanı olarak kullanılmıyor, dövüslere de katılıyordu.
Dövüs düzenlendigi zamanlar kafesinden çıkarılarak kent yakınlarındaki ormana
götürülüyordu. Bölgedeki polislerin engel olmaması için çogu kez geceleyin
düzenleniyordu bu dövüsler. Saatler süren bir beklemeden sonra gün ısımak
üzereyken seyircilerle birlikte dövüsecegi köpek çıkageliyordu. Her büyüklükte
ve cinste köpeklerle dövüsüyordu. Böylesine vahsi bir ülkede ve böylesine vahsi
insanlar arasında bu tür dövüsler genellikle taraflardan birinin ölümüyle
sonuçlanacak kadar kıran kıranaydı. Hiç kuskusuz her seferinde ölen taraf Beyaz
Dis’ın karsısındaki köpek oluyordu. Beyaz Dis simdiye dek yenilgi yüzü
görmemisti hiç. Küçükken Lip-lip ve öbür köpek yavrularıyla yaptıgı bitmek
tükenmek bilmeyen dövüslerden edindigi deneyler simdi epeyce isine yarıyordu.
Yere sımsıkı basmakta büyük bir ustalık kazanmıstı. Öyle ki, hiçbir köpek
ayaklarını yerden kesemiyor, onu deviremiyordu. Kurt soyundan olan bütün bu
köpeklerin en çok basvurdukları yöntem, düsmanın üzerine ansızın atılmak ve bir
omuz darbesiyle yere düsürmekti. Mackenzie, Labrador, Eskimo ve Malemut cinsi
kızak köpeklerinin hepsi de aynı hileye basvurarak onu yere devirmek istediler
ama hiçbiri bunu basaramadı. Beyaz Dis’in ayakları yere sımsıkı yapısıp
kalıyordu sanki. Bu özelligi herkesin dilindeydi. Her karsılasmada onun yere
düstügünü görme umuduna kapılıyorlardı ama Beyaz Dis onların bu umudunu her
zaman bosa çıkarıyordu.
Düsmanları karsısında ona üstünlük saglayan en büyük özelligi son derece çevik
olusuydu. Dövüstügü köpekler kavgada ne denli usta olurlarsa olsunlar onun kadar
çevik bir köpekle bir türlü basa çıkamıyorlardı. Beyaz Dis karsısındakini hiç
uyarmaksızın hemen saldırıya geçiyordu. Oysa sıradan bir köpek kavgaya
baslamadan önce hırlıyor, tüylerini dikiyor, dis gıcırdatıyor, ama daha
hazırlıgı bitmeden ve neye ugradıgını anlamadan kendini yerde bulup, kuyrugu
titretiyordu, iste kavganın daha baslamadan sona ermesini önlemek için öbür
köpek pesrevini bitirip saldırıya geçinceye dek Beyaz Dis’i tutmaya basladılar.
Beyaz Dis’in en önemli avantajlarından biri de çok tecrübeli olusuydu. Dövüs
konusunda karsısına çıkan tüm köpeklerden daha bilgili ve daha görmüs geçirmis
bir hayvandı. Dövüs yöntemleri ve hileleri açısından baska bir köpege oranla çok
daha fazla sey biliyordu. Hangi oyunla ve ne biçimde saldırılırsa saldırılsın
savusturmasını becerebiliyordu. Üstelik kendine özgü, denenmis ve gelistirilmis
bir dövüs yöntemine sahipti.
Zamanla dövüsler seyreklesti. Karsısına aynı ayarda bir rakip
çıkaramadıklarından yakınıyorlardı meraklılar. Gösterileri ilginç kılmak için
Güzel Smith Kızılderililere ormandan kurtlar yakalatıp Beyaz Dis’i onlarla
dövüstürmeye basladı. Beyaz Dis ile yalnız bu is için tutulmus bir kurt
arasındaki karsılasma her zaman büyük bir seyirci kalabalıgı topluyordu. Bir gün
karsısına kocaman ve güçlü kuvvetli bir disi vasak çıkarıldı. Beyaz Dis’in bu
seferki kavgası tam bir ölüm-kalım savasıydı. Çünkü vasak da en azından onun
kadar çevikti. Vahsilikte de birbirlerinden asagı kalmıyorlardı. Üstelik
dislerinden baska yırtıcı pençeleriyle de dövüsüyordu vasak.
Bu vasagın da hakkından geldikten sonra artık Beyaz Dis’in karsısına
çıkarılacak, rakip bulunamadı. Onunla boy ölçüsebilecek baska bir hayvan
kalmamıstı. Bu yüzden taa ilkbahara dek yalnızca gösteri hayvanı olarak
kullanıldı, ilkbaharda Tim Keenan adlı bir kumarbaz postu oralara serdi, onunla
birlikte Klondike’a ilk kez bir buldok köpegi gelmis oldu. Tabii bu köpegin tam
Beyaz Dis’e göre bir rakip oldugu söylentisi dilden dile dolasmaya basladı. Er
geç yapılması beklenen bu dövüs bir hafta boyunca kentin her yerinde konusuldu.

0

18

ON SEKZNC BÖLÜM
ÖLÜMÜN DSLER ARASINDA
Güzel Smith, Beyaz Dis’in boynundaki zinciri çözüp geriledi. Ama Beyaz Dis ilk
kez birdenbire saldırmaya kalkmadı. Kulaklarını dikerek oldugu yerde öylece
durdu. Karsısına çıkarılan garip yaratıgı ilgiyle süzüyordu. Ömründe böyle bir
köpek görmüs degildi.
Tim Keenan, buldogu ileri iterek:
“Hadi. tut onu!” dedi.
Buldok hantal, bastıbacak ve ecüs bücüstü. Dövüs alanının ortasına dogru yampiri
yampiri ilerledi. DuruIdu, gözlerini kırpıstırarak Beyaz Dis’e bakmaya basladı.
Seyirciler arasından bagırısmalar yükseldi:
“Hadi Cherokee, tut onu! Atla üzerine Cherokee! Parçala onu!..”
Gelgelelim Cherokee kavga etmeye niyetli degildi pek. Kafasını geri çevirip,
bagırısan seyircilere gözlerini kırpıstırarak bakarken küt kuyrugunu sevinçle
sallıyordu. Aslında korktugu filan yoktu, azıcık agırkanlıydı o kadar... Üstelik
karsısındaki köpekle dövüstüreceklerini de aklı kesmiyordu pek. Kendini bildi
bileli böylesi bir köpekle dövüsmedigi için karsısına dogru dürüst bir rakibin
getirilmesini bekliyordu.
Bunun üzerine Tim Keenan ise karıstı, hayvanın üzerine egilip ellerini
omuzlarına doladı, tüyleri ters yöne dogru iki eliyle sıvazlarken Cherokee’yi
usul usul ileri itmeye basladı. Bu kızıstırıcı hareketler hayvanı etkiledi.
Cherokee, gırtlagının derinliklerinden kopan boguk bir sesle hırlamaya basladı.
Elin oksayıcı hareketleriyle hayvanın hırıltısı arasında garip bir uyumluluk
vardı. Tüylerin ters yönden her sıvazlanısında hırıltı gittikçe yükseliyor,
sıvazlama hareketinin durmasıyla birlikte hırıltı da kesiliyor, sonra elin yeni
bir hareketiyle yeniden ve daha yüksek perdeden baslıyordu.
Bu kızıstırıcı havaya Beyaz Dis de kaptırdı kendini. Sırtındaki ve ensesindeki
tüyler dimdik kesildi. Tim Keenan köpegini son bir kez daha ileri sürdükten
sonra geri çekildi. Cherokee iste o zaman kendi istegiyle çarpık bacakları
üzerinde badi badi ilerleyerek hızla öne atıldı. Aynı anda Beyaz Dis de sıçradı.
Seyirci toplulugundan saskınlıklarını belirten çıglıklar koptu. Beyaz Dis tıpkı
bir kedi gibi bir sıçrayısta düsmanına ulasmıs ve kasla göz arasında dislerini
hayvanın etine geçirdikten sonra yine aynı çeviklikle geri fırlamıstı.
Cherokee’nin kulagı parçalanmıs, boynu kan içinde kalmıstı. Ama hayvan büyük bir
vurdumduymazlık içinde gık bile çıkarmaksızın hemen geri döndü ve düsmanının
ardına taküdı. Her iki hayvanın dövüsme yöntemi birinin çevikligi öbürünün ise
kararlılıgı, halkın cosmasına ve bahis için ortaya koyulan para tutarının
yükseltilmesine yol açtı. Bu arada Beyaz Dis saldırdıkça saldırıyor, dislerini
düsmamnın etine geçirdikten sonra en küçük bir yara bere almaksızın yine geri
kaçıyordu. Garip rakibi ise acele etmeden, kararlı sabırlı ve dikkatli bir
tavırla pesini kovalıyordu Buldogun dövüs yöntemi böyleydi. Hedefi gözüne
kestirmisti bir kez, gözleri ondan baska hiçbir sey görmüyordu.
Bile bile düsmanının üstüne üstüne gidiyordu. Beyaz Dis afalladı. Ömründe böyle
bir köpek görmemisti. Öbürleri gibi onu koruyacak tüylü bir postu yoktu. Bu
yüzden de her saldırıya geçisinde hiç sasırmaksın tüysüz deriye dislerini
geçiriveriyordu. Eti yumusacıktı ve kolayca kanıyordu. Görünüse bakılırsa
kendisini savunamayacak kadar beceriksizdi. Üstelik öbür köpekler gibi kavga
sırasında bagırıp çagırmıyordu öyle. Hırlamak söyle dursun, sanki cezasını gık
çıkarmaksızın sineye çeker gibi bir hali vardı. Bununla birlikte kendini bir an
bile kapıp koyvermeden inatla kovalamaktan geri durmuyordu.
Oysa Cherokee öyle hantal bir hayvan da sayılmazdı. Kıvrak hareketlerle Beyaz
Dis’in sasırtmacalarını yakalamaya çalısıyordu ama Beyaz Dis’e asla
ulasamıyordu. Yanına sokulamadıgı bir köpekle dövüsmeye alıskın olmadıgı için
Cherokee de saskına dönmüstü. Daha öncekilerde hep gögüs gögüse dövüsmüstü. Oysa
karsısındaki bu köpek belirli bir uzaklıktan atlayıp sıçrıyor, kaçarak,
saldırarak çevresinde dört dönüyordu. Dislerini de vücuduna geçirmesiyle hemen
bırakıp geri kaçması bir oluyordu.
Beyaz Dis hayvanın gırtlagındaki o yumusak noktaya ulasamıyordu bir türlü.
Buldok bodurdu, üstelik genis çene kemikleri gırtlagını koruyordu. Cherokee yara
bere içinde kalmıstı. Beyaz Dis saldırıyor, kılına bile dokundurtmadan hemen
geri çekiliyordu. Hayvanın boynu ve sakakları yırtılmıs, kan revan içinde
kalmıstı. Ama yine de hiç istifini bozmuyor, umutsuzluga kapılmıyordu. natla
kovalamaya devam etti. Bir ara sasırmıs gibi durdu ve gözlerini kırpıstırarak
seyircilere baktı, sanki dövüsü sürdürecegini belirtmek istercesine kuyrugunu
salladı.
ste tam bu sırada Beyaz Dis yeniden atıldı ve kulaklarından birini büsbütün
parçaladı. Bunun üzerine Cherokee bozuntuya vermemeye çalıstıgı belli belirsiz
bir öfkeyle yeniden kovalamaya basladı. Beyaz Dis’in çizdigi çemberin içinde
kalarak onu kovaladı gırtlagındaki can alıcı noktaya ulasmaya çalıstı. Ama
hedefini kıl payıyla ıskaladı. Beyaz Dis son anda karsı yöne sıçrayarak bu
saldırıyı savusturmus ve seyircilerin hayranlıkla bagırmalarına neden olmustu.
Epeyce bir zaman geçti. Beyaz Dis durmadan saga sola sıçrıyor, saldırıp
düsmanını yaralıyor, buldok ise hâlâ korkunç bir kararlılıkla onu izliyordu.
Cherokee kolladıgı açıgı er geç yakalayacak, Beyaz Dis’i gafil avlayarak can
alıcı saldırıyı yapıp dövüsü kazanacaktı. O zamana dek düsmanının açtıgı
yaralara ve acılara yılmadan gögüs gerdi. Kulakları lime lime olmus, boynu ve
omuzları yara bere içinde kalmıstı. Beyaz Dis’in o umulmadık anlarda yaptıgı
yıldırım gibi saldırılardan sakınamadıgı için dudakları bile yarılıp kanamaya
baslamıstı.
Beyaz Dis onu devirebilmek için var gücüyle çalısıyordu ama aradaki boy farkı
yüzünden basarılı olamıyordu. Bu yüzden kısa boylu düsmanına karsı sık sık
sasırtmacalara basvuruyordu. Beyaz Dis sasırtmaca vererek hızla atılıp sıçrarken
birden ters yönden kıvrılıp geri döndü ve Cherokee’yi bası yana çevrili olarak
omuzunu açık bırakmıs bir durumda yakaladı Hemen simsek gibi bir hızla üzerine
sıçradı, ama kendi omuzu çok yüksekte kaldıgından hızını alamayıp buldogun
üzerinden öbür tarafa fırladı. Seyirciler ilk kez olarak Beyaz Dis’in
ayaklarının yerden kesildigini gördüler. Havada bir takla atan hayvan eger
tıpkı bir kedi gibi kıvrılıp da dört ayak üzerine düsmeye çalısmasaydı sırt
üstü yere serilecekti. Ama daha havada iken bükülüp yanlamasına yeri boyladı.Bir
an sonra yere deger degmez ayaga fırladı ama, aynı anda Cherokee dislerini
gırtlagına geçirdi.
Buldogun saldırısı tam yerini bulmamıs, gırtlagın asagısından, bögrüne yakın bir
yerden kapmıstı. Ama kaptıgı yeri bırakmadı. Beyaz Dis kudurmusçasına ayaga
fırladı, buldogu savurup atabilmek için çılgınca dört dönmeye basladı.
Boynundaki agırlık onu delirtiyor, hareketlerini dizginliyor, özgürlügünü
kısıtlıyordu. Sürükleyip durdugu bu agırlık tıpkı bir boyundurugu andırıyordu.
Bütün varlıgı bu boyundurugu kırıp atmak için ayaklanıyor, çılgınca bir tepki
gösteriyordu. Bir iki dakika deli gibi çırpındı durdu. Yasama tutkusuyla tüm
benligi yanıp tutusuyordu. Yasamak için can atıyordu. Bu istekle aklı basından
gitmisti sanki; var olmak, içindeki canlılıgı ortaya koyabilmek için kör bir
bilinçle canını disine takıyordu, çünkü hareket etmek demek var olmak demekti.
Kendi ekseni çevresinde dönenip duruyor, çemberler çizerek çepeçevre kosuyor,
boynunda asılı olan agırlıgı silkip atmaya çalısıyordu. Cherokee saga sola
savrularak sürünüyor, ama kaptıgı yeri bir türlü bırakmıyordu. Arasıra
ayaklarını yere basarak Beyaz Dis’e direnmeye çalısıyordu. Gelgelelim bir an
sonra ayakları yine yerden kesiliyor, bir o yana bir bu yana savrularak yeniden
sürüklenmeye baslıyordu. çgüdüsü, ne pahasına olursa olsun tuttugu yeri
bırakmaması gerektigini söylüyordu ona. Kaptıgı yerden kopmamanın dogru
olacagını biliyor, bu yüzden iyice cosup neseleniyordu. Ayakları yerden
kesildigi zaman gözlerini yumuyor, orasına burasına yedigi darbelere aldırıs
etmeksizin saga sola savrulmaya katlanıyordu. Dislerini kenetli tuttugu sürece
isler yolundaydı ve o da sımsıkı tutmaktan geri durmuyordu.
Beyaz Dis en sonunda durdu, yorulmustu. Onca didinip ugrasmasına karsın etkisiz
kalıyor ve buna bir türlü akıl sır erdiremiyordu. Sayısız kez dövüsmüs simdiye
dek, ama hiç böyle bir sey gelmemisti basına. Bu türlü dövüsen bir köpekle daha
önce hiç karsılasmamıstı. Dövüs deyince, durmadan ısırmayı, paralamayı ve sonra
da hemen geri sıçramayı anlıyordu. Soluk alıp dinlenebilmek için bir parça yana
egildi. Kaptıgı yeri bırakmayan Cherokee onu büsbütün yere serebilmek için
yüklendi. Ama Beyaz Dis ayak diredi. Düsmanının kenetli çene kemiklerinin azıcık
gevser gibi oldugunu ve dislerini gırtlagına dogru azıcık kaydırdıktan sonra
yeniden sımsıkı kapandıgını duyuyordu. Buldok tuttugunu asla bırakmıyor, pundunu
buldukça dislerini gırtlaga dogru biraz daha gömüyordu. Beyaz Dis’in sakin
durdugu zamanlarda dislerini can alıcı noktaya kaydırıyor, ama çırpınıp karsı
koymaya baslayınca çenesini kenetleyip beklemekle yetiniyordu.
Beyaz Dis, buldogun ancak kalın ensesine dis geçir ebüiyordu. Hayvanın omuz
basını disledi, ama bu konuda düsmanı kadar becerikli degildi, dislerini daha
derine saplayıp koparmayı basaramıyordu. Ayrıca çene kemikleri hayvanın kalın
boynunu koparmaya elverisli bir yapıda degildi. Bu yüzden bir süre rakibinin
boynunu didikledi. Derken durum degisti; Cherokee yüklendikçe yüklendi
gırtlagına ve en sonunda sırt üstü düsürüp üstüne çıktı. Beyaz Dis hemen kedi
gibi büzüldü art ayaklarını kıvırıp buldogun karnını tırmalamaya basladı. Eger
Cherokee üzerinden inip de ters dönmeseydi. Beyaz Dis’in pençeleri altında
karnının desilmesi isten bile degildi.
Bununla birlikte kenetlenmis olan çene kemiklerinden koruyan tek engel
boynundaki sarkık deriyi saran kalın yelesiydi. Cherokee bu yeleye dislerini
adamakıllı geçirememekle birlikte, çenesini her kaydırısında agzına daha fazla
deri ve kıl yıgını dolduruyor, bu yüzden de Beyaz Dis’in boynu daralıyor, soluk
alması güçlesiyordu. Her geçen an daha da bogulacak gibi oluyordu. Artık kavga
hemen hemen sona ermis gibiydi. Che-rokee’yi destekleyenlerin keyiflerine
diyecek yoktu, ortaya sürdükleri parayı alay olsun diye yükseltiyorlardı. Beyaz
Dis’i destekleyenlerin agızlarını bıçak açmıyordu; bire on, bire yirmi ileri
sürülen bahislere bile yanasmıyorlardı. Oysa içlerinde biri vardı ki gözünü
kırpmadan bire elli bahse tutusmayı öneriyordu. Bu adam, hiç kuskusuz Güzel
Smith”in ta kendisiydi. Dövüs alanının içine dogru sokulup parmagı ile Beyaz
Dis’i isaret ederken bir yandan da alaylı kahkahalar savurmaya basladı. Bu
kahkahalar beklenen etkiyi dogurmakta gecikmedi. Kendisiyle alay edildigini
gören Beyaz Dis ‘öfkesinden kudurmustu sanki. Var gücünü toplayarak bir
sıçrayısta ayaga fırladı. Dövüs alanının içinde dört dönüp boynunda asılı olan
yirmi bes kiloluk düsmanını sürüklerken öfkesi kör bir korkuya dönüstü.
Benligine kök salan yasama istegi yine baskın çıkmıs, var olma kaygısı
karsısında panige kapılıp aklı basından gitmisti. Alanın içinde dönenip duruyor,
tökezleyip düsüyor, sonra yeniden ayaga fırlayarak düse kalka kosuyordu. Kimi
zaman da arka ayakları üzerine dikilerek düsmanını yerden kesip havaya
savuruyor, bogazına çöken öldürücü dislerden kurtulmak için umutsuzca
çırpnıyordu.
Sonunda iyice bitkin düserek sırt üstü yere serildi. Bunu fırsat bilen buldok
hemen dislerini biraz daha kaydınp Beyaz Dis’in gırtlagını saran yeleyi bu kez
daha derinden ve daha bogucu bir biçimde ısırdı. Onu destekleyen seyircilerden
alkıslar ve Cherokee! Cherokee!” çıglıkları yükseldi. Buldok bagrımalara ve
alkıslara kuyrugunu sallamakla karsılık verdi. Ama bu arada yaptıgı isten bir an
için bile dikkatini ayırmıyordu.
Güçlü çeneleriyle kuyrugu arasında hiçbir ilgi yok gibiydi. Kuyrugunu sevgiyle
sallamasına karsın, çeneleri Beyaz Dis’in gırtlagını korkunç bir kıskaç gibi
sıkmaktan geri durmuyordu.
Derken seyirciler arasında bir kaynasma oldu. Kızak çıngırakları ve köpek
havlamaları isitildi. Güzel Smith’den gayrı herkes polis baskınına ugradıklarını
sanarak korkuya kapılmıstı. Ama bunun ırmak boyundaki yoldan gelen bir kızak
oldugunu görünce rahatladılar. Kızagın üzerinde iki adam vardı. Belli ki bir
kesif seferinden dönüyorlardı. Bagırıp çagıran kalabalıgı görünce adamlar kızagı
durdurdular ve heyecanın nedenini anlamak için merakla seyircilere dogru
ilerlediler. Köpekleri haydayan adam bıyıklıydı. Yanındaki ise ondan daha boylu
poslu ve daha gençti; tıraslı yüzü soguk havada kosturup durmaktan kıpkırmızı
kesilmisti. Bu sırada Beyaz Dis kendisini savunmaktan neredeyse vazgeçmis
gibiydi. Zaman zaman umutsuzca çırpınıp kurtulmaya çalısıyordu. Düsmanının
acımasız disleri arasında belli belirsiz soluyabiliyor, solukları gittikçe
zayıflıyordu. Eger buldok daha ilk saldırısında bögründen degil de tam
gırtlagından yakalamıs olsaydı kalın yelesine karsın boynundaki sahdamar çoktan
kopacaktı. Cherokee dislerini gırtlaga dogru kaydırmak için epeyce zaman
yitiriyor, üstelik agzını gittikçe daha çok tüy ve deriyle doldurmak zorunda
kalıyordu.
Güzel Smith ise bu arada iyice zıvanadan çıkmıs, ruhunu kıskıvrak saran
canavarca duyguların baskısıyla en sonunda o ufacık aklı da basından gitmisti.
Beyaz Dis’in donuk bakıslarını görüyor. Dövüsün yitirildigini anlıyordu. Birden
gözünü kan bürüdü, öfkeyle üzerine atılıp hayvanı vahsice tekmelemeye basladı.
Seyirciler ıslık çalıp yuh çekmeye basladılar ama bundan ötesine karısmadılar.
Güzel Smith Beyaz Dis’i tekmeleyedursun, kalabalık arasında bir dalgalanma oldu.
riyarı genç adam seyircilerin arasına dalmıs, adamları kabaca ite kaka
ilerliyordu. Köpeklerin kapıstıgı yere geldiginde Güzel Smith yeni bir tekme
atmak üzere ayagını kaldırmıs ve tüm agırlıgım öbür bacagına vermis bulunuyordu
ki aynı anda genç adam yumrugunu suratına yapıstırdı. Güzel Smith boylu boyunca
havaya fırladı ve sırt üstü karların üzerine serildi. Genç adam seyircilere
dönerek: “Hayvan herifler!” diye bagırdı. “Canavarlar!” Kan beynine sıçramıstı,
ama ne yaptıgını bilen birinin haklı öfkesiydi bu. Çeliktenmis gibi görünen gri
gözleriyle kalabalıgı süzerken bakıslarından kıvılcımlar saçılıyordu sanki.
Güzel Smith güç bela ayaga kalktı, oflaya poflaya yaklastı. Yabancı delikanlı
Güzel Smith’in ne denli ödlek biri oldugunu bilmediginden saldırmak için üzerine
yürüdügünü sandı ve tutup bir yumruk daha patlattı. Postun pahalı oldugunu gören
Güzel Smith karlar üzerinde yatmanın yapılacak en akıllıca is oldugunu düsünerek
oracıkta öylece uzandı kaldı.
Yabancı delikanlı, ardı sıra dövüs alanına giren kızak sürücüsüne seslenerek:
“Gel de yardım et, Matt,” dedi.
kisi de köpeklerin yanına çömeldi. Matt Cherokee’nin çeneleri gevser gevsemez
agzından çekip ala bilmek için sıkıca tuttu Beyaz Dis’i. Genç adam ise buldogun
çene kemiklerine yapısmıs ayırmaya ugrasıyordu. Ama bosuna... Genç adam
çekistiriyor, var gücüyle asılıp yükleniyor, arada bir öfkeyle burnundan
soluyarak “Ah hayvan herifler ah!” diye homurdaruyordu.
Seyircilerin canı sıkılmıstı bu isten. Eglencelerini yarıda kestigi ,için bir
ikisi yuh bile çekti. Ama yabancı delikanlı basını söyle bir kaldırıp da bakar
bakmaz çıt çıkmaz oldu. Genç adam:
“Canavar herifler!” diye bagırdı. Sonra yine önündeki isine egildi. Bir süre
sonra, Matt:
“Bosuna ugrasıyoruz, Bay Scott,” dedi. “Bu yolla ayıramayız onları.”
Her ikisi de dogrulup, kenetlenmis durumdaki köpekleri gözden geçirdiler. Matt:
“Çok kanamıyor,” diye devam etti. “Fazla derine batırmamıs daha.” Scott:
“Her an parçalayabilir gırtlagı,” diye yanıt verdi. “ste bak, gördün ya! Biraz
daha gömdü dislerini.”
Genç adam Beyaz Dis için her an biraz daha kaygılanıyordu. Bir iki kez sertçe
vurdu Cherokee’nin kafasına, ama hayvan bana mısın demedi, bir türlü çözmüyordu
kenetlenen çenelerini. Cherokee tokatların anlamını kavradıgını belirtircesine
kuyrugunu salladı: böylelikle kendi haklılıgını anlatmaya çalısıyor, kaptıgı
yeri bırakmamakla görevini yerine getirdigini belirtmek istiyordu.
Scott umutsuz bir tavırla seyircilere seslendi: “Yardım edecek kimse yok mu
içinizde?” Gelgelelim kimse yardım etmeye yanasmadı. Yardım söyle dursun
kimileri onunla alay etmeye saçma sapan ögütler verip dalga geçmeye kalktı.
Matt:
“En iyisi kama gibi bir sey kullanmak,” diye akıl verdi.
O zaman genç adam elini beline atıp tabancasını kılıfından çıkardı ve namluyu
buldogun çeneleri arasına sokmaya çalıstı. Bütün gücüyle itip bastırıyordu, öyle
ki kenetlenmis disler arasında sürtünen çelik namlu gıcır gıcır sesler çıkardı.
Her ikisi de çömelip köpeklerin üzerine egilmislerdi. Tam o sırada Tim Keenan
dövüs alanına girip yanlarına geldi, Scott’un omuzuna dokunarak gözdagı
verircesine bet bir sesle:
“Sakın dislerini kırayım deme yabancı,” dedi.
Scott:
“Gerekirse kafasını bile kırarım,” diye karsılık verdi.
Sonra hiç istifini bozmaksızın tabancanın namlusunu itmeye devam etti.
Kumarbaz bu kez daha üst perdeden sert bir sesle:
“Dislerini kırma dedim, iste o kadar,” diye yineledi.
Kumarbaz belki de Scott’un gözünü korkutmayı deniyordu ama, sökmedi. Delikanlı
elindeki isi bırakmaksızın basını kaldırıp tepesinde dikilen adamı soguk soguk
süzdükten sonra sordu:
“Senin mi bu köpek?”
Kumarbaz evet anlamında homurdandı.
Scott:
“Gel de aç o zaman su çene kemiklerini,” dedi.
Tim Keenan insanı çileden çıkaracak bir yüzsüzlükle öfkeli öfkeli karsılık
verdi:
“Ne yalan söyleyeyim, ben çakmam böyle islerden. Ne haliniz varsa görün, ben
karısmam.”
“Gölge etme öyleyse, çekil basımdan ve beni rahat bırak. Görüyorsun ki isim
var.”
Tim Keenan, Scott’un yanından ayrılmadı, ama genç adam ona aldırıs etmiyordu
artık. Namlunun ucunu buldogun çenesinin bir yanından içeri sokmayı basarmıstı.
Simdi is öbür taraftan çekip çıkarmaya kalıyordu. Bu isi de basardıktan sonra
tabancayı agır agır ve dikkatle tıpkı bir manivela gibi oynatarak kenetlenmis
çeneleri gevsetmeye basladı. O bunu yaparken Matt da Beyaz Dis’in hırpalanmıs
boynunu yavas yavas çekerek dislerin arasından kurtarmaya çalısıyordu.
Scott, Cherokee’nin sahibine dönerek buyurucu bir sesle:
“Surada dur da köpegini tut,” dedi.
Kumarbaz söz dinleyerek çömeldi ve Cherokee’yi kıskıvrak yakaladı.
Scott namluyu oynatıp çene kemiklerini ayırırken uyardı:
“Hadi, dikkat!”
Köpekler ayrılmıstı. Buldok yeniden ileri atılmak için çırpınıp duruyordu.
Scott:
“Götür su köpegi buradan!” diye bagırdı.
Tim Keenan Cherokee’yi alıp kalabalıgın arasına
çekildi.
Beyaz Dis dogrulabilmek için birkaç kez yekindi. Ama ayaga kalkar kalkmaz
yeniden karların üzerine yıgıldı Bitkinlikten dizlerinin bagı çözülüyordu.
Gözlen kısık, bakısları donuktu. Agzı bir karıs açıktı, dili dısarı sarkıyordu.
Bu görünüsüyle bogulmus bir köpegi andırıyordu.
Matt, egilip hayvanı söyle bir gözden geçirdikten sonra: “Az kalsın postu
kaptırıyormus, ama rahatça soluk alabiliyor” dedi. O sırada Smith ayaga kalktı
ve Beyaz Dis’in durumuna bakmak için yaklastı.
Scott sordu:
Matt, iyi bir kızak köpegi kaç paradır?”
Hâlâ diz üstü duran kızak sürücüsü Beyaz Dis’in üzerine egildi ve bir an ölçüp
biçtikten sonra:
“Üç yüz dolar,” dedi.
Scott ayagının ucuyla Beyaz Dis’i dürterek:
Peki, böyle iler tutar yanı kalmamıs bir köpek kaç para eder?” diye sordu.
Kızak sürücüsü:
“Eh, yarısı eder” diye deger biçti.
Scott bu kez Güzel Smith’e döndü:
“sittin mi essek herif! Köpegini alıyorum ve yüz elli dolar veriyorum!..”
Cüzdanını açıp paraları saymaya basladı. Ama Güzel Smith paraya el sürmeyecegini
göstermek istercesine ellerini arkasında kavusturdu.
“yi ama ben köpegimi satmıyorum ki,” dedi.
Beriki hiç istifini bozmaksızın:
“Kim demis, öyle bir satarsın ki!” dedi. “Neden dersen ben alıyorum da ondan!
ste paran, köpek benimdir artık.”
Güzel Smith elleri arkasında, kıçın kıçın geriledi. Scott üzerine yürüyerek
yumrugunu kaldırdı. Güzel Smith yumruktan korunmak için ezilip büzüldü:
“Hakkımı kimseye yedirmem” diye sızlandı.
“Senin bu köpek üzerinde hakkın makkın yok artık. Parayı alıyor musun, almıyor
musun? Yoksa bir daha mı patlatayım...”
Güzel Smith’in ödü kopmustu, çabuk çabuk konustu: “Peki peki, öyle olsun. Ama bu
parayı zorla alıyorum. Aslında dünyanın parası eder o. Göz göre göre
kazıklanamam. Her insan hakkını almalı.” Scott parayı uzatırken:
“Haklısın, dedi. “Her insan hakkını almalı ama sen insan degil, düpedüz bir
hayvansın” Güzel Smith gözdagı vermeye kalktı. “Hele bir Dawson’a döneyim,
görürsün sen bak Mahkemeye verecegim seni...”
“Eger Dawson’a döndügün zaman çeneni açtıgını isitirsem, kentten sürdürürüm
seni. Anladın mı?”
Güzel Smith karsılık olarak homurdanmakla yetindi. Ama Scott üzerine yürüyerek
öfkeyle bagırdı: “Anladın mı dedim?”
Güzel Smith korkuyla gerilerken homurdandı: “Evet...” “Evet ne?”
Güzel Smith dislerini gıcırdatarak: “Evet efendim,” dedi havlarcasına.
Seyircilerden biri: “Aman dikkat edin! Hiç bakmaz ısırıverir!” diye bagırdı.
Bu söz üzerine kalabalık makaraları koyverdi. Scott adamı bırakıp Beyaz Dis’i
kendine getirmeye çalısan kızak sürücüsünün yanına döndü.
Kalabalık birer ikiser dagılmaya baslamıstı. Kimileri de küçük gruplar halinde
toplanmıs, çene çalıyordu. Tim Keenan bu gruplardan birine sokuldu:
“Bu herif de kim yahu?” diye sordu.
Birisi:
“Weedon Scott,” yanıtını verdi. Kumarbaz yeniden sordu: “Peki, kim oluyor bu
Weedon Scott?” “Tanınmıs bir maden uzmanıdır... Hatırı sayılır biridir. Eger
basını derde sokmak istemiyorsan damarına basayım deme. Bu yörede ne kadar ileri
gelen kisi varsa hepsiyle sıkı fıkıdır. Maden Daresi Baskanıyla da canciger
dosttur, ona göre ayagını denk al”
Kumarbaz:
“Herifçioglunun saglam ayakkabı olmadıgını sıppadak anlamıstım ben zaten,” dedi.
“iste bu yüzden yelkenleri daha isin basında suya indirdim ya!..”

0

19

ON DOKUZUNCU BÖLÜM
YABAN
Weedon Scott:
“Hiç umut yok,” dedi.
Kulübenin önündeki basamaklara oturmus, tıpkı kendisi gibi umutsuz bir havayla
omuz silken kızak sürücüsüne bakıyordu. ki adam, hırlayarak dislerini gösteren,
tüyleri kabarmıs bir halde zincirini çılgınca çekistiren Beyaz Dis’i seyretti
bir süre. Matt kızak köpeklerine sopasıyla iyi bir ders vermis ve sonunda Beyaz
Dis’e satasmamayı ögretmisti onlara. Simdi biraz ötede uzandıkları yerde, Beyaz
Dis’e aldırmaz görünüyorlardı.
Scott:
“Bu hayvan bir kurt,” dedi. “Ne yaparsan yap evcillesmez.”
“Ona bir sey diyemem,” dedi. “Ama bana kalırsa kurttan çok köpeklik var onda.
Kim Kim ne derse desin öyle bir özelligi daha var ki apaçık ortada”
Kızak sürücüsü bir an durakladı ve kendinden emin bie havayla basını sallayarak
Moosehido Dagları’na dogru baktı. Scott bir süre onun konusmasını bekledikten
sonra:
“Canım bırak eveleyip gevelemeyi de ne biliyorsan söyle” diye sert çıkıstı.
“Neymis o ortada olan sey?”
Kızak sürücüsü basparmagı ile arkasındaki Beyaz Dis’i isaret etti:
“ster kurt olsun ister köpek, ama kalıbımı basarım ki egitmisler bu hayvanı.”
“Hadi canım sen de, olur mu hiç!”
“Bal gibi de olmus iste. Kızaga kosulmus. Gögsündeki su izlere baksanıza.”
“Haklısın, Matt. Güzel Smith denilen herifin pençesine düsmeden önce belli ki
kızak çekmis.”
“Öyleyse ne diye yeniden kızaga kosulmasın?”
Scott birden umutlandı:
“Gerçekten olur mu dersin?”
Ama bir anda yine umutsuzluga kapıldı:
“On bes gündür yanımızda, ama hâlâ ilk günkü kadar azgın.”
Matt inandırmaya çalıstı onu:
“yisi mi bir fırsat tanıyalım ona. Çözün bakalım ne olacak.”
Beriki, aklı yatmamıs gibilerden söyle bir baktı.
Matt üsteledi:
“Evet biliyorum, bunu daha önce de denediniz, denediniz ama o zaman elinize sopa
almamıstınız ki...”
“yi ya bir de sen dene öyleyse.”
Kızak sürücüsü eline bir sopa aldı, zincire vurulu hayvanın yanına gitti.
Kafesteki aslan, terbiyecisinin elindeki kamçıyı nasıl gözden kaçırmazsa, Beyaz
Dis de tıpkı öyle, dik dik bakıyordu sopaya
Matt:
“Görüyor musunuz?” dedi. “Gözünü sopadan ayırmıyor. yi bir belirti bu. Aptal
degil bu hayvan. Elimde sopa varken kılıma bile dokunmayacaktır, o kadar çılgın
degil.”
Adamın eli boynuna dogru uzanınca Beyaz Dis homurdanarak dislerini gösterip yere
büzüldü. Uzanan ele bocalayarak bakıyor, bu arada kendisine gözdagı vermek için
tepesinde duran sopayı gözden kaçırmıyordu. Matt zinciri çözdükten sonra
geriledi.
Beyaz Dis serbest bırakıldıgına inanamıyordu bir türlü. Güzel Smith’in eline
düseli aylar geçmis ve bütün bu süre içinde boynundaki zincir ancak baska
köpeklerle dövüsecegi zaman çözülmüstü. Bunun dısında bir an bile tatmamıstı
özgürlügü. Her dövüsten sonra hemen zincire vurulmustu.
Bu degisikligi neye yoracagını bilemiyordu bir türlü. Belki de yeni sahipleri
canavarca bir oyun oynamak üzereydiler. Beklenmedik bir saldırıya karsı her an
tetikte durarak agır agır ve çevresini kollaya kollaya bir iki adım attı. Ne
yapacagını kestiremiyordu. Olur sey degildi. Gözlerini kendisine diken bu iki
sahipten kuskulanıyordu, onlardan uzaklasmak için kulübenin kösesine dek sakına
sakına ilerledi. Hiçbir sey olmadı. Afallamıstı, döndü, geri geldi, iki adamın
bes on adım ötesinde durdu, adamları süzmeye basladı. Yeni sahibi sordu: “Kaçmaz
mı dersin?” Matt omuz silkti:
“Bir deneyelim bakalım, görürüz. Denemeden hiçbir sey söylenemez.” Scott
üzüntüyle: “Zavallı hayvan,” diye mırıldandı. “Bütün istedigi sey azıcık
sevgi...”
“Kalkıp kulübeye girdi. Az sonra elinde bir et parçasıyla dısarı çıktı. Eti
hayvanın önüne attı. Beyaz Dis bir adım geri sıçradı, önüne düsen ete kuskuyla
bakmaya basladı.
Tam bu sırada Matt:
“Hey Majör!” diye bagırdı.
Ama geç kalmıstı. Majör adlı kızak köpegi etin üzerine atılmıstı bile. Ama tam
eti kapacagı sırada Beyaz Dis saldırıp köpegi yere yıktı. Matt hemen kostu, ne
var ki Beyaz Dis kasla göz arasında yapacagını yapmıstı. Majör sendeleyerek
ayaga kalkmaya çalıstı. Bogazından akan kanlar karları kırmızıya boyuyordu.
Scott:
“Yazık oldu ama hak etti” dedi.
Matt ayagını kaldırıp Beyaz Dis’e tekme atmaya hazırlandı. Aynı anda Beyaz Dis
sıçradı. Dislerin pırıltısı... hemen ardından keskin bir çıglık... Beyaz Dis kudurmusçasına
homurdanarak bir iki metre geri çekilirken Matt paralanan bacagını
incelemek için egildi. Yırtılan pantolonunu ve üzerinde kıpkırmızı bir lekenin
hızla genislemekte oldugu iç çamasırını gösterirken:
“Az kalsın koparıyordu namussuz.” dedi.
Scott, umutsuzca söylendi:
“Söylemistim sana, Matt, hiç umut yok. Hayır yok . bunda, gerçi elim varmıyor
ama ne yapalım, ne zamandır düsündügüm seyi yapmanın sırası geldi artık.
Yapılacak baska hiçbir sey kalmadı çünkü.”
Bu sözleri söylerken bir yandan da yavas yavas tabancasını çıkardı. Mermileri
kontrol etti.
Matt:
“Beni dinleyin Bay Scott,” dedi. “Tam bir cehennem hayatı sürmüs bu hayvan.
Çektigi onca çileden sonra kalkıp da simdi karsınızda kuzu gibi davranmasını
bekleyemezsiniz ki! Durun bakalım, azıcık zaman tanıyın ona.”
Scott:
“yi ama, Major’u ne hale soktu baksana,” dedi.
Kızak sürücüsü, kana bulanmıs karların üzerine serilen ve soluk soluga can
çekismekte olan yaralı köpege bir göz attı:
“Siz kendiniz demediniz mi bunu hak etti diye, Bay Scott? Beyaz Dis’in etini
kapmaya kalktı, o da keratanın isini bitiriverdi. Aslında baska türlü olması da
beklenemezdi. Kendi etini korumayan bir köpek bes para bile etmez bence.”
“yi ama Matt, hadi köpege bos ver, etini korumak için saldırdı ona, ama sana
saldırmakla ipin ucunu kaçırmadı mı dersin?” Matt kararlıydı:
“Ona bakarsanız ben de hak ettim. Hayvana tekme atmaya kalktım mı kalkmadım mı?
Hayvanın haklı oldugunu söyleyen sizdiniz. Ona tekme atmaya kalktıgım için bana
da oh olsun.” Scott üsteliyordu:
“Bana kalırsa evcillesecegi filan yok bu hayvanın. Öldürmekle ona büyük bir
iyilik yapmıs olacagız.”
“Beni dinlerseniz yapmayın Bay Scott. Gelin bir fırsat daha verin suna;
bakarsınız yola gelir. Cehennemden kurtulalı ne kadar oldu ki zavallıcıgın.
Hayvan ilk kez serbest kalıyor. Bir fırsat daha tanıyalım, baktık ki yola ize
gelmiyor, o zaman ben kendi elimle vururum, oldu mu?”
Bunun üzerine Scott tabancasını kılıfına koydu: “Onu öldürmeyi ben de
istemiyorum. Bırakalım bakalım bir dolassın söyle. yi davranmak ise yarayacak
mı görelim. Dur hele bir deneyelim bakalım.”
Beyaz Dis’e yaklastı, gönlünü almak istercesine tatlı tatlı mırıldanmaya
basladı.
Matt:
“Elinize bir sopa alsanız iyi olur,” diye uyardı.
Scott basını salladı. Beyaz Dis’in güvenini kazanmak için tatlı tatlı konusmaya
devam etti. Gelgelelim, Beyaz Dis bir türlü güvenemiyordu ona. Her an basına
birr sey gelmesini bekliyordu. Sahibinin köpegini öldürmüs, arkadasını ise
ısırmıstı. Bu durumda korkunç bir cezadan baska ne bekleyebilirdi ki? Ama yine
de dayanılmaz bir baskaldırı duygusu yükseliyordu içinde. Tüylerini kabarttı,
dislerini gösterdi. Elinde sopa mopa olmaksızın üzerine dogru gelen sahibine
gözlerini dikmis, tetikte bekliyordu. Adam yaklastı, agır agır basına dogru
inmeye basladı. Beyaz Dis oldugu yere büzülüp tortop oldu, her an saldırmaya
hazır bir durumdaydı, yüregi küt küt atıyordu. Basının üzerinde bir tehlike, bir
seytanlık dolasıyordu ama neyin nesidir, kestiremiyordu bir türlü. nsan
ellerini tanıyor, bu ellerin ne denli becerikli, can yakmada ne denli yetenekli
oldugunu iyi biliyordu. Zaten oldu olası kendisine dokunulmasından nefret
ediyordu. Gözdagı verircesine hırıldadı. Büzüldükçe büzüldü. El gittikçe
yaklasıyordu. Isırmak istemiyordu; öldürücü tehlike karsısında kendini tutmaya,
sonuna dek disini sıkmaya çalıstı. Ama bir an geldi ki benligini dayanılmaz bir
yasama tutkusu kapladı, içgüdüsel korkusu tüm duygulara baskın çıktı.
Weedon Scott beklenmedik bir saldırı karsısında hayvandan hızla kaçınabilecegini
sanıyordu. Ama aldandıgını anladı, tıpkı bir yılan gibi hızla atılıp ısıran
Beyaz Dis’in o sasılası çevikligini böylece ögrenmis oldu.
Bir saskınlık çıglıgı kopardı ve yaralanan elini öbür eliyle kavradı. Matt
yakası açılmadık bir küfür savurarak hemen yanına kostu. Beyaz Dis sürüne sürüne
geriledi; dislerini gösteriyor, kıvılcımlar saçan gözleriyle kötü kötü
bakıyordu. Güzel Smith’den yedigi korkunç dayaklardan çok daha beter bir dayak
yiyeceginden hiç kuskusu kalmamıstı artık.
Kızak sürücüsü bir anda kulübeye daldı ve elinde bir tüfekle yeniden dısarı
fırladı.
Scott:
“Ne yapıyorsun, Matt?” diye haykırdı. Matt serinkanlı bir havayla:
“Hiç,” dedi. “Yalnızca demin verdigim sözü yerine getirecegim, vuracagım bu
hayvanı...” “Yapamazsın!”
“Yapar mıyım yapmaz mıyım, simdi görürsünüz.” Az önce Matt Beyaz Dis’in
bagıslanması için nasıl dil döktüyse, Scott da simdi öyle yalvarıyordu :
“Sen degil miydin demin ona bir fırsat daha tanımamızı söyleyen? Bir sans daha
verip deneyelim bakalım. Henüz isin basında sayılırız, öyle ha deyince vazgeçmek
olur mu hiç? Eh, napalım yani, bu kez de bana oh olsun... Vay canına, suna bak
yahu!”
Beyaz Dis kulübenin kösesinde on bes yirmi adım ötede durmus, korkunç hırıltılar
çıkarıyordu. Hırlarken Scott’a degil, kızak sürücüsüne bakıyordu. Matt, saskın
saskın:
“Olur sey degil!” dedi. “Gözümle görmesem inanmazdım.”
“Ne akıllı hayvan görüyorsun ya? Atesli silahın ne demek oldugunu senden benden
daha iyi biliyor. Ne olursa olsun böylesine akıllı bir hayvana bir sans daha
tanımalıyız. Bırak su silahı elinden.” Matt:
“Peki, öyle olsun,” dedi.
Tüfegi bir odun istifine yasladı. Hemen ardından saskınca bagırdı: “Suna bakın!”
Beyaz Dis yatısmıs, hırlamayı da kesmisti “Bunu denemeliyiz, dur bakalım ne
yapacak?” Matt yeniden tüfege uzandı, aynı anda Beyaz Dis hırlamaya basladı,
Adam tüfegin yanından uzaklastıkça gergin dudakları kapandı, disler görünmez
oldu.
Matt:
“Oyun olsun diye bir kez daha deneyelim bakalım,” dedi.
Tüfegi kaptı ve omuzuna dogru yavas yavas kaldırmaya basladı. Beyaz Dis yerinden
dogrulup yine homurdandı, homurtusu gittikçe siddetleniyordu. Matt tüfegi omuz
dogrultusuna kadar kaldırdıgı anda hayvan yana fırladı, kulübenin kösesini dönüp
gözden yok oldu. Matt Beyaz Dis’in az önce durdugu yere öylece bakakaldı. Sonra
tüfegi yerine bırakarak ciddi bir havayla patronuna döndü:
“Haklısınız, Bay Scott. Böylesine akıllı bir köpegi öIdürmeye eli varmaz
insanın.”

0

20

YRMNC BÖLÜM
SEVGL EFEND

VVeedon Scott’un yaklastıgını görünce Beyaz Dis’in tüyleri kabardı; efendisinin verecegi cezaya boyun egmeyecegini belirtmek istercesine hırlamaya basladı.
Efendisinin eli kanamaması için sarıp sarmalanmıs, askıya alınmıstı; elini ısırdıgından bu yana yirmi dört saat geçmisti. Eskiden cezaların ertelendigini
görmüslügü vardı, iste simdi de cezanın geciktirildigini sanıyordu. Baska türlü ne olabilirdi ki? Sahibini ısırmıstı, üstelik beyaz biriydi bu. Bu
saygısızlıgından ötürü korkunç bir cezaya çarptırılacagından en küçük bir kuskusu yoktu.
Adam Beyaz Dis’in bir iki adım ötesine çömeldi. Görünüse bakılırsa tehlikeli bir durum yoktu simdilik. Çünkü insanlar ceza verecekleri zaman ayakta dikilirlerdi.
Dahası, bu adamın elinde ne sopa, ne kırbaç, ne de tüfek vardı. Üstüne üstlük kendisini salıvermislerdi. Ne zincire vurulmustu, ne de kazıga baglanmıstı. Bu
durumda adam ayaga kalkar kalkmaz tabanları kolayca yaglayabilirdi. En iyisi disini sıkıp isin sonuna dek beklemekti.
Adam öylece duruyor, hiçbir sey yapmıyordu. Bunun üzerine Beyaz Dis’in hırıltısı boguklastı ve giderek kesildi. Adam konusmaya basladı. Onun sesini isitir
isitmez Beyaz Dis’in yelesi kabardı, hırlamaya koyuldu. Beyaz Dis de hırlıyordu.
Karsılıklı olarak biri konustu öbürü hırladı. Adam sürekli olarak tatlı bir sesle konusmaya devam etti. O zamana dek hiç kimse Beyaz Dis’e böylesine tatlı
bir biçimde seslenmemisti. Bu oksayıcı, tatlı ses yavas yavas Beyaz Dis’in içine isliyor, yüreginde sıcak duygular uyandırıyordu. çgüdüsünün sürekli uyarılarına
karsın ister istemez güven duymaya basladı bu insana karsı. Bu güvenlik duygusu, basından geçen onca kötü deneylere karsın insanlara besledigi düsmanlık
duygusunu bastırdı.
Aradan epey zaman geçtikten sonra adam ayaga kalktı, kulübeye girdi. Az sonra yeniden dısarı çıktıgında Beyaz Dis kaygı ve kuskuyla ona baktı. Bu kez de
elinde ne kırbaç, ne sopa, ne de silah vardı. Saglam eliyle arkasında bir sey de gizlemiyordu. Beyaz Dis’ten az öteye, az önceki yerine gelip oturdu. Beyaz Dis’e
bir parça et uzattı. Hayvan kulaklarını dikti, uzatılan ete kuskuyla bir göz attı. Bu arada adamı gözden kaçırmamaya çalısıyor, beklenmedik bir saldırıya
karsı koyabilmek için vücudunu yay gibi gerip tetikte bekliyordu. Bekledigi ceza epey gecikmisti. Adam burnuna dogru bir et parçası uzatıyor, baska bir sey
yapmaya kalkmıyordu. Üstelik bu et hiç de tehlikeli görünmüyordu. Ama Beyaz Dis yine de kuskulanmaktan alamıyordu kendini. Burnunun dibinde sallanan ete
dokunmuyordu bir türlü. nsanlar öylesine akıllıydı ki, bu zararsız görünüslü et parçasının ardında kim bilir nasıl bir tehlike gizliydi? Daha önceki
deneylerinden, özellikle Kızılderili kadınlardan edindigi deneylerden ögrenmisti ki. çogu zaman sevecenlikle uzatılan bir et parçasıyla cezalar arasında
tehlikeli bir ilinti vardı.
Adam en sonunda et parçasını Beyaz Dis’in ayakları dibine attı. Beyaz Dis gözünü adamdan ayırmaksızın eti dikkatle kokladı. Basına hiç bir sey gelmedigini
görünce bir lokmada yuttu. Yine bir sey olmadı. Adam ikinci bir et parçası daha uzattı. Elinden almaya yanasmayınca adam yine önüne fırlattı eti. Bu olay bir
iki kez yinelendi. Derken adam, eti hayvanın önüne atmaz oldu. Elinden yedirmek için kararlı bir tavırla öylece bekledi.
Etin tadına doyum olmuyordu, Beyaz Dis ise kıyasıya aç idi. Olanca dikkatiyle adım adım yaklastı kendisine uzanan ele. Adamın elinden yiyecekti eti. Dik dik
bakıyor, adamı bir an bile gözden kaçırmıyordu. Kulakları arkaya yatık, yelesi kabarık bir durumda basını öne dogru uzattı, gırtlagından hafif bir uyarı
hırıltısı yükseldi. Eti mideye indirdi, bu kez de hiçbir sey olmadı. Eti lokma lokma atıstırdıgı halde ceza meza görmemisti.
Dudaklarını yaladı, beklemeye koyuldu. Adam hâlâ konusuyordu. Kulagına gelen seste sevecenlik vardı. Simdiye dek hiç tanımadıgı birtakım duygular uyanıyordu
Beyaz Dis’in içinde. Garip bir mutluluga kaptırdı kendini. Sanki ruhunda bir eksiklik tamamlanmıs, bir bosluk doldurulmus gibiydi. Ne var ki, birdenbire
içgüdüsel bir dürtüyle irkildi, basından geçen olaylar, eski acı anılar yeniden canlandı gözlerinin önünde. nsanlar çok akıllıydı. Allem eder kallem eder,
binbir türlü oyuna bas vurup, yapacaklarını yaparlardı.
Tamam, korktugu sey basına geliyordu iste! nsanın can yakıcı eli ileri uzanmıs, kafasına dogru iniyordu. Ama bu arada adam yumusak ve oksayıcı bir sesle
konusmaya devam ediyordu. Beyaz Dis çelisik duyguların etkisi altında allak bullak olmustu. El tehlike duygusu uyandırırken ses yatıstırıcı bir güvenlik
duygusu veriyor, öte yandan sesin tatlılıgına karsın içinde bir güvensizlik duygusu doguyordu. îçinde kabaran duyguların, birbirini bastırmak için
yaptıkları çarpısma öylesine siddetliydi ki, Beyaz Dis isin içinden çıkamıyordu bir türlü.
Sonunda ılımlı bir yol izledi. Fırlayarak tüylerin, kabarttı ve kulaklarını arkaya devirdi. Ama ne ısırmaya kalktı, ne de kaçmaya. Gittikçe yaklasıyordu.
Sonunda, kabarmıs tüylerinin uçlarına degdi. Beyaz Dis büzüldü. O büzüldükçe el de iniyor, gittikçe bastırıyor, tüylerini sıvazlıyordu. Ezile büzüle, neredeyse
titreyerek kendini tutmaya çabaladı. Elin dokunusu içgüdülerini ayaklandırıyor, ona acı veriyordu. Neler çekmisti insanların elinden, bütün bunları nasıl olur
da bir günde unutuverirdi. Gelgelelim yeni efendisinin istegi böyleydi ve o da bu istege boyun egmek için kendini zorluyordu.
El yeniden kalktı, sonra yine indi. Elin her kalkısında tüyler kabarıyor, indigi zaman kulaklar geriye yatıyor, hayvanın bogazından derin bir hırıltı kopuyordu.
çgüdüsünün etkisiyle uyarırcasına hırlıyor, Böylelikle kendisine verilecek herhangi bir acının kesinlikle karsılık görecegini bildirmis oluyordu. Çünkü
insanın sagı solu belli olmaz, art niyetini ne zaman açıga vuracagı önceden kestirilemezdi. Bu yumusak, inandırıcı ses birdenbire öfkeyle yükselen bir
bagırtıya dönüsebilecegi gibi, su tatlı tatlı oksayan el de boynunu bir kıskaç gibi sıkıp onu cezalandırabilirdi.
Ne var ki adam tatlı tatlı konusmaya, ve el de zararsızca oksamaya devam etti.
Beyaz Dis’in duyguları birbirine karsıt bir gelisme izliyordu. Kisisel özgürlügünü kısıtlayan bu oksama içgüdüsünü rahatsız ediyor, öte yandan acı  vermek söyle dursun giderek zevk bile veriyordu; hatta, bu oksama hafifçe ve dikkatlice degip de kulaklarını kasıyan bir tarazlamaya dönüsürken Beyaz Dis’in aldıgı zevk daha da fazlalastı. Her seye karsın beklenmedik bir tehlikeyle karsı karsıya kalma korkusuyla tetikte bekliyor, birbirine agır basan çelisik duygularına göre kimi zaman zevk alıyor kimi zaman acı çekiyordu.
“Vay canına! Yanlıs mı görüyorum!”
Kollarını yukarı dogru sıvamıs ve bir tas bulasık suyu tasımakta olan Matt kulübeden dısarı çıkıp da Weedon Scott’un Beyaz Dis’i oksadıgını görünce elindeki tası dökmeyi bile unutmustu. Onun sesini isiten Beyaz Dis hemen geri sıçradı ve Matt’a dogru korkunç bir sesle hırladı.
“Bay Scott, darılmayın ama aklımdan geçenleri söylemeliyim: Bana kalırsa bu yaptıgınıza düpedüz enayilik denir.”
VVeedon Scott kendinden emin bir havayla gülümseyerek dogruldu ve Beyaz Dis’e yaklastı. Hayvana bir süre tatlı tatlı mırıldandıktan sonra elini yavas yavas
basına koydu ve yeniden oksamaya basladı. Beyaz Dis oksanmasına ses çıkarmadı.
Kuskulu gözleriyle, kendisini oksayan adama degil de kulübenin kapısında durana bakıyordu.
Matt yeniden konustu: “s, maden uzmanlıgına dayanınca herkesi cebinizden çıkartabilirsiniz, buna söyleyecek sözüm yok. Ama çocukken gidip de aslan terbiyecisi olarak bir sirke girmemekle kendinizi harcamıssınız.”
O konusurken hayvan yine hırlamıs ama bu kez basını ve sırtını oksayan elin altından kaçmamıstı.
Böylece Beyaz Dis için eski yasamının ve içindeki nefretin sonu baslamıs oldu.
Yeni ve alabildigine güzel bir yasam baslamak üzereydi. Bunun basarılması için de VVeedon Scott’un iyice düsünüp tasınması ve çok sabırlı davranması gerekiyordu. Beyaz Dis tüm benligini degistirmenin üstesinden gelme göreviyle karsı karsıyaydı. Bu durumda içgüdüsünün ve mantıgının uyarılarına kulak asmamak, geçmisteki deneylerini silip atmak, kısacası tüm geçmisine sünger çekerek yasamı tutarsızlıkla suçlamak zorundaydı. Eski yasamı, simdikine benzemek söyle dursun, ona birçok bakımdan ters bile düsüyordu. Yeni yasamına ayak uydurmaya çalısırken, kendi istegiyle özgürlügünü tepip ormandan Gri Kunduz’un yanına döndügü zamankinden çok daha fazla güçlük çekiyordu. O zamanlar küçük bir yavruydu. Yumusaktı, dogru dürüst biçimlenmemisti, kendisine sekil verecek olan çevre kosullarına teslim olmaya hazırdı. Oysa simdi durum bambaskaydı. Artık belirli bir biçime bürünmüs; yabani, korkunç, sevmeyen ve sevilmeyen dövüsken bir kurt olup çıkmıstı. Yasamındaki bu degisiklige ayak uydurmak, benliginin altüst olması, adeta yeniden dogması gibi bir seydi. Bu degisiklik, yeni bastan yogurulamayacak kadar uyum olanaklarının yitirildigi, yaradılısını dokuyan bagların sertlestigi, kolayca bas egip boyun bükmeyen hırçın bir hayvana dönüstügü, istencinin demirlestigi, duygularının katılastıgı, içgüdülerinin ve davranıslarının kesin ilkeler, güvensizlikler, nefret ve tutkular halinde belirli biçimlere büründügü bir zamana rastlamıstı.
Ama yine de birtakım degismelere ugradı, sertlesen mayasını yeni bastan yogurup yumusatan ve onu daha iyi bir kalıba sokan bir el vardı, bu el VVeedon Scott’un
eliydi. Scott Beyaz Dis’in benliginin en derin noktasına inmis, körelen duygularını uyandırmıs, can evine girerek derin bir sevecenlikle oksamıstı onu.
Bu, sevgi demekti. Eskiden insanlarla olan iliskilerini hoslanma duygusu belirliyordu, oysa simdi bu duygu yerini sevgiye bırakmıstı.
Ne var ki bu sevgi bir gün içinde dogmadı öyle. Önce hoslanma duygusu ile basladı ve giderek gelisti.
Beyaz Dis’i baglayan hiçbir sey olmamasına karsın yeni efendisinden hoslandıgı için yine de kaçmaya kalkmıyordu. Yeni yasamı ne olursa olsun Güzel Smith’in kafesinde geçirdigi günlerden çok daha iyiydi. Üstelik, nasıl olsa kendisini bir insana teslim etmesi gerekiyordu, bu onun dogal bir ihtiyacıydı. Sırtını korkuyla ormana dönüp yiyecegi dayagı göze alarak Gri Kunduz’un ayakları dibine uzandıgı gün duymustu kendisini bu üstünlüge teslim etme ihtiyacını; sonra o uzun kıtlık dönemi son bulup da Gri Kunduz’un kampında balık bollasınca ormandan ikinci kez kampa dönmüs ve iste o zaman insana baglanma ihtiyacını çok daha güçlü bir biçimde  uymustu.

[yandx]karaman-olga-karaman/1jemc1dwrk.5638[/yandx]

Böylece Beyaz Dis, onu Güzel Smith’e yeg tuttugu ve bir efendiye gerek duydugu
için Weedon Scott’un yanında kaldı. Baglılıgını kanıtlamak için efendisinin
malını koruyordu. Kızak köpekleri mısıl mısıl uyurlarken o kulübenin çevresinde
dolanıp duruyordu. Gece gelen her ziyaretçi Weedon Scott imdadına yetisinceye
dek kendini sopasıyla korumak zorunda kalıyordu. Beyaz Dis hal ve tavırlarına
bakarak hırsızlarla namuslu insanları ayırt etmeyi çabucak ögrendi. Gelenlerin
yürüyüslerine bakıyor, sert adımlarla dogruca kapıya yönelenlere hiç ilismiyor
ama yine de kapı açılıp da efendisi adamı içeri alıncaya dek ziyaretçiyi gözden
kaçırmıyordu. Oysa çevresini kollaya kollaya, dolambaçlı yollar izleyerek sinsi
sinsi yaklasan birini gördü mü, hiç düsünmeden saldırıya geçiyordu.
VVeedon Scott insanların Beyaz Dis’e çektirdigi Çilelerin izlerini silip atmayı
boyunun borcu bilmisti. Vicdani bir görev sayıyordu bunu. Beyaz Dis’e tatlılıkla
davranıyor, bu “Dövüsken Kurt”a büyük bir sevgi gösteriyor, onu her gün uzun
uzadıya sevip oksuyordu.
Beyaz Dis önceleri bu oksamalara karsı kuskucu hatta düsmanca bir tavır takındı,
ama sonraları oksanmaktan hoslanmaya basladı. Yalnız hırlamaktan kendini
alamıyordu bir türlü, bütün oksama süresince habire hırlayıp duruyordu.
Gelgelelim hırıltılarında yepyeni bir hava okunuyordu. Ama bir yabancı,
hırıltıya yerlesen bu yeni havayı farkedemez, onu korkunç bir vahset, sinir
bozucu, insanın kanını dondurucu bir ses olarak kabul ederdi. Oysa Beyaz Dis
küçük bir yavruyken magarada çıkardıgı ilk hırıltıdan bu yana öyle çok hırlamıs,
yıllarca bogazından öyle sert ve öfkeli sesler koparmıstı ki, artık gırtlagı
nasır baglamıstı. En tatlı duygularını dile getirmek için bile olsa
hırıtısındaki sertligi bir türlü yumusatamıyordu. Ne var ki VVeedon Scott’un
kulagı oldukça duyarlıydı; içindeki tüm vahsete karsın, Beyaz Dis’in
hırütısındaki o tatlı mırıltıyı, o yeni havayı herkesten daha iyi anlıyordu.
Beyaz Dis’teki hoslanma duygusu günden güne sevgiye dönüsüyordu. Sevginin ne
demek oldugunu bilmemesine karsın bu degisikligi kendisi de farkediyordu.
çinde, doldurulması gereken bir bosluk olusmustu sanki, ve bu bosluk giderilmek
istenen bir açlık, acı bir özlem gibi duyuruyordu varlıgını. Yeni sahibinin
yoklugunda acı ve huzursuzluktan kıvranıyor, ancak efendisinin dokunmasıyla
rahata kavusabiliyordu. ste o zaman sevgisi, alabildigine coskun bir sevince,
sonsuz bir mutluluga dönüsüyordu. Ama sahibinden uzak düser düsmez o acı
huzursuzluk yeniden basgösteriyor, içini kemiren o bosluga yeniden
yuvarlanıyordu.
Beyaz Dis gerçek benligine kavusmak üzereydi. Yılların görmüs geçirmisligine ve
döküldügü kalıbın katılıgına karsın, huyu suyu gittikçe degisiyordu. Garip,
alısılmadık duygular uç veriyordu içinde. Davranıslarına yön veren kurallar
yerle bir oluyordu birer birer. Eskiden rahatına çok düskündü, rahatını bozacak
seylerden bucak bucak kaçardı, tatlı canını sıkacak bir olayla karsılasmamak
için ayagını denk alırdı hep. Oysa simdi rahatının kaçmasını hiçe sayan bambaska
duygular filizlenmisti içinde, sahibi için katlanıyordu bunlara. Orada burada
dolasıp karnını doyuracak iyi bir yiyecek bulacagı ya da rahat bir kösede yan
gelip yatacagı yerde sabahın köründe ayaga fırlıyor, kulübenin basamaklarında
sahibinin gelisini bekliyor, bütün bunlara seve seve katlanıyordu. Aksamları
sahibi eve dönecegi sırada, elinin dostça oksayısını duyabilmek, sevgiyle
selamlanabilmek için kan uykusundan uyanıyordu. Sahibiyle birlikte kente
inebilmek, onun tarafından oksanabilmek ugruna yiyecegi eti bile yüz üstü
bırakıp gidebilirdi.
Sonunda, hoslanmanın yerini sevgi almıstı. Ruhunun derinliklerine inerek
hoslanma duygusunun asla giremedigi noktaları arastıran bir iskandil gibiydi
sevgi. ste bu sevgi iskandili sayesindedir ki bu derinliklerden yeni bir sey,
karsılıklı sevgi doguyordu. Beyaz Dis o güne dek kendisine verileni simdi geri
veriyordu. En sonunda sevecen, sıcak, pırıl pırıl bir sahibe kavusmustu ve
sahibinin sevgisi ısıgında Beyaz Dis’in karakteri günes altında açan bir çiçek
gibi gelisiyordu.
Ne var ki Beyaz Dis’in sevgisinde yaltakçı ve bıktırıcı bir özellik yoktu. Bu
duygusunu gösterisli bir biçimde dile getiremeyecek kadar olgun ve agırbaslıydı.
Duygusal gösterilere pek yüz vermiyor, her zamanki gibi kendi kendisiyle hasır
nesir olmasını biliyordu. Eskisi gibi asık suratlı ve yalnızdı, yine kendi
kabuguna çekilmisti. Ömründe hiç havlamadıgı için sahibini havlayarak
selamlamıyordu. Sırnasmaya, yaltaklanmaya kalkısmıyor, budalaca sevgi
gösterilerinden kaçınıyordu. Efendisini karsılamak için kosmuyordu bile. Her
zamanki yerinden hiç ayrılmaz, öylece uzakta beklerdi. Duygularını sahibinin her
hareketini izleyen bakıslarıyla belirtirdi. Eger sahibi ona bakıp da bir seyler
söyleyecek olursa, sanki sevgisini dile getirmek istiyormus da beceremiyormus
gibilerden bir sıkılganlıkla kıvranıp dururdu.
Yeni yasamının gereklerine ayak uydurmayı ögrenmisti artık. Efendisinin
köpeklerine ilismemesi gerektigini biliyordu simdi. Bununla birlikte,
üstünlügünü öbür köpeklere zorbaca kabul ettirerek zaman zaman vahsi
yaradılısını göstermekten de geri kalmadı. Bir iki dayaktan sonra köpekler yola
gelmisti. Artık Beyaz Dis geçerken yolu üzerinden çekiliyor, aralarında
dolasırken kafa tutmaya, pesine takılmaya kalkmıyor, üstünlügüne boyun
egiyorlardı.
Gel zaman git zaman Matt’ın da efendisine ait oldugunu ögrendi ve ona daha iyi
davranır oldu. Efendisi onu ancak arada sırada doyururdu. Ona yemek vermek
Matt’ın isiydi. Ne var ki Beyaz Dis yedigi yemegin sahibi sayesinde verildigini,
Matt’ın bir emir kulu oldugunu anlıyordu. Bir gün Matt onu da öbür köpeklerle
birlikte kızaga kosmak isteyince baskaldırdı. Bunun üzerine Weedon Scott onu
kendi eliyle kızaga kostu; iste o zaman, öbür köpeklerle birlikte kızak çekme
isinin Matt’ın bası altından çıkmadıgını, bunun efendisinin istegi oldugunu
anladı.
Klondike kızakları Mackenzie’dekilerden farklıydı. Ayaklı olan bu kızaklara
köpekler de daha degisik bir biçimde kosuluyordu. Yelpaze biçiminde degildi bu
kosumlar. Köpekler birbirleri ardından tek sıra halinde gidiyor ve çift kayısla
çekiliyordu. Burada öncü olan köpek gerçekten önder durumundaydı ve akıllı
oldugu kadar da güçlü olmak zorundaydı. Sürünün ona boyun egmesi ve korkması
gerekiyordu. Sürüdeki diger köpekler arasında böyle bir yeri de alsa alsa Beyaz
Dis alırdı. Baslangıçta Matt’in pek aklı yatmamıstı buna, kendisini ugrastırdıgı
için kızıp köpürmüstü Beyaz Dis’e ama zamanla Beyaz Dis’in daha alt düzeyde bir
görevle yetinemeyecegini o da onaylamak zorunda kalmıstı. Beyaz Dis
kendiliginden bu yeri kapmıs ve Matt da bu oldu bittinin sonuçlarını gördükten
sonra verdigi kararın ne denli yerinde oldugunu anlamıstı. Artık gün boyunca
kızak çektigi halde geceleri efendisinin malına bekçilik etmekten geri
durmuyordu. Her zaman görevi basında, her zaman tetikte ve sadık olan Beyaz Dis
tüm öbür köpeklere oranla en çok ise yarayan hayvan oldu.
Bir gün Matt dedi ki:
“Eger düsüncemi belirtmeme izin verirseniz, bu köpegi böylesine ucuza kapatmakla
akıllılık ettiginizi söylemek isterim. Üstüne üstlük Güzel Smith’in suratına bir
de yumruk patlattıktan sonra, bu sözüm için kusuruma bakmayın ama, onu düpedüz
kazıkladınız desem yalan olmaz.”
Weedon Scott o günü anımsayınca gözlerinden simsekler çakarak:
“Canavar herif!” diye homurdandı.
lkbaharın sonlarına dogru Beyaz Dis’i üzüntüye bogan bir olay oldu. Efendisi
durup dururken ortadan yok oluvermisti. Gerçi daha önceden efendisinin kayıplara
karısacagını belirten birtakım olaylar olmustu ama, Beyaz Dis bunu
anlayamamıstı. Bir çantanın hazırlanmasının ne demek oldugunu bilmiyordu. Ta
neden sonra, efendisi yitip gitmezden önce böyle bir çantanın hazırlandıgını
anımsadı, ama o zaman buna bir anlam verememisti iste. O gece efendisinin
dönüsünü bosu bosuna bekledi durdu. Gece yarısı çıkan ayaz onu kulübenin
arkasında korunaklı bir yere sıgınmak zorunda bıraktı. Buradaki kuytuda yarı
uyanık yan uyur durumda yattı, o her zamanki tanıdık ayak seslerini isitmek için
kulakları kiriste, öylece bekledi durdu. Saat ikiye gelince merak ve kaygıyla
yeniden kulübenin önüne geldi, esige kıvrılıp buz gibi soguga bana mısın demeden
beklemeye devam etti.
Ne var ki efendisi yine gelmedi. Sabahleyin kapı açıldı ve Matt dısarı çıktı.
Beyaz Dis soran gözlerle adama baktı. Ama anlasabilecekleri ortak bir dil
olmadıgı için soru dolu bakısları yanıtsız kaldı. Günler günleri kovalıyor, ama
efendisi bir türlü geri dönmüyordu. O zamana dek ömründe hastalık nedir bilmeyen
Beyaz Dis hasta düstü. Öylesine bitkin düsmüstü ki sonunun kötüye varacagını
anlayan Matt hayvanı kulübeye almak zorunda kaldı. Sonra durumu patronuna
bildirmek geregini duydu. Birkaç gün sonra Circle Tovvn’da Wee-don Scott’un
aldıgı mektupta su satırlar yer alıyordu.
Hayvan çalısmaz oldu. Yemekten içmekten kesildi. Yasama gücü mü tükendi ne.
Bütün köpeklerin maskarası oldu. Herhalde aklı fikri sizde, ben de bunu ona
nasıl anlatacagımı bilemiyorum. Korkarım, ölecek...
Gerçekten de Matt’ın yazdıgı gibi Beyaz Dis agzına yemek sürmez olmus,
adamakıllı bitkin düsüp zayıflamıstı. Öbür köpeklerin kendisine satasmalarına
bile göz yumuyordu artık. Kulübede sobanın yanıbasına kıvrılıyor, yiyeceklere
burun kıvırıyor, ne Matt ile ne de çevresinde olup bitenlerle ilgilenmiyordu.
Matt ister tatlı tatlı konussun ister öfkeyle sövüp saysın, vız geliyordu Beyaz
Dis’e. Böyle zamanlarda cansız gözlerini çevirip ona donuk donuk söyle bir
baktıktan sonra basını yine ön ayakları üzerine düsürmekle yetiniyordu.
Bir gece Matt dudaklarını kıpırdatarak mırıltıyla kendi kendine kitap okurken,
Beyaz Dis’in yavasça mızıldandıgını duyarak dikkatle baktı. Hayvan yerinden
dogrulmus, kapıya dogru kulak kabartmıstı. Çok geçmeden Matt da ayak sesleri
isitti. Derken kapı açıldı ve içeri Weedon Scott girdi. Matt ile el sıkıstıktan
sonra Scott odaya bir göz gezdirdi ve: “Kurt nerede?” diye sordu.
Sonra onu gördü. Beyaz Dis sobanın yanında yattıgı yerden kalkmıs öylece
bekliyordu. Öbür köpekler gibi kosmaya kalkmıyor, oldugu yerde bekleyerek
efendisine bakıyordu. Matt:
“Vay canına!” diye bagırdı. “Suna da bak hele, kuyrugunu nasıl da sallıyor
kerata!”
Weedon Scott ona dogru bir iki adım ilerledi, seslenip hayvanı yanına çagırdı.
Beyaz Dis çok çabuk olmasa bile kosar adım ilerledi. Davranısları sıkılganca ve
beceriksizceydi. Gözlerinde garip mi garip bir hava belirmisti. çinde beliren
sıcak duyguların parıltıları gözlerine yansır gibiydi. Matt:
“Siz burada yokken bana bir kez olsun böyle bakmadı,” dedi.
.
Ama Weedon Scott öylesine kendisinden geçmisti ki bu sözleri isitmemisti bile.
Çömeldigi yerde Beyaz Dis’le yüz yüze duruyor, hayvanın kulak diplerin, kasıyor,
boynunu ve omuzlarım oksuyor, sırtına küçük küçük fiskeler vuruyordu. Beyaz Dis
ise sevinç ve mutlulukla hırıldayarak karsılık veriyordu.
Ne var ki hepsi bu kadar degildi. Kabına sıgmaz olan o büyük sevinç ve sevgiyi
dısa vurmamak için kendini zorlamasına karsın bunu belirtecek yepyeni bir
anlatım biçimi buldu. Birdenbire basını öne uzattı ve efendisinin kolunun altına
iyice soktu, bu durumda yalnızca kulakları görülebiliyordu. ste o zaman iki
adam bakıstılar. Scott’un gözleri dolu dolu olmustu. Matt, afallamıs bir
havayla: “Askolsun dogrusu!” dedi hayran hayran. Sonra saskınlıgından bir parça
kurtulur gibi olunca ekledi:
“Bu kurt aslında bir köpek dememis miydim ben size!”
Sevgili efendisine kavustugu andan baslayarak Beyaz Dis kısa zamanda iyilesti.
Kulübede iki gece ve bir gün daha kaldı, sonra dısarı çıktı. Kızak köpekleri
onun ne denli gözüpek bir hayvan oldugunu unutmuslardı. Son günlerdeki zayıflıgı
ve hastalıgı yüzünden onu hâlâ kolay yutulur bir lokma sanıyorlardı. ste bu
nedenle, kulübeden dısarı çıktıgını görür görmez hep birlikte üzerine
saldırdılar.
Bu sırada kapıda durup, olan biteni neseyle izleyen Matt:
“Simdi kopacak dananın kuyrugu!” diye mırıldandı. “Göster kendini kurt. Haydi,
anlasınlar bakalım dünyanın kaç bucak oldugunu!”
Ama Beyaz Dis için böylesi bir kıskırtma gereksizdi. Efendisinin dönüsü gücüne
güç katmıs, yasama sıkı sıkıya sarılmasına yetmisti. Yine ele avuca sıgmaz,
gözükara bir hayvan olup çıkmıstı. çinde kabaran duygularını anlatmanın tek
yolu olarak gördügü için dövüsmek istegiyle yanıp tutusuyordu. Bu kavganın ancak
biricik kaçınılmaz sonucu olabilirdi ve nitekim öyle de oldu. Köpek sürüsü agır
bir yenilgiye ugradı ve çil yavrusu gibi dagıldı. Ancak ortalık karardıktan
sonra birer birer geri geldiler. Süt dökmüs kediye dönmüslerdi simdi. Beyaz
Dis’in karsısında boyun egerek ondan aman dilediler.
Beyaz Dis kafasını efendisinin koltuk altına sokmayı ögrendikten sonra sık sık
yapmaya basladı bunu. Böyle yapmakla efendisine verebileceginin en çogunu
verdigine inanıyordu. Oldu olası üzerine en çok titredigi, kıskançlıkla
esirgedigi yeri bası idi. Basına dokunulmasına hiçbir zaman göz yummamıstı.
Basına dokunuldugu zaman çılgınca karsı koymasının nedeni içindeki vahset,
kapana kısılmak ve zarar görmek korkusuydu. çgüdüsü basına dokunulmasına göz
yummamasını fısıldıyordu ona. Oysa simdi kafasını efendisinin koltuk altına
sokmakla çaresizligi ve güçsüzlügü bile bile kabullenmis oluyordu. Böyle
yapmakla efendisine ne denli güvendigini, kendini ona tam anlamıyla teslim
ettigini gösteriyor, böylece ona ‘kendimi senin ellerine bıraktım, etim de senin
kemigim de,’ demek istiyordu sanki.
Scott’un geri dönüsünün üzerinden kısa bir süre geçmisti, bir aksam Matt ile
birlikte iskambil oynuyordu. Matt bir ara elini saydıgı bir sırada iki adam acı
bir çıglık ve arkasından öfkeli bir hırıltı isiterek irkildiler, bir an
bakıstılar ve sonra ayaga fırladılar:
Matt:
“Galiba kurt birisini enseledi,” dedi.
Tam bu sırada dehset dolu keskin bir çıglık daha kopunca yel yeperek kostular.
Scott dısarı fırlarken:
“Lambayı getir!” diye bagırdı.
Matt elinde lamba ile onun ardısıra kostu. Karların üzerine sırtüstü yatmıs bir
adam gördüler. Adam, Beyaz Dis’in dislerinden sakınmak için suratını ve
gırtlagını kollarıyla kapatmaya çalısıyordu, gerçekten de böyle yapmak
zorundaydı. Çünkü Beyaz Dis öfke içinde sürekli olarak adamın bogazındaki can
alıcı noktayı kapmaya çalıyordu. Adam kan revan içinde kalmıstı kollan yara bere
içindeydi. Ceketinin kolu, mavi gömlegi çamasırları lime lime olmustu.
ki adam aynı anda görmüslerdi bütün bunları. Weedon Scott Beyaz Dis’i
gırtlagından tutup hemen geri çekti. Beyaz Dis hırlayıp ayak diredi ama ısırmaya
kalkmadı, efendisinin sertçe azarlaması üzerine hemen yatıstı.
Matt adamı yerden kaldırdı. Adam dogrulup da kollarını asagı indirdigi zaman
Güzel Smith’in ecüs bücüs suratı ortaya çıktı. Matt onun kim oldugunu anlar
anlamaz sanki atese degdirmisçesine elini hemen geri çekti. Lambanın ısıgından
gözleri kamasan Güzel Smith gözlerini kırpıstıra kırpıstıra çevresine baktı.
Gözleri Beyaz Dis’e ilisince suratı korkuyla allak bullak oldu. Bu sırada Matt
karların üzerinde bir seylerin durdugunu gördü. Lambayı oraya tutarak bunların
ne oldugunu anlamak için ayagıyla yokladı. Çelik bir zincirle kalın bir sopaydı
bunlar. Weedon Scott bunları görünce kafasını salladı. Hiç sesini çıkarmadı.
Matt elini Güzel Smith’in omuzuna koydu, geri çevirip iteledi. Bunun ne anlama
geldigini anlayan Güzel Smith hemen tabanları yagladı.
Bu sırada efendisi Beyaz Dis’i oksuyor, tatlı tatlı konusuyordu:
“Demek seni çalmaya kalkıstı ha!.. Ve sen de buna göz yummadın, öyle mi? Baltayı
nasıl da tasa vurdu kerata, degil mi?..” Matt kıkır kıkır güldü:
“Herifçioglu neye ugradıgını anlayamamıstır.” Beyaz Dis hâlâ kabına sıgamaz
durumdaydı, tüylerini kabartmıs, hırlayıp duruyordu. Havaya dikilen tüylerini
yavas yavas yatırdı, hırıltısındaki o dokunaklı sevgi havası derinden derine
yeniden belirdi.

0

21

YRM BRNC BÖLÜM
UZUN YOLCULUK
Ortalıkta bir tehlike havası esiyordu. Beyaz Dis eli kulagında olan bu felâketi
daha ortada fol yok yumurta yokken sezivermisti. Bu önsezinin hangi yollardan
dogdugunu bilmiyordu. Ama bulanık bir biçimde de olsa bir degisikligin patlak
verecegi içine dogmustu. Gerçi nasıl ve niçin oldugunu bilmiyordu ama bekledigi
olayın insanlarca düzenlenecegini kestirebiliyordu. Kulübenin esiginde duran
Beyaz Dis içeri girmemesine karsın, insanların niyetlerini anlıyor, kafalarından
neler geçtigini biliyordu.
Bir aksam yemek yerlerken köpek sürücüsü birdenbire:
“Dinleyin!” diye atıldı.
Weedon Scott kulak verdi. Kapıdan belli belirsiz bir mızıltı, hıçkırıga benzeyen
birtakım iniltiler geliyordu. Derken, uzun bir koklama sesi isitildi. Beyaz Dis
efendisinin hâlâ içerde olduguna, gizlice kaçıp gitmedigine kendi kendisini
inandırmak istiyordu sanki.
Kızak sürücüsü:
“Hayvan pirelendi galiba,” dedi.
Weedon Scott ona yalvarırcasına bir göz attıktan sonra sözde ilgisiz bir tavırla
sordu:
“Kaliforniya’da bu kurtla ne yaparım ki ben?”
Matt:
“Benim kafama da aynı soru takılıyor,” dedi. “Bu kurtla Kaliforniya’da ne
yaparsınız ki?”
Ama Weedon Scott’un kaygılarını giderecek cinsten degildi bu yanıt. Matt’ın bu
konu karsısındaki tavrını biraz vurdumduymazca buluyordu.
Scott konusmasını sürdürdü:
“Oranın köpekleri Beyaz Dis’e satasacak, tutup gövde gösterisi yapacaklar. Beyaz
Dis de hepsinin canına okuyacak elbet. ste o zaman para cezası ödeyerek ya ben
iflas ederim, ya da belediye hayvanı tutar ve elektrikle öldürür...”
Matt:
“Orası öyle,” dedi. “Ah o ne canavardır o, bilmez miyim hiç!”
Weedon Scott adamı kuskuyla süzdü. Sonra kesin bir havayla:
“Yoo, öyle seyler yapmaz o,” dedi.
Matt:
“Alın benden de o kadar,” diye onayladı. “Öyle seyler yapmayacak, çünkü oraya
götürecek olursanız ona bakması için basına bir bekçi koymanız gerekecek.”
Scott’un aklı yatmıstı artık. çinin rahatladıgını belirtir bir tavırla basını
salladı. Konusmanın kesildigi bu sessizlik anında, kapıdan duyulur duyulmaz bir
mızıltı ve hemen ardından da uzun bir koklama sesi geldi.
Matt yeniden söze girdi:
“Ama ne yalan söyleyeyim, hayvanın aklı fikri hep sizde!”
Scott birden parladı:
“Hay Allah’ın cezası! Kes artık! Ben ne yapacagım, bilmiyor muyum sanki!”
“Ben de sizinle aynı görüsteyim, yalnız...” Scott adamı paylarcasına: “Eee?
Yalnız?” diye sordu.
“Yalnız...”
Kızak sürücüsü uysal bir havayla söze baslamıstı ya birdenbire çileden çıkarak
sesini yükseltti:
“Kuzum siz de hemen heyheylenmeyin öyle! Hani gören de ne yapacagınızı
bilmiyorsunuz sanacak.”
Weedon Scott bir an düsündü tasındı, sonra daha sakin bir ses tonuyla:
“Haklısın, Matt,” diye yanıtladı. “Dogrusunu istersen ne yapacagımı bilmiyorum,
canımı sıkan da bu ya zaten!”
Yine suskunlastı, ama bir an sonra:
“yi ama onu yanımda götürürsem, bile bile satın almıs olacagım belayı basıma,”
dedi.
Matt:
“Ben de aynı kanıdayım,” dedi.
Ama patronu onun bu yanıtından da hosnut olmamıstı.
Kızak sürücüsü sanki havadan sudan söz ediyormusçasına ilgisiz bir havayla:
“yi ama sizin buradan gideceginizi nasıl oldu da anladı?” dedi. “Gel de çık
isin içinden çıkabilirsen.”
Scott basını üzüntüyle sallayarak:
“ste ben de bir türlü akıl sır erdiremiyorum buna ya,” dedi.
Ve sonunda bir gün Beyaz Dis kulübenin açık duran kapısından bekledigi felaketin
belirtisi olan bavulu gördü. Sevgili efendisi esyalarını bavula yerlestiriyordu.
Üstelik bir sürü gidip gelen oluyordu. Kulübenin o alısılmıs sakin havasının
yerinde yeller esiyordu simdi, artık bir hayhuydur, garip bir kargasalıktır
gırla gidiyordu. ste bütün bunlar bekledigi felaketin kesin kanıtlarıydı. Beyaz
Dis o ana dek yalnızca önseziyle kes-tirebildigi seyi simdi gözüyle görüyor,
daha iyi kavrı yordu. Sevgili efendisi kaçmaya hazırlanıyordu. Geçen gidisinde
kendisini götürmemisti, öyleyse hiç kuskusuz simdi de götürmeyecekti.
O gece tam bir kurt gibi uzun uzun uludu. Tıpkı yavruyken ormandan kaçıp kampa
döndügü ve Gri Kun-duz’un çadırının oldugu yerde çerden çöpten baska bir sey
bulamadıgı zamanki gibi simdi de burnunu yıldızlara dogru kaldırmıs, içini
onlara döküyordu. Kulübede kiler yatalı pek fazla olmamıstı.
Matt yattıgı yerden kendi kendine:
“Yine yemedi yemegini kerata,” diye söylendi.
Weedon Scott’un yattıgı yerden bir homurtu geldi, battaniyeler kımıldadı.
Matt:
“Geçen gidisinizde üzüntüden az kalsın cavlagı çekiyordu,” dedi. “Ama bu sefer
kalıbımı basarım ki kuyrugu titretecektir.”
Öbür yataktaki battaniyeler öfkeyle savruldu. Scott dogrulup bagırmaya basladı:
“Kapa su gaganı artık be!.. Kocakarılar gibi dır dır dır! Amma
çenesidüsüksün!..”
Kızak sürücüsü:
“Yerden göge kadar haklısınız,” dedi.
Bu sırada Matt kıskıs gülüyor muydu gülmüyor muydu, Weedon Scott bundan pek emin
degildi.
Ertesi gün Beyaz Dis’in korkusu ve huzursuzlugu doruguna ulastı. Efendisi dısarı
çıktı mı o da hemen ardına takılıyor, yanından hiç ayrılmıyor, kulübeye girdigi
zaman da kapının esiginde onu bekliyordu. Açık duran kapıdan yerdeki öteberileri
görebiliyordu. Bavulun yanına iki büyük çanta ve bir sandık konmustu Matt,
patronunun battaniyelerini musambaya sararak denk yapıyordu. Beyaz Dis bunlar,
görünce inlemeye, mızıl mızıl mızıldanmaya basladı.
Derken, iki Kızılderili geldi ve bavulları yüklendi;
adamlar, elinde denk ve çantayla yokusu inen Matt’ın ardına takıldılar. Beyaz
Dis adamlara büyük bir dikkatle bakıyordu. Ama arkalarından gitmeye kalkmadı.
Efendisi hâlâ dısarı çıkmamıstı çünkü. Bir süre sonra Matt geri geldi. Sonunda
efendisi kapıya çıktı ve Beyaz Dis’i çagırdı.
Hayvanın kulaklarını kasıyıp sırtına hafif fiskeler vurarak oksayıcı bir sesle
konusuyordu:
“Zavallı oglum benim. Uzun bir yolculuga çıkıyorum, ne yazık ki seni götürmem
olanaksız. Hadi bakayım hırla da vedalasalım seninle...”
Ne var ki Beyaz Dis hırlamaya hiç de gönüllü görünmüyordu. Hülyalı ve soru dolu
gözlerle söyle bir baktıktan sonra basını efendisinin koltuk altına soktu.
Bu sırada Matt:
“iste, düdük çalıyor,” diye seslendi.
Yukon’dan dogru bir vapur düdügünün keskin çıglıgı yükselmisti.
Matt:
“Elimizi çabuk tutmalıyız...” dedi. “Ön kapıyı kapamayı sakın unutayım demeyin
emi. Ben arka kapıdan çıkarım. Hadi, bir an önce ise koyulun!”
Her iki kapı aynı anda kapandı. Weedon Scott, Matt’ın arkadan dolanıp ön kapıya
gelmesini bekledi. çerden aglamaklı iniltiler, iç çekmeler, koklama sesleri
geliyordu. Yamaçtan asagı inerlerken Scott tembihte bulundu, “Ona iyi bak emi
Matt. Bana mektup yazdıgında hayvanın durumunu bildirmeyi unutma sakın...”
Kızak sürücüsü :
“Siz hiç merak etmeyin,” dedi. “Ama siz suna kulak verin hele” kisi de kulak
kabarttı. Beyaz Dis tıpkı efendisi ölmüs bir köpek gibi acı acı uluyordu.Yürek
parçalayıcı bir aglamaydı bu; Mızıltıları önce acıklı bir tonda tizlesiyor,
sonra dokunaklı bir havayla titreye titreye eriyor, derken yine daha acı bir
çıglık biçiminde baslıyordu.
O yıl dısarı sefer yapan ilk vapur Aurora idi. Geminin güvertesi serüven avcısı
parababaları ve umduklarını bulamamıs altın arayıcıları ile tıklım tıklım
doluydu. Kimisinin talihi yaver gitmis, kimisi düs kırıklıgına ugramıstı. Ama
hepsi de eskiden bu ülkeye gelmek için nasıl can atmıslarsa, simdi buradan bir
an önce çekip gitmek için o derece çılgınca bir istek duyuyorlardı. VVeedon
Scott iskelenin yanında durmus, kıyıya dönmeye hazırlanan Matt’ın elini
sıkıyordu. Ne var ki Matt’ın eli bir an için havada asılı kaldı, gözleri Scott’
un arkasındaki belirli bir noktaya dikildi. Bunun üzerine Scott geri dönüp
baktı. Hemen azıcık arkalarında, güvertede Beyaz Dis oturmus, dikkatli gözlerle
kendilerini süzüyordu.
Kızak sürücüsü afallamıstı, sövüp sayıyordu. Scott’ un agzı saskınlıktan bir
karıs açık kalmıs, aval aval bakıyordu.
Matt:
“Ön kapıyı kilitlemis miydiniz?” diye sordu.
Beriki basını salladı ve o da sordu:
“Peki sen arka kapıyı?”
Matt bir an bile duraksamadan:
“Kapatmaz olur muyum hiç!” dedi öfkeyle.
Beyaz Dis onların gönlünü kazanmak ister gibilerden yaltaklanmasına kulaklarını
arkaya yatırdı, gelgelelim yerinden hiç kalkmaksızın oracıkta öyle durmaya devam
etti.
Matt:
“Tutup dısarı çıkarayım keratayı,” dedi
Bir iki adım atıp hayvana yaklasınca’ Beyaz Dis hemen geri kaçtı. Kızak
sürücüsü onu kovalarken Beyaz Dis güvertedeki adamların bacakları arasında dört
dönüyor, kıvrılıyor, bükülüyor, sasırtmacalar vererek kendisini yakalamaya
çalısan adamın tüm çabalarını bosa çıkarıyordu. Bir ara sevgili efendisinin
kendisine seslendigini isitti, iste o zaman çabucak kostu ve efendisinin yanına
geldi. Kızak sürücüsü bunun üzerine alıngan bir havayla:
“Vay nankör kerata vay!” diye yakındı. “Kendisini aylardır besleyen adama
geliyor mu bak! Baslangıçtaki o ilk alıstırma günlerinden bu yana siz onu hiç mi
hiç beslemediniz oysa... Acaba nasıl oluyor da sizin patron oldugunuzu anlıyor,
akıl erdiren beri gelsin!”
Weedon Scott Beyaz Dis’i oksarken birden egildi ve hayvanın burnundaki taze yara
iziyle gözlerinin arasındaki yırtıgı gösterdi. Matt da egildi ve Beyaz Dis’in
karnını yokladı.
“Pencereyi hiç akıl edemedik,” dedi. “Camı çerçeveyi asagıya indirip fırlamıs
olmalı. Karnı yara bere içinde baksanıza. Pes valla, olur sey degil dogrusu!”
Scott öylesine dalmıs gitmisti ki onu dinlemiyordu artık. Aurora’nın düdügü
avara etmek üzere oldugunu bildiriyordu, bu yüzden kararını hemen vermesi
gerekiyordu. Yolcuları ugurlayan adamlar iskele üzerinden çabuk çabuk kıyıya
iniyorlardı. Matt boynundaki esarbı çözdü, Beyaz Dis’in boynuna baglamaya
hazırlandı. Gelgelelim Scott Matt’ın elini tutup:
“Hadi hosça kal, Matt,” dedi. “Artık Beyaz Dis konusunda bana mektup yazmana
gerek kalmıyor. Gördügün gibi onu da yanımda...”
Kızak sürücüsü saskınlıkla bagırdı:
“Nee! Yani siz simdi onu da mı...”
“Evet, onu da götürüyorum... Al su esarbını... Eh, mektup yazınca durumu
konusunda ben sana bilgi veririm. ”
Matt iskelenin orta yerinde durup bagıra bagıra: “Bu tüylerle sıcak iklime
dayanamaz, kırptırmayı unutmayın,” dedi.
skele alındı, Aurora kıyıdan açıldı. Weedon Scott kıyıya dogru son kez elini
salladıktan sonra döndü ve dizleri dibinde durmakta olan Beyaz Dis’in üzerine
egildi. Basını oksayıp kulagını kasırken:
“Hadi bakalım bol bol hırla simdi...” dedi.

0

22

YRM KNC BÖLÜM
GÜNEY ÜLKES
Beyaz Dis San Fransisko’da karaya ayak bastı. Saskınlıktan donakalmıstı. Zaten
güç denen seyi, nedenini kendi de bilmeden içgüdüsel bir kavrayısla insanlara
özgü bir özellik olarak kabul etmisti. Ama San Fransisko’nun tozlu topraklı
kaldırımlarını çignerken insanoglunun gücü hiç bu kadar sasırtıcı gelmemisti
ona. O alısık oldugu kütüklerden yapılma kulübelerin yerini kuleyi andıran
yüksek yapılar almıstı burada. Sokaklarda bin bir türlü tehlike dolasıyordu. El
arabaları, otomobiller, kocaman atların çektigi büyük at arabaları... Caddelerde
vızır vızır dolasan, öbür tasıtların arasında hırlana homurdana kendisine yol
açan elektrikli dev tasıtlar tıpkı kuzeyin uçsuz bucaksız ormanlarından tanıdıgı
vasaklar gibi çıglık çıglıga ilerliyorlardı.
ste bütün bunlar birer kuvvet belirtisiydi ve bu kuvvetin ardında ise insanoglu
yatıyordu. nsanoglu üstünlügüyle bu gücü yönetiyor, denetiyor, cisimleri çekip
çeviriyordu. Akıllara durgunluk veren olaganüstü bir seydi bu. Beyaz Dis
sersemlemis, yüregine bir korku düsmüstü. Küçükken Gri Kunduz’un kampına
geldiginde kendini nasıl küçük ve zavallı bir yaratık olarak kabul etmisti, oysa
simdi büyüyüp güçlü kuvvetli bir hayvan olmasına karsın kendini yine küçük ve
zavallı görüyordu. Ne kadar da çok insan vardı burada öyle!.. Çevresinde dört
dönen, vızır vızır kaynasan kalabalık basını döndürüyordu. Sokakların gürültüsü
kulaklarını tırmalıyor, dur durak bilmeksizin oraya buraya gidip gelen seylere
baktıkça serseme dönüyordu. Sevgili efendisinin ayakları dibinden hiç
ayrılmıyor! onu bir an bile gözden kaçırmamaya çalısıyordu. Ona duydugu
baglılıgın böylesine güçlü oldugunu hiç bir zaman bugünkü kadar derinden anlamıs
degildi.
Beyaz Dis bu büyük kentten ayrılırken sanki bir karabasan görmüs gibiydi, öyle
ki bu kötü düs çok sonraları bile yakasını bırakmadı, onu uzun süre rahatsız
edip durdu. Efendisi onu bir yük arabasına bindirdi, burada yıgınla çanta ve
bavul arasında bir yerde onu zincire vurdu. Bu yük vagonunun tıknaz ve güçlü bir
efendisi vardı; büyük bir gürültüyle çalısarak sandıkları, çantaları öte
berileri kapıdan içeri alıp istif ediyor ya da dısarda bekleyen baska insanlara
dogru fırlatıyordu.
Beyaz Dis efendisinin kendisini bu öteberiler arasında yapayalnız bırakıp
gittigi sanısına kapıldı önce. Ama sonra efendisinin esyalarını kokularından
tanıyarak hemen basına dikilip göz kulak olmak için beklemeye basladı.
Aradan bir saat kadar bir zaman geçip de VVeedon Scott vagonun kapısında
görününce bagaj görevlisi olan adam:
“Neyse ki tam zamanında yetistiniz,” dedi. “Köpeginiz esyalara el sürdürtmüyor.”
Beyaz Dis vagondan dısarı fırladı. Aval aval çevresine baktı: karabasanı andıran
o büyük kentin yerinde yeller esiyordu. Tıpkı bir evin odası gözüyle baktıgı
vagona bindiginde kent yerli yerinde duruyordu. Oysa bir süre sonra nasıl
olduysa kent birdenbire yok oluvermisti. O gürültülü hayhuyu kulagını
tırmalamıyordu artık. Gözlerinin önünde günes ısıgında pırıl pırıl yüzen ve
sessizligiyle huzur veren güleryüzlü dogal bir görünüm uzanıp gidiyordu. Bununla
birlikte bu degisiklik karsısında fazla bir saskınlıga kapılmadı. nsanların
islerine akıl sır ermezdi, bunu da onların sayısız garipliklerinden biri sayıp
üzerinde durmadı.
Dısarda kendilerini bir araba bekliyordu. Bir kadın ile bir erkek efendisinin
yanına geldiler. Kadın kollarını uzatıp efendisinin boynuna doladı. Göz göre
göre düsmanlık yapılıyordu efendisine! Tam o anda VVeedon Scott kadının
kollarından sıyrıldı ve kudurmusçasına hırlayarak saldırıya geçmeye hazırlanan
Beyaz Dis’i yakaladı.
Hayvanı kıskıvrak kavrayarak yatıstırmaya çalısırken:
“Korkacak bir sey yok anne,” dedi. “Bana kötülük edecegini sandı da ondan. Böyle
seylere hiç dayanamaz. Merak etme, kısa zamanda her seyi ögrenir, alısır.”
Korkudan beti benzi atan kadın igreti bir gülümsemeyle:
“Desene ogluma ancak köpegi yanında olmadıgı zamanlar sarılabilecegim!” dedi.
Bir yandan da hırlayıp kabararak kendisini düsmanca süzen Beyaz Dis’e bakıyordu.
Scott:
“Yok canım, nasıl olsa ögrenecek,!’ dedi. “Bir an önce alısması daha iyi olur.”
Yatıstırıncaya dek Beyaz Dis’le tatlı tatlı konustu, sonra sert bir sesle:
“Çök bakayım! Çök!” diye bagırdı.
Efendisi çoktan ögretmisti bunu ona. Beyaz Dis gönülsüzce ve somurtarak boyun
egdi bu buyruga.
Scott kollarını annesine açtı, bir yandan da Beyaz Dis’i gözden kaçırmamaya
çalısıyordu:
“Haydi anne!”
Annesine sarılırken:
“Yat diyorum sana, yat!” diye bagırdı.
Beyaz Dis tüyleri diken diken olmus, ha saldırdı ha saldıracak bir durumdayken
efendisinin buyrugu üzerine oldugu yere büzüldü, düsmanca bir davranıs saydıgı
kucaklasmanın yinelenisine ister istemez seyirci kaldı. Bu ve bundan sonraki
sarmas dolas olmalardan hiçbir kötülük çıkmadıgını görünce yatıstı. Daha sonra
esyaların arabaya yüklenmesine de ses çıkarmadı. Yabancı insanlar ve sevgili
efendisi arabaya bindiler. Beyaz Dis apar topar alınıp götürülen ve topragın
üzerinde tangur tungur ilerleyen arabanın ardına takıldı; efendisine bir kötülük
gelip gelmedigini anlamak ve varlıgını göstermek amacıyla kimi zaman atların önü
sıra kosarak arabanın içine bir göz atıyordu.
Bir çeyrek saat sonra araba tastan yapılma büyük bir bahçe kapısından içeri
girdi ve her iki yanı kestane agaçlarıyla kaplı bir yolda ilerlemeye basladı.
Yolun iki yanında da yemyesil genis çayırlar uzanıyor, ötede beride tek tük mese
agaçları yükseliyordu. Daha ötelerde yemyesil çayırlara taban tabana ters düsen
güneste kavrulup altın sarısı bir renge bürünmüs tarlalar, boz renkli tepeler,
otlaklar göze çarpıyordu. Arazinin belli belirsiz dalgalandıgı çayırın ucunda
genis verandalı ve çok pencereli bir ev görünüyordu.
Ne var ki bütün bunları dogru dürüst görecek zaman bulamamıstı Beyaz Dis. Araba
tam efendisinin topraklarına girmisti ki gözleri ısıl ısıl, sivri burunlu öfkeli
bir çoban köpeginin saldırısına ugradı. Çoban köpegi efendisi ile aralarına
girmis, yolunu kesmisti. Beyaz Dis hırlayarak uyarmak geregini duymaksızın
tüylerini kabarttı, öbür köpek tam karsısına dikilmisti, hızla kostugu için
dengesini yitirmemeye çalısarak ön ayaklarını yere sürtüp acemice durakladı
‘Kendisine saldırmak isteyen köpege dokunmamak için harcadıgı çaba öylesine
büyüktü ki hızını alamayıp arka ayakları üzerine çöküverdi. Karsısındaki çoban
köpegi disiydi, büyük bir engel demekti bu, disiye saldırmanın soy yasalarına
aykırı düstügünü içgüdüsel olarak anlıyordu. Oysa kendini koruması, en azından
kızdıgını belirtmesi gerekiyordu.
Gelgelelim çoban köpegi için durum hiç de böyle degildi. Tam tersine, disi
oldugu için içgüdüsü bambaska seyler fısıldıyordu ona. Öte yandan o bir çoban
köpegiydi, bu nedenle ormana ve hele hele kurda duydugu içgüdüsel korku çok
büyüktü. Onun gözünde kurt, taa eski dönemlerden, yani atalarına ilk koyun
sürüsünün emanet edildigi günlerden beri sürüyü yagmalayan talancı kurdun, o
ezeli düsmanın ta kendisi demekti. Bu nedenledir ki, Beyaz Dis ona saldırmamak
için kendini dizginlemeye çalısırken o hemen üzerine atıldı. Beyaz Dis köpegin
dislerini omuzunda duyar duymaz ister istemez hırladı, ama yine de köpegi
incitecek bir girisimde bulunmaya kalkısmadı. Bacaklarını gerdi, hosnutsuzca
geri çekildi, sasırtmaca verip köpegin yanından sıyrılmak istedi. Ama ne yaparsa
yapsın köpek her seferinde önüne dikilip yolunu kesiyordu.
Arabadaki yabancı adam:
“Gel buraya, Collie!” diye seslendi.
Weedon Scott kahkahayı bastı:
“Bırak baba, bos ver, dedi. “Bundan iyi egitim fırsatı mı bulacak. Bir yıgın sey
ögrenmesi gerek. Beyaz Dis’in, onun için ögrenmeye ne denli erken baslarsa o
denli iyi, bırakalım da baslasın.”
Araba yola koyuldu. Bu sırada Collie inatla Beyaz Dis’in yolunu kesiyordu. Beyaz
Dis yoldan ayrılıp çayırdan dolanmak istedi, ama çoban köpegi bir türlü pesini
bırakmadı, kestirmeden kosarak tehdit edici pırıl pırıl disleriyle önüne
dikildi. Beyaz Dis bu kez yolun öbür yakasındaki çayıra kosup disi köpegi orada
atlatmayı denedi, ama hayvan burada da geçmesini engelledi.
Araba sevgili efendisini almıs gidiyordu. Beyaz Dis arabanın agaçlar arasına
daldıgını gördü. sler gittikçe çatallasıyordu. Sasırtmaca verip disi köpegi bir
daha atlatmaya çalıstıysa da hayvan yine ardını bırakmadı. Bunun üzerine
birdenbire döndü, dövüsürken oldu olası basvurdugu kurnazca bir oyunla disi
köpege omuz vurdu. Yalnızca ayakları yerden kesilmekle kalmadı Collie, hızını
alamayıp havaya fırladı, tepe taklak yuvarlanarak önce yana sonra arkaya derken
yine yana devrildi. Kendini toparlamak ve bir an önce ayaga fırlamak için
pençelerini yere geçiriyor, çakılları eseliyordu. Bu arada bir yandan da küçük
düsürüldügü için hırsından avaz avaz cıyaklıyordu.
Beyaz Dis hiç durmadı. Yol açılmıstı, onun istedigi de buydu zaten. Collie
aglana sızlana onu kovalamaya koyulmustu. Ama kovalamaca düz yolda oldugundan
Beyaz Dis, kosmanın ne demek oldugunu rahatlıkla ögretebilirdi simdi ona. Çoban
köpegi onu çılgın gibi kovalarken her sıçrayısta var gücünü ortaya koyuyor,
canını disine takıyordu. Oysa Beyaz Dis hiç zorlanmadan bir gölge gibi onun önü
sıra sessizce kayıp gidiyordu.
Evin kösesini döndügünde arabanın ön tarafta durdugunu ve efendisinin asagı
inmekte oldugunu gördü. Hızla kosmaya devam eden Beyaz Dis tam bu sırada yan
taraftan beklenmedik bir saldırının yaklastıgını sezdi. Kocaman bir tazı olanca
hızıyla üzerine atılmak üzereydi. Dönüp karsı koymak istedi. Ama çok hızlı
kosuyordu, üstelik öbür köpek de çok yakınındaydı. Köpek yandan saldırıp Beyaz
Dis’i gafil avladı, hızım alamayan Beyaz Dis tepe taklak yere devrildi. Yerinden
fırlayıp yeniden ayakları üzerine dikilmesi görülecek seydi. Kulaklarını geriye
yatırmıs, dudaklarını germis, burnunu burusturmustu. Disleri tazının hemen
gırtlagının yanı basında kıl payıyla takırdadı.
Efendisi bu sırada kosa kosa onlara dogru geliyordu. Ama henüz çok uzaktaydı.
Eger Beyaz Dis sıçrayıp da o can alıcı saldırıya geçme fırsatı bulamadan Collie
yetismeseydi tazının gırtlagı parçalanmıs, hesabı çoktan görülmüs olurdu. Çoban
köpegi yarısta atlatılmıs, çakılların üzerine devrilmis, böylece gururu ayaklar
altına alınmıstı. Hem onuru zedelendigi, hem de ormandan inen bu talancı
yaratıga karsı içgüdüsel bir düsmanlık duydugu için büyük bir öfkeyle saldırıya
geçip kavgaya karısmıstı. Beyaz Dis tam havada oldugu bir sırada yanlamasına
ugradıgı saldırıdan ötürü dengesini yitirip yere devrildi.
Efendisi tam zamanında yetisti, Beyaz Dis’i yakalayıp sıkı sıkı tuttu. Bu sırada
babası da öbür köpeklere seslenip yanına çagırdı. Beyaz Dis az sonra efendisinin
oksayısları altında sakinlesti.
Weedon Scott:
“Askolsun size!” dedi. “Kuzey kutbundan gelen kendi halinde bir kurt için iyi
bir karsılama dogrusu! Ömrü boyunca bu hayvanın topu topu bir kez ayakları
yerden kesilmisti, oysa burada göz açıp kapayıncaya dek tam iki kez yeri
boyladı.”
Araba gitmisti. Evden birtakım yabancı insanlar çıkıyordu. Bunlardan kimileri
saygılı bir tavırla geride beklerken iki kadın aynı düsmanca davranısı
yinelyerek efendisinin boynuna sarıldı. Ama Beyaz Dis kanıksamıstı artık bunu.
Göründügü kadarıyla bunda pek bir kötülük belirtisi yok gibiydi. Bunu
yaparlarken insanların dudaklarından dökülen gürültülü seslerde tehlikeli bir
hava da yoktu. çlerinden kimisi Beyaz Dis’e yaklasacak oldu, ama Beyaz Dis
hırlayarak onları uyardı, efendisi de bu arada konusarak tehlikeyi bildirdi.
Efendisinin ayakları dibine sokuldu, Weedon basını oksayarak onu yatıstırdı.
“Dick! Yat yere!”
Dick adındaki tazı bu buyruk üzerine basamakları tırmanıp verandanın bir
kösesine kıvrıldı. Bu arada durmaksızın hırlamaktan ve yeni geleni kötü kötü
süzmekten geri durmuyordu. Kadınlardan biri Collie’yi yanına almıs, kolunu
boynuna dolayarak sevip oksuyordu. Böyle bir kurdun yanlarında tutulmasına göz
yumuldugu için hem afallayan hem de öfkelenen Collie hırsından aglayarak kendi
kendini yiyip bitiriyordu. Onu aralarına almakla insanlar büyük bir yanılıya
düsüyordu, bundan emindi.
Eve girmek üzere herkes merdivenleri çıkmaya basladı. Beyaz Dıs efendisinin
ayakları dibinden ayrılmıyordu. Veranda da yatmakta olan Dick homur homur
homurdandı. Bunun üzerine Beyaz Dis de merdiven basında durdu, tüylerini
kabartarak boguk bir homurtuyla Dick’e karsılık verdi. Baba Scott:
“Hadi Collie’yi içeri alalım,” dedi. “Öbür ikisi de dısarda kalıp kozlarını
paylassınlar. Nasıl olsa bir iki dalasmadan sonra canciger dost olurlar.”
Efendisi güldü:
“Ya ne demezsin, iste o zaman dostunun cenaze töreninde Beyaz Dis’in karalar
baglayacagından emin olabilirsin”
Yaslı Scott kuskulu gözlerle önce Beyaz Dis’e sonra Dick’e ve son olarak ogluna
baktı:
“Yani... sey mi yapar?..”
Weedon basıyla onayladı:
“Bundan hiç kuskunuz olmasın. Göz açıp kapayıncaya dek Dick’i cansız yere serer,
parçasını bulamazsın.”
Sonra Beyaz Dis’e döndü:
“Hadi bakalım oglum,” dedi. “yisi mi sen gir içeri.”
Beyaz Dis bacaklarını gere gere merdivenleri tırmanıp verandadan geçti.
Kuyrugunu dikmis, gözünü dört açmıstı, yandan ugrayacagı bir saldırıdan
korunabilmek için Dick’i kolluyordu. Ayrıca evin içinde pusuya yattıgını sandıgı
bilinmedik bir düsmanın beklenmedik saldırısına karsı tetikte duruyordu. Ama
korktugu basına gelmedi; içeri girince bilinmedik düsmanını gözleriyle arastırdı
fakat hiçbir tehlike belirtisi bulamadı. Sonra keyifli keyifli hırıldadı,
efendisinin ayakları dibine kıvrıldı. En küçük bir kımıltıyı bile gözden
kaçırmamaya çalısıyor, dört gözle çevresini kolluyordu; Evin tuzagı andıran hain
çatısı altında pusuya yatmıs bir düsmandan canını korumak için dövüsmeye ve her
an ayaga fırlamaya hazırdı.

0

23

YRM ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
EFENDNN MÜLKÜ

Beyaz Dis yaradılıs olarak ortama çabucak ayak uydurabildigi gibi, çok yer gezip gördügü için aynı zamanda çevreye ayak uydurmanın ne demek oldugunu ve bunun ne denli zorunlu oldugunu da biliyordu. Bu nedenle Yargıç Scott’un Sierra Vista adındaki evine çabucak alısıverdi. Öbür köpeklerle kendi arasında öyle dise
dokunur bir hırgür çıkmadı pek. Güneyli insanların terbiyesini ondan daha iyi sindirmisti bu köpekler. Bu yüzden insanların evine kabul edilmekle Beyaz Dis onların gözünde saygınlık da kazanmıstı. Ev sahibi olan insanlar böylesine bir kurdu aralarına almak istiyorlarsa, onlara bu istege boyun egmekten baska bir
sey düsmezdi artık.
Önceleri âdet yerini bulsun diye bir iki kez meydan okuyan Dick bile Beyaz Dis’i en sonunda evin bir parçası saydı, eger Dick’in daha ilk zamanlardaki tutumu bu yönde olsaydı aralarından su sızmayabilirdi. Ne var ki Beyaz Dis arkadaslıktan hiç hoslanmazdı. Öbür köpeklerden istedigi bir tek sey vardı, o da kendisine satasmamaları, onu rahat bırakmalarıydı. Kendini bildi bileli öbür köpeklerden uzak kalmıstı, bundan böyle de uzak durmaya kararlıydı. Dick ne zaman yanına sokulacak olsa hemen hırlamaya baslıyordu, bu yaklasma çabalarını hiç hos karsılamıyordu. Efendisinin köpeklerine satasmamak gerektigini daha kuzeydeyken ögrenmis, bu kural kulagına küpe olmustu. Burada da kendisini rahat bırakmalarını istiyor içekapanık kalmakta diretiyordu. Dick’e ise hiç mi hiç yüz
vermedi. Öyle ki sonunda bu iyi huylu tazı da onunla ilgilenmez oldu, artık Beyaz Dis’in ahır kapısı yanındaki kazık kadar bile önemi yoktu onun için.
Ama Collie’ye gelince is bambaskaydı. Beyaz Dis’in varlıgını sineye çekiyorsa yalnızca insanların buyruguna boyun egdigi için çekiyordu. Ama Beyaz Dis’in varlıgına katlanmak onu rahat bırakmak anlamına gelmiyordu elbette. Atalarının kurt soyu yüzünden ugradıkları kuyruk acılarının, yagmalanan koyun sürülerinin, dökülen kanların anısı bellegine kazınmıstı bir kez; bunları öyle ha deyince bir iki günde unutup kafasından atması olanaksızdı. Geçmisteki bu anılar çoban köpegini habire dürtüyor, öc alması için onu durmaksızın zorluyordu. Gelgelelim insanlar kurttan yana çıkıyorlardı, bu durumda onların yanında göz göre göre bir sey yapması  olanaksızdı, ama birtakım yollarla dünyayı ona sinsi sinsi zindan etmesine engel olamazlardı. Kurt ile aralarında yüzyıllardır süregelen bir kan davası vardı. Ve iste Beyaz Dis bu kan davasının yeniden hortlamasına neden olmustu, öyleyse ne pahasına olursa olsun yapacagını yapacaktı.
Collie, Beyaz Dis’e acı çektirmek, onu üzmek için disiliginden yararlanmaya basladı. Oysa Beyaz Dis, disilerle dövüsmemek yolundaki içgüdüsel sınırlamalara uyarak disi köpege pek dokunmak istemiyor, hayvanın inatla üstüne üstüne gelmesi karsısında kendini zor tutuyordu. Böyle zamanlarda disi çoban köpegi saldırıya geçince kalın kürküyle korunan omuzunu hayvanın sivri disleri arasına bırakıyor, sonra gögsünü gere gere, kasıla kasıla çekip gidiyordu. Disi köpek isi çıgırından çıkarıp da azıtacak oldu mu, omuzunu ve basını ona dogru döndürerek, gözlerinde sabırlı ama bıkkın bir havayla birbirlerinin etrafında dolanmalarına göz yumuyordu. Ama arka ayagını ısırmaya çalısan disi köpege hosgörülü davranması kimi zaman dövüs alanından uzaklasmasına, böylelikle de gururlu tavrını yitirmesine yol açıyordu. Ama yine de çogu zaman Collie’nin karsısında büyüklügünü ve saygınlıgını korumayı basarıyordu. Çogu zaman ona aldırıs etmemeyi, yoluna çıkmamayı yegliyordu. Disi köpegin geldigini görür ya da duyarsa yattıgı yerden hemen kalkıyor, alıp basını baska yere gidiyordu.
Bununla birlikte Beyaz Dis’in ögrenmek zorunda oldugu daha yıgınla yeni sey bulunuyordu. Kuzeydeki yasam Sierra Vista’nın o harala gürele yasantısına oranla çok daha basit sayılırdı. Önce efendisinin ailesini tanıması gerekiyordu. Bununla birlikte bu isin yabancısı sayılmazdı pek. Nasıl ki Mit-sah ve Klookooch, Gri Kunduz’un malı ise ve onun sofrasını, ocagını, yatagını paylasıyorlarsa, Sierra Vista halkı da iste tıpkı onlar gibi efendisine ait kimselerdi.
Yine bu is o kadar kolay degildi pek. Gri Kunduz’un çadırından çok daha degisikti Sierra Vista. Hem genis hem de kalabalıktı. Yargıç Scott ile karısı
vardı, sonra efendisinin Beth ile Mary adlı iki kız kardesi, karısı Alice, dört ve altı yasındaki çocukları küçük VVeedon ile Maud vardı. Bu kalabalık konusunda
hiçbir bilgisi yoktu. Aile bagları ve akrabalık konusunda da bilgi sahibi degildi. Hos, bunlar anlayacagı seyler de degildi zaten. Ama her seye karsın
onların efendisine ait kimseler oldugunu algılamıstı. Zamanla onların davranıslarını, konusmalarını gözleyerek seslerinin tonunu inceleyerek,
efendisiyle onlar arasındaki ilgi ve sevginin ölüsünü anladı. Gözlemlerinin sonucuna bakarak o da onlara karsı aynı tutum içerisine girdi. Efendisi için deger tasıyan her ne varsa, Beyaz Dis de onlara aynı deger ve önemi gösteriyor, üzerine titriyordu.
Çocuklar için de aynı sey sözkonusuydu. Oldu olası çocuklarla yıldızı barısmamıstı hiç. Onlardan nefret etmis, korkmus, küçücük ellerinden neler çekmisti. Kızılderili obasında yasadıgı günlerde az mı tatsız isler gelmisti basına! Onların ne denli acımasız ve vahsi yaratıklar oldugunu iyi biliyordu.
Küçük Weedon ile Maud yanına ilk kez sokulmaya kalkıstıklarında bir uyarı homurtusu koparmıs ve kötü kötü süzmüstü onları. Ama efendisinden yedigi tokat ve azardan sonra kendisini oksamalarına ister istemez boyun egmek zorunda kalmıstı. Gerçi mini mini ellerin altında habire-hırlamaktan kendini alamıyordu ama, artık bu hırıltıda o dokunaklı havadan eser kalmamıstı. Sonraları, zamanla anladı efendisinin çocukarı ne denli çok sevdigini.

[yandx]karaman-olga-karaman/ggpvqimnsm.4607[/yandx]

Ve o andan baslayarak çocukların kendisini oksayabilmeleri için ne tokada ne de azarlanmaya gerek kalmadı.
Bununla birlikte Beyaz Dis her seye karsın hosnut sayılmazdı pek. Efendisinin
çocuklarına hatır için katlanıyordu; gönülsüzce ama dogrulukla katılıyordu
çocukların eglencelerine, daha dogrusu tıpkı korkulu ve acılı bir ameliyata
dayanıyormus gibi bir tutum içindeydi. Bir süre disini sıkıyor, sonra bakıyor ki
olacak gibi degil, kalkıp uzaklasıyordu. Gel zaman git zaman çocuklara kanı
kaynamaya basladı. Her seye karsın bunu yine de açıga vurmamaya çalıstı. Onlara
pek sokulmuyordu. Buna karsılık, onları gördügü zaman çekip gitmiyor, tersine,
yanına yaklasmalarını bekliyordu. Bulundugu yere yöneldiklerini görür görmez
gözlerinde bir sevinç kıvılcımı beliriyor, ya da daha ilginç bir oyun için onu
bırakıp gittiklerinde arkalarından ilgi ve sevgiyle bakıyordu.
Bütün bu gelismeler yavas yavas ve zamanla oldu. Çocuklardan sonra gözünde önem
kazanan bir baska kisi de Yargıç Scott idi. Olsa olsa iki nedeni vardı bunun;
Birincisi, efendisi ona deger verip saygı gösteriyordu; ikincisi ise, yaslı adam
hiç de yaltakçı biri degildi. Verandada gazetesini okurken Beyaz Dis adamın
ayakları dibine uzanmaya bayılıyordu. Yargıç da arada sırada ona bir göz ya da
bir çift tatlı lâf atmakla Beyaz Dis’in oradaki varlıgına göz yumdugunu
belirtmekten geri kalmıyordu. Ne var ki bu tür seyler ancak efendisinin orada
bulunmadıgı zamanlar oluyordu. Yoksa, efendisi boy gösterir göstermez Beyaz
Dis’in gözü dünyayı görmez oluyordu.
Beyaz Dis tüm aile bireylerinin kendisini sevip oksamasına ses çıkarmıyordu
artık. Ama efendisine besledigi o sıcak yakınlıgı hiçbir zaman ötekilere
göstermiyordu. Ötekiler kendisini ne denli oksarlarsa oksasınlar sesindeki o
dokunaklı hava bir türlü belirmiyor, tüm didinmelerine karsın onlara sokulup
basını koltuk altlarına sokmuyordu. Kendisini sonsuz bir güvenle ancak
efendisinin ellerine teslim ediyordu. Zaten aile bireylerini yalnızca
efendisinin malı olan kimseler olarak kabul ediyordu.
Zamanla aile bireyleriyle hizmetçiler arasındaki ayrımı da ögrendi. Ödleri
kopuyordu hizmetçilerin ondan. Beyaz Dis onlara saldırmıyor, kendini tutuyordu.
Onlar efendisinin malıydı, iste bu nedenle de saldırmıyordu. Kendisine bir
zararları dokunmuyor, buna karsılık o da onlara ilismiyordu. Klondike’da
efendisinin yemegini pisiren Matt gibi onlar da yemek pisiriyor, bulasıkları
yıkıyor, ortalık islerini görüyorlardı.
Evin dısında da ögrenecegi pek çok sey vardı. Efendisinin toprakları göz
alabildigine uzanmakla birlikte uçsuz bucaksız da sayılmazdı. Arazinin bitim
yeri olan sınırın gerisinde baska insanların ortaklasa mal olan yollar, caddeler
bulunuyordu; Bunların kenarlarına çekilen çitlerin ve parmaklıkların gerisinde
baska insanların arazileri vardı. Bütün bu mülk iliskileri uyulması zorunlu olan
birtakım yasalarla düzenleniyordu. Beyaz Dis insanların dilinden bir sey
anlamadıgı için bu tür yasaları deney yoluyla ögrenebiliyordu. ste bu nedenle,
su ya da bu yasayı çigneyinceye dek içgüdüsünün sesine uyuyor, ta ki bir iki
yanılgıdan sonra zarar ve uyarılar yoluyla yasaya aykırı davrandıgını anladıktan
sonradır ki yasayı ögreniyor, ona uymaya özen gösteriyordu.
Egitimindeki asıl rolü efendisinin samarları ya da azarları oynuyordu.
Efendisinin küçücük bir fiskesi bile onu Gri Kunduz’dan ya da Güzel Smith’den
yedigi beterin beteri dayaklardan daha çok etkiliyordu. Eski efendileri dayak
atmakla onun yalnızca canını yakmıslardı, oysa benligi her zaman baskaldırmıs,
asla boyun egmemisti. Efendisinin tokadı ise can yakmak açısından tokat bile
sayılmazdı. Ama yine de öyle bir etkisi vardı ki, acısı ta benliginin
derinliklerine isliyordu. Efendisi hosnutsuzlugunu bu hafif mi hafif tokatla
anlatıyor ve Beyaz Dis yüreginin burkuldugunu, can evinden vuruldugunu
duyuyordu.
Böyle bir sey zaten ayda yılda bir olurdu. Efendisi bu isi sesiyle yapardı çogu
kez. Beyaz Dis onun ses tonuna bakarak dogruyu yanlısı ayırt eder, kendine ona
göre çeki düzen verirdi. Getirildigi bu yeni diyardaki yasantısına ayak uydurma
konusunda en büyük kılavuzu efendisinin sesiydi.
Kuzeyde evcillestirmis tek hayvan köpek idi. Tüm öteki hayvanlar ormanlarda
yasardı. Bu durumda isi çıgırından çıkarmamaları kosuluyla kendilerinden daha
zayıf olan öbür yaratıkları ganimet sayıp avlamaları köpekler için hos
görülebilirdi. Beyaz Dis ömrü boyunca bu türlü canlı hayvanlan avlayıp yemisti.
Bu nedenle güney ülkesinde baska yasaların egemen oldugunu düsünemedi. Santa
Clara Vadisi’ndeki ilk günlerinde bunu pek çabuk ögrendi. Bir sabah erkenden
kalkıp evin kösesini döndügünde kümesten kaçmıs bir tavukla burun buruna geldi.
çgüdüsel bir istekle tavugu mideye indirmek için can attı. Bir iki deneme den
sonra tavugu pençeleriyle yakaladı. Tavuk oldukça yaglı ve etli butluydu.
stahla agzını yüzünü yalarken bu nefis sabah kahvaltısının tadına doyamamıstı.
Yine o gün ahırın çevresinde yolunu sasırmıs baska bir tavuk daha gördü. Bu kez
seyislerden biri kostu tavugun imdadına. Adam Beyaz Dis’in ne denli vahsi bir
hayvan oldugunu bilmediginden eline ince bir kırbaç almıstı. Beyaz Dis sırtına
inen ilk kırbaç darbesi üzerine tavugu bıraktıgı gibi seyisin üzerine atıldı.
Adamın elinde sopa olsa belki onu durdurabilirdi ama kırbaç vız gelirdi. Hiç ses
çıkarmadan ikinci kez atıldı ve adamın gırtlagına saldırdı. Seyis, “mdat!” diye
bagırarak korkuyla geri kaçarken kırbacı yere attı. Kemige dek yarılan koluyla
bogazını korumaya çalıstı.
Ödü patlamıstı adamın. Aslında onu ürküten sey saldırının siddetinden çok
sessizce yapılısıydı. Kan içinde kalan kolu ile hâlâ suratını ve gırtlagını
korumaya çalısırken bir yandan da ahıra dogru çekiliyordu.
Eger Collie tam zamanında ortaya çıkmasaydı adamın isi bitikti. Disi çoban
köpegi nasıl Dick’in canını kurtardıysa simdi de seyisin canını kurtarıyordu.
Olan biteni görür görmez kudurmusçasına bir öfkeye kapılarak Beyaz Dis’in
üzerine saldırdı. Haklı çıkmıstı iste. nsanlar yanılttı, ama o bu yaratıgın ne
mal oldugunu iyi biliyordu. Kuskularının ne denli yerinde oldugu apaçık
ortadaydı. Yüzyılların talancısı eski marifetini gösteriyordu iste!
Seyis ahıra dar attı kendini. Beyaz Dis ise Collie’nin keskin dislerine omuz
vererek saldırıdan sıyrıldı, birbirlerinin çevresinde fırıl fırıl döndükten
sonra geri çekildi. Ama Collie’nin kararı karardı, bu kez isin ucunu kolay kolay
bırakmayacaktı, öfkesi gittikçe arttı. Beyaz Dis sonunda isin ciddiye bindigini
görünce gurur mürur demeyip kalıbına bakmadan tarlalara dogru kaçtı.
Weedon Scott:
“Tavukları rahat bırakmasını ögrenecektir ögrenmesine ya,” dedi, “ancak suç üstü
yakaladıgım zaman verebilirim dersini.”
Nitekim iki gün sonra suçüstü olayı patlak vermisti bile. Ama bu seferki suç
efendisinin umdugundan çok daha degisikti. Beyaz Dis kümesi yakından kollamıs,
tavukların huyunu suyunu inceden inceye gözlemisti. Geceleyin tavuklar uykuya
çekildikten sonra bir odun yıgınının üstüne tırmandı, oradan da kümesin damına
geçti, damın üzerinden ilerleyerek içeri süzüldü. Bir an sonra kümesin içinde
korkunç bir katliam baslamıstı.
Ertesi sabah efendisi verandaya çıktıgı zaman seyisin bir sıra üzerine dizdigi
legorn cinsi elli tane tavuk lesi gördü. Saskınlık ve hayranlık karısımı bir
ıslık çalmaktan alamadı kendini. Derken Beyaz Dis ilisti gözüne. Hayvan isledigi
suçun farkında olmadıgı için en küçük bir utanma belirtisi göstermiyordu.
Dahası, yararlı ve sırtının sıvazlanmasına lâyık bir is becermis havalarda
çalımlı çalımlı fink atıyordu ortalıkta. Efendisi hiç eli varmadıgı halde
dudaklarını ısırıp yapılması gerekeni yaptı. Hiçbir seyden haberi olmayan
suçluya bagırıp çagırmaya, sertçe paylamaya basladı.
Öfkeli bir sesle azarlaya azarlaya Beyaz Dis’in burnunu bogulmus tavuk leslerine
sürterken kıyasıya pataklıyordu.
Beyaz Dıs bundan sonra tavuk kümesini bir daha hiç yagmalamadı. Böyle yapmakla
yasaları çignedigini anlamıstı artık. Efendisi onu kümese soktu. Canlı avlar
burnunun dibinde dolasırken içgüdüsü onu tavukların üzerine saldırmaya
kıskırtıyordu. Kendini bu dürtüye kaptırıp tam tavukların üzerine atılacagı
sırada efendisinin sesi engelliyordu onu. Böylece yarım saat kadar kaldılar
kümesin içinde. Efendisinin sesi her seferinde içgüdüsünün sesini bastırıyordu.
Beyaz Dis böylelikle kümesi basmanın yasalara aykırı oldugunu ögrenmis oldu.
Artık tavuklarla ilgilenmez oldu, onlara asla dokunmaması gerektigini anladı.
Yemek sırasında Weedon Scott Beyaz Dis’e verdigi dersi babasına anlatırken
Yargıç Scott kuskuyla kafasını sallayarak:
“Bana kalırsa,” dedi, “tavuklara musallat olmayı huy edinmis bir hayvanı asla
yola getiremezsin. Kanın tadını bir kez almaya görsünler ne yapsan bos
artık...”
htiyar adam yine basını salladı kuskuyla.
Ama Weedon Scott aynı kanıda degildi. Sonunda Söyle bir öneri attı ortaya:
“Bakın ne diyecegim, Beyaz Dis’i bugün ögleden sonra tavuk kümesine
kapatacagım...”
Babası hemen atıldı:
“Hah, iste o zaman bütün kümes mezbahaya döner.”
*
Oglu sürdürdü:
“Üstelik Beyaz Dis’in bogazladıgı her tavuk için altın olarak bir dolar
ödeyecegim.” Beth lâfa karısarak:
“yi ama bahsi yitirirse karsılıgında babam da bir sey ödemeli” dedi.
Önerinin kız kardesince de destek görmesinden sonra sofradakilerin tümü el
çırpmaya basladı.
Bunun üzerine Yargıç Scott kabul anlamında basını salladı.
Weedon Scott:
“Peki öyleyse,” dedi.
Ve bir an düsünüp tasındıktan sonra ekledi:
“Bu sürenin bitiminde eger Beyaz Dis hiçbir tavugun kılına dokunmamıssa, kümeste
geçirdigi her on dakika için, tıpkı mahkemede karar verdigin zamanlarda yaptıgın
gibi üzerine basa basa ve ciddi ciddi: ‘Beyaz Dis, meger sen sandıgımdan da
usluymussun diyeceksin.”
Bütün aile gizli bir yerden olacakları seyre koyuldu. Ama olay hiç de yargıcın
sandıgı gibi son bulmadı. Tavuk kümesine kapatılan Beyaz Dis hemen oracıga
uzanıp kestirmeye basladı. Yalnız bir kez yerinden kalkıp suluga gitti ve su
içti. Tavuklarla ilgilendigi bile yoktu. Varlıklarının farkında bile degildi
sanki. Saat dört olunca gerilerek sıçradı ve kümesin damına fırladı, yan
taraftan asagıya atladı ve eve yöneldi. Dersini iyice bellemisti artık. Az sonra
verandada Yargıç Scott kahkahalarla gülmekte olan aile bireyleri önünde Beyaz
Dis’i karsısına aldı ve tam on altı kez “Beyaz Dis, meger sen sandıgımdan da
usluymussun” dedi.
Çevresini saran yasalar öyle çok, öyle çoktu ki, Beyaz Dis zaman zaman serseme
dönüyor, yanlıslıklar yapıyordu. Baskalarının tavuklarına da zarar vermemesi
gerektigini ögrenmek zorundaydı. Bundan baska kediler, tavsanlar, hindiler
vardı. Bunlara da satasmamalıydı. Hemen hemen kavramıstı bu yasayı, artık ona
öyle geliyordu ki hiçbir canlı yaratıga dokunmaması gerekiyordu. Evin
arkasındaki çayırlarda dolanırken kimi zaman burnunun dibinde uçusan kuslara
rastlıyor, sıçrayıp saldırmak için içi gitmesine karsın, insanların buyruklarına
karsı gelmemis olmak için kendini dizginliyordu.
Günlerden bir gün Dick’in çayırda bir yaban tavsanını ürkütüp ardına düstügünü
gördü. Bunu efendisi de görmesine karsın hiç engel olmadı, tam tersine
kovalaması için kendisini de isteklendirdi. ste o zaman Beyaz Dis yaban
tavsanlarını avlamanın yasadısı olmadıgını anladı. Evcil hayvanlar arasında
düsmanlık olmaması gerekiyordu, ya da dostluk degilse bile hiç olmazsa
birbirlerine karsı yansız kalmalıydılar. Evcil olmayan hayvanlar insanla bir
baglılık anlasması yapmamıs yaratıklardı. ste bu nedenle köpekler onları
avlamakta özgürdüler. Evcil hayvanlara insanlarca kol kanat gerildiginden onları
öldürmek yasaktı, kendi aralarında ölüme varan dövüslere tutusulmasına hiçbir
zaman göz yumulmuyordu. ster yasam ister ölüm sözkonusu olsun, bu konuda karar
verme yetkisi insanlarındı ve insanlar da bu hakkı baska yaratıklardan
esirgiyorlardı.
Kuzey ülkesindeki yasama oranla Santa Clara Vadisi’ndeki yasam bir hayli
karmasıktı. Uygarlıgın bu karmasık ortamında geçerli olan belli baslı nitelik,
özdenetim idi. steklere gem vurabilme yetenegi hem bir kelebek kanadı gibi
duyarlı, hem de çelik gibi güçlü olmalıydı. Binbir türlü cilvesi vardı yasamın.
Ve iste Beyaz Dis bütün bunlara karsı hazırlıklı olması gerektigini anlıyordu.
Kente, San Jose’ye inildiginde, arabanın ardı sıra kosarken ya da sokaklarda
aylak aylak gezinirken, yasamın o türlü türlü cilveleriyle burun buruna gelecegi
sanısına kapılırdı. Yasam burada büklüm büklüm kıvrımlarla genis ve derin bir
ırmak gibi çagıldayıp geçiyordu önünden. Yasam burada duygularını habire
dürtüklüyor, kendisinden ani kararlar vererek çevreye uymasını istiyor, onu
içgüdüsünün tutkularına gem vurmak zorunda bırakıyordu.
Ta suracıkta, burnunun dibindeki kasap dükkânlarında etler vardı. Gelgeldim
bunlara dokunması yasaktı. Ayrıca, efendisinin ziyaret ettigi evlerin kedileri
vardı, bunlara da satasmaması gerekiyordu. Adım basında kendisine havlayıp
hırlayan köpekler vardı, bu köpeklere saldırması da yasaktı.
Kaldırımlardaki kalabalıgın ilgisini hep üzerine çekiyordu. Bu insanlar onu
görünce duruyor, gözlerini dikip bakıyor, parmaklarıyla isaret ediyor, lâf
atıyor, dahası ve en kötüsü onu oksuyorlardı bile. Bütün bu yabancı ellerin
tehlikeli dokunumunu sineye çekmeyi ögrenmek gerekiyordu. Ve o bütün bunları
ögrendi, sıkılganlıgı ve ürkekligi üzerinden attı. Kendisini ilginç bulan
yabancı insanlara karsı umursamaz bir tavır takındı. Onların gururlu ilgilerine
karsı en azından onlar kadar gururlu bir hosgörüyle karsılık verdi. Bununla
birlikte, aslında görünüsünde öyle garip bir hava vardı ki yabancı insanların
sırnasmalarını yada asırı içtenlik göstermelerini olanaksız kılıyordu. Bu yüzden
ancak ve ancak kafasını oksamakla yetinmek zorunda kalıyorlar, sonra
gösterdikleri bu yüreklilikten ötürü korkulu bir sevinç duyarak çekip
gidiyorlardı.
Ama kimi zaman her seye bu kadar kolayca katlanamıyordu. San Jose’nin dıs
mahallelerinde arabanın ardı sıra kosturup dururken birtakım afacanlarla
karsılasırlardı. Bu çocuklar oyun olsun diye taslarlardı onu. Ne olursa olsun
onları kovalamanın ve yere devirmenin yasak oldugunu biliyordu. Kendini koruma
içgüdüsünü baskı altına almak zorunda kalıyor, gittikkçe evcillestigi ve
uygarlastıgı için de bunu basarabiliyordu.
Ama yine de böyle bir duruma düsmeye gönlü razı olmuyordu Beyaz Dis’in. Hak ve
adalet kavramları konusunda açık seçik bir düsüncesi olmamakla birlikte, her
canlı yaratık gibi o da belirli bir güdüden yola çıkarak, tas atan çocuklara
karsı kendisini savunma hakkının verilmeyisine içerliyor, haksızlıga ugradıgını
düsünüyordu. Oysaki aralarında yapılan anlasmaya göre insanların kendisine
bakmak ve korumak sorumlulugunu üstlendiklerini unutmustu. Neyse ki bir gün
efendisi arabadan atladıgı gibi elindeki kırbaçla tas atan çocukları bigüzel
patakladı. Ve o oldu, çocuklar bir daha tas atmaz oldular, bunun üzerine durumu
kavrayan Beyaz Dis de derin bir soluk aldı.
Çok geçmeden buna benzer bir baska deney daha geçti basından. Yine kente
gittikleri bir gün yoldaki bir meyhanenin önünden geçerlerken kapıdaki üç köpek
her zamanki eglencelerine baslayıp Beyaz Dis’e saldırmaya yeltendiler. Efendisi
Beyaz Dis’in ne denli azgın bir dövüsçü oldugunu bildiginden onlarla kavga
etmesini kesinlikle yasaklamıstı. Bu yüzden Beyaz Dis oradan ne zaman geçse bası
derde giriyor, karsılık vermeden tırıs tırıs çekip gitmeyi gururuna
yediremiyordu. Ama yine de köpeklerin ilk saldırısından sonra korkunç bir
biçimde hırlayarak üçünü de kaçırıyordu. Ne var ki köpekler bir süre daha ardı
sıra kosarak havlayıp hırlıyor, Beyaz Dis’i kızdırıp kıskırtıyorlardı. Beyaz Dis
bir süre daha disini sıktı. Ama öyle bir gün geldi ki bu kez meyhanedekiler
saldırtmaya basladı köpekleri. Yine bir gün Beyaz Dis’e saldırmaları için
köpekleri açıktan açıga kıskırtırlarken efendisi dayanamayıp arabayı durdurdu ve
Beyaz Dis’e:
“Hadi oglum, tut sunları!” dedi.
Beyaz Dis kulaklarına inanamıyordu. Bakısları bir an efendisi ile köpekler
arasında mekik dokudu. Sonra yine soru ve kusku dolu gözlerle efendisine baktı.
Efendisi basıyla köpekleri göstererek:
“Tut aslanım, hadi ye sunları!..” dedi.
Bu sözü ikiletmedi Beyaz Dis. Hemen geri döndü ve hiç ses çıkarmaksızın
düsmanlarının arasına atıldı. Üç köpek birden karsı saldırıya geçti. Korkunç bir
hırıltı ve homurtu koptu. Alt alta, üst üste dise dis dövüsüyorlardı. Sokak toza
dumana bürünmüs, göz gözü görmez olmustu. Bir iki dakika sonra ortalık durulunca
köpeklerden ikisinin titreye titreye can çekistigi, üçüncüsünün ise tabana
kuvvet sıvıstıgı görüldü. Köpegin arkasından kosan Beyaz Dis tam kurtlara
yarasır bir hızla kurbanına tarlanın ortasında yetisti ve oracıkta hesabını
görüverdi.
Bu üçüz ölüm cezası artık tüm köpeklerin kulagına küpe olmus, Beyaz Dis rahata
kavusmustu. Olay dilden dile dolasıp tüm yöreye yayıldı. Yöre halkı o günden
sonra ‘Dövüsken Kurt’a satasmaması için kendi köpegine göz kulak oldu.

0

24

YRM DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
SOYUNUN ÇAGRISI
Aylar ayları kovaladı. Güney ülkesinde yiyecek bol, is ise azdı. Sürdügü rahat
ve mutlu yasam Beyaz Dis’e yaramıstı. Güney ülkesi hem iklim hem de insanların
tutumu açısından arayıp da bulamadıgı bir yerdi. nsanoglunun sevgisi onun için
parlak bir günes olmus ve Beyaz Dis bu günesin altında bereketli topraklar
üzerinde büyüyen bir çiçek gibi serpilip gelismisti.
Her seye karsın öbür köpeklerden yine de farklıydı. Kendilerini bildiler bileli
hep aynı yasam kosulları altında yasamıs olan öbür köpeklere oranla yasaları çok
daha iyi biliyor, kuralları harfi harfine uyguluyordu. Ne var ki içindeki
vahseti atamamıstı üzerinden, kurt olan yanı sanki uyukluyormusçasına, vahsiligi
için için kıpırdanıyordu.
Öbür köpeklerle hiçbir zaman arkadas olmadı. Soyundan farklı olarak simdiye dek
hep yalnız yasamıstı ve bundan böyle de yalnız yasayacaktı. Küçükken, Lip-lip
ile öteki köpeklerin kendisine acı çektirdigi ve Güzel Smith’in elindeyken kavga
ettigi günlerde, köpeklere karsı sonsuz bir nefret köklesmisti yüreginde.
Yasamının dogal akısı saptırılmıs, kendisine düsmanca davranan soydaslarından
yüz çevirip insanogluna baglanmıstı.
Öte yandan güney köpeklerinin gözü de onu bir türlü tutmamıstı. çlerine
islemis vahset korkusunun uyanmasına yol açtıgı için köpekler Beyaz Dis’ i hep
hırıltı ve homurtu ile, her zaman hır çıkarmaya hazır bir tavırla
karsılıyorlardı. Oysaki Beyaz Dis onlara dis geçirmeye kalkmanın gereksiz
oldugunu çabucak kavramıstı. Havlaya hırlaya üzerine saldıran bir köpegin gözünü
korkutmak ve kavgadan caydırabilmek için agzını açıp da dislerini söyle bir
gıcırdatması yetip de artıyordu bile.
Bununla birlikte Beyaz Dis’i bir gölge gibi kovalayan bir bas belası vardı ki,
bu da Collie idi. Disi çoban köpegi Beyaz Dis’e bir an bile soluk aldırmıyordu.
O da en azından kendisi kadar yasalara boyun egmiyordu. Beyaz Dis ile dost
olması için efendisinin gösterdigi tüm çabalara karsı koyuyordu. Sert ve hırçın
homurtularla her zaman, her yerde pesindeydi. Tavukları bogazlayısını bir türlü
kafasından silip atamıyor, onun kötü niyetli bir yaratık olduguna inanıyordu.
Collie’nin gözünde Beyaz Dis taa ezelinden suçluydu, bu nedenle de
davranıslarını ona göre ayarlıyordu. Bela kesilmisti basına; nereye gitse adım
adım izliyor, yanından yöresinden bir an bile ayrılmıyordu. Bir güvercine ya da
bir civcive söyle yan gözle bakmayagörsün, havlayarak ortalıgı hemen velveleye
veriyordu. Beyaz Dis ona aldırmamaya çalısıyor, daha olmadı, kafasını ön
ayakları üzerine dayayarak uyuyormus gibi yapıyordu. ste o zaman disi köpek
ister istemez sesini kısmak, kabuguna çekilmek zorunda kalıyordu.
Collie hesaba katılmazsa Beyaz Dis’in keyfine diyecek yoktu. steklerine gem
vurmayı, kendi kendini denetlemeyi ögrenmis, yasaların anlamını kavramıstı.
Uysal serinkanlı bir hava gelmisti üzerine, pek çok seye karsı bilgece bir
hosgörüyle davranıyordu. Kendisine düsman bir çevrede yasamıyordu artık.
Tehlike, acı ve ölüm ile adım basında burun buruna gelmiyordu artık. Kendisine
oldu olası korku ve gözdagı veren o bilinmeyen güce iliskin tasarımları yok
olmustu. Yeni yasamı kolay ve rahattı. Dümdüz akıp giden bu yasamda ne bir
düsman ne de tehlike korkusu rahatsız etmiyordu onu.
Bilinçli olarak kavrayamamakla birlikte karlara karsı bir özlem uyandı içinde.
Eger hissettiklerini sözle dile getirebilseydi “Bu ne bitmez tükenmez yaz
mevsimi böyle!” diyecekti. Ama karın yoklugunu ancak bulanık bir biçimde
duyabiliyordu. Yaz günesinin sıcaklıgında bunaldıgı zamanlar kuzey ülkesine
karsı bir türlü anlam veremedigi bir özlem duyuyor, onu sürekli bir huzursuzluga
salan bu özlemin etkisiyle tüm benligi allak bullak oluyordu.
Beyaz Dis sevgisini yaltaklanarak göstermezdi. Kafasını efendisinin koltuk
altına sokmak ve homurtusuna oksayıcı ve dokunaklı bir hava katmak dısında
sevgisini hiçbir yolla açık etmiyordu. nsanların kahkahasına oldu olası
içerlemis, kendisine gülündügünde kudururcasına öfkelenmis, gururu zedelendigi
için küplere binmisti hep. Gelgelelim dostça bir havayla takılarak kendisine
gülen sevgili efendisine kızmak söyle dursun, ne yapacagını sasırıp aval aval
bakakalıyordu. Böyle zamanlarda yüreginde o eski öfkenin kabardıgını ve
efendisine besledigi sevgiyle çatıstıgını, sevginin agır bastıgını duyuyordu.
Kızmak elinden gelmedigine göre baska bir tavır takınması gerektigini anlıyordu.
O zaman kurumlu bir havayla kasılıp kabardı, bunu gören efendisi güldü. O
kabardıkça efendisi kahkahayı basıyordu. Beyaz Dis baktı ki olacak gibi degil
kurum satmaktan vazgeçti. Çenelerini iyice ayırdı, dudaklarını gerdi, gözlerine
neseyle karısık sevgi dolu bir hava yerlesti. Gülmeyi ögrenmisti artık.
Efendisi onu yere devirip sakalastıgı, onunla zıplayıp zıpladıgı türlü türlü
oyunlar oynadıgı için zamanla muzipliklere katlanmayı da ögrendi Böyle
zamanlarda sözümona öfkelenmis pozlarına bürünüyor tüylerini kabartıp
homurdanıyor, gerçekten kızıp ısıracakmısçasına yaparak dis atıyordu. Ama
kendini bir an bile unutmuyordu. Bile bile ıskalayarak efendisinin canını
yakmamaya özen gösteriyordu. Tokat, pençe ve homurtularla baslayan oyun gittikçe
artıp doruguna ulasınca bir iki adım uzaklasıp birdenbire durup bakısıyorlardı.
Ve birden gülüsüyorlardı, bu gülüs tıpkı fırtınalı bir denizde günesin
birdenbire dogusuna benziyordu. Derken, efendisi kollarını Beyaz Dis’in boynuna
ve omuzlarına doluyor, Beyaz Dis’de sesindeki o dokunaklı ezgiyle hırıldanarak
sevgisini dile getiriyordu.
Efendisinin dısında hiç kimsenin kendisiyle böyle oynamasına asla göz
yummuyordu. Biri çıkıp da onunla oyun oynamaya kalkısacak oldu mu, hiç yüz
vermiyor, kendisiyle saka edilmeyecegini göstermek için öfkeyle hırlayıp
tüylerini kabartarak karsısındakini uyarıyordu. Gerçi efendisiyle sakalasıp
oynuyor, ona bu hakkı tanıyordu, ama bu asla herkesi sevmesini, olur olmaz
herkesin oyuncagı olmasını gerektirmezdi. Tüm içtenligiyle yalnızca efendisini
seviyordu o, bu nedenle de sevgisinin degerini asla ayaga düsürmek istemiyordu.
Efendisi sık sık at gezintisine çıkar, Beyaz Dis de bu gezintilerde ona eslik
etmeyi belli baslı görevlerinden sayardı. Kuzeydeyken insanogluna olan
baglılıgını kızak çekerek hizmet etmekle göstermisti. Oysa burada kızak mızak
yoktu, köpeklere yük de vurulmuyordu. Bu nedenle buradaki hizmeti, atın yanısıra
kosmak biçiminde oluyordu. Gün boyu süren en uzun gezintilerde bile hiç
yorulmuyordu. Kurtlara özgü kosma biçimiyle, kendini hiç zorlamadan, kayarcasına
hafif hafif ilerliyor, yirmi-yirmi bes kilometre yol aldıktan sonra neseli bir
kıvraklıkla atın önü sıra tıpıs tıpıs kosuyordu.
Bu gezintiler sırasında Beyaz Dis duygularını dile “getirmenin yeni bir yolunu
daha ögrendi. Bu yeni anlatım yolu havlamaydı. Beyaz Dis ömrü boyunca topu topu
iki kez havladı. lk havlayısı, efendisi bindigi ata, sırtından inmeden bahçe
kapısını açıp kapamayı ögretirken oldu. Efendisi kapıyı kapatması için atı
sayısız kez kapının yanına getirdi, ama hayvan her deneyisinde ürküp geri kaçtı.
At sahlandıgında efendisi mahmuz vuruyor, hayvanı, ön ayaklarını yere basarak
art ayaklarıyla kapıyı tepmeye zorluyordu. Beyaz Dis olup bitenleri gittikçe
artan bir kaygıyla izliyordu. Sonunda sabrı tükendi ve atın önüne dikilip
gözdagı verircesine vahsice havladı.
Sonraları, efendisinin de destekledigi ama hep basarısız kalan sayısız havlama
girisimlerinde bulundu. Yalnız bir kez, o da efendisi yokken havlayabildi. O gün
efendisi çayırda dörtnala at kostururken atın ayakları dibinden birdenbire bir
tavsan sıçradı. Hayvan tökezleyerek yere devrildi, bu arada efendisinin de ayagı
kırılmıstı. Beyaz Dis bunu görünce kudurmusçasma atın gırtlagına saldırdı, son
anda efendisinin buyruguyla kendini tuttu.
Bacagının kırıldıgını gören efendisi Beyaz Dis’e:
“Haydi eve! Eve dön” buyrugunu verdi.
Beyaz Dis ise efendisini tek basına bırakmaya yanasmadı. Efendisinin aklına bir
not yazıp onunla göndermek geldi, ceplerinde bosu bosuna kâgıt kalem aradı.
Bunun üzerine yine eve gitmesi buyrugunu verdi.
Beyaz Dis efendisine dogru düsünceli düsünceli bir göz attı, bir iki adım atıp
kosacak oldu, ama dönüp yine yanına geldi ve acıklı bir mızıltı çıkardı.
Efendisi tatlı ama agırbaslı bir havayla konusmaya basladı. Beyaz Dis
kulaklarını dikip can kulagıyla dinliyordu.
“Hadi aslanım, beni dinle de eve kos... Eve gidip basıma geleni anlat... Eve git
kurt, hadi eve!..”
Beyaz Dis “ev” sözcügünün ne demek oldugunu biliyordu. Öbür sözleri anlamamıstı
gerçi, ama eve gitmesinin istendigini biliyordu. Geri döndü ve gönülsüzce yola
koyuldu. Derken yine durakladı, gidip gitmemek arasında bocalayarak geriye
baktı.
“Eve git diyorum sana!”
Daha sert bir sesle yinelenen bu buyrugu isitince boyun egdi.
Soluk soluga ve toza topraga bulanmıs bir biçimde eve geldiginde bütün aile
aksam serinliginde verandaya toplanmıs oturuyordu.
Annesi:
“Weedon geliyor,” dedi.
Çocuklar sevinçle bagıra çagıra Beyaz Dis’in yanına kostular. Ama hayvan
çocuklardan kaçınarak verandanın kıyısına kostu, ama çocuklar koltukla veranda
korkulukları arasında yolunu kestiler. Beyaz Dis hırlayıp homurdanıyor,
çocukların ellerinden kurtulmaya ugrasıyordu. Anneleri onlara kaygıyla bakarken:
“Dogrusunu isterseniz çocuklardan yana içim içimi yiyor,” benim, dedi. “Allah
göstermesin bir gün saldırıverecek diye ödüm patlıyor.”
Beyaz Dis vahsice homurdandı ve çocukları yere devirerek sıkıstırıldıgı köseden
fırlayıp kurtuldu. Anneleri çocukları yanına çagırıp Beyaz Dis’e ilsmemelerini
tembih etti.
Yargıç Scott :
“Ne de olsa kurttur” dedi. “Güvenmeye gelmez hiç”
Agabeyinin yoklugu sırasında Beyaz Dis’i savunmayı üzerine alan Beth hemen söze
karısarak:
“yi ama, safkan bir kurt degil ki o,” dedi.
Yargıç Scott:
“Weedon’un dedigine kulak asma sen,” diye yanıtladı. “Weedon’a bakarsan,
hayvanda azbuçuk köpek kanı varmıs, gerçekten böyle oldugunu nereden biliyor,
hem sonra sekli sema...”
Sözü yarıda kaldı. Beyaz Dis karsısına dikilmis, heyecanlı heyecanlı
homurdanıyordu.
Yargıç:
“Git yat bakayım suraya!” diye emretti.
Bu kez efendisinin karısına döndü Beyaz Dis. Entarisinin etegini disleri arasına
kıstırıp yırtarcasına asılınca kadın yaygarayı bastı. Simdi bütün dikkatler
Beyaz Dis üzerinde toplanmıstı. Homurdanmayı bırakıp kafasını kaldırdı,
gözlerini onlara dikti. Bogazında dügümlenen sesi çıkarabilmek için tepeden
tırnaga sarsılarak kıvranıyor, onca çırpınmasına karsın meramını anlatamıyordu.
Weedon’un annesi:
“Allah vere de kudurmus olmasa,” dedi. “Weedon’a söyleye söyleye dilimde tüy
bitti, az mı dedim kuzeyin soguguna alısmıs bir hayvana buranın sıcagı iyi
gelmez diye. Korktugum basıma geldi iste.”
Beth:
“Bana öyle geliyor ki bir seyler söylemek istiyor bu hayvan,” dedi.
Aynı anda hayvanın dili çözüldü ve bir havlama koptu.
Weedon’un karısı, gözüyle görmüsçesine emin bir havayla:
“Weedon’un basına bir kaza geldi,” dedi
Herkes ayaga fırladı. Beyaz Dis merdivenlerden asagı indi, arkasından gelmeleri
için vırt zırt dönüp geriye bakıyordu. Ömründe ikinci ve son kez havlamıs,
derdini anlatmıstı.
Bu olaydan sonra tüm Sierra Vista halkının gönlünü fethetti. Hatta kolunu
paraladıgı seyis bile Beyaz Dis için kurt da olsa akıllı bir hayvan diyordu.
Yargıç Scott’a gelince, o hâlâ eski düsüncesinde ayak diriyor, ansiklopediler,
türlü türlü kitaplar karıstırarak birtakım sayısal veriler ve bilgilerle bu
görüsünü kanıtlamaya ugrasıyordu.
Günes içinde yüzen Santa Clara Vadisi’nde günler akıp gidiyordu. Günler
kısalırken Beyaz Dis ikinci kısına basladı, tam bu sırada garip bir sey
kesfetmisti: Collie’nin disleri nedense hiç de eskisi gibi keskin gelmiyordu
ona. Kendisiyle dalasırken canını yakmıyor, sanki oyun oynuyormusçasına cilve
yapıyordu. Bu disi köpegin bir zamanlar dünyayı ona zindan ettigini unutmus
gitmisti. Collie çevresinde dört dönüp cilveli cilveli fink atarken o da eslik
etmeye basladı, oyuna katılırken bazen kendini gülünç duruma düsürdügü bile
oluyordu.
Bir gün Collie onu bastan çıkarıp evin arkasındaki çayırlıga, oradan da ormanın
içlerine sürükledi. Oysa Beyaz Dis o gün ögleden sonra efendisiyle at
gezintisine çıkacagını biliyordu. Sırtına eyer vurulan at kapıda hazır
bekliyordu. Beyaz Dis bocalıyordu. Benliginin derinliklerinde, ögrendigi
yasalardan, kendisini yoguran âdetlerden, hatta efendisine duydugu sevgiden ve
kendi hayatını yasama isteginden bile daha agır basan güçlü bir duygu vardı.
Collie, bu duraksama anında yanına gelip yeniden sırnastı ve yine kosmaya
basladı. Bunun üzerine Beyaz Dis döndü ve disinin ardına takıldı. O gün efendisi
at gezintisine yalnız çıktı. Beyaz Dis ise tıpkı yıllar öncesinde Kuzeyin ıssız
or manlarında Tek Göz’ün, anası Kiche’nin yanısıra kosması gibi Collie’nin
yanında kosuyordu.

0

25

YRM BESNC BÖLÜM
UYUYAN KURT

0 günlerde gazeteler San Quentin Hapishanesi’nden kaçan azılı bir mahkûmu yaza yaza bitiremiyorlardı. Kana susamıs bir adamdı bu. Toplumun elleri kabaydı ve
adam da kaba saba biri olup çıkmıstı. Canavardan farksızdı simdi. Evet, insan kılıgında bir canavardı, daha dogrusu yırtıcı, hunhar bir canavar.
San Quentin Hapishanesi’nde yatmakla uslanmamıstı. Ceza meza vız geliyor, bildiginden sasmıyordu. Son nefesine dek delice kavga edebilirdi, ama dövülesövüle
yasamaya katlanamıyordu. Azgınlastıkça azgınlasıyor, toplum da ona karsı daha amansız bir tutum takınıyordu, bunun sonucunda daha azgın, daha kudurgan
bir yaratık olup çıkmıstı. Deli gömlegi, açlık, dayak, bütün bunlar Jim Hall’i yola getirecek türden cezalar degildi. Çünkü kendini bildi bileli itilmis
kakılmıs, kıyasıya cezalar görmüstü. San Fransisko’nun kenar mahallelerinden birinde henüz küçük bir çocukken, yani toplumun elinde istenilen biçime
girebilecek yumusak bir maya yıgınından ibaret oldugu günlerde, yine aynı tür davranıslarla karsı karsıya kalmıstı. Tutuklulugunun üçüncü yılında tıpkı
kendisi gibi canavar ruhlu bir gardiyanın eline düstü.
Gardiyan Jim’e tırnagını taktı, yapmadıgı kötülügü bırakmadı.
Ona olmadık karalar çaldı, iskence etti. Gardiyanın belinde bir tabancası, elinde ise bir anahtar destesi vardı. Oysa Jim Hall'in çıplak ellerinden ve
dislerinden gayrı hiçbir silâhı yoktu. Bir gün gardiyanın üstüne çullandı ve tıpkı yırtıcı bir canavar gibi disiyle tırnagıyla parçaladı adamı.
O günden sonra Jim Hall'i tek basına azılı suçlular hücresine tıktılar. Üç yıl kaldı bu hücrede. Zindanının tavanı, tabanı, duvarları demirdendi. Dısarı
çıkmasına bir an bile izin verilmiyordu. Üç yıl boyunca ne gökyüzünü gördü, ne günesi. Bu karanlıkta gecesi gündüzüne karısmıstı. Demirden bir mezara diri diri
gömülmüstü sanki. Ne bir insan yüzü görüyor, ne de birisiyle iki çift lâf edebiliyordu. Yemegini kapı altındaki küçük bir delikten içeri sürdüklerinde
vahsi bir hayvan gibi homur homur homurdanıyordu. Her seye düsman kesilmis, içini nefret bürümüstü. Günler geceler boyunca haykırarak ates püskürdü. Kimi
zaman da haftalarca aylarca kabuguna çekilir, agzını bıçak açmazdı. Gözünü kan bürümüs azgın bir canavardı Jim Hall.
Ve bir gece olanlar oldu, Jim Hall kaçtı. Hapishane Müdürü böyle bir seyin olanaksızlıgından dem vururdu ama, hücre bombostu iste. çerde yalnızca
gardiyanın cesedi yatıyordu. Hapishanenin dıs duvarından kaçmadan önce yoluna çıkan iki gardiyanı daha öldürmüstü. Ses çıkmasın diye elleriyle bogmustu
adamları.
Ölenlerin silâhlarını almıs ve kayıplara karısmıstı. Toplumun silâhlı güçlerince her yerde fellik fellik aranıyordu. Yakalanması için altın olarak ödenmek üzere
yüklüce bir ödül konuldu basına. Para canlısı çiftçiler silâhlarını kaptıkları gibi insan avına çıktılar. Kaçagın kanını dökmekle ya bir borç ödenecek ya da
ogullarını üniversiteye yollayacaklardı. Ayrıca iyi niyetli birtakım yurttaslar da silâha sarılıp Jim Hall'in ardına düstü. Pesine av köpekleri salınmıstı;
toplumun paralı dövüs hayvanları, telefon, telgraf ve özel trenlerle ortalıgın altını üstüne getiriyor, her yerde kaçagı arıyorlardı.
Kimi zaman onu kıstırdıkları da olmuyor degildi. O zaman canla basla dövüsenler oldugu gibi, papucun pahalı oldugunu görünce olup bitenleri ertesi günü sabah
kahvaltılarını yaparken gazetelerden ögrenmek üzere sıvısanlar da oluyordu.
Çatısma sırasında ölen ya da yaralananlar arabalarla saglık merkezlerine götürülüyor, yerlerine insan avına meraklı baska gönüllüler getiriliyordu.
Ama Jim Hall birdenbire büsbütün kayıplara karıstı. Av köpekleri bile tüm çabalarına karsın izini yitirmislerdi. Kus uçmaz kervan geçmez vadilerdeki
birtakım kendi halinde çiftçiler silâhlı kimselerce yaka paça edilip neyin nesi olduklarını kanıtlamak zorunda bırakıldılar. Bu arada Jim Hall'in basına konulan
ödülü cebe indirmek isteyen birtakım açıkgözler, kaçagın tanınmaz haldeki cesedini bulduklarını bile iddia ettiler.
Sierra Vista halkı bu haberleri meraktan çok korkuyla izliyordu. Özellikle kadınların ödü kopuyordu. Yargıç Scott onlara bakıp bakıp kıs kıs gülüyor, olayı
önemsemiyordu. Oysa yargıçlıgının son yılında Jim Hall'i o mahkûm etmisti. Hall, durusma sonunda kendisini cezaya çarptıran yargıçtan er geç öcünü alacagına
herkesin önünde ant içmisti.
Ömründe ilk kez haklıydı Jim Hall. Gerçekten suçsuzdu. Yok yere mahkûm edilmisti. Yargıç Scott daha önceki bir iki suçunu da göz önüne alarak onu elli
yıl hapse mahkûm etmisti.
Ne var ki Yargıç Scott isin içinde bir is oldugunu bilmiyordu. Polisin oyununa geldiginden, düzmece kanıtlar ileri sürüldügünden, Jim Hall'e iftira
edildiginden habersizdi. Öte yandan Jim Hall de bu iste Yargıç Scott'un parmagı olmadıgını bilmiyordu. Onun bu haksızlıgı bile bile yaptıgını, polisle birlik
oldugunu sanıyordu. Elli yıl hapse çarptırıldıgı açıklanınca, içinde topluma karsı biriken olanca düsmanlıgıyla ayaga kalktı ve sayıları yarım düzineyi bulan
mavi üniformalı can düsmanı polislerce yaka paça götürülene dek, durusma salonunda sövüp saydı. Onun gözünde adaletsizlik Yargıç Scott'un basının
altından çıkmıstı, bu yüzden ona lanetler yagdırdı, eninde sonunda ondan bunun hesabını soracagına yemin billah etti. Ve bir süre sonra kaçacagı hücresine
götürüldü.
Beyaz Dis bütün bunlardan habersizdi. Yalnız, efendisinin karısı Alice ile aralarında bir sır vardı. Her gece Sierra Vista'dakiler uykuya çekildikten sonra
kadın usulca kalkıp Beyaz Dis'i evin salonuna alıyordu. Ama Beyaz Dis ev köpegi olmadıgı ve içerde yatmasına izin verilmedigi için Alice sabahları erkenden
kalkıp asagı iniyor evdekiler uyanmadan hayvanı dısarı salıyordu.
Bir gece tüm ev halkı uyurken, Beyaz Dis uyandı. Yattıgı yerde çıt çıkarmaksızın öylece yatıp bekledi. Havayı sessizce kokladı, evin içinde yabancı bir insanın
bulundugunu belirten bir koku vardı. Derken, yabancı insanın tıkırtıları geldi kulagına. Havlamaya filan kalkmadı, zaten böyle bir huyu da yoktu. Yabancı usul
usul hareket ediyordu, Beyaz Dis de ondan çok daha sessiz hareket etti. Çünkü yabancıda oldugu gibi onun üzerinde hısırdayan giysiler yoktu. Sessiz adımlarla
yürüyerek pesine takıldı. Ormanda en küçük kımıltıda kaçan ürkek canlıları avladıgı için, uyarmadan saldırıya geçmenin, düsmanını gafil avlamanın
yararlarını biliyordu.
Yabancı insan üst kata çıkan merdivenlerin alt basamagında durdu, ortalıga bir an kulak kabarttı. Beyaz Dis de tas kesilmisçesine durup bekledi. Merdivenin
sonu sevgili efendisinin ve onun çok sevdigi yakınlarının odalarına uzanıyordu. Beyaz Dis sessizce beklerken tüyleri kabardı. Bu sırada yabancı ilk basamaga
ayagını koyup merdiveni tırmanmaya koyuldu.
Aynı anda Beyaz Dis sıçrayarak saldırıya geçti. En küçük bir hırıltı çıkarmaksızın havada uçtu ve yabancı adamın sırtına bindi. Ön ayaklarıyla adamın
omuzlarına tutunmasıyla dislerini ensesine geçirmesi bir oldu. Omuzlarına asıldıgı gibi adamı sırtüstü yere devirdi. Adam dogrulmaya çalısadursun o hemen
geriye çekildi ve yeniden saldırıp disleriyle paralamaya basladı. Sierra Vista halkı korkuyla ayaga fırladı. Asagı kattan gelen gürültülere
bakılırsa kızılca kıyamet kopuyordu. Birden tabanca patlamaları isitildi. Bir adamın dehset okunan acı çıglıkları, siddetli hırıltı ve homurtulara
karısıyordu. Bu arada bazı öteberilerin ve camların sangır sungur kırıldıgı isitiliyordu.
Bütün bu gürültüler nasıl birdenbire kopmussa yine öyle çabucak kesiliverdi.
Dövüs topu topu üç dakikalık sürmüstü. Ev halkı merdiven basına toplanmıs, korkuyla asagı bakıyordu. Alt katın karanlıkları içinde gürültüye benzer
birtakım sesler geliyordu. Suyun içinden fıkır fıkır hava kabarcıkları yükseliyordu sanki. Sonra bu ses fısıltılı bir ıslıga dönüstü, giderek
cılızlastı ve sonunda kesildi. Karanlıgın içinde, sanki bogusmak üzere olan birinin soluk almaya çalıstıgını belirten tıknefes hırıltılardan baska bir sey
isitilmez oldu.
Weedon Scott elektrik dügmesini çevirdi. Merdivenle asagıdaki salon bir anda ısıga boguldu. Sonra babasıyla birlikte ellerinde birer tabancayla sakına
sakına asagı indiler. Ama bu tür önlemlere gerek kalmamıstı artık, Beyaz Dis üzerine düsen görevi çoktan bitirmisti. Kırılıp ortalıga saçılmıs öteberilerin
arasında koluyla suratını örtmüs bir adam boylu boyunca yatıyordu. Weedon Scott adamın üzerine egilerek kolunu çekti, suratını yukarı çevirdi.
Parçalanan gırtlagı, adamın nasıl öldügünü belirtmeye yetiyordu. Yargıç Scott: «Jim Hall» dedi.
Baba ogul anlamlı anlamlı bakıstılar. Sonra ikisi de Beyaz Dis'e döndü. O da yere serilmisti, gözleri kapalıydı. Ama iki adam üzerine egildiklerinde
gözkapaklarını bir parça açtı ve kuyrugunu hafifçe kıpırdatmaya çabaladı. Weedon Scott hayvanı oksadıgı zaman Beyaz Dis onları tanıdıgını belirtmek istercesine
cılız bir sesle hırıldadı. Ama bu hırıltıyı çıkarırken var gücünü harcamıs, sesi hemen ölgünlesip sönmüstü. Sonra gözkapakları düstü. Bütün vücuduyla kendini
saldı, öylece yere uzanıp kaldı. Efendisi: «Sıfırı tüketmek üzere zavallıcık,» diye mırıldandı.
Yargıç: «Dur bakalım, umudunu kesme hemen,» dedi. Ve hemen telefona kostu.
Bir doktor geldi ve Beyaz Dis'le bir buçuk saat ugrasıp didindikten sonra: «Dogrusunu isterseniz, kurtulması mucize olur,” dedi.
Günün ilk ısıkları pencerelerden içeri giriyor, elektrik ısıkları gittikçe ölgünlesiyordu. Çocuklardan gayrı tüm aile doktorun basına toplanmıs, can kulagıyla dinliyordu.
Doktor konusmasını sürdürdü:
«Arka ayaklarından biri kırık, ayrıca kaburga kemiklerinden üçü kırılmıs ve bu kemiklerden en azından bir tanesi cigerine saplanmıs. Kan kaybı çok fazla.
çerde de eziklikler ve yaralar olabilir, adam üzerinde mi tepindi ne... Üstüne üstlük, üç de kursun yarası var. Binde bir kurtulus olasılıgı bile asırı
iyimserlik sayılır. Kurtulus umudu on binde bir demek daha dogru olacak”

[yandx]karaman-olga-karaman/2o5s5gmbla.7307[/yandx]

Yargıç:
«Ne olursa olsun onu kurtarmak için elimizden geleni yapmalıyız!» diye bagırdı.
«Paraymıs pulmus hiç düsünmeyin, ne pahasına olursa olsun röntgenini çekin,
artık ne gerekiyorsa yapın iste. Weedon, tezelden San Fransisko'ya, Doktor
Nichols'e tel çek. Siz sakın darılmayın emi Doktor? Elden gelen her sey yapılsın
istiyorum da...»
Doktor piskince gülümsedi:
«Evet, anlıyorum. Onun için ne yapılsa hakkıdır. Simdi tıpkı hasta bir çocuk
gibi bakılması gerekiyor. Atesi için söylediklerimi unutmayın. Ben saat onda
yine gelirim.”
Beyaz Dis'e özenle bakıldı. Yargıcın hastabakıcı tutma önerisine kızları
siddetle karsı çıktılar, bu görevi gönüllü olarak kendileri üstlenmislerdi.
Beyaz Dis doktorun onca umutsuzluguna karsın yine de kurtuldu.
Ama doktorun bu karamsarlıgını kınamak aslında hiç de dogru olmazdı. Çünkü
doktor ömrü boyunca uygarlıgın koynunda el bebek gül bebek büyümüs, yasama
dirençleri zayıflamıs kusaklardan gelen zayıf yapılı canlılara baktıgı için
olagandı bu. Beyaz Dis'e oranla bunlar yasama pamuk ipligiyle baglı zayıf
yaratıklardı. Oysaki Beyaz Dis ormandan gelmisti ve ormanda zayıflar erkenden
ölüp giderdi, zayıfları kolay kolay bagrına basmazdı orman. Anası, babası,
ataları, zayıflık nedir bilmemislerdi. O demir gibi dayanıklı saglıgını ve
ormanda yasama gücünü ana sütünden emmisti. ste bu nedenle varlıgının her
zerresiyle, tüm orman yaratıklarına özgü o her zamanki direngenlikle sıkı sıkıya
yapısmıstı yasama.
Beyaz Dis sargılar içinde haftalarca kalıp gibi yattı. Saatler boyunca uyudu ve
sayısız düsler gördü. Kuzey ülkesinin bitmez tükenmez görüntüleri gözlerinin
önünden birer birer geçip gidiyordu. Geçmisin anıları düslerinde yeniden
dirilmis, tüm benligini sarmıstı. Yine Kiche ile birlikte inlerindeydi, yine
baglılıgını bildirmek için Gri Kunduz'un dizleri dibine sokuldu ve bir kez daha,
canını kurtarmak için Lip-lip ile öfkeli köpek sürüsünün önü sıra var gücüyle
kostu.
Bir kez daha kıtlık sırasında ormanlarda uzun uzadıya av kovaladı. Kızaga
kosulmus köpeklerin basında giderken, Mit-sah ya da Gri Kunduz'un yelpaze gibi
açılan sürüyü bir araya getirip dar geçitlerden geçirmek için kırbaçlarını
saklatarak «Hoo! Hoo!» diye bagırıslarını isitir gibi oldu. Sonra, Güzel
Smith'in elinde geçirdigi cehennem günlerini ve yüzünün akıyla kazandıgı
dövüsleri yeniden yasadı. Böyle düsler görürken, uyku arasında inleyip
homurdanıyor, ona bakan evdekiler kötü bir düs gördügünü söylüyorlardı.
Gördügü düsler içinde özellikle bir tanesi karabasan gibi eziyordu onu. Çangul
çungul sesler çıkararak ilerleyen ve canavarı andıran elektrikli tramvaylar dev
vasaklar gibi çıglık çıglıga üstüne yürüyordu. Bir çalılıgın ardına sinip, minik
bir sincabın sıgındıgı agaçtan yere inmesini bekliyordu. Ama tam sincaba
saldıracagı sırada minik sincap bir anda koskocaman bir tramvaya dönüsüyor ve
olanca korkunçluguyla bir dag gibi üstüne yürüyüp dehsetli homurtularla ates
püskürüyordu. Yine, gökyüzünde dolasan atmacayı izledigi zaman da öyle oluyordu.
Atmaca asagı inip de tam üzerine gelecegi sırada birdenbire elektrikli bir
arabaya dönüyordu. Sonra Güzel Smith'in kafesinde buluyordu kendini, dısarda
biriken seyirci kalabalıgı az sonra dövüsün baslayacagını gösteriyordu. O zaman
düsmanının girecegi kapıya dikiyordu gözlerini. Ve kapı açılıyor yine o dev
araba paldır küldür içeri sürülüyordu. Bu karabasanı sayısız kez gördü ve her
seferinde aynı korkuyu duydu.
Derken en son sargı da açıldı, alçıları söküldü. Tüm Sierra Vista halkı basına
toplanmıs, bayram ediyordu. Efendisi kulaklarını kasırken Beyaz Dis sesin deki o
dokunaklı havayla sevgisini belirtiyordu. Efendisinin karısı ona bir ad
takmıstı: «Sevgili Kurt». Evdeki herkes bu adı sevinçle benimsemisti.
Beyaz Dis ayaga kalkmaya çalıstı, ama öylesine bitkin düsmüstü ki dizlerinin
bagı çözülüyor, bir türlü ayakta duramıyordu. Yatmaktan bütün kasları
gevsemisti. Gösterdigi bu zayıflıktan ötürü utanır gibiydi. Sanki kendisi
için uzun zamandır çırpınıp duran insanların yüzünü kara çıkarmıs gibi geldi
ona. Sonunda sallana yalpalana dogrulup dört ayak üzerine dikilmeyi
basarabildi.
Kadınlar koro halinde: «Sevgili Kurt!» diye bagırdılar. Bunun üzerine Yargıç
Scott utkun bir tavırla bagırdı;
•Nasılmıs, gördünüz ya siz de kabul ediyorsunuz. Ben her zaman demez miydim?
onun yaptıgını hiçbir köpek beceremez diye! Tam bir kurt o.” Karım «Sevgili
Kurt,» diye düzeltti.
«Evet, sevgili Kurt,» diye onayladı. «Bundan böyle ben de onu bu adla
çagıracagım.»
Doktor:
«Yürümeyi yeniden ögrenmek zorunda olduguna göre bir an önce baslasa fena
olmaz,» dedi. «Hadi bakalım, dısarı çıkartın onu.»
Beyaz Dis bir kral gibi ilerledi. Sierra Vista'dakilerin hepsi yanından
yöresinden onu izliyordu. Hayli bitkindi, çayıra gelince oracıga uzanıp bir
parça dinlendi.
Sonra kendini toplamaya basladı, kasları çalıstıkça gücünü yeniden kazanıyor,
kanı damarlarında daha hızlı akmaya baslıyordu. Az sonra basındaki kalabalıkla
birlikte ahırın yanına geldi. Collie kapının dibinde bir yere uzanmıs yatıyor,
çevresinde yarım düzine kadar yumuk yumuk köpek yavrusu günesin altında oynasıp
duruyordu.
Beyaz Dis saskın saskın baktı. Collie uyarırcasına hırlayınca fazla sokulmaya
kalkmadı. Efendisi yavrulardan birini ayagıyla dürterek ona dogru iteledi. Beyaz
Dis kuskuyla tüylerini kabarttı, ama efendisi tatlı tatlı mırıldanarak
yatıstırdı onu. O sırada kadınlardan biri tarafından sıkı sıkıya tutulan Collie,
Beyaz Dis'e dogru güvensizlikle hırlayarak gözdagı veriyordu.
Yavru köpek badi badi yürüyerek Beyaz Dis'in önünde durdu. Beyaz Dis kulaklarını
dikti, yavruyu dikkatle süzdü. Sonra burnunu yavrununkine dokundurdu; küçük,
sıcacık dilinin çenesine degdigini duydu. O da dilini uzattı ve bunu niye
yaptıgını bilmiyordu ama, yavrunun yüzünü yaladı.
Onları izleyenler arasında siddetli bir alkıs koptu, herkes gülüyor, neseyle
bagrısıyordu. Afallamıstı Beyaz Dis. Yeniden bitkince yere uzandı, kulaklarını
dikip basını yana çevirerek yavru köpege bakmaya basladı. Derken, Collie'nin
kaygılı bakısları altında öbür yavrular da badi badi yürüyerek yanına geldiler.
Beyaz Dis yavruların üstüne çıkmalarına, takla atıp oynasmalarına büyük bir
agırbaslılıkla göz yumdu. Basına toplanan insanların alkısları ve sevinç
çıglıkları karsısında o eski sıkılganlıgına kapılır gibi oldu. Ama köpek
yavruları orasına burasına hoplayıp zıplarken, bu sıkılganlıgı üzerinden attı ve
kısık, sabırlı gözlerle günesin altında kestirmeye basladı.
-SON

0



Ðåéòèíã ôîðóìîâ | Ñîçäàòü ôîðóì áåñïëàòíî