KÜL EŞEK

Ne varmış, ne yokmuş... Vakti zamanında bir köyde bir kocakarı varmış. Eskiden çıkrık eğirirler, iplik bükerlermiş, Bu kocakarı da kızları çağırmış?
“On tane kız gelsin bana iplik büksün.”
Neyse, kızlar iplik bükerlerken ne etmişlerse, hepsi yemin etmeğe başlamışlar: “Kardeşimin başı için.”, “Babamın başı için...”, kızlardan biri hiç sesini çıkarmamış, kocakarı ona sorunca:
“Beşik dananın hatırası için benim haberim yok.”
“Sen neden beşik danaya yemin ediyorsun? Senin yedi kardeşin var.”
“Ana ben görmemişim, benim haberim yok, öksüzüm. Yalnız evde oturuyorum, benim haberim yok nene.”
“Oğul, falan mağarada senin yedi kardeşin var ve daima av kuş edip yiyorlar. Onların da senden haberi yok.”
“E... Nasıl edeyim de gidiyim.”
“Gel sana külden bir eşek yapayım, daima “çö, de, çüş deme, çüş dedin mi hemen dağılır.”
Neyse, yapmış, binmiş, gitmiş.” Çö, çö, çö, derken unutmuş arada bir de çüş demiş, eşek, dağılmış. Geri dönmüş, kocakarı gelmiş:
“Oğul, ben sana demedim mi dağıtma?”
Kocakarı bir tane daha yapmış, bu sefer unutmamış aklına koymuş, gitmiş doğru mağaranın kapısına. Gitmiş bakmış ki orada bir kedi içerde ekmekleri yalıyor, her tarafı birbirine katıyor. Oturuyor bakıyor ki bir babayiğit bıyığını büktü geldi:
“Sen kimsin anam, neden geldin buraya”
“Ben senin bacınım, falan nene dedi ki, senin kardeşlerin var, ben de geldim. Benim babamın adı Hasan, anamın adı Fatma.”
“Sen niye demiyorsun ki bizim bacımızsın, bizden sonra olmuş, büyümüşsün, ah bacım, daha derdimiz ne? Kalk işimizi gör, öbür kardeşlerimiz de şimdi gelir.”
Neyse, akşam oluyor o altı kardeş de geliyor yedi kardeş, bu bacılarını seviyorlar, ne edeceklerini bilmiyorlar. O kedi kurtlanıyor: “Bu nasıl iştir? Akşamları gelip beni seviyorlardı, şimdi bacılarına bakıyorlar.”
Kardeşler, diyorlar ki:
“Bacı, sen gelmeden önce bu pisik bizim işimizi görüyordu, buna hiç darılma, ikiniz iyi geçinin, av etini getirelim yiyin için, oturun.”
O zamanda kibrit yokmuş, onun için ateşi söndüremezlermiş, bu kız ateşe hedik koyuyor, pisikle kız yukarı çıkıyorlar, güneşte oturuyorlar. Pisik aşağıya iniyor, suyu döküyor ateşi söndürüyor, sarı bir göz boncuğunu da ocağın bir tarafına koyuyor. Kız bacadan bağırıyor, ateş yanıyor, pisik nerede diye aşağıya iniyor, ne pisik var ne de ateş, ateş sönmüş: “Oy ne olacak kardeşlerim avdan gelerek acıdan ölecekler.”
Neyse, bakıyorlar ki bir yerde bulgur haşlıyorlar, ateşler yanıyor: “Gideyim, buradan bir ateş alayım.” diye oraya gidiyorlar. Bakıyorlar ki orada bir dev on iki tane de karısı var, dev karıları bulgur haşlıyorlar:
“Ne olur biraz ateş verir misiniz?”
“Valla dev gelir bizi öldürür, ama makasla ucundan biraz kesip verelim.”
Ateşin ucundan makasla kesip veriyorlar, bu kız çaputun arasına koyuyor, üfüre, üfüre koşa, koşa, ayağı da taşa değiyor, kanıyor, geliyor ateşi yakıyor, yemeğini pişiriyor. Akşam oluyor, kardeşleri geliyor, yemeği yiyorlar, Neyse devresi gün oluyor, dev:
“İnsanoğlunun kokusu burada, doğru söyleyin yoksa sizi parçalarım.”
“Dün bir kız geldi, biraz ateş istedi, makasla kestik verdi
“Nerede?”
Kızın parmağı kanamıştı ya, oradan izini götüre götüre mağaranın kapısına varıyor, kapı üstünden kilitli kız içeride iş görüyor, dev bağırıyor:
“Hu... Aç şu kapıyı seni yiyeceğim.”
“Aman dev dayı beni niye yiyeceksin, ben sana ne ettim?”
“Benim oraya insanoğlu basmamıştır, sen nasıl gelir de, ateş götürürsün, ya parmağını verirsin emeyim yahut seni yerim.”
Kız elini uzatıyor kapının deliğinden, parmağını o dev emiyor emiyor gidiyor. Devresi gün gene öyle, iki üç gün emince kanı gidiyor, ayakta duramıyor bu kere kardeşleri soruyorlar:
“Bacım niye öyle sarardın soldun?”
“Ne edeyim, kardeş, derdimi söylesem size zararı dokunacak, söylemesem olmaz, bir dev var on iki tane de karısı var, gittim ateş getirdim, şimdi her gün dev geliyor, ya parmağını verirsin emeyim yahut seni öldürürüm diye parmağımı emiyor.”
“Öyleyse biz onu kollayalım vuralım.”
Bunlar silahlarıyla bekliyorlar, dev kızın parmağını emmeye gelince onu öldürüyorlar. Bu kardeşler devin karılarını alıyorlar, mal da kalıyor, zengin oluyorlar. Bu kadınlar bu kızı istemiyorlar, aralarında konuşuyorlar:
“Bu nedir, biz bunu ne edelim?”
“Biz buna bir hile edelim.”
“Getirelim bu mumar, su ibriğine koyalım, biz su istedik mi tasla içelim, o isteyince ibrikle verelim ki mumar ağına aksın.”
Neyse kendileri su isteyince birbirlerine tasla veriyorlar, o zavallı isteyince ibrikle veriyorlar, kız diyor ki:
“Kıl gibi bir şey ağzıma aktı.”
“Kıl gitti zarar, bir şey olmaz”
Bu zavallı yavrunun gittikçe karnı büyür, gittikçe sararıyor, bu kadınlar iftiraya başlıyorlar, ağabeylerine:
“Bakın bu sizin bacınız doğru değil, sizin bacınız böyle.”
“Nasıl etsek bu bacımızı öldürsek mi? Bu emektardır.Bizim çok zahmetimizi çekti, götürelim bir dağa bırakalım nereye giderse gitsin.”
Büyük kardeş:
“Bacı, ben oduna gidiyorum sen de benimle gelir misin?”
“Peki, kardeş, ne edeyim”
Bir tuluk, bir de balta alıyor, dağın başına gidiyorlar. Büyük kardeş bacısına:
“Sen burada yat ben de ağaç keseyim” diyor. Tutuyor bu iki balta vuruyor, sonra tuluğu ağaca asıyor, rüzgâr estikçe tak, tuk, tak tuk sesler çıkıyor, kız da kardeşi ağaç kesiyor zannediyor. Sabahleyin kalkıyor ki ne kardeş ne kimse var, orada dağın tepesinde kalmış.” Oyy... Kardeş, ben sizin cefanızı çektim, siz de bana böyle mi ödediniz? Gidesin evlerin üst tarafına, ayağına yılan kemiği batsın, benim elim değemedikçe o yılan kemiği çıkmasın.” diye beddua ediyor. Neyse bu kız karnı şişmiş, hasta, sapsarı, aç perişan, oradan bir köye doğru gidiyor. Köyün üst tarafında bir çiftçi çift sürüyor, orada da bir çeşme varmış. Kız gidip o çeşmenin başında oturuyor ağlıyor ağlıyor, uykusu geliyor, yatıyor. Suyun içinde bir yılan kızın karnındakine diyor ki:
Gurr, gel hele soğuk sulara, çayır çimene.”
Öteki kızın ağzının içinden başını çıkarmış, diyor ki:
Gurr, gel ciğerlere böbreklere.”
Bu çiftçi gelip bakıyor ki, yılanlar konuşuyorlar, merhametli bir adammış, mendilini eline sarıyor yılanı boğazından tutup kızın ağzından çıkarıp atıyor.
Kızı da bu yana çekip soruyor:
“Sen kimsin anam?”
“Valla böyle böyle, ben ne bileyim.”
“Ağzından yılan çıktı, Kimsen var mı?
“Kimsem yok.”
Allah’ın emriyle bu kızı alıyor. Bir günün birinde kız bakıyor ki büyük kardeşi ayağını sarmış, iki koltuk değneğine yaslanmış, geçiyor, çağırıyor:
“ O nedir kardeş senin ayağın niye sarılı:
“Bilmiyorum bacım, bilmiyorum, benim bir bacım vardı, götürdüm dağda bırakım, dönerken bir çöğür ayağıma battı. Ne ettimse o çöğür çıkmadı. Ayağım böyle şişti kaldı. Doktorlara gidiyorum keselim diyorlar.”
“Hele getir, getir bir kere bakayım.”
“Bacım neçe doktorlar, baktı, neçe hekimler baktı, sen ne edeceksin?”
“Getir hele bakayım kardeş.”
Kardeşi ayağını uzatınca nasıl elini vuruyorsa, yılanın kemiğini çıkartıyor hemen.”
“Oh senin anana babana rahmet.”
“Seni de anana babana rahmet, ben senin bacınım, beni götürdün o dağda bıraktın, sizin karılarınız bana hainlik etti benim kocama da sor, yılanı ağzımdan o çıkarttı.”
İşte orada tamam oluyor, onlar da yiyorlar içiyorlar muratlarına geçiyorlar.