KORKAK ALİ (KELOĞLAN)    Derleyen: Veysel ARSEVEN

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde iken, her gün öküzleri gütmiye giden, Ali adında küçük bir çocuk varmış.
Ali çıkınını açıp azığını yediği sırada, onu daima kollayan bir tilki, bir kolayını bulur, Ali’nin azığından bir kısmını yer, sonra da karşısına geçer, yalanarak, onunla alay edermiş.
Kızarmış Ali buna, kovalarmış tilkiyi ama bir türlü yakalıyamazmış.
Bir gün yine ekmeğini yerken yere pekmezi dökülmüş, hemencecik bir sürü sinek üşüşü vermiş pekmezin üzerine.
Ali bunlara bakmış, bakmış, sonra bir el vurmada altmışını birden öldürüvermiş.
“Ben amma da yiğit kişiymişim ha..” demiş kendi kendine. “Bir vurmada, altmış aslan öldürdüm.”
Köye dönünce hemen demirciye gitmiş, bir kılıç dövdürmüş, üzerine de, “bir vurmada altmış aslan öldüren kahraman” diye yazdırmış.
Ali bu kılıcı beline takarak yola koyulmuş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, akşamüzeri yorgun argın bir ormana varmış.
Kılıcını bir dala astıktan sonra, derin bir uykuya dalmış.
O sırada ormanda dolaşan birkaç dev Ali’ye rastlamışlar. “Taze ve güzel bir yem” diye sevinmişler içten içe.
Fakat birde dalda asılı kılıçtaki yazıyı okuyunca ödleri patlamış korkudan. Ali’yi usulca uyandırmışlar ve kendilerine bir kötülük yapmaması için yalvarmışlar.
“Telaşlanmayın, benden size kötülük gelmez” der Ali. “Siz bana kötülük etmedikçe tabii.” Bunun üzerine devler Ali’yi kendilerine baş seçerler ve alıp ormandaki evlerine götürürler.
Devler kış hazırlığı için her gün ormandan birer ağaç söküp getirirlermiş.
Bir gün Ali’ye “hadi, bugünde sıra sende” demişler. “Öyle ise bana sağlam ve uzun bir urgan getirin, bir gidişte tüm ormanı söküp getireceğim,” der.
Devler, ormanlarının yok olacağından telaşlanırlar ve bin bir rica ile Ali’yi işten caydırırlar, onun yerine odunları gene kendileri taşırlar.
Ali de böylece odun taşımaktan kurtulur, foyası da meydana çıkmaz.
Devler ayrıca sabahları kuvvet denemesi yapar, kocaman kocaman taşları tâ uzaklara kadar fırlatırlarmış.
“Hadi başkan seninde kuvvetini görelim” derler devler bir gün Aliye.
Ali cebinden bir yumurta çıkartır, avucunda sıktığı gibi, sarısını akıtır.
“Ben taşlarla oynamam, böyle bir sıkışta onların suyunu akıtırım” diye böbürlenir.
Bunun üzerine devler, taş parçalarını avuçlarında sıkmıya çalışırlar ama bir türlü sularını akıtamazlar.
“Hakkın var başkan, senin gücün yerinde” derler, sıvışıp giderler.
Ali böylece, bu denemeden de kurtulur kurnazlığı ile.
Fakat günler geçtikçe, Ali’nin canı sıkılır bu tatsız yaşayıştan.
Eve dönmek ister. Kendisine bir topal dev yoldaşlık etmektedir. Yoruldukça devin sırtına binermiş.
Önceleri, öküzlerini otlattığı yere gelince, Ali’yi uzun zamandır göremiyen kurnaz tilki,
bu işe önce şaşar, fakat sonra kahkahayı basarak: “Vay canına, ekmeğini elinden kaptığım aptal Ali,
devin sırtına binmiş gidiyor” diye onunla alay eder. Ali öfke ile devin sırtından iner ve gülmekten gözleri yaşarmış tilkinin başını bir kılıçta gövdesinden ayırır.
Sonra topal deve dönerek: “öyle sarsak sarsak bakacağına, düş yola” diye bağırır.
Dev Ali’yi köyüne kadar taşır. Ali evinin damına çıkar ve yüksek sesle bağırır.
“Baba, getir senin şu uzun saplı kılıcını şu topal devin işini göreyim.”
Dev ölüm korkusu ile kamçıya başlar, fakat telaştan yolunu kesen dereye düşüp boğulur. Ali de böylece anasına, babasına yeniden kavuşur.