Şifalı Su …Keloğlan Masalları…

Bir varmış bir yokmuş. Köylerin birinde Keloğlan ile yaşlı anası varmış. Çok da fakir yaşantıları ile bü­yük sıkıntı içindeymişler ama gönülleri tok olduğu için huzurluymuşlar.
Aklı epey yavanmış Keloğlan’ın.
Bu yüzden annesinin verdiği işleri doğru dürüst göremez çoğunlukla unutur dolayısı ile de çok ağır sözler işitirmiş annesinden.
Bir zaman gelmiş ki artık evde yiyecek namına hiçbir şey kalmamış. Yaşlı kadın bir çare bir çare derken tavuklardan birini oğluna sattırmaya karar vermiş. Zaten topu topu üç tavukları varmış.
Anası şöyle demiş:
- Aslan Keloğlanım verdiğim her işi hemen unu­tan oğlanım al şu tavuğu da götür pazara satıver. Evde yiyecek hiçbir şeyimiz kalmadı. Yeteri kadar öte­beri al da gel.
Tavuğu alan Keloğlan şen şakrak bir yürüyüşle gitmiş pazara.
Birisi kendisi gibi tavuk satarmış. Birkaç tane de tavuğu varmış. Keloğlan’ın bir yere gitmesi gerekiyor­muş. Tek tavuğunu bu adama emanet etmiş:
- Tavukçu emmi benim işim çıktı. Az sonra döne­ceğim. Sakın ben gelmeden satma.
- Tamam diye söylenmiş adam yalnız çok bek­leme derim sana.
Aceleyle uzaklaşıp giden Keloğlan işini hemen görmüş ve tekrar tavuklarının bulunduğu yere gelmiş. Fakat birden bire şaşırmış. Çünkü ne tavukçu ne de tavuklardan hiçbir eser yokmuş.
Keloğlan anasına ne cevap vereceğini düşünme­ye başlamış. Neredeyse korkusundan eve gidemez­miş. Ama başka da yapacağı ne olsunmuş? Dönmüş evine eli bomboş olarak.
Tabii ne olmuş?

Anası bir güzel dayak atmış Kara günler sürüp gidermiş. Ama safmış ya bizim Keloğlan öyle dert edindiği yokmuş sefil sefil ya­şantılarını.

Yine anasından gelmiş şöyle bir öneri:
- Keloğlan sana iyi bir iş bulmamız gerekir. Bir komşumuzun tarlası çok fazla. Bir tanesini yancı ola­rak istesek çalışır mısın?
- Hay hay anacığım elimden geldiği kadar çalı­şırım.
Bunun üzerine tarla sahibi ile görüşmüş anası ve yancı olarak ekme iznini almış. Hemen oğluna vermiş azık torbasını doğru tarlaya göndermiş.
Günlerce çalışmış Keloğlan ve tarlayı bir. baştan bir başa sürmüş tarla sahibinin öküzleriyle. Buğdayı serpip üstünü topraklamış …
Gel zaman git zaman aylar dönmüş hasat zama­nı gelmiş. Yine tek başına kalmış kocaman tarlada. Terlere boğula boğula ekini biçmiş bir yere yığmış.
Akşam olmuş evine dönmüş Keloğlan:
- Ana demiş görevimi yaptım. Ekinleri biçtim bir kenara yığdım.
Sinirlenmiş anası:
- Ah oğlum sen de hiç akıl yok mu?
Keloğlan “Olmaz mı ana hem de çok…”
Anası “Oğlum nerede sende akıl hiç ekin biçilir de gece yüzü tarlada bırakılır mı?
- Niye ana?
- Oğlum saf oğlum çalarlar çalarlar …
Keloğlan kendi kel kafasına bir şaplak atmış:
- Eyvah hiç aklıma gelmedi. Hemen gidip alıp geleyim.Türkçenin Tarihi Orhun Abideleri Anlatım Bozuklukları Cümlenin Öğeleri Yazım ve Noktalama Türkoloji Makaleleri Edebiyat Nedir? Alfabelerimiz Atasözleri Bulmacalar Edebi Sanatlar Sınav Soruları Kpss Oks Öss Bunları Biliyor musunuz? Özlü Sözler Güzel Sözler Türkçe Edebiyat Masallar Destanlar Astroloji Roman Özetleri
- Hey Allah’ım. Oğlum gece şimdi gece. Ekin getirilmez bu karanlıkta yarın sabah gün doğmadan gidersin.”
Sabah olur olmaz daha gün doğmadan buğday tarlasına giden Keloğlan gördüğü durum karşısında çok üzülmüş. Çünkü ekinler olduğu gibi götürülmüş. Neşesi kaçmış türkü bile söylemekten vazgeçmiş… Köyün içine girmiş herkesin kapı önlerini tek tek ba­kıp kontrol etmiş.
Birkaç kadın Keloğlan’ın ne aradığını sormuşlar o da “ekinlerimi tarladan çalmışlar ben de bakıyo­rum” diye konuşmuş.
Kadınlardan biri “Sen ne abuk sabuk bir oğlansın utanmıyor mu­sun bizi hırsızlıkla suçlamaya” diye bağırmış..
Keloğlan “Hem suçlu hem güçlüsünüz. Ekinimi çalanları biliyorsanız söyleyin. Bilmiyorsanız susun bari” diye çıkışmış.
Bunun üzerine kadınlar ellerine geçirdikleri sopalarla Keloğlan’a başlamışlar dayak atmaya. Keline keline vurmuş­lar Keloğlan’ın. Sonra da öldü diye bırakmışlar. Bir zaman sonra ken­dine gelen Keloğlan üstünü başını silke silke hem yürü­müş hem ağlamış. En çok da anasından korkarmış.
Bir ihtiyar çıkmış karşısına. Bembeyaz sakalları varmış. Bir süre merhametli bakışlarla Keloğlan’ı süz­müş sonra şöyle söylemiş:
- A benim toy çocuğum nedir derdin? Yara bere olmuş her tarafın. Anlatıver hele güzel oğlan…
Zaten içini dökmek isteyen Keloğlan bu fırsatı değerlendirmiş:
- Halim çok kötü Nur Dede annem beni bekler evde hiçbir şey kalmadı elde. Şansım iyi gitmiyor. Pazara tavuk götürüyorum çalıyorlar ekin biçiyo­rum aşırıyorlar şaşırdım kaldım.
Nur yüzlü ihtiyar şöyle konuşmuş “Bundan sonra şunu yapacaksın toy oğlan. İki tavuğunuzdan beyaz başlı olana ayda bir kere ‘Beyaz başlı tavuk altın yumurtla artık’ de. Yalnız bu sırrı kimseye söyleme bir de anan bilsin.”
Teşekkür etmiş ve evine gitmiş Keloğlan.
Anasını daha kim durdurur kim sakinleştirebilir? Küplere binen kadın “Vah benim aptal oğlum vah… Sen hiç akıllan­mayacak mısın “ demiş.
Eline geçirdiği bir odunla Keloğlan’ı kovalamaya başlamış Keloğlan kaçmış anası kovalamış evin etrafını tama­men dönmüşler. Çok yorulmuş anası ve soluksuz düş­müş evin kapısına.
Keloğlan bir yandan da şöyle konuşurmuş “Vurup durma bana ana yakında altın verece­ğim sana şimdi inanmayacaksın belki de lakin göre­ceksin gelecek ay geldiğinde”…
Bu sözler kadını hiç tatmin etmemiş: “Hadi oradan beni bir de kandırmaya utanmıyor musun?”
Keloğlan ne dediyse de inandıramamış. Nur yüz­lü ihtiyarla olan konuşmasını da anlatmış ama anası “Bu bir masal” demiş. Neyse ağzım burnum derken gelecek ay olmuş.
Keloğlan’ın neşesi yerine gelmiş. Kümesin önüne var­mış beyaz başı tavuğu yakalamış. “Beyaz başlı tavuk altın yumurtla artık” demiş. Beyaz başlı tavuk birkaç kere gıdaklamış ve on altın yumurtlamış. Anasının gözleri fal taşı gibi açılmış rüyalarda gezindiğini sanmış. Hep saflığından dolayı işleri iyi göremeyen Keloğlan’ı alıp kollarının arasına öpüp sevmiş sonra da şöyle demiş:
“Oy anasının akıllı oğlancığı öpsün seni anacı­ğın. Artık fakirlik bitti. Yalnız bunu kimseye söyleme boş boğazlık etme”.
Sonra pazara koşmuş Keloğlan istediği kadar yiyecek alıp dönmüş köyüne. Bir sonraki ay gelmiş. Beyaz başlı tavuk yine on altın yumurtlamış. Böy­le birkaç sene bolluk içinde yaşamışlar. Köyde İskender adında bir adam varmış. Çeke­mezin hasedin tekiymiş. Her nasılsa beyaz başlı tavu­ğun ayda bir kere altın yumurtladığını öğrenmiş.
Birçok yöntem denemiş utanmamış sıkıIma­mış tavuğu aşırmak için çok uğraşmış Fakat becere­memiş. Ya tavuk gıdaklamış ya kocakarı birdenbire evin önüne çıkmış veya Keloğlanla karşılaşmış… Ol­mamış işte. Düşünmüş taşınmış Keloğlan’ı kandırmaya karar vermiş. Günlerce Keloğlan’ı takip etmiş en uygun yerde yakalamış:
“Keloğlan sana bir şey söylemek istiyorum” de­miş.
“Allah Allah demiş Keloğlan senin benimle ne işin ola ki İskender Emmi hayrola”…
“Bir tavuğa ihtiyacım var” diye belirtmiş isteğini. Keloğlan’ın çok tuhafına gitmiş gülmüş de. “Memlekette tavuk mu kalmadı emmi var git işi­ne hele” diyerek bir de çıkışmış adama Keloğlan. Hemen ne cevap vereceğini düşünmüş İskender. Bulmuş da:
- Beyaz başlı tavuklara bayılırım. O da sadece sende var.
“Yani benim beyaz başlı tavuğumu mu istiyorsun?”
İskender “Bedava istemiyorum alacaksın paranı vere­ceksin beyaz başlı tavuğumu” demiş.
“Bende satılık tavuk yok” diye direnmiş Keloğlan. “Çok büyük para vereceğim Keloğlan. Ananla yıllarca bolluk içinde yaşayacağınız kadar büyük pa­ra. Hadi yeter artık daha da naz etme kelini öpe­yim gözünü seveyim beyaz başlı tavuğu göreyim” diye diretmiş İskender.
Fakat Keloğlan’ın hoşuna gitmiş çok para lafı. Bayağı meraklanmış hem de sormuş “Para çok para dediğin ne kadar İskender Emmi? Uzatmayalım pazarlık yapmışlar bir tavuk fiyatı­nın 400 katı para karşılığı Keloğlan beyaz başlı ta­vuğu anasından gizli olarak adama vermiş. Birkaç gündür beyaz başlı tavuğu göremeyen Ke­loğlan’ın anası feryadı basmış. Oraya bakmış bula­mamış buraya bakmış görememiş siniri tepesine çık­mış.
“Ah Keloğlan vah Keloğlan kara günler kapıda oğlan beyaz başlı tavuk nerede? Acaba tilki mi kapıp götürdü? Keloğlan gerçeği söylemiş. “Oldu bir kere ana” demiş. Sattım bir kere. Hem de 400 tavuk parası aldım. Belini tuta tuta bir sopa kapmış yaşlı kadın Keloğlan’ın peşine düşmüş. Ahıra girmiş Keloğlan ardın­dan anası. Dört dönmüşler. Kadının feri kesilmiş so­payı bırakmış. Olduğu yere devrilmiş. Keloğlan anasına çok acımış İskender Emmisine gıcık kapmış o hırsla evden kaçmış gide gide köy dışına çıkmış. içli içli ağlamış… Derken Nur Dede karşısına çıkmış.
“Ah toy evladım ne var yine? Nedendir böyle iç­li içli dertlenişin? Dök derdini bana bir çözüm bula­yım sana”.
Dökmüş içini Nur Dede’ye “Şansım bir türlü yüzüme gülmüyor Nur Dede. Anam ağlıyor evde bakamaz oldum yüzüne. Kendi­me değil yaşlı anama acıyorum yaptım bir kere ha­ta binip gideceğim buralardan yağız bir ata”. Çok acımış Keloğlan’a Nur Dede. “Anan için bir yol daha göstereceğim sana. Sizin evin aşağısında bir su gözesi var. Çok şifaIı bir sudur haberin ola. İnce (verem) ve taun (veba) hastalığına çok iyi ge­lir. Su satarak anana bakarsın. Yalnız bu kere akıllı ol kimseye bahsetme.”
Böyle demiş adam ve bir anda kaybolmuş. Keloğlan koşa koşa eve gelmiş. “Ana kurban ana bir müjdem var sana. Oralı olmamış anası.
“Yine canımı sıkma be Keloğlan. Senin müjden­den ne olur? Bu saflık sende olduktan sonra ne desen boş …
Keloğlan “Öyle deme ana bu sefer kimseye söylemeyece­ğim” demiş. Anası “Neymiş? Hadi gevezelik etme de söyle şu müj­de dediğin şeyi”.
Başlamış anlatmaya oğlu. “Bizim şu aşağıda bir su gözesi var ya ana işte o su çok şifalıymış ince hastalık ve tauna iyi gelirmiş. Kova kova satacağım evimizi istediğin yiyeceklerle do/duracağım.
Kadının hoşuna gitmiş:
“Bu kere olsun ağzını sıkı tut. Hadi bekleme ilk siftahını bu gün yap. eşeği ahırdan çıkar güğümleri doldur kovalarla pazarda sat.
Keloğlan eşeğinin yuları elinde inmiş suyun gö­züne. Kapları doldurmuş yürümüş gitmiş pazara. Herkes kendisine gülermiş. “Bu aptal çocuğun yapma­dığı iş bir bu kaldıydı” demişler. Keloğlan tellal gibi başlamış bağırmaya: “Duyduk duymadık demeyin Keloğlan suyunu deneyin toundan inceden kurtulun!”
Halk bir anda başına toplanmış. Biri sataşmış “Kimi kandırıyorsun sen? Hiç su satılır mı? Nerede görülmüş bu?”
Keloğlan adamı duymamış bile ilan etmeye de­vam etmiş. Kasaba’nın Kadısı oradan geçermiş Keloğlan’ın nidasını duyunca yanına yaklaşıp demiş ki “Halkı kandırmaktan dolayı seni cezalandırırım Keloğlan. Hadi pılını pırtını topla ve köyüne dön. Keloğlan “Denemesi bedava Kadı Efendi” demiş. “İstersen bir tas iç”.
Ahalinin gözleri ikisinin de üzerindeymiş. Baka­lım bu işin sonu nereye varacakmış?
Kadı: “Yok yahu” demiş “önce sen iç bakalım hem ben göreyim hem de ahali. Ne bilelim belki zehirli su sa­tacaksın. Hadi dikle tası kafana”.
Kadı madı dinlememiş Keloğlan patavatsızca karşılık vermiş. “Oldu mu Kadı Efendi. Biz insanları kandıracak kadar kötü müyüz? Hem ben ne inceden ne de taundan şikayetçi­yim. Ne diye içeyim ki?”.
Herkes kıkır kıkır gülerken Kadının tepesi atmış “Böyle ağzına geldiği gibi konuşma Keloğlan. Bana edebinle konuş. Kim söyledi sana bu suyun şifalı olduğunu? Kendin hekim misin? Aklın bu işlere er­mez senin. Bu insanların sağlığı da benden sorulur”.
Sonra seni hapse atarım bak.
Saf oğlanın saflığı gitmiş aksiliği gelmiş üstüne. “Peki sen doktor musun Kadı Efendi” diye söy­lenmeye devam etmiş. “Nereden biliyorsun bu suyun hastalıklara iyi gelmediğini. iftira atma bana beddua ederim sana”.
Kadı kadılığını gösterip demiş ki “Bu dediğin doğrudur. Öyle ya ben hekim değilim. En iyisi ince veya taundan mustarip birini bulup ona içirelim suyu.”
Olacak ya hemen bir ince (verem) hastası öne çıkmış. “Verin bana bir tas su” demiş. “Verin de içeyim”.
Ölmüş koyun kurttan korkar mı? Ahali daha bir merak girdabına girmiş. Hasta olan bir kadınmış. Bir de yalvarmış. Keloğlan bir tas suyu içirmiş kadına. Bir dikleyişte suyu içmiş. Birdenbire öyle bir iştaha gelmiş ki he­men bir şeyler yemek istemiş. Bu nedenle şöyle ko­nuşmuş: “Bana somun somun ekmek getirin. Karnım aç çok aç. Hepsini yiyeceğim hepsini”.
Biri koşmuş fırına bir çuval dolusu somun ekmek alıp hemen dönmüş hasta kadın bir anda dört somu­nu yemiş. Bir tas su daha içmiş dört somun daha in­dirmiş midesine.
Bir anda kadının yüzü canlanmış sanki verem­den eser kalmamış. Herkes Keloğlan’a hayran hay­ran bakarmış. Şöyle şeyler konuşurlarmış:
“Ummadığın taş baş yarar. Keloğlanı gördünüz mü? Meğer ne marifetleri varmış. Yaşlı bir kadının kel kafalı oğlu deyip gülerdik ama meğer neymiş be”.
Ahali şimdi Kadı’nın ne diyeceğini merak eder­miş. Gayet memnun ve rahat bir sesle: “Seni hepimiz adına kutluyoruz Keloğlan” demiş Kadı. “Büyük bir hizmet yapacaksın artık. Bütün mem­leketlerde nam yapacaksın. Hem bütün bunlardan başka büyük sevap alacaksın. Bütün ahali senden su alabilir. Hadi kolay gelsin” demiş ve gitmiş.
Suyun tamamını satan Keloğlan eşeğini yiyecek­lerle yüklemiş dönmüş köyüne. Yolda pek neşeli oldu­ğunu gören köylüler takılmışlar. “Hayrola Keloğlan. Suyu ne yaptın? Keloğlan “Döktüm” demiş “kızdım döktüm”.
Fakat eşeğin sırtında bir sürü yiyecek olduğu için birisi ciddi ciddi öğrenmek istemiş gerçeği ve sormuş: “Bizimle kafa bulma Keloğlan peki bunca yiye­ceği neyle aldın?”
“Şimdi ben ne söylesem bana inanmayacaksınız. Ne diye konuşayım?”
“Yahu ağzın mı eskir söylesen” demiş bir baş­kası. “Gidin pazara görürsünüz satmış mıyım satma­mış mıyım suyu” dedikten sonra türkü çağıra çağıra devam etmiş yoluna.
Annesi suyu satıp bir eşek yükü yiyecekle gelen oğlunu görünce mutluluk gözyaşları dökmüş. Düş gördüğünü sanmış. Oğluna sarılıp öpüp koklamış. Dualar etmiş. Günlerden beri ocakta yemek pişmezmiş. Bu yüz­den pek kederliymiş kadıncağız. Hemen hasta haline bile aldırmadan yemek pişirmiş. Böyle bir zamanlar geçmiş aradan. Kıskanç ve ahlaksız adam İskender bu kez şifalı suya dikmiş gözünü. Keloğlan’ı yalnız bir yerde dur­durup “Suyu bana satar mısın” diye sormuş. Fakat bu sefer anasının da Nur Dede’nin de söz­lerini unutmamış Keloğlan. içten pazarlıklı olarak şöy­le cevap vermiş: “Bu kereki pazarlığımız kolay olmayacak ama anlaşabilirsek suyu satmayı düşünebilirim”.
Keyifli bir kahkaha patlatmış İskender. İnanama­mış duyduklarına. Şöyle demiş: “Hey be Keloğlan aslansın sen dünyalarda bir tanesin. Borcumu söyle anlaşmayı yapalım”.
Keloğlan ciddi ciddi demiş ki “iki deve yükü altın getir suyu gözesiyle kayna­ğıyla birlikte al”.
İskender şok olmuş sanki gözleri donmuş. Ağzını burnunu eğip bükmüş: “Bana bak” diye bağırmış Keloğlan’a. “O ka­dar altını ben değil padişahlar bile zor bulur.”
“Sen bilirsin öyleyse İskender Emmi. Madem pa­ran yok öyleyse tabanları yağla da çek git” diye sanki dalgasını geçmiş Keloğlan.
Sinirinden deliye dönen İskender: “Ben sana gösteririm” deyip uzaklaşmış. Aynını anlatmış anasına Keloğlan. Yaşlı kadın İskender’i çok iyi tanırmış. Bundan sonra su gözesini her akşam beklemesini tembihle­miş oğluna.
O günden sonra Keloğlan her gece suyun göze­sini beklemeye başlamış. İlk zamanlar kimseler gelip gitmemiş. Ama bir akşam İskender usul usul suyun gözesi­ne doğru yaklaşırken Keloğlan dikkatle kendisine ba­karmış. Hemen tanımış tabii Keloğlan bu kıskanç ada­mı. Şimdilik dokunmamayı yeğlemiş. Belki bir iki kez gelir su alıp gider ve bir daha da gelmek istemez di­ye düşünmüş.
Hakikaten İskender yanında getirdiği su kapları­nı doldurmuş bir tas su içmiş ve geldiği gibi sessizce dönüp gitmiş …
Anası ikide bir herhangi bir durum bir tehlike olup olmadığını sorunca “Ben varken evvel Allah kimse yanaşamaz şifa­lı suya ana” der kahramanlık edalarına bürünürmüş ama artık bundan sonra böyle demesi pek mümkün olmamış.
Çünkü İskender bir hainlik daha yapmış. Rengi öteki normal sulara benzemediği için şifalı sudan doldurduğu kapların içine bayıltan otunun to­humundan atmış.
Köyün kapılarını tek tek dolaşarak suyun çok kö­tü olduğunu içildiğinde bayılttığını ve bir hafta bo­yunca tesirinin geçmediğini söylemiş. Bir de yanında taşıdığı o şifalı suyu göstererek “İşte insanlara şifalı diye sattığı suyun aslı. Var­sa cesareti olan buyursun içsin” diyerek ne kadar doğru söylediğini güya ortaya koymuş.
Kim cesaret edebilir ki böyle bayıltıcı bir tesiri ol­duğu söylenen suyu içmeye? Hileci İskender bir taktik daha bulmuş. Hemen bir köpek bulup getirmiş. Suyu içen köpek saniyesinde bayılıp devrilmiş. Bunu gören köylüler insanlara büyük bir iyilik yapmış olmak için çıkmışlar civar mahalle ve köylere tek tek uyarmışlar insanları. “Keloğlan’ın sattığı suyu sakın içmeyin. Yoksa bayılırsınız. Bir hafta kendinize gelemezsiniz belki de ölürsünüz. Aman ha dostlar köylüler aman”.
Oldukça kurnaz olan İskender bununla da kalma­mış gitmiş şifalı sudan epey almış ve halka şunu ilan etmiş: “Ey ahali! Duyduk duymadık demeyin İskender suyu için. Şi­fayı görün”.
Halk yine şüphe içindeymiş.
Bunu gören İskender şişine şişine kendisinden ga­yet emin bir vaziyette bir kova suyu o kocaman mide­sine akıtmış.
Tabii halk daha durur mu? Kovalarla kazanlarla su almışlar İskender’den. Bizim saf Keloğlan ise kalakalmış orta yerde. Kimseye laf anlatamamış.
Anası: “Bundan sonra daha dikkatli ol oğlum nasıl oluyor da sen bu adamı göremiyorsun aklım almıyor. Ah gençliğim olaydı da o İskender denen kurnaz til­kiyi tepeleyeydim” diyerek üzüntüsünü belirtmiş.
Olaya çok sinirlenen Keloğlan bu adama hak et­tiği dersi vermenin zamanı geldiğine inanmış ve bir yol yöntem aramış.
Hırsından deliye dönmüş.
Nihayet kurnazca bir plan gelmiş aklına ve he­men uygulamış. Başka bir yerden aldığı birkaç kova suyun içine zehir koyan Keloğlan şifalı suyun yanına koymuş kovaları. Şifalı suyun ağzını da kocaman bir taşla örtmüş ve yakınlarda bir yere gizlenmiş.
Az sonra İskender gelmiş. Birden şaşırmış üzülüp de kahrolmuş. Zaten çok susamışmış. Hemen kovalardan birini ağzına diklemiş. içmiş epey. Ama bir şeyler olmuş ve yere yıkılmış. Bir daha da kalkamamış.
Keloğlan adamın ölüp ölmediğini adamakıllı an­lamak için gelmiş başucuna bakmış ki ölüp gitmiş. “Oooh demiş hak ettiğin cezayı buldun “.
Keyifli keyifli evine dönmüş. Anası sormuş: “Niye hemen geldin Keloğlan?”
“İşini bitirdim ana” diye konuşmuş Keloğlan.
“Kimin işini Keloğlan sen nelerden söz ediyorsun?”
“O alçak adam kendi tuzağına kendi düştü ze­hirli sudan içti ana”.
“Hemen saklan oğlum” demiş anası “seni gelip bulurlar sonra”.
Keloğlan: “Kim bilecek ana” demiş “boş ver sen nasıl olsa benim suyumun zehirli olduğunu söylemiyor muydu? Kör mü gözü içmeseymiş der insanlar …
Neyse…
Kara haber yerde durmazmış.
İskender’in Keloğlan Suyu içerek zehirlenip öldü­ğü haberi bütün civar köylerde ve kasabada duyul­muş. Bütün halk şaşırmış “ucuz kurtulduk” diye söylenmiş herkes. Bu olay Kadı’ya kadar ulaşmış. Zaten bir sürü şikayet gelmiş. Hemen tutup sorgusuz sualsiz hapse atmış Keloğ­lan’ı.
Dünyadaki tek varlığı Keloğlan’ının hapse atılma­sından sonra hayli üzülen yaşlı kadın işin peşini bı­rakmamış. Öyle etmiş böyle yapmış çıkmış Kadı’nın huzuruna. Ama büyük bir azar işitmiş Kadı’dan:
“Hem suçlu hem güçlü pozu yapma be kadın bana. Senin oğlun katil katil. İdamı gerekir ama yaşı kurtarmıyor. Hadi çekil git mahkemeyi de boşu boşu­na işgal etme”.
Kadın oturmuş olduğu yere başlamış hüngür hüngür ağlamaya.
Kadı başına bir iş olmaktan korkmuş:
“Söyle diye bağırmış söyle be ihtiyar kadın ne söyleyeceksen”.
Haklı olduğundan adı kadar emin bulunan kadın­cağız şunları söylemiş: “Suçsuz benim oğlum karıncayı bile öldüremez o. Çıkart ne olur Kadı Efendi oğlumu hapisten yoksa atarım kendimi şu merdivenden …
Öfkesi katlanmış Kadı’nın:” Be hey kadın! Suçu sabittir Keloğlanın. Cezası hapistir zehirli su satanın. Var git işine”.
Kadın kararlı kararlı söylenmiş: “İsterseniz suyu kontrol ettirin Kadı Efendi. Ben ve oğlum her gün o sudan içtik niye zehirlenmedik. Yalan mı söylüyorum sana? Hadi artık acı bana yol ver çıksın Keloğlan’a”.
Kadı kadının bu sözlerinden sonra biraz düşün­müş:
“Akla uygundur bu dediğin ihtiyar kadın. Suyu kontrol ettireceğim. Eğer zehirli çıkarsa oğlunu idam ettireceğim gibi seni de zindanlarda çürüteceğim haberin olsun”.
Yaşlı kadın: “Boynum kıldan incedir Kadı Efendi” diye konuş­muş.
Kadı hemen bir su uzmanı bulmuş suyu yerinde kontrol ettirmiş.
Uzman: “Kadı Efendi demiş su gayet sağlıklı ve hem de şifalıdır. Kim söylemişse yalan söylemiştir raporu bu­dur”.
Kadı daha fazla ve daha derin bir araştırma yap­madan Keloğlan’ı hapse attığı için çok üzülmüş. Bir emirle Keloğlan’ı hapisten salıvermiş. Bir de tellal çıkartıp bağırttırmış: “Ey ahali duyduk duymadık demeyin Keloğlan hapisten çıkarılmıştır. Suyunun sağlıklı. ve dahi şifalı olduğu anlaşılmıştır. Veremliler vebalılar koşun Ke­loğlan’ın şifalı suyunu bulun!”
Bu haber üzerine çok mutlu olan anası sevinç gözyaşları dökmüş. Allah’a bu beladan kurtardığı için şükürler etmiş.
O günden sonra Keloğlan’ın müşterisi o kadar ço­ğalmış ki paraları ne yapacaklarını şaşırmış.
Artık parası olmayanlara bedava su dağıtmaya başlamış. Böylece hak yerini bulmuş. Keloğlan ile anası çok mutlu olmuş ve bolluk bir hayat sürmüş.
Darısı mı? isteyenlerin başına.