Altın Tas (золотая миска)
Keloğlan'ın ak saçlı anası, o beş kuruşu bulmasa (если бы седовласая мать Кельоглана эти пять курушей не нашла) bunların hiçbiri olmayacaktı (ничего бы этого не произошло). Rahatlan, uykuları kaçmayacaktı (покой и сон не потеряли бы), birbirlerine girmeyeceklerdi böyle (не запутались бы так; birbirine girmek — запутаться; girmek — входить)! Ama yoksul bir insan (но разве бедный человек), yerde parıl parıl bir beş kuruş görür de (на земле блестящие пять курушей увидя) almadan edebilir miydi (не поднять их сможет)? Hem sonra, nereden bileceklerdi (ну и потом, откуда они могли знать)?
Keloğlan'ın ak saçlı anası, o beş kuruşu bulmasa bunların hiçbiri olmayacaktı. Rahatlan, uykuları kaçmayacaktı, birbirlerine girmeyeceklerdi böyle! Ama yoksul bir insan, yerde parıl parıl bir beş kuruş görür de almadan edebilir miydi? Hem sonra, nereden bileceklerdi?
Yaşlı kadın beş kuruşu bulup getirince (когда старуха пять курушей нашла и принесла), Keloğlan anlatılmayacak kadar sevinmiş (Кельоглан неописуемо обрадовался), havalara sıçramıştı («в воздух» подпрыгнул). O kadar yaşlı olmasa (если бы она не была такой старой), anası da sıçrayacaktı (и мать его попрыгала бы), o da öylesine sevinçliydi (так она была рада), ama sevinçleri uzun sürmedi (но радость их не долго длилась). Bu parayı ne yapacaklarını düşünmeye başladıkları zaman (с этими деньгами, что им делать, раздумывать когда начали), hemen anlaşmazlık baş gösterdi (сразу же ссориться начали: «недопонимание голову показало = появилось»). Sürü sürü şeyler düşünüyorlar (о разных вещах думают), hiçbirinde karar kılamıyorlardı (и никакого решения принять не могут). Uyuşamıyorlardı (заснуть не могут), istekleri birbirini tutmuyordu (желания друг друга им не нравятся). İkisi de açtı (оба голодные), kaç saattir bir şeycikler yememişlerdi (уже сколько часов ничего не ели), ama şöyle sıcak mı sıcak, yumuşak mı yumuşak bir ekmek alıp (но такого теплого-претеплого, мягкого-премягкого хлеба купить) karınlarını doyurarak (досыта наесться: «наполнить желудки») rahat bir uyku kestirmeyi (и спокойно заснуть) akıllarından bile geçirmiyorlardı (на ум им даже не пришло).
Yaşlı kadın beş kuruşu bulup getirince, Keloğlan anlatılmayacak kadar sevinmiş, havalara sıçramıştı. O kadar yaşlı olmasa, anası da sıçrayacaktı, o da öylesine sevinçliydi, ama sevinçleri uzun sürmedi. Bu parayı ne yapacaklarını düşünmeye başladıkları zaman, hemen anlaşmazlık baş gösterdi. Sürü sürü şeyler düşünüyorlar, hiçbirinde karar kılamıyorlardı. Uyuşamıyorlardı, istekleri birbirini tutmuyordu. İkisi de açtı, kaç saattir bir şeycikler yememişlerdi, ama şöyle sıcak mı sıcak, yumuşak mı yumuşak bir ekmek alıp karınlarını doyurarak rahat bir uyku kestirmeyi akıllarından bile geçirmiyorlardı.
Açlıklarını susturmak, rahat bir uyku kestirmek şöyle dursun (куда там голод утолить и спокойно заснуть), büsbütün kaçırıyorlardı uykularını (про сон и думать забыли), açlığa da kulak asmıyorlardı (на голод внимание не обращают: bir şeye kulak asmak — обращать внимание на что-то). Bir beş kuruşun üstüne (на пяти курушах) fildişi saraylar gibi düşler kuruyorlardı (подобные замкам из слоновой кости мечты строили; fil — слон; diş — зуб). Keloğlan bir at almak istiyordu (Кельоглан коня хотел купить). Yaşlı kadın bu düşüncede değildi (старуха так не думала). "Eşek alalım daha iyi, ben ata binemem!" diyordu (осла давай купим, лучше будет, я на коня не залезу, говорила). Keloğlan, buna da razıydı (Кельоглан на это согласился), ama eşek erkek olsun istiyordu (но пусть этот осел будет самцом), çalgıya düşkün bir çocuktu (музыку любящим парнем он был): "Hiç değilse (по крайней мере) arada bir anırır (иногда хоть заревет) da kulaklarımızın pasını giderir (наших ушей ржавчина сойдет = уши нам прочистит)," diye söyleniyordu. Anası çok kızıyordu bu düşünceye (мать его очень рассердилась на такие мысли), küplere biniyordu (в ярость пришла): "Öyle şey olmaz!" diyordu (такого не будет, сказала).
Açlıklarını susturmak, rahat bir uyku kestirmek şöyle dursun, büsbütün kaçırıyorlardı uykularını, açlığa da kulak asmıyorlardı. Bir beş kuruşun üstüne fildişi saraylar gibi düşler kuruyorlardı. Keloğlan bir at almak istiyordu. Yaşlı kadın bu düşüncede değildi. "Eşek alalım daha iyi, ben ata binemem!" diyordu. Keloğlan, buna da razıydı, ama eşek erkek olsun istiyordu, çalgıya düşkün bir çocuktu: "Hiç değilse arada bir anırır da kulaklarımızın pasını giderir," diye söyleniyordu. Anası çok kızıyordu bu düşünceye, küplere biniyordu: "Öyle şey olmaz!" diyordu.
"Dişi eşek alırsak yavrular (если купим ослицу; dişi — самка, она даст потомство). Yavrusu büyür (потомство вырастет), o da yavrular (и тоже даст потомство), onun yavrusu (то потомство), bunun yavrusu (это потомство), ötekinin yavrusu (следующее потомство), berikinin yavrusu (еще несколько потомств), yavrusunun yavrusu (потомство потомства), derken zengin olup çıkarız (глядишь, и разбогатеем)," diyordu. Keloğlan da bu düşünceyi beğenmiyordu (Кельоглану эти мысли не понравились), çalgıya düşkün bir çocuktu (музыку любящим парнем он был). "En iyisi bir kaval alalım (лучше всего давай купим свирель), ben çalarım, sen dinlersin (я буду играть, а ты слушать)!" diyordu. Yaşlı kadın çok güzel bir çiftlik almayı düşünüyordu (старуха же хороший земельный надел купить думала) Beş kuruşla ne bir eşek ne bir ev ne de bir çiftlik alınabileceğini (а о том, что на пять курушей ни осла, ни дом, ни земельный надел не купишь) belki şöyle doğru dürüst bir kaval bile alınamayacağını düşünmüyorlardı (да, может быть, честно говоря, и свирель даже не купишь, не думали). Düşünmemekte de haklıydılar (но не думать имели право). Geceydi (была ночь), gökte yıldızlar vardı (на небе звезды были), ay pırıl pırıldı (луна сияла). Gece oldu mu (ночь наступила), gökte yıldızlar göz kırpıp da ay parladı mı (на небе звезды мигали и месяц сиял), kimi insanlar bütün gerçekleri unutur (некоторые люди, все действительное забыв), uyanık düşler görürlerdi (наяву грезили: «бодрствуя, сны видели»). Bu yoksul insanlar da öyleydiler (эти бедные люди тоже были из таких).
"Dişi eşek alırsak yavrular. Yavrusu büyür, o da yavrular, onun yavrusu, bunun yavrusu, ötekinin yavrusu, berikinin yavrusu, yavrusunun yavrusu, derken zengin olup çıkarız," diyordu. Keloğlan da bu düşünceyi beğenmiyordu, çalgıya düşkün bir çocuktu. "En iyisi bir kaval alalım, ben çalarım, sen dinlersin!" diyordu. Yaşlı kadın çok güzel bir çiftlik almayı düşünüyordu. Beş kuruşla ne bir eşek ne bir ev ne de bir çiftlik alınabileceğini, belki şöyle doğru dürüst bir kaval bile alınamayacağını düşünmüyorlardı. Düşünmemekte de haklıydılar. Geceydi, gökte yıldızlar vardı, ay pırıl pırıldı. Gece oldu mu, gökte yıldızlar göz kırpıp da ay parladı mı, kimi insanlar bütün gerçekleri unutur, uyanık düşler görürlerdi. Bu yoksul insanlar da öyleydiler.
Ama sabah olup güneş doğunca (но, когда утро наступило и солнце взошло), gece düşündükleri şeyler akıllarına geldi (ночные мысли свои вспомнили: «им на ум пришли») de kahkahalarla güldüler (и хохотать начали: «с хохотом смеялись»). Buldukları beş kuruşla bir olta almaya karar verdiler (на найденные пять курушей удочку купить решили: «решение дали»). Çabucak da yerine getirdiler kararlarını (быстро осуществили свое решение; yerine getirmek — выполнять, осуществлять: «к его месту приводить»). Keloğlan oltayı alıp ırmağa gitti (Кельоглан удочку купил и на речку пошел). Bir, iki, üç balık tuttu her gün (одну, две, три рыбы ловил каждый день), pazara götürüp sattı (на базар относил и продавал). Bir balığa yüz para (за одну рыбу сто пара (мелкая монета, сто пара = один куруш)), iki balığa beş kuruş (за две рыбы пять курушей), üç balığa yedi sekiz kuruş verdiler (за три рыбы семь-восемь курушей давали). O da bu parayla ekmek aldı (он же на эти деньги хлеб покупал), peynir aldı, helva aldı (сыр покупал, халву покупал), eve götürdü (домой приносил). Yediler, içtiler, uyudular (ели, пили, спали), güzel güzel yaşadılar (очень хорошо жили). Doğrusu çok güzel kullanmışlardı paralarını (и правда, очень хорошо использовали деньги), sevinç içindeydiler (радости были полны), üstelik bu sevinç bitmeyecek gibiydi (да к тому же эта радость все не кончалась). Ama Keloğlan büyük bir balık tuttu bir gün (но Кельоглан большую рыбу поймал однажды), bu balık her şeyi değiştirdi (эта рыба все изменила).
Ama sabah olup güneş doğunca, gece düşündükleri şeyler akıllarına geldi de kahkahalarla güldüler. Buldukları beş kuruşla bir olta almaya karar verdiler. Çabucak da yerine getirdiler kararlarını. Keloğlan oltayı alıp ırmağa gitti. Bir, iki, üç balık tuttu her gün, pazara götürüp sattı. Bir balığa yüz para, iki balığa beş kuruş, üç balığa yedi sekiz kuruş verdiler. O da bu parayla ekmek aldı, peynir aldı, helva aldı, eve götürdü. Yediler, içtiler, uyudular, güzel güzel yaşadılar. Doğrusu çok güzel kullanmışlardı paralarını, sevinç içindeydiler, üstelik bu sevinç bitmeyecek gibiydi. Ama Keloğlan büyük bir balık tuttu bir gün, bu balık her şeyi değiştirdi.
Hem çok büyük, hem çok güzel bir balıktı bu (и очень большой, и очень красивой была эта рыба). Baktın mı gözlerin kamaşıyordu (как посмотришь, глаза слепит), bakmaya doyamıyordun (насмотреться не можешь). Ama Keloğlan hiç mi hiç kulak asmadı balığa (но Кельоглан совсем внимания не обратил на рыбу), hiç de öyle hayran kalmadı (совсем не восхитился: «удивленным, восхищенным не остался»). Yorgundu, canı sıkılıyordu (он был уставшим, душа его болела). Nasıl sıkılmasındı (да и как ей не болеть)? Karşısında padişahın sarayı vardı (напротив него дворец падишаха стоял), pencerede de padişahın kızı (а в окне дочь падишаха). Kız durmadan gülüyor (девушка без остановки смеялась), alay ediyordu (подшучивала: «насмешки делала»), başına şekerler atıyor (ему на голову сладости кидала), şekerler başını acıtıyordu (сладости голове боль причиняют). Bunun için daha fazla durmadı (поэтому больше не стал ждать), balığı alıp pazara götürdü (взял рыбу и на базар отнес), bir aşağı, bir yukarı dolaştırmaya başladı (туда, сюда: «вниз, вверх» прохаживаться начал; bir aşağı bir yukarı — туда-сюда).
Hem çok büyük, hem çok güzel bir balıktı bu. Baktın mı gözlerin kamaşıyordu, bakmaya doyamıyordun. Ama Keloğlan hiç mi hiç kulak asmadı balığa, hiç de öyle hayran kalmadı. Yorgundu, canı sıkılıyordu. Nasıl sıkılmasındı? Karşısında padişahın sarayı vardı, pencerede de padişahın kızı. Kız durmadan gülüyor, alay ediyordu, başına şekerler atıyor, şekerler başını acıtıyordu. Bunun için daha fazla durmadı, balığı alıp pazara götürdü, bir aşağı, bir yukarı dolaştırmaya başladı.
Balığı görenler başına toplanıyor (рыбу увидевшие вокруг него собираются), hayran hayran bakıyor (восхищенно смотрят), ellerini sürüyorlar (руки протягивают), "Çok güzel bir balık (очень красивая рыба), görülmedik bir balık (невиданная рыба), pulları altın sanki (ее чешуя золотая словно)," diyorlardı. En az vereni yirmi beş kuruş veriyordu (самое маленькое двадцать пять курушей дают). Keloğlan da kızıyordu (Кельоглан же злится), öfkeyle bakıyordu yüzlerine (с гневом смотрит на их лица). Daha dün dört balık getirmişti de (еще вчера четыре рыбины приносил) kimsecikler on kuruştan bir metelik fazla vermemişti (никто ни на копейку больше, чем десять курушей не предложил). Bunun için, kendisiyle alay ediyorlar sandı (поэтому, что над ним подшучивают, посчитал), suratını astı (насупился: «лицо повесил»). O böyle suratını asınca (а когда он так вот расстроился) ötekiler de "parayı az buldu" diye düşündüler (люди подумали, ему кажется, мы мало денег даем).
"Hadi, otuz kuruş olsun!" dediler (пусть будет тридцать курушей).
"Hadi elli kuruş olsun!" dediler (путь будет пятьдесят курушей).
Balığı görenler başına toplanıyor, hayran hayran bakıyor, ellerini sürüyorlar, "Çok güzel bir balık, görülmedik bir balık, pulları altın sanki," diyorlardı. En az vereni yirmi beş kuruş veriyordu. Keloğlan da kızıyordu, öfkeyle bakıyordu yüzlerine. Daha dün dört balık getirmişti de kimsecikler on kuruştan bir metelik fazla vermemişti. Bunun için, kendisiyle alay ediyorlar sandı, suratını astı. O böyle suratını asınca ötekiler de "parayı az buldu" diye düşündüler.
"Hadi, otuz kuruş olsun!" dediler.
"Hadi elli kuruş olsun!" dediler.
Biri de tuttu (один пристал): "Uzatma be Keloğlan, bir lira vereyim de bırak şu balığı (не тяни, Кельоглан, лиру тебе дам, отдай эту рыбу)!" dedi. Keloğlan bunu duyunca iyice sinirlendi (Кельоглан, это услышав, по-настоящему разозлился; sinir — нерв/ы/). Döndü, evine geldi (повернулся, домой пошел). Hâlâ geçmemişti öfkesi (до сих пор = еще не прошел его гнев), geçecek gibi de değildi (не похоже было, что пройдет).
"Ne o?" diye sordu yaşlı kadın (что такое, спросила старуха). "Suratın neden böyle asık? (почему так насупился) Balığı neden satmadın (рыбу почему не продал)? Ne diye geri getirdin (отчего назад принес)?" Keloğlan yüzünü buruşturdu (Кельоглан лицо поморщил; buruş — морщина, складка):
"Benimle dalga geçtiler (надо мной издевались: «волну гнали»; dalga geçmek — издеваться, прикалываться), alay olsun diye otuz kuruş, elli kuruş, yetmiş kuruş verdiler (в шутку тридцать, пятьдесят, семьдесят курушей предлагали). Yüz para verseler bırakacaktım (если бы сто пара кто дал, продал бы рыбу), ama öylesi çıkmadı," dedi (но так не вышло, сказал).
"Neden alay etsinler, bu balık çok güzel!" dedi anası (почему же подшучивали, эта рыба очень красивая, сказала его мать).
Keloğlan anasına da kızdı, ayağını yere vurdu (Кельоглан и на мать разозлился, ногой в землю топнул):
"Alay ettiler işte!" diye haykırdı (подшучивали и все тут, выкрикнул; işte — вот, итак, как раз).
"Peki, peki, senin dediğin olsun," dedi yaşlı kadın (ладно, ладно, пусть будет по-твоему: «как ты говоришь», сказала старуха). "Gel, bunu da biz yiyelim (давай, мы сами ее съедим). Irmağa götür, yıka, ayıkla da pişirelim (на речку отнеси, помой, выпотроши, и приготовим ее; pişirmek — варить)."
Biri de tuttu: "Uzatma be Keloğlan, bir lira vereyim de bırak şu balığı!" dedi. Keloğlan bunu duyunca iyice sinirlendi. Döndü, evine geldi. Hâlâ geçmemişti öfkesi, geçecek gibi de değildi.
"Ne o?" diye sordu yaşlı kadın. "Suratın neden böyle asık? Balığı neden satmadın? Ne diye geri getirdin?" Keloğlan yüzünü buruşturdu:
"Benimle dalga geçtiler, alay olsun diye otuz kuruş, elli kuruş, yetmiş kuruş verdiler. Yüz para verseler bırakacaktım, ama öylesi çıkmadı," dedi.
"Neden alay etsinler, bu balık çok güzel!" dedi anası.
Keloğlan anasına da kızdı, ayağını yere vurdu:
"Alay ettiler işte!" diye haykırdı.
"Peki, peki, senin dediğin olsun," dedi yaşlı kadın. "Gel, bunu da biz yiyelim. Irmağa götür, yıka, ayıkla da pişirelim."
Keloğlan balığı alıp ırmağa gitti (Кельоглан рыбу взял и на речку пошел). Önce pullarını kazıdı (сначала от чешуи очистил), başını kesti (голову отрезал), sonra karnını yardı (потом брюхо рассек). Karnını yarınca şaşırıp kaldı (брюхо разрезав, остолбенел). Balığın karnında bir tas vardı (у рыбы в животе миска была)! Yemyeşil yosun tutmuştu (зеленая-презеленая, вся в водорослях: «презеленые водоросли /со/держала»). Yosunları silip de bakınca (водоросли оттер и посмотрел), kara gözleri kamaştı (карие глаза его ослепли от блеска), neye uğradığını bilemedi (на что наткнулся, понять не может). Küçük tas pırıl pırıldı (маленькая миска блестит), ışıklar saçıyordu (свет распространяет). Altındı (золотая ли), belki de değildi (может, и нет), belki çok daha değerli (может, еще ценнее), belki hiç görülmedik bir şeydi (может, вообще какая-то невиданная вещь). Keloğlan altın tasını suya batırdı (Кельоглан золотую миску в воду окунул). Tasa dolan sular altın olup (миску заполнившая вода в золото превратилась) ırmağın dibine döküldü (и на дно речки посыпалась). Keloğlan bütün bütün şaşırdı (Кельоглан совсем поразился), tası suya bir daha batırdı (миску в воду снова окунул), çıkardı, içindeki suyu yanına boşalttı (вытащил и воду возле себя вылил). Su daha yere düşmeden altın oluverdi (вода, земли не успев коснуться, в золото превратилась). Keloğlan öyle bir sevindi, öyle bir sevindi ki (Кельоглан так обрадовался, так обрадовался), sevincinden aklı başından gitti (что от радости рассудок потерял), bir şeycikler düşünemez oldu (все на свете забыл: «ни о чем не думать стал»).
Keloğlan balığı alıp ırmağa gitti. Önce pullarını kazıdı, başını kesti, sonra karnını yardı. Karnını yarınca şaşırıp kaldı. Balığın karnında bir tas vardı! Yemyeşil yosun tutmuştu. Yosunları silip de bakınca, kara gözleri kamaştı, neye uğradığını bilemedi. Küçük tas pırıl pırıldı, ışıklar saçıyordu. Altındı, belki de değildi, belki çok daha değerli, belki hiç görülmedik bir şeydi. Keloğlan altın tasını suya batırdı. Tasa dolan sular altın olup ırmağın dibine döküldü. Keloğlan bütün bütün şaşırdı, tası suya bir daha batırdı, çıkardı, içindeki suyu yanına boşalttı. Su daha yere düşmeden altın oluverdi. Keloğlan öyle bir sevindi, öyle bir sevindi ki, sevincinden aklı başından gitti, bir şeycikler düşünemez oldu.
Gene de doldurup boşaltıyordu tası (снова наполняет и опорожняет миску), bırakacak gibi değildi (останавливаться не собирается). Ama bu sırada bir el dokundu omzuna (но тут чья-то рука дотронулась до его плеча), başını kaldırdı (он поднял голову), karşısında padişahın kızı, tatlı tatlı gülümsüyordu (напротив него дочь падишаха ласково-преласково улыбается). "Bu tası bana verir misin?" dedi (отдашь эту миску мне, спросила).
Keloğlan ne güldü, ne bir şey söyledi (Кельоглан не засмеялся, ничего не сказал). Güzel kızın gözlerine bakmakla yetindi (только красавице в глаза посмотрел; yetinmek — ограничиваться, довольствоваться).
"Ne olur, o tası bana ver," dedi padişahın kızı (пожалуйста, эту миску мне отдай, сказала дочь падишаха), "o tası bana verirsen, ne istersen veririm sana (если эту миску мне отдашь, что захочешь, дам тебе), ne dersen yaparım (что скажешь, сделаю), nereye istersen gelirim (куда захочешь, пойду)," dedi.
Gene de doldurup boşaltıyordu tası, bırakacak gibi değildi. Ama bu sırada bir el dokundu omzuna, başını kaldırdı, karşısında padişahın kızı, tatlı tatlı gülümsüyordu. "Bu tası bana verir misin?" dedi.
Keloğlan ne güldü, ne bir şey söyledi. Güzel kızın gözlerine bakmakla yetindi.
"Ne olur, o tası bana ver," dedi padişahın kızı, "o tası bana verirsen, ne istersen veririm sana, ne dersen yaparım, nereye istersen gelirim," dedi.
Keloğlan gene konuşmadı (Кельоглан снова ничего не сказал). Sonra birden aklı başına geldi (потом вдруг рассудок к нему вернулся), düşünmeye başladı (он думать начал), "Çok tuhaf, çok tuhaf!" dedi içinden (очень странно, очень странно, сказал он про себя). Hakkı da yok değildi hani (не может такого быть), daha birkaç saat önce kendisiyle alay eden (всего лишь несколько часов назад над ним смеявшаяся), başına şekerler atan güzel kızın (на голову ему сладости кидавшая красавица) şimdi tıpış tıpış yanına gelmesi (теперь тихонько к нему подходит), önünde diz çökmesi (при нем колени приклоняет) gerçekten tuhaftı (и вправду это очень странно было), olmayacak şeydi (невозможной вещью было).
"Ne dersen yapayım (что скажешь, сделаю), nereye istersen geleyim (куда захочешь, пойду)," diyor (говорит), gözlerinin içine bakıyordu (в глаза ему заглядывает).
Keloğlan gene konuşmadı. Sonra birden aklı başına geldi, düşünmeye başladı, "Çok tuhaf, çok tuhaf!" dedi içinden. Hakkı da yok değildi hani, daha birkaç saat önce kendisiyle alay eden, başına şekerler atan güzel kızın şimdi tıpış tıpış yanına gelmesi, önünde diz çökmesi gerçekten tuhaftı, olmayacak şeydi.
"Ne dersen yapayım, nereye istersen geleyim," diyor, gözlerinin içine bakıyordu.
Keloğlan da onun gözlerine baktı (Кельоглан ей в глаза посмотрел), alaylı alaylı güldü (задорно рассмеялся), koskoca padişah kızına dilini çıkardı (дочери великого падишаха язык показал). Sonra aklına bir oyun geldi (потом на ум ему одна игра пришла). Tasını koynuna koydu (миску за пазуху положил), "Gel arkamdan!" dedi güzel kıza (иди за мной, сказал красавице). Sonra var hızıyla koşmaya başladı (потом со всей скоростью побежал), kız da ardından (девушка же за ним). Yollardan, irili ufaklı sokaklardan geçtiler (по дорогам, по кривым маленьким улочкам пробегали). Gelip geçenlerin (прохожие), pencerelerinden yollara bakanların (из окон на улицы глазеющие) parmakları ağızlarında kaldı (открыв рот, смотрели: «с пальцами во рту застыли»). Koskoca bir padişah kızı (дочь великого падишаха), yoksul bir kel oğlanın ardından koşsun, öyle mi (за бедным плешивым мальчишкой бегает, так ли)? Olacak şey mi (возможно ли такое)? Kimsecikler akıl erdiremedi bu işe (никто не понимал, в чем дело; akıl — разум; ermek — достигать, доходить). Ama bunlar kızın da, Keloğlanın da umurunda değildi (но это ни девушку, ни Кельоглана не волновало; umur — дела /мн.ч. от emir/), kahkahalara, şaşkınlık çığlıklarına kulak bile asmadılar (ни на хохот, ни на удивленные крики внимания не обращали). Artık kentin dışına çıkmışlardı (уже за границу города вышли).
Keloğlan da onun gözlerine baktı, alaylı alaylı güldü, koskoca padişah kızına dilini çıkardı. Sonra aklına bir oyun geldi. Tasını koynuna koydu, "Gel arkamdan!" dedi güzel kıza. Sonra var hızıyla koşmaya başladı, kız da ardından. Yollardan, irili ufaklı sokaklardan geçtiler. Gelip geçenlerin, pencerelerinden yollara bakanların parmakları ağızlarında kaldı. Koskoca bir padişah kızı, yoksul bir keloğlanın ardından koşsun, öyle mi? Olacak şey mi? Kimsecikler akıl erdiremedi bu işe. Ama bunlar kızın da, Keloğlanın da umurunda değildi, kahkahalara, şaşkınlık çığlıklarına kulak bile asmadılar. Artık kentin dışına çıkmışlardı.
Padişahın güzel kızı (красивая дочь падишаха), Keloğlan'ın kendisini bir başka kente götürmek (что Кельоглан ее в другой город привести), buralardan uzak bir yerde kendisiyle evlenmek istediğini (и там, в далеком месте, на себе женить хочет,) sanıyordu (считала), buna da çoktan razıydı (и на то уже давно была согласна). Ama budala Keloğlan, öyle yapmadı (но глупый Кельоглан этого не сделал). Bir ağacın altında durdu (под деревом остановился). Sırtüstü uzandı (навзничь растянулся; sırt — спина). Eşsiz tası eline aldı (необыкновенную миску в руки взял). Padişahın güzel kızı yanına geldi (дочь падишаха к нему подошла), gözlerinin içine baktı (в глаза посмотрела): "Ne istersen yapacağım," diye yineledi (что хочешь, сделаю, повторила). "Hiçbir şey istemem," dedi Keloğlan (ничего не хочу, сказал Кельоглан), "surda biraz takla at yalnız (вот здесь немного покувыркайся только; takla atmak — кувыркаться). Ben yeter deyinceye kadar (до тех пор, пока я «хватит» не скажу). Ben yeter deyince, tasını alıp gidersin (когда я «хватит» скажу, тогда миску заберешь и уйдешь)."
Padişahın güzel kızı, Keloğlan'ın kendisini bir başka kente götürmek, buralardan uzak bir yerde kendisiyle evlenmek istediğini sanıyordu, buna da çoktan razıydı. Ama budala Keloğlan, öyle yapmadı. Bir ağacın altında durdu. Sırtüstü uzandı. Eşsiz tası eline aldı. Padişahın güzel kızı yanına geldi, gözlerinin içine baktı: "Ne istersen yapacağım," diye yineledi. "Hiçbir şey istemem," dedi Keloğlan, "surda biraz takla at yalnız. Ben yeter deyinceye kadar. Ben yeter deyince, tasını alıp gidersin."
Padişahın kızı giysilerine baktı (дочь падишаха на свою одежду посмотрела). Yazıktı, güzelim giysiler toza toprağa batacaktı (жалко было красивую одежду в пыли, в земле пачкать). Ama işin ucunda altın tas vardı (но на кону: «на острие дела» золотая миска была), altın tasa değen sular altın oluyordu (этой чашки коснувшаяся вода в золото превращается)! Böyle bir tas için ne yapılmazdı (ради такой чашки чего только не сделаешь), böyle bir tas için neler verilmezdi ki (ради такой чашки чего только не отдашь)? Padişahın kızı eğildi (дочь падишах нагнулась), ellerini yere bastırdı (руками в землю уперлась), başladı takla atmaya (начала кувыркаться). Hem de öyle taklalar attı ki (и так кувыркалась), padişah kızı değil de doğma büyüme cambazdı sanki (словно не дочерью падишаха была, а прирожденной акробаткой; doğma — рождение; doğma büyüme — родом). Sanki anasından cambaz doğmuştu (словно мать ее акробаткой родила). Öyle candan, öyle güzel takla atıyordu (так от души, так красиво кувыркалась)! Durmuyordu, dinlenmiyordu (не останавливалась, не отдыхала). Her taklanın sonunda da sırtüstü yere yuvarlanıyordu (после каждого кувырка на землю катилась). Terlemişti (вспотела), tozlar terli yüzüne yapışıp (пыль на ее вспотевшее лицо прилипала) çamur oluyordu (в грязь превращалась). Saçları yüzüne düşüyor (волосы ее на лицо падают), yüzü saçtan görünmez oluyor (лицо из-за волос не видно), bir altın yumağa benziyordu (на золотой комок похожа стала).
Padişahın kızı giysilerine baktı. Yazıktı, güzelim giysiler toza toprağa batacaktı. Ama işin ucunda altın tas vardı, altın tasa değen sular altın oluyordu! Böyle bir tas için ne yapılmazdı, böyle bir tas için neler verilmezdi ki? Padişahın kızı eğildi, ellerini yere bastırdı, başladı takla atmaya. Hem de öyle taklalar attı ki, padişah kızı değil de doğma büyüme cambazdı sanki. Sanki anasından cambaz doğmuştu. Öyle candan, öyle güzel takla atıyordu! Durmuyordu, dinlenmiyordu. Her taklanın sonunda da sırtüstü yere yuvarlanıyordu. Terlemişti, tozlar terli yüzüne yapışıp çamur oluyordu. Saçları yüzüne düşüyor, yüzü saçtan görünmez oluyor, bir altın yumağa benziyordu.
Bizimkini sorarsanız (если спросите про нашего (Кельоглана)), hiç diyecek yoktu keyfine (не было предела его удовольствию). Sırtını ağaca yaslamış (спиной к дереву прислонившись), kahkahalarla gülüyordu (хохотал). El çırpıyor (в ладоши хлопает), yumruklarını yere vuruyor (кулаками по земле бьет), ayaklarını havaya kaldırıyordu (ноги в воздух задирает), ikide bir de kasıklarını tutuyordu (время от времени за живот хватается; kasık — нижняя часть живота, пах). En sonunda gülmeye gücü kalmadı (в конце концов, смеяться сил у него не осталось). Padişahın güzel kızım durdurdu (дочь падишаха остановил), yanına çağırıp altın tası eline verdi (к себе подозвал и золотую миску в руки дал):
"Senin olsun, al götür!" dedi (пусть твоей будет, забирай и уноси).